Kürtlerin soykırıma uğratılmalarının tarihsel süreclerinin doğru değerlendirilebilinmesi için, o dönemlerin devlet politikalarının, Osmanl-Kürt ilişkileri tarihinin derinlemesine
incelenmesi gerekir. Biz kürtler açısından bu gereklilik iki nedenden ötürü zorunludur; birincisi; 1514’de Müslüman-Sunni Kürt aşiretlerinin, Yavuz Sultan Selim’le kurdukları ittifak sonucu öldürülen 700.000 Kürt-Zerdüşt-Kızılbaş’ın neden, niçin ve hangi amaçlarla katledildikleri ortaya konulmalı. Amaçlar, nedenler objektif olarak ortaya konmadıkları sürece, bu başlangıcı takip eden daha sonraki süreçler ve Kürt tarihi analiz edilemeyecektir.
Osmanlı yönetim taktiği kavranmadan, 1832’den, 1846’ya kadar, 150.000 Kürt-Êzdîyi, Kürt-Hristiyanı, Hristiyan inancına sahip olan bölgedeki insanları katleden Cîzîra Bohtan beyi Bedirxan Bey’in sahip olduğu dünya görüşü, kendi ırkına ve diğer ırklara, kendi dini inancına ve diğer dini inançlara yaklaşımı anlaşılamaz. Objektif olarak değerlendirilemez. Gerekli sonuçlar çıkarılamaz.
Joachim Menant, Cîzîra Bohtan Beyleri olan Bedirxan’ların egemenlikleri altındaki alanlar da, Êzdî dini inancına mensup Kürtlerin 1840’taki sayılarının 200.000 olduğunu vurguluyor. 1890’a gelindiğinde ise sayının 50.000’e indirildiğini açıklıyor. 50 yıl içinde doğumlar dahil nüfus oranının 200.000 in çok üstünde olması gerekirken, sayının 50.000’e inmesi Bedirxan Bey’in Kürd nüfusunu yok etme pratiğinin kanlı bir sonucudur. Bu yok etmede hedef olarak sömürgeciyle ilişkileri iyi bir tarzda yürütme amaçlandığı gibi, farklıya yaşama hakkı tanınmama anlayışı da damgasını vurmaktadır.
Joachim Menant, Müslüman olmayan Nasturilerin güç kullanılarak din değiştirmeye zorlandıklarını belirtiyor. Kürd yurtseverleri olarak Kürdistanlılara anlatılan, tanıtılan Bedirxanların, farklı inanca sahip olanları yok etme eylemlerini, bu eylemlerin sonuçlarını genişçe ele alıp, anlatıyor. Tîyar, gelîyê Tîyar (Tîyar vadisi) Colemêrg-Hekkari’nin güneyi Zap bölgesidir.
“ 1832’de, Bedirxan Bey, savunmasız 120.000 Êzdî’yi katletmiştir.
[....] Uzun zamanlardan beri eyalet valileri baskıları sürdürüyorlardı. Bu baskılar sonucu pek çok erkek ve kadın boğazlandı. Çocuklar, ailelerinden koparılıp, alındılar. Bu çocuklar, Müslüman okullarında İslam’ı kabul etmeleri için eğitildiler. Genç kızlar ise köle gibi satıldılar. Bunun içindir ki, sürekli olarak Osmanlı haremlerinde güzel Kürd-Êzdî kızlarına rastlanır.
[....] Êzdî’ler bu baskılara maruz kalırlarken, Yahudiler ve Hıristiyanlar da paylarını aldılar.
Nesturiler; Kürdistan toplumunun önemli bir kısmını oluşturuyorlar.
[....] Musul, bir asırdan beri bağımsız Kürt paşaları tarafından yönetildiği için bu paşalar, bu dinen farklı olan kesimlerden zorla, acımasız bir şekilde vergi topluyorlardı. Topladıkları bu vergileri de Osmanlıya, Bab-ı Ali’ye veriyorlardı. Bundan dolayı pek çok isyan çıktı. Paşaların bir kısmı öldürüldüler.
