Emin Şırnaklı’ydı. Onunla 1971 Nisanında tanıştım. Beni alıp Şırnak’a götürmek için Elazığ’a gelmişti. Şırnak’tan da Güney Kürdistan’a geçecek, mensubu olduğum Kürdistan Demokrat Partisi-Türkiye [Seksiyonu] Karargah'ına gidecektim.
Adı Mehmet Emin’di. Ama sadece Emin diyorlardı kendisine. Ben onu, şimdi hatırlayamadığım takma bir adla tanımıştım. Adının Emin olduğunu sonradan öğrenecektim.
Emin yaşça benden küçüktü. Tanıştığımızda ben üniversitede okuyordum, o ise henüz lisedeydi... Bu yazıyı kaleme almaya karar verdiğimde, 1953 doğumlu olduğunu öğrendim. Emin benden dört yaş küçükmüş meğer.
İnce uzun boylu, yakışıklı bir gençti Emin. Koyu sarı saçları kestane rengi gözleri vardı…
Yaşından daha olgun ve asil bir duruşa sahipti.
Çok iyi bildiğim geleneksel bir Kürt özelliğiydi bu...
Kendisinden yaşça büyük insanlarla bir arada olduğunda ancak kendisine sorulunca konuşan, onun dışında dinlemeyi tercih eden, karşısındakini sabırla ve dikkatle izleyen asil bir duruş...
Emin bu asaletini, bir kaç gün sonra Şırnak’ta tanışacağım babasından almıştı. O da bunu yaşadığı bölgede içinde doğup büyüdüğü aşiret kültüründen alıyordu.
Aşiret ilişkilerinin canlı olduğu bölgelerde gençler, şehirlerdekilerden çok daha erken olgunlaşır…
Bu özellik Emin'de bariz bir şekilde yansıyordu.
O zaman küçük bir dağ kasabası olan Şırnak’ta doğup büyümesine rağmen Emin, hani derler ya "sanki dersin Istanbul'da büyümüş” gibiydi. Onunla konuştuğumda, dünyada, özellikle de Kürdistan’da olup bitenleri, yaşıtı çoğu şehirli gençten çok daha iyi izlediği ve yorumladığını fark ettim. Bunu da politik bir çevrede büyümüş olmasına borçluydu.
Emin de benim gibi, Dr. Şivan’ın liderliğinde kurulan gizli Kürdistan Demokrat Partisi-Türkiye [Seksiyonu] (PDK-T) üyesiydi. Onunla tanışmamız da bu nedenle olmuştu zaten. Muhtemelen partinin en genç üyesiydi Emin…
Emin’le birlikte Elazığ’dan Şırnak’a gidişimizin ve ondan yirmi bir yıl sonra PKK tarafından öldürülüşünün trajik öyküsünü yazmadan önce Güney Kürdistan’a gitmeye karar vermem ve buna neden olan bir olaydan kısaca söz etmek istiyorum.
*
PDK-T 1970’te kurulmuştu. Kurulduktan bir süre sonra bu partiye üye oldum. Üye olduktan hemen sonra da beni Dêsim (Dersim) Bölge Komitesi'e atadılar. Dêsim Bölgesi’nin merkezi Elazığ’dı. Toplantılarımızı orada yapıyorduk.
Sınav dönemlerinde İstanbul'a gidiyor, sonra da Elazığ'a dönerek parti çalışmalarına katılıyordum. 1970'in sonunda Elazığ’da yaptığımız Bölge Komitesi toplantısına, partinin kurucusu ve genel sekreteri Dr. Şivan da katılmıştı.
Dr. Şivan’ın asıl adı Sait Kırmızıtoprak’tı. Dr. Şivan adını, Güney Kürdistan’a gittikten sonra almıştı. Sait Kırmızıtoprak’ın Parti içindeki adı ise Ferîdûn’du. Zalim Dehak’ı yenerek Kürtleri esaretten kurtaran ünlü Kürt padişahı Feridun…
Doktor, 1935 Dêsim doğumluydu. Tip öğrencisiyken 1959’da “49’lar” diye anılan Kürt aydınlarıyla birlikte tutuklanmış ve zorlu bir tutukluluk döneminden sonra yarım bıraktığı tıp tahsilini tamamlayarak hekim olmuştu. 49’lar davasından dolayı kendisini gıyaben tanıyordum. Onunla yüz yüze tanışmak ise Elazığ’da Bölge Komitesi toplantısında nasip olmuştu bana.
