Bu 14 Mayıs seçimiyle birlikte, ikinci tura geliniyor. Siz, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kürtler açısından getirisi, götürüsü ne olur? Buyurun lütfen.
Aylardır, Türk Egemenlik Sistemi’nin bütün siyasal partileri ve sözüm ona muhalif olan solcu sosyalist gözüken partiler; bizi, yoğun bir bombardımana tabii tuttular. Dediler ki: “14 Mayıs seçimi tarihi bir seçimdir.” Bu tarihi seçime katılım çağrısı yaptılar ve bu seçimle bir düzenin değişeceği iddiasında bulundular.
Şimdi üç tane ittifak var. Seçim ittifakı var. Bir iki tane daha var ama esas önde gözüken üç tane ittifak var. Cumhur İttifakı'nın temel tezleri: “Biz, devletimizi çok güçlendirdik. Alt-emperyal hedeflere ulaşmak üzereyiz.
Batı-ABD, bizi bunun için yenmeye çalışıyor. Bu seçim aslında bizimle ABD arasında bir seçimdir. Bizimle Batı arasında bir seçimdir. Bu nedenle tarihi bir seçimdir.” dediler.
Millet İttifakı ise Erdoğan'ın ve AKP'nin, devletin kurumlarını işlemez hale getirdiğini, devleti içinden çökerttiğini, bunun karşısına demokratik parlamenter düzene geçiş programıyla tarihi bir zafer kazanacaklarını, söylediler. Onlar da seçimin tarihi bir seçim olduğunu söylediler.
Yeşil Sol Parti adına seçimlere giren partiler de bu seçimin tarihi bir seçim olduğunu, işte tek adam rejiminin sona ereceğini, iddia ettiler. Hâsıl-ı kelam, bütün siyasal partiler, taraflar, bu seçimin tarihi bir seçim olacağını söylediler. Biz de başından beri; bu sistem içinde, tarihi bir seçim olmayacağını, söyledik. “Bu seçim de diğer seçimler gibi sıradan bir seçimdir.” dedik.
Şimdi sonuçlara baktığımız zaman, yüzde 90’a yakın bir katılımla, başarılı bir seçim gerçekleştirilmiştir. Gerek CHP, gerek İYİ Parti, gerek DEVA Partisi seçimin sonuçlarını etkileyecek bir hile hurda olmadığını söylemektedir. Yüzde 90’a yakın bir katılımla, seçimin gerçekleştirilmesinin, Türkiye'de ve Kürdistan'da farklı anlamları var:
Seçimler, sistemlerin devlet üzerinden meşruiyetlerini güncelleme faaliyetidir. Türkiye'de, bu seçimin, bu tarzda başarılması, Türkiye'deki kapitalist sistemin, devlet üzerinden meşruiyetini güncellemesi anlamına gelir. Bu güncellemeyi sağlamıştır.
Türk Devleti'nin Kürdistan'daki varlığıysa bambaşka bir şeydir. Burada, Kürt halkının ulus-ülke hakikatini ortadan kaldırmaya çalışan bir cumhuriyet söz konusudur. Bu cumhuriyet; bölgedeki, bütün otokton halkları ortadan kaldırmaya programlanmış bir cumhuriyettir. Dolayısıyla bu cumhuriyetin, Kürdistan'da milyonlarca insanları sandık başına götürmesi ve başarılı sayılabilecek bir seçim gerçekleştirmeleri, bu devletin işgalciliğini; jenositçiliğinin meşruiyetini, bir tarzda güncellemeye yol açmıştır.
Milyonlarca Kürt, bir taraftan Millet İttifakı'na, öbür taraftan Cumhur İttifakı'na destek vermiştir. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu'nun, Kürdistan'daki mitinglerine on binlerce insan katılmıştır.
Sonuç itibariyle; Türk Egemenlik Sistemi, bu seçimden başarılı çıkmıştır. Bu seçimin kaybedeni yoktur. Türk Egemenlik Sistemi açısından, bu seçimin kaybedeni yoktur. AKP'nin birkaç puan kaybetmesi, CHP'nin bir iki puan ilerlemesi ya da Yeşil Sol-HDP'nin bir iki puan kaybetmesi, seçimin genel manası bakımından teferruattır.