Çıkan isyanlar sonucu bölgedeki son Kürt Osmanlı Padişahı, Konstantinopolis’e çağrıldı. Bunun üzerine Musul, Müslüman ve Müslüman olmayan kesimler olarak ikiye bölündü.
[....]Bu kez Giritli olan Muhammed Paşa, Sincar’lı Êzdî Kürtleri, vergilerini geciktirdiler diye katletti. Katliam korkunçtu. Yüzlerce Êzdî öldürüldüler. Bir kısmı da şehre getirildiler. Onların, hem kulakları kesildi, hem de şehrin kapılarına çivilendiler. Bu şiddet ve baskı Müslüman olmayan Hıristiyan, Yahudi ve Êzdî’ler arasında hiç bir farkı gözetmiyordu. Bunlar aynı sürünün koyunlarıydılar.
Giritli Muhamet Paşa kendi tahsildarlarına geleneksel emirler veriyordu. “Git, tahrip ve talan et.” Ajanları da verilen emirleri sadakatle yerine getiriyorlardı. Böylece Bab-ı Ali nezdinde aşiretlerin şikayetlerine rağmen prestijli bir kişi olarak kalıyordu.
[....] Muhamet Paşa, Êzdî katliamlarını bitiremedi. Çünkü Sincar bölgesinde onları yenemedi. Kendisine tabi kılamadı. Bu kez Rewanduz Kürtlerinin beyi, bu katliamları yapan paşaların pratiklerini aşmak, daha fazlasını yapabilmek için, yeni katliamları, yeni baskıları hazırlıyordu.
[....]Bedirxan Bey, Bohtan kürdlerinin bağımsız şefiydi. Habur ve Dicle ırmakları arasına yerleşik olan bu bölgeden Bab-ı Ali’ye her yıl 25.000 altın ödüyordu. Kürdistan’da büyük etkisi olan bir aileye mensuptu.
[....] Êzdî topluluklar, diğer mezheplerle birlikte, özellikle Nesturi’lerle, Şêxan bölgesin de terk edilmişler, dağılmışlardı. Bedirxan Bey, Êzdî’lere ve Nesturi’lere karşı baskılara devam etti.
[....] Tixma’da, Êzdî’lere ve Nesturi’lere karşı savaş ilan edilmişti. Savaş başlamak üzereydi. Ramazan orucu nedeniyle de ertelenmişti. Bu arada ingiliz Layard, Kuzey Musul’a bir ziyaret yapmak üzereydi. O, Behdînan bölgesinden geçerken, daha önceki Kürd saldırı, işgali sırasında Lizan ve Asheetha köylerinin Kürtler tarafından korkunç bir şekilde tahrip edildiklerini gördü.
Layard üst bölgelere çıkmak istiyordu. Tixma bölgesi sıra dağlarına çıkmaya karar verdi. Yol oldukça korkuluydu. Kurumamış sel yatağını, keçiler ve ayılar zor gezebiliyorlardı. O, kendisini karşılamaya giden bir Kürd gurubunu gördü. Başlarında Hekkari bölgesi Kürt valisi Nurullah Bey vardı.
Nurullah Bey’in, yaptığı korkunçluklar meşhurdu. Nurullah Bey, 1837’de, Erzîrom’dan yola çıkan, Van gölünden geçip, Van bölgesin de taşlar üzerinde yazılmış olan yazıları tespit eden Schultz’u öldürtmüştü. O, Schultz’un maddenleri keşfedip, türklere bildirmekle görevli olduğunu, görevlendirildiğini, bundan dolayı da kendisini öldürttüğünü açıklıyor.
