×
Xalid Begê Cibrî û Kurdistaneke Serbixwe
Fevzi Namli
Xalid Begê Cibrî û Kurdistaneke Serbixwe
Sal 1925, 14 Nîsanê wek îro, rêvebirê neteweya kurd serokê Tevgera Azadî, Xalid Begê Cibrî ji ber xebata siyasî-rêxistinî ya ji bo serxwebûna Kurdistanê ji teref  dagirkerên tirk ve hate dardekirin. Xalid Begê Cibrî welatparêz û şoreşger bû; se...

Selahattin Eyyubi
Filiz Baran
Selahattin Eyyubi
“Önce, ben Kürdüm. Ramadi aşiretindenim. Bu aşiret, Kürdlerin en eski ve asil aşiretlerinden biridir. Aşiretin yerleşik yeri, Batı Azerbeycandır(Kızıl Kurdistan). Dedem Şadinin babası Mervandan önceki soyumuz üzerine fazla bilgim yoktur. Bizim...

Kurdȇn Ȇzdȋ ȗ Qetlyama Ermeniya / Para duda
Eskerê Boyik
 Ferman. Gava vê peyvê dibêjin evdên Ȇzdî bi tirs û saw, bê hemdê xwe neheqî, kuștin û kokbirya civaka xwe bîr tinin. Xûn ji wê peyva xezeb diniqite. Ferman yanê biryar: biryara hêzên hukumdar. hêzên deshiletdar, hêzên dewleta hov. Ev peyv bi de...

Şoreşa qoçgiriyê
Îsmaîl Heqî Şaweys
Şoreşa qoçgiriyê
Di sala 1920ê Zayînî de serhildana Qoçgiriyê dest pê kir û piştî ku şeş sal ajot, li sala 1926an bi kuştina Mûrad Paşayê xayîn re kutayî lê hat. Di vê şoreşê de gundên Qoçgiriyê tûşî talan û şewitandinê bûn

Serokê Komîteya Îstîklala Kurdistanê (Azadî) Mîralay Xalid Begê Cibrî
Tahsin Sever
Serokê Komîteya Îstîklala Kurdistanê (Azadî) Mîralay Xalid Begê Cibrî
Xalid Begî Kurdistanê yekparçe didît. Li kîjan parçeyî dibe bila bibe, 'serketina her hewldanek a ji bo serxwebûna Kurdistanê wek serketina xwe didît. Ji vê çendê ji tevgera kurd a di bin serokatîya Şex Mehmûd de ku li Kurdistana Başur pêkdihat, ...

Ala Kurd û „Ey Reqîb“ ji Kurdan re jiyan e!
admin
Ala Kurd û „Ey Reqîb“ ji Kurdan re jiyan e!
Çi mixabin gelek bêstekar ji eslê nivîsa sirûd dûrketine û her yekî ji xwe re bi gotinên cuda cuda sirûd bêstekirine! Di nav Kurdan de bi her zaravayî sirûd têye gotin. Werger û jê fehmkirina sirûd li gor zaravayan di ciyê xwe be jî, dema ji çar zara...

Zimanê Zikmakî, Perwerde û Perwerdeya bi Kurdî
Evdirehman Onen
Perwerde, çalakiya bidestxistina zanîn, huner û têgîhaştinê ye, dewlemendkirina mirov e. Armanca perwerdeyê ew e ku, zarok xwe, civakê û xwezayê baştir nasbike û têkildariyek qenctir li hev siwar bike.

Di arşîvên Sowyetê de Serhildana Şêx Seîd
Fevzi Namli
Bi awaki giştî li ser pirsa Kurdî û taybetî di derheqê sedem û karaktêrên serhildana xelkê Kurd a 13 Sibat 1925ê de gellek nerin û hukmê li dijî hev hene. Kurdnasê Sovyetî Wasilevskiy di rapora xwe a ji 13-31Adara 1925ê de, di derheqê serhildana şêx ...

Şiûra tarîxê û Lozan
Fevzi Namli
Şiûra tarîxê û Lozan
Encamên sîyaseta asîmîlasyonê, hafiza tarîxî zeîf dike û tesîrên xwe ên neyînî li ser tevgera netewî dihêle. Bêyî ku mirov li ser vê mijarê raweste, ew ê zahmet be mirov têbigihê, gelo ji bo çi îro li bakurê Kurdistanê tevgera netewî gîhaye merhela h...

06

Bugüne değin yapılan Çerkes Ethem çalışmalarını (Cemal Şener vs.) nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’deki rejimin resmi bir tarihi var. Bu tarihe göre, Ethem Bey haindir. Bugüne değin Kutay’dan Şener’e kadar kimi yazarların Çerkes Ethem hakkında yaptıkları çalışmaları, mikroskopun altına koyduğunuz zaman, resmi tarihin sağdan veya soldan yorumlanması olduğunu görürsünüz. Rejimden ve tabii onun resmi tarihinden kopulmadığı taktirde, uğraşılan tarihi anın, şurasına veya burasına ilişkin yapılan kimi eleştirelmiş gibi gözüken‘tespitlerin’ kıymeti harbiyesi olmaz. Çünkü, Cemal Şener’in kitabında da görülebileceği gibi, yazar, resmi tarihin esiridir. Ne diyor Şener?