Dr. Şivan’la bu tanışmam hayatımda bir dönüm noktası olacaktı…
Doktor, Okuyan, araştıran, atak ve cesur bir Kürt aydınıydı. Kişisel gayretiyle Fransızca öğrenmişti. Fransızca kaynaklardan Franz Fanon’u, Sartre’yi ve Afrika’daki anti-kolonyalist mücadeleyi incelemiş ve Afrika örneğinden yola çıkarak, “Ezen ve Ezilen Milletler Meselesi” adlı bir kitap yazmıştı. (Bu kitap yok edildi) En büyük ideali Kürtlerin de milli haklarına kavuşması ve Bağımsız Birleşik Kürdistan’ın kurulmasıydı. Bunun için de 1969’da bir grup arkadaşıyla birlikte Güney Kürdistan'da Mustafa Barzani liderliğinde yürütülen silahlı harekete katılmıştı.
Dr. Şivan silahlı direniş hareketinin tek doktoruydu. Cepheden cepheye koşuyordu. Birlikte gittiği arkadaşları da cephede peşmerge olarak savaşıyorlardı. 1970'te Kürt direniş hareketiyle Irak yönetimi barış antlaşması yapınca Dr. Şivan, Barzani’nin izniyle gizlice TC’ye gelmiş ve Güney'e gitmeden önce sözleştiği arkadaşlarıyla toplantılar yaparak birlikte PDK-T'yi kurmuşlardı. Dr. Şivan, yine Barzani’nin izniyle Güney Kürdistan’ın Hakkari sınırına yakın bir dağ köyünde kurduğu bir karargahtan partiyi yönetiyordu.
Elazığ’da Dr. Şivan’la tanıştığımızda 12 Mart darbesinin ayak sesleri artık duyulmaya başlamıştı. Dr. Şivan Elazığ’a, parti çalışmalarını denetlemek amacıyla sınırı gizlice geçerek gelmişti. Parti henüz çok yeni olduğu için Doktor belirli periyodlarla bölgelere giderek çalışmaları denetliyordu.
Doktor Elazığdan da muhtemelen başka bir bölgeye gidecekti.
Dr. Şivan toplantıda bize, partinin politik çizgisi, Güney Kürdistan'daki kampta yaptıkları çalışmalar ve Kürdistan’ın bu bölgesindeki gelişmeler hakkında bilgi veriyordu. Konuşmasından onun dünya ve Kürt siyasi tarihine vakıf olduğu kolayca anlaşılıyordu.
Dr. Şivan’ın anadili Kürtçenin "Zazaca" lehçesiydi. Güney Kürdistan’da Kurmancî öğrenmişti. Öyle ki, Kurmancî’yi Kurmanclardan çok daha güzel, akıcı ve aksansız konuşuyor ve yazıyordu. O dönemde Mehmet Emin Bozarslan dışında Kuzey Kürdistan’da Kürtçe’nin herhangi bir lehçesiyle yazmayı bilen başka bir Kürt aydını yoktu. Dr. Şivan, Mehmet Emin Bozarslan’ın Alfabe’sini saymazsak Kuzey Kürdistan’da Kürtçe yazan ilk Kürt aydınıydı.
PDK-T üyesi olduktan sonra, partinin ilk yayını olan Dr. Şivan’ın Kürt Millet Hareketleri ve Irak’ta Kürdistan İhtilali adlı kitabını okumuştum. Kitabı cephede, doktorluktan arda kalan zamanlarda yazmıştı. Güney Kürdistan’daki silahlı direniş hareketiyle ilgili Kürtler tarafından kaleme alınmış ilk kitaptı. Ayrıca kitap çok değerli bilgiler içeriyordu.
Konuşmasından Doktor’un otoriter ve kendisinden emin bir kişilik yapısına sahip olduğu anlaşılıyordu; bir o kadar da sevecen ve güler yüzlüydü; konuşurken genellikle gülümsüyordu.
Dr. Şivan’ın konuşması bittikten sonra sohpet faslına geçtik. Biz soruyor o da cevaplandırıyordu…
En çok Güney Kürdistanı ve onun efsanevi lideri Mustafa Barzani’yi merak ediyorduk. Barzani yıllarca savaşmış ve sonunda Irak yönetimin masaya oturmaya mecbur bırakmıştı. 1970’te yapılan antlaşmayla Irak yönetimi, Kürdistan’a özerklik tanımak zorunda kaldı. Kürt varlığının inkar edildiği modern Kürdistan tarihinde bu büyük bir devrimdi. Bu yüzden de tüm Kürtler arasında Barzani’ye karşı çok büyük bir sevgi, saygı ve hayranlık vardı. O sadece Güney Kürdistan’ın değil, tüm Kürtlerin lideriydi. Güney Kürdistan’ı kurtardığı gibi günü geldiğinde Kürdistan’ın diğer parçalarını da kurtaracaktı…
Bu yüzden de Dr. Şivan’a yönelttiğimiz soruların çoğu Barzani’yle ilgiliydi…
Barzani nasıl bir insandı? Ne düşünüyor, ne söylüyordu? Kürdistan’ın diğer parçaları hakkında fikri neydi? Güney Kürdistan özgürlüğüne kavuştuğuna göre sıranın diğer parçalara geldiğini düşünüyor muydu? Öncelik Kürdistan’ın hangi parçasında olacaktı?