Schultz, arkeologdur. Van’a geliyor. Orada bir vadide üstünde Akkirpi yazılı büyük bir taş yazıtı buluyor. Taş gizemli olarak bir mağaranın kapısındadır. Mitolojiye göre, o magara, devlerin yaşadıkları büyük şehrin giriş kapısıdır. Orada ancak cehenemlik devler ve ruhlar yaşar. Onlara ulaşmak için kapıyı açmak gerekir. Kapıyı açmak içinde, bu esrarengiz yazıları çözmek lazım. Ülkedeki Hıristiyanların anlatımlarına göre St-Jean bayramının yedinci gününü beklemek gerekir. O gün kapı kendi kendisine açılır. Öten bir horozun sesi dinlenilir. O zaman tehlike aşılır. Eğer horoz ötmezse, o zaman her şey kaybedilir.
Schultz’un bu konuyu ele aldığı yazısı “Journal Asiatique d’avril, mai, juin 1840” da yayınlanır.
[....]Amerikalı misyoner Dr. Grant, 1842 yazında, Nurullah Bey’in denetiminde olan Berwarî alanın da, önemli köylerden olan Asheetha’da, bir okul kurmak istiyordu. Bu okulu kurmak için yetki almak gerekiyordu. Yetki alındı. Dr. Grant, bölge de kalıp, yapım çalışmalarını gözlüyordu. Yapım yavaş ilerliyordu. Dr. Grant, Tîyarî alanındayken, yanında Amedîye keşişi Yoseph Mutran ve bir başka din adamıyla birlikteydi. Orada Mar Shimoun’un, uzun bir konferansı vardı. Konferansın konusu Nesturileri, Amerikan misyonerlerinden ayırmak ve onları Katolikliği kabul etmeye yönlendirmekti.
Dr. Grant’ın kurduğu inşaat, 250 odayı oluşturan ve oraya Nesturilerin sığınmalarını sağlayan bir yer oluyordu. Bunun için Bab-ı Ali’ye haber verildi. Bab-ı Ali bu çalışmaların durdurulmasını buyurdu. Bunun üzerine Bedirxan ve yanın da eski Amedîye valisi İsmail Paşa olmak üzere Berwarî sınırlarına doğru yürüyordu. Bütün kürtlerin kendisine katılmalarını ve bu ara Mar Shimoun’a da bir mesaj göndererek, Mar Shimoun’un da kendisine katılmasını istedi.
Nesturilerin patriki olan Mar Shimoun, Bedirxan Bey’in emrine boyun eğdi, ama Osmanlı Padişahı Muhamed Paşa’ya da haber verdi. Bu girişim, kürdleri şikayet etmekti.
[....]Bunun üzerine kürtler, Amerikalılar tarafından kurulmuş olan inşaatı elegeçirdiler ve onu bir şatoya dönüştürdüler. Zînêr Bey, şatoyu 400 kürdle işgal ediyordu. O, Tîyarî’de büyük korkunçluklar yapıyordu. Nesturiler, bu korkunçluğa belli bir süre tahammül ettiler.
Nesturiler, büyük Zap’ın batısındaki Kürd aşiretlerinin yardımıyla Ekim 1842’de, oradaki garnizona saldırıp, 30 askeri öldürdüler. Burayı 6 gün ellerinde tuttular. Kürdler, orayı boşaltmaya giderlerken, Bedirxan Bey tarafından gönderilen 200 süvariyle birlikte Nesturileri, kadın, çocuk, erkek gözetmeksizin katlettiler.
[....]Konstantinopolis’e haber gönderildi.