Çerkes Ethem-Mustafa Kemal çatışması, M. Kemal’in yengisi ile sonuçlandı. Osmanlı teokratik yönetimi ise yerini lâik cumhuriyet idaresine bıraktı... Bir dizi unsurunu eleştirebiliriz. Ama Osmanlı yapısı düşünüldüğünde ilerici harekettir. Emperyalizme karşı ulusal kurtuluş hareketi olduğu için de anti-emperyalist bir harekettir.
Acaba Çerkes Ethem bu kavgayı başarsaydı ne olurdu? Doğrusu bu konuda kesin hatta olumlu konuşmak pek mümkün değildir
Burada kaçınılmaz olarak üç noktaya değinilmesi gerekmektedir. Birincisi, 1914-1918 arası yaşanan Birinci Emperyalist savaştan otuz sene evvel, Friedrich Engels’in, muazzam bir uzak görüşlülük ile dile getirdiği şu sözleri aktarmama müsade ediniz.
Prusya-Almanya için, bir dünya savaşından, hem de boyutları ve yıkım şiddeti açısından bugüne dek tahayyül edilmemiş ölçüde bir dünya savaşından başka bir savaş artık mümkün değildir. Sekiz ile on milyon asker birbirini boğazlayacak ve bu şekilde, şimdiye kadar hiçbir çekirge sürüsünün yapamadığından çok daha çorak ve harabedilmiş hale getirene kadar, Avrupa’yı iliğine kadar kurutacaklar. Üç ya da dört yıl içine sıkıştırılmış ve tahribatı da tüm bir kıta da Otuz Yıl Savaşı’nın yıkımı; açlık, veba, ağır sıkıntı ve ızdırapların halk kitleleri ve ordular üzerinde yaratacağı moral bozukluğu; ticaret, sanayi ve kredi alanlarındaki suni mekanizmalarımızın umutsuz kargaşasının genel iflasla sonuçlanması; -şimdi lütfen dikkat buyrunuz- düzinelerce tacın kaldırımlara yuvarlanacağı ve bunları yerden kaldıracak kimsenin bulunamayacağı ölçüde eski devletlerin ve bunların nasıl sonuçlanacağı ve kimin muzaffer çıkacağını önceden kestirebilmenin mutlak imkansızlığı; sadece bir tek netice mutlak olarak bellidir: genel bitkinlik ve işçi sınıfının nihai savaşı için koşulların oluşması.
Kendimizi o günlere ışınladığımızı var sayalım. Osmanlı imparatorluğunun çivisi çoktan, daha savaştan önce çıkmış durumda idi. İmparatorluğun savşa katılmasının nedenlerinden biri de, tahtı ayakta tutmaktı. Fakat, savaş, Engels’in izah ettiği tüm detayları ile Osmanlı İmparatorluğu’nu da yerle bir etti. Kitabıma, Mustafa Kemal’in, Enver Paşa’ya yazdığı 20 Eylül 1917 tarihli raporu bilerek koydum. Ne diyor Mustafa Kemal o raporunda?
“Harp daha çok zaman devam ederse, bütün kısımları zaten felce uğramış olan hükümet binası ve hanedan birdenbire çökebilir.
Tüm bu aktarımlar bize neyi anlatıyor? Tarihin gelinen o aşamasında, bir takım tahtların ve taçların, -tabii bu arada Osmanlı’nın da tacının ve tahtının- gideceğini. Mustafa Kemal, bu tahliline rağmen daha uzun bir süre bu tacı ve tahtı yerden kaldırıp, padişahı kurtarmaya çalışacaktır. Padişah ile Almanya’ya yolculuğu sırasında, Ahmet İzzet Paşa ile yaptığı görüşmelerde, hükümette yeralmak istdiğini sürekli dile getirdiğini biliyoruz. Daha sonra Samsun’a çıktıktan sonra da, Anadolu’da oluşacak olan hareketin Padişah’a karşı gelmiyeceğini defalarca temin etmeiştir. O nedenle, zaten yıkılmakta ve çökmekte olan Padişah’ın, Mustafa Kemal tarafından düşürüldüğünü söylemek ve bu hareketi ilerici olarak tanımlamak doğru değildir. İngilizlerin gözünde bütün uşak olma değerini bile yitirmiş olan Padişah’a, Ankara, son merhamet darbesini vurdu derseniz, evet kabul derim. Ama ala ve vala ile, bu olayı büyütüp, devrim gibi köklü bir toplusal transformasyon ile aynı kefeye korsanız, bunu, bilimsel olarak kimselere anlatamazsınız. Çünkü, örnek vermek gerekirse, düşürüldüğü söylenilen Halifelikten, olduğu gibi ordu ve bürokrasi aygıtının yanı sıra olduğu gibi feodal üretim ilişkileri de devralınmıştır.
İkincisi, Kemalist hareketin anti-emperyalist olduğu doğru değildir. 17 Kasım 1918 tarihinde, Mustafa Kemal’in Mimber gazetesinde yayımlanan röportajını burada örnek vermek isterim. Aynen şöyle diyor Mustafa Kemal: “İngilizlerin Osmanlı milletinin hürriyetine ve devletimizin istiklaline riayette gösterdikleri hürmet ve insanlık karşısında yalnız benim değil bütün Osmanlı milletinin İngilizlerden daha iyiliksever bir dost olamayacağı kanaatiyle duygulanmaları pek tabiidir.”
Keza Mustafa Kemal, 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra da çok yalın bir şekilde, "Padişah ve İtilaf devletleri ile düşmanlık durumuna girilmeyeceğini"dile getirmiştir. Bunu en meşhur Kemalist yazar Avcıoğlu dahi kabul etmektedir. Bu örnekler bize, Mustafa Kemal’in, "reel politik" davranan, emperyalist sermaye ve siyasetin çekim merkezinin dışına çıkmamayı taahüt eden bir üçüncü dünya politikacısı olduğunu göstermektedir.