Türk Egemenlik Sistemi, meşruiyetini güncellemiştir. Şimdi bu meşruiyetini güncelleme çabası sırasında; maalesef, gerek Türkiye'deki sol-sosyalist görünen siyasi hareketler, gerek Kürt siyasi hareketleri, Türk Egemenlik Sisteminin meşruiyetini güncelleme çabasına yardımcı olmuşlardır.
Şimdi Türkiye solunu değerlendirdiğimiz zaman, demin aslında Behice Boran a, Sadun Aren’e haksızlık yaptın açılış konuşmasında. Türkiye'de yüz yıllık bir komünist hareket var. Türkiye Komünist Partisi, CHP'yle aynı dönemde kurulmuş, hatta CHP'den daha yaşlı bir partidir. Fakat Türkiye Komünistleri hiçbir zaman, önlerine sosyalist devrim hedefini koymamışlardır. Her zaman, birtakım yan hedeflerle uğraşmışlardır. Kuruluşlarında 1919-1923 işgalci-jenositçi savaşı, Milli Kurtuluş Savaşı olarak kabul edip, bu savaşı desteklemişleridir. Kuruluşunda böyle bir sakatlık var. Türkiye'deki sol komünist hareketlerin. Daha sonra, hedefleri hep değişmiş; bazen demokrasi olmuş, bazen ikinci milli kurtuluş olmuş, bazen devrimciler, kendilerini, yeni Kuvâ-yı Milliyeciler olarak tanımlamışlardır. Ama doğrudan sistemi hedefleyen bir programla kitleselleşememiş, devlete meydan okuyamamıştır Türkiye'deki sol hareket.
Aren-Boran ve Türkiye İşçi Partisi deneyimi; bize göre, konformist-reformist bir siyaset tarzına sahip olsalar da sosyalist devrim hedefini öne çıkarabilmişlerdir. Bugün Türkiye'deki sol grupların büyük çoğunluğu, sosyalist devrimden çok uzaktırlar. Genel olarak devrimci
programdan çok uzaktırlar. Konformist-reformist bir siyaset tarzına sahiptirler. Ve onlar da günümüzün temel meselesinin, Erdoğan'ın gitmesi, yerine işte Kılıçdaroğlu'nun gelmesi olduğunu vaaz etmişlerdir.
Bu siyasal tutum, devletin meşruiyetini güncellemesine hizmet etmiştir.
Bu seçime, Kürtleri temsilen bir siyasi parti katılmamıştır. HAKPAR’ı dışarıda tutarsak -onunla ilgili ayrıca bir şey söyleyeceğim- kalan partililerin büyük çoğunluğu, HDP etrafında kümelenmiş, Yeşil Sol’da oluşturulan “Türkiyeli Birliği” desteklemişlerdir. Gerek Kürdistan Komünist Partisi, gerek Kürdistan Sosyalist Partisi, Türkiye Kürdistan'ı, Demokrat Partisi, Azadi'nin bir iki bileşeni ve bu hareket, Kürtleri temsilen ortaya çıkan bir parti üretememiştir. Dolayısıyla Kürtler aslında, bu seçimde temsil edilmemişlerdir. Kürtler adına hareket eden gruplar, Türkiyeli kimlikleriyle seçimlere katılmışlardır. Kürdistanî örgütler olarak değil, Türkiye'deki muhalif örgütler olarak seçimlere katılmışlardır. Bu nedenle de Türk devletinin Kürdistan'daki işgalci-jenositçi varlığını, meşrulaştırmaya hizmet etmişlerdir, bunu çok açık söylemek lazım.