Konstantinopolis’den, bölgedeki Osmanlı Paşa’sı Muhammed’e emirler verildi. Muhammed Paşa emirleri yerine getirmeye başladı. 45 Nasturi esiri, İngiltere Başkonsolosluk yardımcısına teslim etti. Ayrıca Cîzre’de yüze yakın Nasturi esir vardır. Bedirxan Bey, Muhammed Paşa’ya; “Bunlar din değiştirmedikçe, İslam’ı kabul etmedikçe, kendilerini hiç kimseye teslim etmem.”cevabını verdi.”(1)
Bedirxan Bey Osmanlı ya bağlıdır. Osmanlının istemlerini yerine getirir. Farklı inançlara sahip olan insanlara kendi toprakları üzerinde yaşama hakkı tanımaz. Onları din değiştirmeye zorlar. Özgürlüklere karşıdır. İslam olmak istemeyenlerin bütün ürettimlerine, ürünlerine vergi adı altında el kor. Osmanlıyı beslemek için yerel insanları “ya ölüm, ya aç kalmayı yeğleyerek istenilen tüm vergileri verme” seçenekleriyle başbaşa bırakır. Bu Kürt Mîr’i, Bedirxan Bey’ki Osmanlının istediği yıllık vergileri vermek için bölge insanını fazlasıyla zorlar, zulüm uygular, adaletin kriterlerini bilmez, insanları yargılar, kendiside osmanlı tarafından yargılanır. Osmanlı’ya yenilip, 200 askeriyle birlikte Yunan adasına sürülür. Özgürlük karşıtı bu şahsiyet kendi özgürlüğünü de savunamayacak duruma düşer.
Kendisi Kürdistan’da hizmet sunduğu Osmanlı imparatorluğu’nun adadaki esiridir. Osmanlı egemenligini kabul etmeyen Yunanlıların osmanlıya karşı ayaklanmalarını bastırır. Bu gelişme sonucu saray tarafından kendisine Konstantinopolis’de gözetim altında yaşama hakkı verilir. Kendisi tutsaktır. Osmanlı sömürgeciliğini kabul etmeyen Helen halkına yaklaşımı ruhi durumunu ele verir. Osmanlı- Kürd beyi ilişkilerini yeterince açıklar.
Joachim Menant’dan yaptığım alıntılar, ayrıca Bedirxan Bey’in sürgün sürecindeki pratiği, Osmanlının ta baştan beri kullandığı Müslüman-Kürt aşiretlerine yönelik imparatorluk politikasının bir sonucudur. Osmanlı diğer halklardan devşirdiği paşa ve askerlere kırım yaptırdığı gibi bu konuda Kürd beylerini de kullanıyor. Giritli Muhammed Paşa’nın Kürdistan’da görevlendirilip, halklara zulüm uygulaması, Bedirxan Bey’in esirken Helen halkına karşı Osmanlıyı savunması beyinlerin işgal edilişini, bedenlerin esir alınışını açıklamaya yetiyor. Osmanlıya kadro yapılan, devşirilen bağımsız davranamıyor.
Osmanlı da sömürgeleri yönetme politikası; aynı bölgelerde yaşayan komşu halkları, farklı ırklardan, dinlerden aşiretleri, osmanlının özel olarak görevlendirilmiş ajanları aracılığıyla birbirleriyle kavgalı hale getirtme, birbirleriyle uğraştırma, çarpıştırtma, güçten düşürme, sürme ve rahatlıkla denetim altında tutmadır. Kürdler, sosyolojik yapılarından, kültürel durumlarından dolayı Osmanlının sömürgeleri yönetme politikalarına alet olmuşlardır. Sadece osmanlıya karşı çıkışı ele alınan Bedirxan Bey’i farklı olanlara yaklaşımlarıyla görmek gerekiyor.
Bedirxan Bey’in torunlarından Emir Kamuran Bedirxan Bey; 7-10 Aralık 1946’da, Thomas Bois’la görüşür. Paris Kürt Enstitüsü tarafından, Şubat 2000’de yayınlanan anılarında; “Ben Bedirxan Bey’in torunuyum. Başkenti Cizre-İbn-Amar olan Bohtan suyu ile Dicle arasındaki Bohtan bölgesine hükmeden bir ailenin çocuğuyum. Dedem 1821’de, Bohtan Prensi olarak ilan edildi. Onun tutkusu Kürdistan’ın bütün farklı parçalarını birleştirmek ve bağımsız bir Kürdistan yaratmaktı. Dedem bütün hayatı boyunca verdiği mücadelelerle bu amaca ulaşmak için karakterize edilir. Ama 1847’de, Osmanlı ordusu tarafından mağlup edilir. Ondan sonra Candie’ye sürgün edildi. Oradan sonra 1868’de Şam’da öldü. Büyük dedemin 14 eşi ve 90 çocuğu vardı. Ölürken 42 çocuğu halen yaşıyorlardı. Bunların 21’i kız, 21’i erkekti.”(2)
Kürt prensi, dedesinin Êzdî kürtleri ve Nesturileri kıyıma uğrattığını anlatmaz. Yapılanları bilmemesi mümkün değil. Dedesinin, 200 askeriyle birlikte Osmanlı tutsağı iken Yunan halkının ulusal kurtuluş hareketini nasıl, hangi amaçla bastırdığını, bu bastırmadan dolayı Osmanlı padişahı tarafından af edilip, 1860’da Konstantinopolis’e çağrıldığını açıklamaz.