Üçüncüsü, Çerkes Ethem’in, bir programı olmadığını, emperyalizmden ve erkanı harp paşalarından gocunan geniş köylü kitlelerinin ve ufukları dünyaya milli burjuvaca bakanların temsilcisi olduğunu kitapda izah ettim. Bu ölçekteki birisinin, es kaza iktidara geldiğinde, yapacaklarının matah bir şey olmayacağı açıktır. Neden? Çünkü, gocunduğu dünyadan, idelojik olarak hala beslenmektedir. Fakat, komünistlerle iyi geçinen ve dönemin Sovyetleri ile pek çok konuda örtüşen ve onların etkisi ile yeniye açık bir Ethem’in daha kararlı bir şekilde, eski rejimden köklü kopmasının imkanları varolabilirdi diye de düşünülebilir. Çünkü, en azından 1920’nin ortalarında Ethem Bey’de bunun emareleri görülmüş olunacak ki, kimi Sovyet yazarları Onun hakkında “Komünizm’in, ona bir Müslüman ahlâkı atfeden, ilkel ve bilisiz, fakat nisbeten dürüst yorumları” demişlerdi.
Size göre Çerkes Ethem’in iktidar savaşını kaybettiği kırılma anı neresidir?
Elimizdeki veriler, Ethem Bey’in yalnız başına bir iktidar savaşı verdiğini göstermiyor. Bilakis, Ethem Bey’in, biraz evvel bahsettiğim kimi milli burjuva ve komünist güçlerle birlikte, ilkin Yeşil Ordu ve daha sonra da Halk İştirakyun Fırkası’nın kuruluş aşamasında ortak hareket etmeye çalıştıklarını gösteriyor. Karşı taraf, yani Mustafa Kemal cephesi, bu durumu anında gördü. İlkin tatlı sert müdahaleler ile yanına çekmeye çalıştı. Ardından da baktı olmuyor, tasfiye yolunu seçti.
Bugüne değin Ethem’in “hain” olarak yazılmasını Türk resmi tarih yazımında nereye koyuyorsunuz. Yunanlarla işbirliğine gitmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence hain tanımı yapmakla, resmi tarih doğası gereği hareket ettiğini göstermekte. Ethem Bey, Yunan hatlarından geçiş talebinde bulunmamış olsaydı da, hain diye adlandırılacaktı. Neden? Hakim sınıflara kafa tuttuğu için. Tarihe bir bakın. Kimler, hain, anarşist, terörist diye damgalanmakta? Hakim sınıflara kafa tutanlar. Yani, Çerkes Ethem, Nazım Hikmet, Yılmaz Güney...bunların hepsi, tarihin o anında sisteme ve onun hakim sınıflarına eyvallah demedikleri için hain olarak damgalanmışlardır. Ve doğrusunu söylemek gerekirse, Nazım Hikmet Ran’ın o meşhur vatan haini şiirinin dizelerini hatırlayacak olursak, hakikaten de, evet bu saydığım insanlar vatan hainidirler. Pekii ya bu insanların geniş halk kitleleri ve ezilenlerin nezdinde durumları nedir? Onlardan büyük bir saygı ile bahsedilir. Ezilenlerin gönlünde taht kurmuşlardır. O nedenle, provakatif bir tanımlama yapacak olursam, Çerkes Ethem, sistem tarafından, onun hakim sınıfları tarafından, hain olmaktan çıkarılıp, affa tabi tutulduğu taktirde, ehlileştirilmiş ve değerini yitirmiş olur. Hakim sınıfların onu hain diye adlandırmaları, Ethem Bey açısından bir şereftir.
Şimdi Yunanlılarla işbirliği meselesine gelecek olursak. İlkin herkesin ezberini bozup, kendisini Ethem Bey’in yerine koyup, şu nokta üzerinde düşünmesi lazım. Yaklaşık bir senedir Yunan kuvvetlerine Batı Cephesinde kök söktürüyorsunuz. Ankara ile aranızdaki çelişki artık kendisini silahlara terk etmiş. Kendinizi birden, iki ateşin arasında buluyorsunuz. Ne yapacaksınız? Harp sanatı açısından bakıldığında, Ethem Bey’in gerçekleştirdiği şey, tam anlamı ile bir mucizedir. Bu hem askeri açıdan hem de siyasi açıdan böyledir. Çünkü Ethem Bey, takriben 500-1000 km’lik bir güzergah üzerinde, 700’e yakın savaşçısı ile, bir aya yakın bir süre boyunca bu bahsettiğim iki ateş arasında, gayri nizami savaşın kurallarını uygulayarak, zaman zaman Ankara, zaman zaman da Yunan kuvvetleri ile sıcak temas yaşamasına rağmen, ne Ankara’nın eline geçmiştir ne de Yunan kuvvetlerinin hizmetinde hareket etmeyi kabul etmiştir. Yunan tarafına verdiği mesaj aşağı yukarı şudur. Size kök söktüren ben, şimdi savaş alanının dışına çıkıyorum. Nötr kalacağım. Bana geçiş hakkı verin. Dediği ve yaptığı budur ve bunun kanıtları kitapta vardır. Yunan tarafı tabii ki, daha fazlasını beklemiştir. Ethem Bey’den beklediğini alamamıştır. Fakat netice itibarı ile, Ethem Bey’in geçiş hakkının kabul edilmesi, Yunan tarafı açısından bir moral üstünlük olarak telakki edilmiştir. İlginçtir. Ethem Bey, geçiş hakkını elde ettikten sonra, ne İzmir’de kaldığı günlerde, ne Atina’da kaldığı günlerde ne de ömrünün sonuna kadar kalacağı Ürdün’de, Yunan veya İngiliz makamları tarafından maaşa bağlanmamış, el üstünde tutulmamış, Ankara’ya karşı cepheye sürülmemiştir. Ve bu bahsettiğim tarihlerde, söz konusu ülkelerin kayıtlarında, Ethem Bey hakkında övücü söz bulunmaz. Bilakis, mimlidir ve tehlikelidir. Ne yaptığı her zaman bilinmek istenir. Arşiv kayıtlarından bu belgeleri kitaba aldım.