İçimizde Barzani’yi gören tek kişi oydu. Üstelik kendisiyle çok sık da görüşüyordu…
Dr. Şivan da bizim gibi Barzani hayranıydı. Ondan babası gibi söz ediyordu…
“Barzani için Doktor, “Geleneksel Kürt lideriyle modern Kürt aydınının harmanlanmasından oluşan bir kişilik yapısına sahip" demişti bize.
Barzani asıl projesinin Büyük Kürdistan’dı. Biz onun başlattığı kurtuluş mücadelesinin ikinci evresi olacağız diyordu…
Dr. Şivan müthiş bir hitabet gücüne sahipti; çok akıcı ve yüksek bir ses tonuyla konuşuyor, sesi adeta çınlıyordu.
Çok etkilemiştim ondan…
Onu Che Guevera'ya benzetiyordum…
“Hayalini kurduğum lider işte bu” dedim içimden… “Bu adamın peşinden ölüme bile gidilir.”
Hemen o anda kararımı verdim; üniversiteyi bırakıp Güney Kürdistan'a gidecek, onlara katılacaktım.
Ve bu fikrimi o anda Doktor’a açıkladım. O da kabul etti…
“Bir süre beklemen gerekiyor.” dedi. “Bir arkadaş gelip seni alacak.”
*
Üniversiteyle ilişkimi kesmek ve eşyalarımı almak üzere Istanbul’a gittim. Yaklaşık bir ay sonra Güney Kürdistan’daki kampta yaşayan partinin üçüncü adamı konumundaki Çeko Istanbul’a gelerek beni buldu ve 15 Nisan’da Elazığ'da olmam gerektiğini, o gün bir arkadaşın gelip beni oradan alacağını söyledi.
Çeko’yu 1967’de Istanbul’da tanımıştım. Ankara’da okuyordu, ama zaman zaman bazı arkadaşlarıyla birlikte Istanbul’a geliyordu. KAK adında gizli bir örgüt kurmuşlardı, muhtemelen o nedenle geliyorlardı Istanbul’a.
Emin, Çeko’nun dediği tarihte gelmişti Elazığ’a…
Bu arada 12 Mart askeri darbesi olmuştu. Darbeciler yaygın tutuklamalar yapıyordu. Hakkımda henüz bir tutuklama kararı yoktu, ama Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nda yaptığım çalışmalardan dolayı arkadaşlarımla birlikte beni de tutuklamaları muhtemeldi.
Emin geldikten bir gün sonra yola çıktık. Kara yolunda arama olabilir diyerek, Batman’a kadar trenle gitmeyi tercih etmiştik. Trenle Batman’a, oradan da kara yoluyla Şırnak’a gidecektik.
Bindiğimiz tren ünlü Kurtalan Ekspresi’ydi. Trene akşam olmadan binmiştik, Batman’a ancak ertesi gün sabah varabildik.
Yol boyunca sohpet ettik Emin’le…
Emin, benim Şırnak’tan Güney Kürdistan’a geçeceğimi, oradan da “Dr. Şivan’ın kampı”na gideceğimi biliyordu. Dr.Şivan’i o da tanımıştı. Liseyi bitirdikten sonra ben de size katılacağım dedi bana.
Batman’dan de bir arabaya binerek Cizre’ye, oradan da Şırnak’a gittik.
Büyük bir adam sorumluluğuyla bana rehberlik eden Emin, beni Şırnak’ta parti sorumlusu Mele Eli’ye teslim etmişti.
Mele Eli, Şırnak’ın muhtemelen tek oteli olan şehir Palas’ın işletmecisiydi. Otel dediğin üç dört katlı bir apartmandı. Üç gün şehir Palas’ın soğuk bir odasına tıkılı kaldıktan sonra gece vakti yola koyulduk.
Emin’in babası Apê Osman’ı o zaman tanımıştım. Beni Şırnak’a getiren oğlunu adının Emin olduğunu yolda sohpet ederken söylemişti bana.
Apê Osman meteoroloji memurdu. Oradan emekli oldu ve hala sağlığı yerinde. Uzun ömürler diliyorum kendisine. Bir gün onuna üç gün süren yolculuğumuzun öyküsünü yazmak umuduyla onunla ilgili şimdilik bu kadar yazmakla yetinmek istiyorum.
*
Ben Güney Kürdistan’a gittikten dört ay sonra kampımız Barzani’nin güçleri tarafından dağıtıldı. Başta Dr. Şivan, kampın tüm sakinleri tutuklandı. Bir süre sonra Dr. Şivan, Çeko ve Brûsk kurşuna dizilerek öldürüldüler, bizler de yurt dışına çıkarıldık.