Bu seçimde Kürtler, siyaseten temsil edilmedikleri halde, seçim kampanyasının temel nesnesi Kürtler olmuştur. Önce Cumhur İttifakı; Millet İttifakı'na, PKK ve HDP'yle ittifak ediyor safsatası altında, Kürtlere saldırmışlar. Sonra, Millet İttifakı bu sefer -Hizbullah'ın kontraları olarak değerlendirebileceğimiz HÜDAPAR'ı- Kürtlerin temsilcisi olarak kabul etmişler. HÜDAPAR'ın bölücü bir parti olduğunu söylemişler. HÜDAPAR’ın bir Kürdistan hedefinin olduğunu söyleyerek, Millet İttifakı da HÜDAPAR üzerinden, Kürtlere saldırmıştır. Dolayısıyla bu tablo çok kötü bir tablodur.
Siyaseten temsil edilmeyen Kürt milleti, Türkiyeci siyasetlerin seçim malzemesi olmuştur. Propaganda malzemesi olmuştur. Bu açıdan bakıldığı zaman; siyasetçilerin, Kürt siyasetçilerinin, bu seçimi çok iyi değerlendirmeleri lazım.
Bakınız bu seçimin ortaya çıkardığı bir diğer gerçek şudur: 2002 seçiminde, AKP'nin hükümet olduğu seçimlerde; MHP, baraj altında kalmıştır. Oyları yüzde 9 civarındaydı. 2023’teki seçimde, Türkiye’deki faşist hareketin oyları yüzde 30’a yaklaşmıştır. İYİ Parti, MHP, Sinan Oğan, Büyük Birlik Partisi, bunların hepsinin oylarını topladığımız zaman, yüzde 30’a yakın, bir oy kazandığını görüyoruz, Türkiye'deki faşist hareketin.
Bunlar, faşist hareketlerin çeşitli kompartımanlarıdır. Özde, bunlar arasında, ideolojik-siyasi bir farklılık yoktur. Ve son on günde, seçimden bu yana 10 gün geçti. Bu 10 günde, Türkiye siyasetinin temel gündemi, Sinan Oğan ve Ümit Özdağ olmuştur.
Gerçekte toplumda ciddi bir karşılıkları olmayan bu iki faşist figür, son 10 günde; seçimin, temel gündem maddesi olmuştur. Bunlardan biri, Cumhur İttifakı'na, diğeri de Millet İttifakı'na gitmiştir. Sadece bu bile, bu iki ittifakın, Kürdistan meselesi bakımından, aralarında hiçbir fark olmadığını gösteriyor bize.
Çünkü gerek Zafer Partisi, gerek Sinan Oğan'ın, bütün seçim kampanyası boyunca dile getirdiği iki husus vardı: Biri Kürt düşmanlığı; açıktan Kürt düşmanlığı, diğeri de göçmen mülteci düşmanlığıydı ve çok açık faşist bir propaganda yaptı bu ikili. Bu ikili son 10 günde, Türkiye'nin gündemine oturarak, her iki bloğa döndüler: Biri Cumhur İttifakı'na, öbürü Millet İttifakı'na.
Şimdi biz Kürdistan'dan baktığımız için, bunların hukuk guguk, demokrasi konusunda söyledikleri lafızlara bakmıyoruz. Bizim, durduğumuz yerden baktığımız; bu partiler, Kürt halkının ulus-ülke hakikatini ve bu ulus-ülke hakikati üzerinden haklarını kabul ediyorlar mı, etmiyorlar mı? Bunların hiçbiri, Kürtlerin ulus-ülke hakikatini kabul etmiyor bu bir.
İkincisi, kabul etmemekle kalmıyorlar, ulus-ülke hakikatini ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.
Gerek Millet İttifakı'nı oluşturan partililer, gerek Cumhur İttifakı'nı oluşturan partililerin temel programları budur. Kürdistan'ın varlığını ve Kürdistan'ın devletleşme ihtimalini, kendileri için beka sorunu olarak görüyorlar. Ve bütün siyasal programları, bu ulus-ülke hakikatini, ortadan kaldırmak çabasıdır.
Şimdi, tablo böyle olduğu halde, Yeşil Sol Parti, HDP, irili ufaklı Türkiye'deki sol-sosyalist partilerin, Millet İttifakı üzerinden bir değişim, bir bahar havası umudunu yaymaları, yani en hafif deyimiyle; aymazlıktır, akıl tutulmasıdır.