Size göre Çerkes Ethem, 1920’lerde desteğini çekmiş olsaydı Kurtuluş savaşı kazanılabilir miydi?
Sorunuzdaki Kurtuluş Savaşı formulasyonu bence doğru değil. 1919-1923 arası dönem, bence, daha çok bir iç savaştı. İngiliz, İtalyan ve Fransız kuvvetleri ile resmi Ankara güçleri arasında kati surette bir savaş yaşanmadı. Bu kuvvetlere karşı yerel halkın silaha sarıldığı doğru. Ancak bunun Ankara’ya mal edilmesi mümkün mü? Bence değil. Ankara kuvvetlerinin çarpıştığı kuvvet ise Yunan kuvvetleri. Peki bunun dışında siyaset ve çatışma nerelerde odaklanıyor? Yerel ayaklanmalarda, gayri resmi kuvvetlerin tasfiyesinde, muhalif siyasi gurupların veya dini ya da etnik cemââtların ezilmesinde ve/veya Meclis’de, karargâhlar da ya da İstiklâl Mahkemeleri’inde. Bu gayet normal. Çünkü Padişah ve saray giderek çöküyor. O konjonktürde boşluğu doldurmaya çalışan sınıflar ve onların temsilcileri siyaset sahnesinde yerlerini almaya başlıyorlar. Aralarındaki çelişki antagonist. Şiddet ile çözülmek zorunda. O nedenle müthiş bir iç savaş yaşanıyor. Ve bence İngiltere de bu durumu görüyordu. Yunan Subayı Christos D. Karassos’un anılarında bu anlatığımı destekleyen oldukça ilginç bir bölüm var. Müsadenizle okumak istiyorum.
"İngiliz Generali Milne’nin çektiği hattın öte tarafında, Türkler, istedikleri gibi ordularını ve devletlerini yeniden yapılandırmaktaydılar.
“Yunan ordusu, Kemal’in güçlerine karşı ilerleme özgürlüğüne sahip değildi. Ordumuz, cephe hattı boyunca Türk saldırılarına karşı pasif direniş gösteriyor ve bu hattı muhafaza etmeye çalışıyordu.”
“27 Ağustos’da Yunan Genel Kurmayı’nın İngiliz Genel Kurmayı nezdinde yaptığı itirazlar üzerine, general Milne, cephe hattımızın bir ilâ bir buçuk km. genişlemesine izin verdi. 16 Ekim 1919'da ise, hem bulunduğumuz bölgelerde operasyon yapılması için, hem de, saldırı olduğu takdirde geri püskürtebilmek için 3 km. ilerlememize müsade edildi."
Karassos’un dedikleri bugüne kadar düşünmemiş olanları düşündürmeli. Görülüyor ki, İngiltere ve müttefikleri, Ankara’daki yeni oluşumu ikna etmek için, Yunan kuvvetlerini kâh dizginliyor kâh saldırtıyor.
Şimdi gelelim sorunuzun ana boyutuna. Yukarıda söylediklerimi de göz önünde bulundurarak sorunuzu şöyle algılıyorum. Çerkes Ethem, 1920’lerde desteğini çekmiş olsaydı iç savaşı kazanabilir miydi? Bence sorun bu değil. Zira savaşı kazanmak, işin yarısı. Emiliano Zabat’da kazanmıştı. Yunan iç savaşında Aris müthiş bir askeri güçle karşı koymuştu. Ethem Bey bunlar gibi biri olabilirdi. Fakat, tüm bunlar gerçek bir zafer için kafi değildir. Dilerseniz başka bir faraza üzerinde duralım.
Şayet Mustafa Suphi’nin Türkiye Komünist Fırkası, ulusal düzlemde İttihatcı, uluslararası düzlemde ise İkinci Enternasyonal’in ideolojisinden köklü bir şekilde kopmuş olsaydı; Sovyet Rusya’nın meşru ve haklı olan çıkarları ile Anadolu devriminin çıkarları arasında sadece birlik değil aynı zamanda, çelişki olduğunu da kabul etseydi; Kendi bağımsız çizgisi doğrultusunda işçileri ve özelliklede köylüleri saflarına çekip, parlementerist ve legalist yol yerine, hem toprak devrimini hem de işgal kuvvetlerine karşı devrimci yolu tercih etseydi; Ethem Bey’in kuvvetleri ile bu bakış açısı doğrultusunda ittifak yapsaydı; tarihin seyri bambaşka olurdu. Kaybetseler dahi, böyle bir akımın bırakacağı siyasi miras bambaşka olurdu.
Yamauchi’den alıntı yaparak Kurtuluş savaşındaki kadroları “Konformistler” ve “Nonkonformistler” olarak ayırıyorsunuz. Sizce Ethem neden ilerleyen zaman içerisinde savaşı yönlendiren “Konfirmistler” içinde yer almadı?