İddiaya göre Dr. Şivan ve diğer iki arkadaşımız Sait Elçi ve diğer iki kişiyi öldürmüşlerdi. Bunun bir komplo olduğu sonradan ortaya çıkacaktı.
TC devleti ve müttefikleri, hazırlık yaptığımız direniş hareketini doğmadan boğmak için tertiplemişlerdi bu komployu. Bunu da kendilerine mecbur bıraktıkları Barzani’ye yaptırmışlardı. Kürtlerin bu olay nedeniyle Barzani’ye tepki göstermesini engellemek için de için de bu komployu düzenlenmişlerdi. Bu olayı planlayan asıl güçler Barzani’ye, önce Sait Elçi’yi öldürtmüş, sonra da bunu Dr. Şivan'ın üstüne attırarak yine onun eliyle sorgusuz sualsiz onu ve iki arkadaşını ortadan kaldırmışlardı…
*
Kampımız dağıtıldığı için Emin bize katılamadı...
TC’ye döndükten sonra ben iki yıla yakın bir süre cezaevinde yattım. Çıktıktan sonra da yarım bıraktığım üniversite öğrenimini tatamlamak için yeniden Istanbul’a yerleştim.
Ondan sonra da Emin’le bir daha görüşmek kısmet olmadı...
Ama Şırnaklı kimi görsem mutlaka Apê Osman ve Emin’i soruyordum.
Emin liseyi bitirdikten sonra Yüksek Öğretmen Okulu’nu okumuş ve sonra da TC’nin çeşitli yerlerinde öğretmenlik yapmış ve nihayet, Milli Eğitim Halk Merkezi Müdürü olarak Diyarbakır’ın Hazro ilçesine atanmıştı.
Emin Hazro’ya, Kürdistan’da terörün hızla yükseldiği bir dönemde atanmıştı. Hemen her gün çatışmalarda ya da “faili meçhul” adı altında bir sürü insan öldürülüyordu.
O dönemde Kürdistan’da onbinlerce insanın yaşadığı bu acı kader Emin'i de gelip bulacaktı nihayet...
Emin 06.12.1992 tarihinde odacısıyla birlikte Diyarbakır Hazro kara yolunda giderken arabası, önlerine çıkan PKK militanları tarafından durduruluyor. Militanlar onları arabadan indirerek önce kimlik kontrolü yapıyorlar, sonra da odacıyı alıp götürüyorlar…
Odacıyı götürüp öldürecekleri belli… Bunu anlayan Emin,, “Ona ne yapacaksınız!” diyerek peşlerinden atılıyor. “Onu götürüp öldürecek misiniz? Yazık çoluk, çocuğu var zavallının!”
Bunun üzerine “Öyle mi!” diyor PKK’li militan. “Sen de gel o zaman!”
Emini de alıp, odacısıyla birlikte biraz öteye götürüp, kurşuna diziyorlar.
*
Emin’in öldürüldüğünü duyduğumda canımdan can gitmişti…
Kısa bir arkadaşlığımız olmuştu, ama Emin’in bendeki anısı çok büyüktü…
Emin, geride yaralı bir anne, baba ve bir eş ile Belçîn ve Nefel adında iki kız, Serbest ve Serhad adında iki erkek çocuk bırakarak gitmişti…
*
Apê Osman 2001’de Istanbul’a geldi ve yıllardan sonra o zaman görüştük. Apê Osman yaşlanmıştı, ama çektiği o büyük acıya rağmen hala dinçti.
O akşam acıyla sevinci Apê Osman’la birlikte yaşadık. Asmalı Mescit'te bir kahvehanede görüşmüş sonra da birlikte yemek yemiştik…
Emin'in yarası Apê Osman'ın içinde tap taze duruyordu, ama davranışlarından Apê Osman'ın mümkün olduğu kadar bu konuda konuşmak istemediği anlaşılıyordu. Bunu farkedince, üzüntümü ve baş sağlığı dileğimi dile getirdikten sonra Emin meselesini bir daha açmadım.
Apê Osman acısını içine gömmüştü...
Bir baba olarak oğlunun vakitsiz ölümüne çok üzülüyordu… Ama onu daha da çok üzen, Kürdistan hasretiyle yanıp tutuşan oğlunun, Kürdistan’ı kuracağız diyen PKK militanları tarafından sorgusuz sualsiz bir vatan haini gibi öldürülmesiydi…
Kendisi ve oğlunun Kürdistan için yaptığı hizmetin karşılığı bu mu olmalıydı?..
Neyse ki yine de bir tesellisi vardı Apê Osman'ın...
PKK yıllar sonra, "Araştırdık oğlun ajan değilmiş, yanlışlıkla öldürülmüş." diye haber salmıştı kendisine…
24.05.2015
Ahmet Zeki Okçuoğlu