Osmanlı İmparatorluğu padişahı ve İslam Halife’si olan kişi emir verme yoluyla, Müslüman olmayan halkları katlettirir. Bu politikasında bazı Müslüman-Sunni Kürt aşiretlerinin kullanır. Bu aşiret liderlerinin işledikleri cinayetleri genelleştirip, suçları bir ulusa mal etmek doğru bir değerlendirme olmaz. Objektif bir bakış da değildir. Bu yaklaşım, soykırımların gerçekleşmelerini sağlayan imparatorluk politikasını ve bu politikanın yaratıcılarını, uygulayıcılarını, temsilcilerini gizleme ve aklama anlamına gelir.
Bugün farklı dini inançlardan olan Kürdlerin birbirlerini sevmeleri öldürülmelerine neden oluyorsa, bu eylemlerin geçmişten gelen güvensizlikten, sevgisizlikten, katliamlardan beslendiklerini iyi bilmek gerekiyor.
Nesturilige gelince; 1818’de, Giuseppe Campanile adlı bir İtalyan bilgini « Storia Della Regione Del Kurdistan-Kürdistan Din Tarihi » adlı bir kitap yayınlar.(2)
Hıristiyan Kürtler bu kitapda VI.cı bölüm de ele alınırlar. Onun anlatımlarıyla o günkü Kürdistan, dini inançlar, halklar ; “Özel olarak Kürdistan’da, Behdînan, Bohtan ve Şambo prensliklerinde çok sayı da Hıristiyan vardır. Bu Hristiyanlar üç prenslikte yaşarlar. Yönetim, onların ibadetlerine temkinli olarak rıza göstermiştir. Yoksa onlar, Türk yönetimine başkaldırırlar.
Bu üç bölge de 24.000 köy Hıristiyandır. 1.340.000 Hıristiyan Kürd vardır. Baban, Soran, Qereçolan ve Bîlîs’e yakın alanlarda da az miktar da Hıristiyan Kürd vardır. Hıristiyan Kürtlerin hepsi aşağı yukarı Nesturidirler. Bir kısmı Yakubidir. Diğerleri ise geleneksel olarak batıl Ewtuşî, çok tanrılı dindendirler.
Katolik olan Ermeniler de varlar. Bunlara Mesîhî-Mehdiciler deniyor. Mesîhîlerin sayıları gittikçe artıyor. Avrupalı Hıristiyanlar oraya gelip, onları dini eğitime tabii tutuyorlar. Ben şahsen 10 köy de dini pratik yaptım. Uvassad, Tell-Kabin, Şax, Mar-Jako, Pêşxabur, Serê-Aurê, Bêdar, Şeraneş, Apciin ve Dezi köylerinin sakinlerini Katolik yaptım.
Nesturiler ve öteki Kürd Hıristiyanlar ; bu bölgedeki Nesturiler o kadar saftırlarki, neye inanacaklarını, neyi reddececeklerini bilmiyorlar. Nestorius üstüne yeterli bilgileri yoktur. Üstelik onun doktrinini yorumlamaya, yargılamaya muktedir de değildirler.