Millet İttifakı'nın içindeki Akşener, 90’lı yılların içişleri bakanıdır. Ve eğer Türkiye'de Süleyman Soylu'dan daha kötü bir İçişleri Bakanı aranırsa, bu Meral Akşener'dir.
Millet İttifakı'ndaki Ahmet Davutoğlu, ertelenen 2015 seçimleri sırasında; Diyarbakır'da, Antep'te, Suruç'ta, onlarca Kürdü katlederek, AKP'nin kaybettiği oyları, yeniden kazanmaya çalışan adamdır.
Şimdi tablo buyken, Kürtler adına ya da sosyalizm-sosyalistlik adına,
Millet İttifakı üzerinden; barış, demokrasi, eşitlik sloganları atmak, kendilerini kandırmak değilse, milleti kandırmaktır.
Çünkü burada böyle bir program yok. Herkes bir değişimden söz ediyor. Oysa ortada, ciddi anlamda değişimi talep eden bir siyasi program yok. Ne Millet İttifakı'nın, ne Cumhur İttifakı'nın, ne de Yeşil Sol İttifakı’nın, böyle bir siyasi programı yok. Böyle bir siyasi program olmadan; kitlelere, umut vaaz etmek, umut vaat etmek bir suçtur. Ve seçim sonucunda, esas hayal kırıklığını yaşamış olanlar Kürtlerdir. Çünkü Diyarbakır, İzmir'den daha çok Kılıçdaroğlu'na oy vermiştir. Diyarbakır'da Kılıçdaroğlu'na giden oy sayısı yüzde 70’in üzerindedir. İzmir'de yüzde 60’ın üzerindedir.
Kılıçdaroğlu'nun mitinglerine on binlerce Kürt, sevk edilmiştir. 70’li yıllarda; Kürdistan'ın, dağına taşına:” Karaoğlan geliyor.” diye yazılıyordu. Bu seçimde: “Kılıçdaroğlu geliyor.” diye yazılmıştır. Selahattin Demirtaş içeriden; Kılıçdaroğlu'nun, toplumsal barışı sağlayacağını; ülkeye, huzur ve refah getireceğini, söylemiştir. Bu nedenle, Kılıçdaroğlu'nun arkasında durduğunu söylemiştir.
Bugün, açıklama yapan HDP Eş Başkanları, bu seçimi; zulüm, istibdat ve demokrasi arasında, bir referandum olarak tarif etmişlerdir. Peki, bu seçimde, Kürdistan bakımından; eşit haklılık, özgürlük, ilericilik bakımından bir program var mı?
Halkın oyuna sunulan her iki program da işgalci-jenositçi programlardır. Bu programlardan medet ummak, bu programlar üzerinden; kitlelerde, umut yaratmak, suçtur. Ve bugün Kürt kitlelerinin yaşadığı hayal kırıklıklarının sorumlusu da bu tarz-ı siyasettir.
Nasıl ki Türkiye'de solcular, bir türlü “Sosyalist Devrim” söyleyemediler: Milli kurtuluş dediler, demokrasi dediler, milliyetçi cepheye karşıyız dediler, anti-faşizm dediler. Ama bir türlü, egemen sistemle hesaplaşacak, bir siyasal programa sahip olamadılar.
Kürt siyaseti de yani 2000 yılının başından bu yana, bağımsızlık mücadelesinden uzaklaştılar. Kürt milletinin, kendi kendini yönetme hakkını savunmaktan uzaklaştılar, Kürdistan'ın birliği meselesini savunmaktan uzaklaştılar. Onun yerine; Türkiye'yi demokratikleştirmek diye, gerçekleşme şansı olmayan, Kürdistan meselesinin çözümünün adresi olmayan, bir siyasal hedef gösterdiler.
Sonuçta: “Türk Egemenlik Sistemi’nin bu başarısının, bir nedeni de gerek Türkiye'deki sol-sosyalist muhalefetin, gerek Kürdistan'daki Kürt siyasi hareketlerinin, düşmana cepheden karşı koyan bir programa sahip olmamaları, kitlelere; yanlış siyasi-stratejik hedefler göstermeleridir.”deyip, burada noktalayayım.
Utopia TV 25-05-25