Kitapta okumuşsunuzdur. Daha işin başında, örneğin Sivas Kongresinde, İsmet İnönü’nün Kâzım Karabekir’e yolladığı Yaşamak için tek uygun çare Amerikan mandasdır içerikli bir mektubu var. Tabii bu işin arkasında sırf bu iki kumandan yok. Ahmet İzzet Paşa var, Saffet Arıkan ve diğerleri var. Bilal Şimşir’e göre Mustafa Kemal’in de başlangıçta, Amerikan mandasına hayırhah baktığı yönünde görüşler var. Bunlar başlangıçta rüşeym halinde. Daha sonra Mustafa Kemal’in, Nutuk’ta söyledikleri var. Ne diyor? Kurtuluş yolu ararken iki şey olmayacaktı. İlkin, İtilaf Devletlerine karşı düşmanlık durumuna girilmeyecekti... diyor. Şimdi tüm bunlar, Konformistlerin, işin başından beri emperyalistlerle uzlaşmaya gönüllü olduklarının delili. Emperyalist, kapitalist dünya sistemine entegre olmaya hazır olduklarını gösteren kuvvetli veriler. Bu yorumumun ön yargılı ve abartılı olduğunu varsayalım. Pekii, Cumhuriyet’in ilanından üç sene sonra, mesela bu Konformist kadroların başında gelen, İsmet İnönü’nün, Adana’daki Fransız sermayeli fabrikalardan birinde hissesinin olmasını neyle açıklayacağız. Açın bakın. TKP’nin 1926 Viyana Konferansı’na katılan Adana delegesi bu durumu, parti konferansında rapor ediyor. Aslında, burada eşyanın doğal gelişim seyrini görüyoruz. Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte, konformizm, komprador bürokrasiye ve/veya komprador kapitalizme dönüştü.
Tarihle uğraşanlar bu detayları yıllar sonra, arşivlerden, kitaplardan öğreniyorlar. Ethem Bey gibi muharebenin bizzat içinde olanlar ise, Konformistlerin, emperyalistlerle giriştikleri pazarlıkları vakti zamanında gördüler. Konformistler doğal olarak, Ethem Bey gibi milli burjuvalara ve onların silahlı güçlerine ve kaçınılmaz olarak da komünistlere yaşam hakkı tanımıyordu ve tanımayacaktı. İktidar olamayanlar bir tercih yapmak zorundaydılar. Bu tercih, Ethem Bey gibilerinin sınıfsal bakış açısından kaynaklanan, milli burjuva, anti emperyalist bir tercihti.
Çerkes Ethem ve Ali Fuat Paşa’nın Gediz taaruzu yok sayılıyor ve Ali Fuat Paşa Moskova elçiliğine tayin ediliyor. Bu anlatımdan hareketle “Merkez”in niyeti savaşı kazanmaktan çok iktidarı elde tutmak” diyebilir miyiz?
Hakikaten bir başarı olan Ekim 1920 tarihli Gediz taaruzunu bir yenilgi olarak göstermekle, hakikaten bir başarısızlık örneği olan Ocak 1921 tarihli İnönü önlerindeki çatışmayı, Birinci İnönü Meydan Muharebesi olarak göstermek, ve zafer olarak tanımlamak aslına bakarsanız resmi tarihin, gerçekleri ters yüz etmekte ne denli hünerli olduğunun delilidir.
Bu durumu anlamak için bir miktar gerilere gitmek gerekir. Gelişmelerin seyrini dikkatli takip etmek gerekir. Ethem Bey, komutasındaki güçlerle, Ekim 1919, Şubat 1920’deki Anzavur isyanlarını bastırıyor. Haziran 1920’de Yozgat’ta Çapanoğlu isyanını bastırıyor. Temmuz ve Ağustos 1920’de Yunan taaruzlarını geri püskürtüyor. Tam bu arada, düzenli ordunun denetimindeki Bursa, tek kurşun atılmadan Yunan kuvvetlerinin eline geçiyor. Ethem Bey, işte bu ortamda popülaritesinin doruk noktasındadır. Bolşevik güçlerle çok sıkı bağlara sahiptir. Düşünün bir. O yıllarda 3000 adet dağıtılan İslam Bolşevik Gazetesi, Seyyare Yeni Dünya, Ethem Bey’in desteği ile çıkmaktadır. Harp sanayisinin merkezi denebilecek ve hatırı sayılır bir işçi potansiyelinin olduğu Eskişehir, Ethem Bey’in denetimi altındadır. Şerif Manatov gibi komünistler bu şehirde işçilere seminerler vermektedirler. Eskişehir sokaklarında, Ethem Bey ve yandaşlarının subaylık mesleği ve zorunlu askerliğe karşı propaganda yaptıkları görülmüştür. Ethem Bey’in güçlerinin safında 700 kişilik bir Bolşevik taburu oluşturulmuştur. Ethem Bey’i öven, komünist tarzda marşlar bestelenmiştir. Ve Ankara’da mecliste, düzenli ordu meselesi sorgulanmaya başlanmış, hatta, ordu da rütbelerin kaldırılması fikri bile gündeme gelmiştir. Şimdi siz resmi tarihin yerinde olsanız, Ekim 1920’de, bu şartlarda, Ethem Bey’in popülaritesini daha da artıracak olan Gediz taarruzunu bir zafer olarak adlandırır mısınız? Hayır adlandıramazsınız. Yaparsanız, Yunan düzenli ordusuna karşı gayri nizami partizan savaşını kabul etmiş olursunuz. Bu Konformizmin felsefesine aykırıdır.
Konformistlere göre, savaşın bir an evvel bitmesi yegane çıkar yoldur. Savaş, ne kadar uzun sürerse, savaş sahnesindeki tüm aktörlerin -ezen ve ezilen sınıfların- niyetleri, arzuları, hülyaları hepsi zambak gibi açacak ve kendisini ele verecektir. Kimin neyi niçin yaptığı ortaya çıkacaktır. Savaşa kumanda eden, hakim sınıflar ve onların ideolojisi bunu katiyen arzu etmezler. Düzenli bir ordu, sonuçta, fakir halkın evlatlarının zorunlu olarak, emir-kumanda ile -siz buna cebir deyin- birarada tutulması demektir. Bu arada yöneten ile yönetilen arasındaki çelişki, hele hele savaş şartlarında kendisini çok bariz bir şekilde gösterir. Böylesi bir ordunun savaşı çabuk bitirmesi kendi hayrınadır.