İnsanlar, eskilerden öğrenilmiş kaba öyküler ve rahiplerin kendilerine ezberlettikleriyle yetinmişlerdir. Onlar, olaganüstü düş ve imgelerle düşündüler. Yazdıkları çok azdır. Sözlü aktarma gelenegi egemendir. Halk, rahiplerin, kendilerine anlattıklarına körü körüne inanmıştır. Rahipler de en az o kadar bilgisizdirler. Ne egitim görmüşlerdir, ne araştırma yapmış, ne de egitilmişlerdir. Kısacası bu sefalet olmadan sefaleti yaşayan, yani esirgemeden, esirgeyip bagışlayan pratiğin karşıtı bir inanç pratiği.
Ermeniler, sayılamıyorlar. Az oldukları söyleniyor. Bu bölge de sayılarının ne kadar olduğunu açıklamak her zaman güçtür. Çünkü nüfus sayımı yapılmıyor. Bu durum, bu çağdaki Kürdistan için de geçerlidir. Avrupalı gezginlerin taşıdıkları rakamlara göre Nesturilerin çoğu Katoliktirler. Nesturiler de, bir aile de, hem çok tanrılı dini kabul eden, hem de Katolik olan bireylere rastlamak mümkün.
Bir aile de iki dinin varlığına rastlanabiliniyor. Yani Nesturilerin bir kısmı eski dini inançlarını devam ettirirken, bir kısmı Katolik olmuştur. Çolamerig’e( Qoçan) denilen yere yakın olan bir manastır da her zaman patriğin adı « Mar-Şimon veya Simon » olarak geçiyor.
Mar-Şimon’a bağlı 5 rahip var. Bunlardan Raban Hormez yarım saat uzaklıkta, eski Ninova sınırın da, Alqoş’a yakın olan bu alana Mar-Elyas adı veriliyordu. Son patrik ve hukuksal yönetimi Raban Hormez’den çıkarılarak, Diyarbakır şehrine yerleştirilmişti.
Kürdistan’da ve Mezopotamya’da, dini falliyetini sürdürüyordu. Bunun dışın da, İran’ın iki farklı bölgesin de, Hindistan’da görev yapmak için mahiyetin de 13 tane rahip bulunuyordu. Nesturiler de dinsel görev soydan geçimle gerçekleşiyor. Bu geçim babadan, oğula değildir. Dayıdan, yeğene geçiş yapılır. Anasoy takib edilir. Ya da aileye daha yakın olan bir kişiye görev verilir.
Bazen boş olan rahip kadrolarına patriğe teslim edilmiş olan çocuklardan birine 12 yıl sürece dini görev verilebilinir. Aynı şeyi Kaldeli Katolikler de de görülür. Fakat sonuç da ben bu zinciri kırmayı başardım. Zira bu her bir Hıristiyan için yararlı olan birşeydi. Et yemek yasaktır. Bir yasaya göre onlar yiyeceklerini kendileri tayin ederler. Bu da insan onurunu uzun süre sayğınlıkla taşımalarına olanak tanır.
Mar ; aziz demektir. Doğu’da bu adı patrike verirler. Ama şimdi herkes kullanıyor. İlk defa bu kavram Nesturiler tarafından papayı hor görmek için keşf edilmiştir.
[....] Hıristiyanlar, bu yönüyle bilgisizdirler. Rahipleri ise normal şeyleri bilirler. Ayin de duaları bile zor okurlar. Doğrudürüst okuma-yazma bilen sayısı azdır. Onlar daha eski çok tanrılı dinin fantezilerini yaşıyorlar.Halkı egitecekleri yerde, onlar çeşit, çeşit meslekler üretirler. Çalışırlar, bağ bozunu yaparlar, ürün alırlar, sürüleri otlaklar da otlatırlar, kilden vazolar yaparlar, sepet örerler, berberlik, terzilik, dokumacılık, keçecilik, ticaret vb. yaparlar.