O nedenle, Konformistler, Gediz’in bir mağlubiyet olduğunu söyleyip, bu cepheyi -yani Batı Cephesi’ni- yeniden tasnif etmek zorundaydılar. Yapılan da bu olmuştur. Netice itibariyle, Konformistler, hem savaşı kendi dünya görüşleri doğrultusunda kazanmak hem de iktidarlarını pekiştirmek ve muhafaza etmek zorundaydılar.
Çerkes’in Mustafa Kemal ve Ankara yönetimine çok ağır telgrafları ve sözlerini kitaba koymuşsunuz. Yasal zorunluluklardan dolayı kitaba koymadığınız başka belgeler oldu mu? Yani Çerkes’in daha ağır sözleri ve ithamları var mı?
Ben bu çalışmaya başladığımda, her şeyden evvel katiyen bir oto-sansür uygulamadım. Hiçbir yayınevinin de uygulamasına müsaade etmedim. İletişim Yayınları, kitaptaki Ethem Bey’e ait bölümleri çıkarın dedi. Kabul etmedim. Ne kitabın birinci baskısını yapan Belge Yayınları ne de, ikinci baskısını yapan Versus Kitap benden böylesi bir talepte bulundular. Her ikisi de onurlu bir duruş sergilediler.
Kitaba yazdığım önsöz de, Ethem Beyin, ömrünün geriye kalan takriben yirmi yıllık döneminin araştırılması gerektiğini belirttim. Elimdeki arşiv materyalleri ile -Ethem Bey’in kitaba aldığım risalesi hariç-, yaptığım araştırmayı 20’lerin sonlarına kadar takip edebildim. Şartlar el verdiğinde bu araştırmayı devam ettireceğim. 30’lu ve 40’lı yıllara ilişkin o zaman değerlendirebileceğim kimi materyalleri, örneğin, Ethem Bey’in değil ama ağabeyi Reşid Beyin kaleme aldığı mektupları, çalışmanın ikinci bölümü diyebileceğimiz kitapta değerlendireceğim.
Çerkes’in asıl mücadelesi İsmet İnönü ile mi yoksa Mustafa Kemal ile mi?
Ethem Bey’in 31 Aralık 1921’de Genel Kurmay Başkanlığı’na çektiği, Bâki İlk Selam sözleri ile biten telgrafı, çok açık bir biçimde, sadece İsmet İnönü veya Mustafa Kemal’i değil, onlarında ve diğerlerinin de içinde olduğu bütün bir kurumlar zincirini (Ordu ve Meclisi) karşısına almaktadır. Dolayısıyla, kimi tarihçilerin, Ethem Bey ile Ankara arasındaki anatonizmanın neticelerini, İsmet İnönü’ye havale etmeleri, ya da Mustafa Kemal’in bunlardan hiç haberi yoktu, birilerinin dolduruşuna geldi türünden izahatlara kalkışmaları gerçeklerle bağdaşmamaktadır.
Ethem Bey, muhtelif aflar çıkmasına karşın neden Türkiye’ye dönmek istemedi. İsmet Paşa’nın süren iktidarı bunun en önemli sebebi olabilir mi?
Benim de tahminim bu yönde. Fakat bu sorunuzun cevabı, araştırmanın ikinci bölümünün konusu. Bu konuda elimizde şimdilik hiçbir veri yok.
Bu çalışmayı ne kadar zamanda tamamladınız. Hangi kaynaklara ulaştınız?
Çalışma dört sene sürdü. Sırasıyla, Alman, Fransız, İngiliz ve Yunan arşivlerinden belgelere ulaştım. Resmi tarihin sağ ve sol, bütün versiyonlarını okumaya çalıştım. Yabancı tarihçilerin kapılarını çaldım. Onların fikirlerini dinledim. Ahretlik sorular sordum. Avrupa’da belli başlı bilinen, gezmediğim kütüphane kalmadı. Sonuçta bu eser ortaya çıktı.
Ben büyük bir iş başardığım iddiasında değilim. Bakın önemli bir hususun altını burada çizmek isterim. Türkiye devrimci hareketinin üzerinde, Türk resmi tarihinin gölgesi her zaman olmuştur. Bu gölgenin varlığında, geçmişte TKP’nin ve şimdi de komprador Marksistlerin büyük payı olmuştur. Bunlar açısından Ethem Bey haindir. Bahsettiğim gölgeye ve o gölgenin müsebbiblerine, Ethem Bey hakkındaki saptamaları da dahil yegane itiraz, İbrahim Kaypakkaya’dan gelmiştir. Elinde hiçbir arşiv imkanı olmadan, güçlü bir siyasi ideolojik derinlikle, hatta Lenin ve Stalin’e de karşı gelerek, Kemalizm’in harkulade teşhisini yapmıştır. Çerkes Ethem meselesinde de, O, hain değil Yeşil Sosyalisttir demiştir. Benim yaptığım, sadece, elimdeki imkanlarla, bulduğum arşiv belgeleri ile Kaypakkaya’nın otuz küsür sene evvel kaleme aldığı o cihan şumul eserinin üzerindeki tozu üflemek olmuştur.
Bundan sonraki çalışmanız ne olacak?
Mustafa Suphi ve yoldaşlarını kim öldürdü? Şu anda üzerinde çalıştığım konu bu
Yeni harman ağustos 2006 sayısı
 


Özgeçmiş:
1966’da İstanbul’da doğdu. Annesi Rüçhan Tolgay, Çerkes Ethem’in ağabeyi Reşit Bey’in torunudur. Babası Ali Haydar Cilasun’un ve annesinin sahibi oldukları Sahne Anadolu Topluluğu 70’lerin ortasında yasaklanınca, ailesi ile birlikte Almanya’ya iltica etti... Halen Almanya’da yaşamakta ve tarih araştırmacılığı ve belgeselcilik yapmaktadır.
1994 senesinde Ethem Drehşan adı ile ilk kitabı olan Fırtınalı Yıllarda İbrahim Kaypakkaya -bilinmeyen yazılar- yayımlandı. (Belge Yayınları)
1998 senesinde Kaypakkaya’nın hayatını anlatan Kırmızı Gül Buz İçinde belgeselini yaptı.(Almanya-Türkiye)
2004 senesinde Bâki İlk Selam -yabancı arşiv belgelerinden ve kendi kaleminden- Çerkes Ethem adlı ikinci kitabı yayımlandı. (Belge Yayınları. İkinci baskı Mayıs 2006 Versus Kitap)
2006’da Resmi Tarih Tartışmaları -2- adlı kollektif yapıtın yazarları arasında yer aldı. (Özgür Üniversite Kitaplığı)
Uzun Yürüyüş, Devrimci Demokrasi, Virgül, Ülkede Özgür Gündem, Toplumsal Tarih gibi gazete ve dergilerde makaleleri yayımlandı.
Röp:Gürkan Hacır
gurkan@leman.com.tr
www.peyamaazadı.com
Posted in: tirki