Nesturiler, Kalden türü ayinler yaparlar. Sadece mesihi anarlar. Bu ibadet biçimi, pratik Süryaniler de yoktur. Bir Yakubi kendisine batıl inançlı biri diye hitap edilmesinden çok, Katoliklerin yaptıkları gibi Süryani olarak çağrılmayı tercih eder. Nesturiler, çarşamba ve cuma günleri güneş batar batmaz et yerler. Çok tanrılı olan Ermeniler de varlar. Bunların sayıları azdır ve dik kafalı, inatçıdırlar. Kürdistan’da, Ermenilerden, bir tek Katolik yoktur, bulamazsınız.
Bu bölgeler de ayinler de övgü farkları yoktur. Mesela bütün oruç süresi boyunca bir Süryani Katoliğin Pazar günü balık yemesine izin verilir. Ama bir Kaldeyen-Kildanî için yasaktır. Keldaniler her gün et yiyebilirler. Doğulu Hıristiyanlar Cumartesi günü et yerler. Çarşamba günü perhiz yaparlar. Paskalya bayramın da, Çarşamba ve Cuma günleri et yemek yasaktır. Türklerin, yahudilerin, putperestlerin karışık oldukları bir ülke de, yiyeceteki bu ayırım bir sıkandaldır. Bir dinin diğerini hor görmesi aracıdır.»
Nesturiler; Kürdistan’da, Mazdeizm ve Zorastrizm (Zerdüştçülük) geleneginden ayrılarak, Hristiyanlığı kabul edenlerdir. Anlatıldığı gibi geçmiş ve yeni iç içe geçmiştir. Yeniyi geçmişe ve yaşam tarzlarına göre ayarlamışlar, kabul etmişler.
Nestorius; İ.S.385’de, Commagene’de doğmuştur. Nestorius, İ.S.428’de Konstantinopolis’de, patrik olur. Buna rağmen savunduğu düşünceler içinde şekillendiği toplumun eski dininin düşünceleridirler.
Hristiyan kilisesi ortamın da, o dönem tartışma doğmalar etrafında gelişir. Örneğin ; Meryem Ana, Tanrı’nın (Theotokos) annesi midir? Yoksa insanın (Anthropotokos) annesi midir ? Nestorius, İsa’nın annesi (Christokos) olduğunu söylüyor. Bu görüşü kabul ediliyor. Daha sonra Nestorius, «Tanrı’nın kendisini doğuran bir kadın annesi olamaz. Hz. İsa insan gibi bir Tanrı’dır.” diyor. Bu görüş kilise çevresin de tepkiyle karşılanıyor.
Doğu hakkın da bilgisi olan Jean Cassien adlı Marseille’li bir keşişin hazırladığı rapor üzerine Ephesos’deki (Efes) 40 kişiden oluşan bir rahip heyeti Nestorius’u yargılamak ister. Heyet zorlukla toplanır. Nestorius duruşmaya katılmaz. Bunun üzerine papa Celestine, Nestorius’u mahküm eder. Nestorius, cezasının 5 yılını Antioch (Antakya) manastırın da bir zindan da geçirdikten sonra Mısır’a geçer. Orada İ.S. 450’de ölür.
Nestorius’un ölümünden sonra Nesturicilik, Hristiyanlıktan kopmuş bir akım gibi gelişir. Babaeus-Babowai, Netorius’dan sonra din okulunu Nisibi’ne (Nusaybin) nakleder. 800’e yakın dinbilim öğretisini gören öğrencisi olur. Roma İmparatorluğu’na, Roma’daki papalığa bağlı kalacağına, Fars İmparatorluğu denetimin de yaşamayı tercih eder. Bundan dolayı Babowai hakkın da İ.S.484’de idam kararı verilir.
1. Les Yézidiz, Episodes de L’Histoire des Adorateurs du Diable, Editeur;Ernest Lerouz, 28, rue Bonaparte, 1892, Paris, s.47, 188, 164, 165, 167, 169, 172, 173, 174,175, 177, 183, 185
2. Etudes Kurdes-No;1, Fêvrier 2000, s.76
3- Storia Della Regione Del Kurdistan-Kürdistan Din Tarihi, Napoli, Dalla Stamperia de Fratelli Fernandes, Strada Tribunali, No;287, 1818