Comments

There are currently no comments, be the first to post one!

Post Comment

Name (required)

Email (required)

Website

Efendinin suçunu üstlenmek: Kürtler ve Ermeni soykırımı

Bazı çevreler ellerinde “Kürtlerin azımsanmayacak bir kesiminin soykırıma katıldığına dair yeterli derecede bilgi ve kanıt olduğunu” iddia ediyorlar. Bizim elimizde olmayıp onların elinde bulunan “bilgi ve kanıt”ları merak edi...

Afganistan’da Solun Yok Edilmesi Hastalıklı Bir Toplum Yarattı
Vijay Prashad
Afganistan’da Solun Yok Edilmesi Hastalıklı Bir Toplum Yarattı
​Afganistan’ı solun yönettiği zaman kadınlar öğretmenlik işlerinin yüzde 70’ine, sivil memuriyetin de yüzde 50’sine sahipti. Bu olumlu dinamiği bozan Batıydı. Batı’nın ve Suudiler’in parmak izi bulunan her noktada toplum...

Sovyetler Birliğinin Kürdlere Karşı Resmi Tavrına İlişkin Önemli Bir Belge
Aso Zagrosi
O dönem Sovyetler Birliğinin  Dışişleri Bakanı  olan  Molotov’un   gönderdiği bu  talimatlar   SSCB’nin    Doğu  Kürdistan  politikası  olarak devam etti.    Sovyetler Birli...

CIBRANLI HALİT BEYİN ERZURUM’A YERLERŞMESİ
Abdulbari Han
Halit bey, Erzurum’a yerleştikten sonra yaptığı ilk iş, daha önce Varto’da çerçevesini çizdiği ‘AZADİ’ örgütünü kurmak olur. Her ne kadar bazı kaynaklar 1920 veya 1922 yıllarını işaret ediyorlarsa da, bunun doğru olmadığı kong...

Newşirwan Mustafa ve Kürdistan Başkanlığı Meselesi
Aso Zagrosi
KDP Merkezi Yayın organı Xebat gazetesi 22 Ağostos tarihinde imsasız yayınladığı “ Parti ve Yekiti” adlı baş yazısında yine Newşirwan Mustafa’yı doğrudan hedef aldı. Bu makalede “ YNK’ de bir kesimin iradesini Nawşirwan ...

MEHMET EMİN ÖZDEN'İN ÖYKÜSÜ
Ahmet Zeki Okçuoğlu
İddiaya göre Dr. Şivan ve diğer iki arkadaşımız Sait Elçi ve diğer iki kişiyi öldürmüşlerdi. Bunun bir komplo olduğu sonradan ortaya çıkacaktı.  TC devleti ve müttefikleri, hazırlık yaptığımız direniş hareketini doğmadan boğmak için tertiplemişl...

LİDERLER TOPLUMA GÜVEN VERMELİDİR
Abdulbari Han
Bilinen bir gerçektir ki Hamidiye Alayları sultan Abdulhamit’in 1892 yılında Kürt ağa ve beylerin çocuklarını İstanbul’daki aşiret mektebinde eğitmeye başlaması ve bunların içinde başarılı olanları askeri okul ve akademiye göndermeye başl...

NİSAN KARANLIĞI
Abdulbari Han
1925 yılında böyle yağmurlu ve karanlık bir nisan gecesinde Şeyh Sait efendi ile yanındaki 400 atlı süvari bulundukları Solhan ilçesi Gırvas (Arakonak) köyünden, Varto ilçesinin Habiban (Haksever) köyüne hareket ederler. Burada üç gün konaklandıktan ...

Tarihin Tozlu Sayfalarında Dr. Nuri Dersim’den Feride’ye Mektup
Nevin Güngör Reşan
Tarihin Tozlu Sayfalarında Dr. Nuri Dersim’den Feride’ye Mektup
Aşağıda orijinalini vereceğimiz Feride’ye mektup,bizzat Nuri Dersimi’nin kaleminden Feride’ye duyduğu derin saygı ve sevgi, aşkve muhabeti anlatır. Feride’nin hayatındaki rolü ve emeği, bu mücadeleye biçtiği yüksek değer bunu ...

Sehîdê Welat Dr. Şivani Aniyoruz
Mehmet Ali Ateş
Sehîdê Welat Dr. Şivani Aniyoruz
Zaman, gecmisle yüzlesme zamanidir. Sözü uzatmadan, evirip cevirmeden biz; akrabalari olarak, Civraklilar olarak, Dersimliler olarak, Kürdistanlilar Kürdistanin Özgürlük savascilari olarak, yoldaslari olarak bu durumdan utanc duyuyoruz. Manevi hatira...

Page 1 of 4First   Previous   [1]  2  3  4  Next   Last   
123movies