×
Îro dîsa li ser gorra te bûm !
admin
Îro dîsa li ser gorra te bûm !
Zinarê Xamo Salek dîsa pir zû derbas bû ! Aslan, sal dîsa zû derbas bû, me hew dît 9ê adarê hat jî. Ez û Hêvî îro dîsa bûn mîvanê te. Tu rastiyê dixwazî min ji bîr kiribû. Lê do ne pêr, nizanim çawa bû, wek heft kes ji min ra bibêjin, ”ma qe...

Li himberî êrîşên dagirkeran em hêza xwe bikin yek
admin
Li himberî êrîşên dagirkeran em hêza xwe bikin yek
Welatê me Kurdistan ji derveyî îradeya gelê me bi çar perçeyan ve hatîye perçe kirin. Eve nêzîkî sed salîye ku Tirkîye, Îran, Iraq û Sûrîye , di meseleya  Kurdistanê de hemû pirs û pirsgirêkên di navbera xwe de datînin alîyekî û bi hevdu re pla...

Radio Ashti
admin
Radio Ashti
Sipasdarê birayê Haci KardoxiAştî û Radio Ashtî me, sipasdarê dost û hevalên ku bi sebir 4 saetan li me guhdarî kirin û em bi tenê nehiştin im. Mixabin derfet nebû ku bersîvên temama pirsan bidim. Em di têkoşîna rizgarîya neteweyî de bi hev re n...

19 sal zû derbas bûn
Zinare Xamo
Sal zû derbas dibin, min hew dît salek din jî derbas bû û wa ye dîsa 9ê nîsanê hat. Erê pismamo, 19 sal di ser wefata te ra derbas bûn. Îro dîsa ez û Hêvî bûn mîvanên te. Lê vê carê em ne bi tenê bûn, Mumtaz Aydin Roza Kurdî, Erdal Kurdman, ez û Hêvî...

Xwezî gorr bihata zimên
Zinare Xamo
Xwezî gorr bihata zimên
Aslan, sal zû derbas dibin, me tew nedît 18 sal çawa derbas bû. Îro ez û Hêvî dîsa bûn mîvanê te. Li ber serê te me bi hesreteke kûr û bi xemgîniyeke mezin rojên borî yad kirin. Me bîstekê qala te kir. Hêvîyê got, qey qismet û nesîbê te ev ax, ev gor...

Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne.
Fuad Onen
Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne.
Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne.Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne. Li gorî rayedarên Sîstema Serwerîya Tirk, ev şer ji bo wan mijara bekayê (mayin-nemayinê) ye. H...

Me îro silavek da gorra hevalekî pir ezîz !
Zinare Xamo
  Mehmet Aslan Kaya 17 sal berê di rojeke wiha da di 51 saliya xwe da ji nişka ve, bêyî ku kesî nerehet bike, bêyî ku haya kesî pê xe wek çirayekê vemirî û çû gerdûneke din. Mirina wî ne malbata wî tenê, bi sedan, bi hezaran kesên ev kurdê fed...

Mirinê pir zû tu ji nav me bir lê navê te nemir e
Zinare Xamo
Mirinê pir zû tu ji nav me bir lê navê te nemir e
Min got pismam sal zû dibuhirin, 16 sal derbas bûn. Hemû dost û hevalên te, zarokên te dersa matamatîkê dida wan, xortên te alîkariya wan dikirin hemû mezin bûne û di civata Swêd da hatine der û meqamên muhîm, ji bo gelê xwe xebatên pir baş dikin. &n...

Xusûsîyetên Rojhilata Nêzîk
Fuad Onen
Xusûsîyetên Rojhilata Nêzîk
Di sîyeseta Kurdistanê de du problemên esasî hene. Yek jê, taleba desthilatîya navendî lawaz e, taleba jêr desthelatîye, bi tirkî ”alt îktîdar” ew taleb xurt e. Lê taleba desthelatîyên navendî lawaz e. Sedemek ji, ku sernîvîsa vê panelê j...

Serxwebûna Kurdistanê
Fuad Onen
Serxwebûna Kurdistanê
Sîyeseta partî, rêxîstin,saziyên bakurê Kurdistanê dev ji hedefa serixwebûnê berda ye. Ji delva hedefênserxwebûnê, otonomî, federalî an demokrasî te parastin. Di vir de anormalîyekheye. Yanî îro ji her demê betir taleba serxwebûn û yekîtîya Kurdistan...

Page 1 of 6First   Previous   [1]  2  3  4  5  6  Next   Last   
15

Sovyetler birliğinin çözülmesinden bu yana, dünyadaki gelişmelerin Üçüncü Dünya Savaşı perspektifiyle ele alınması gerekir. Bu savaşın farklı cepheleri var. Zaman zaman cephelerden biri öne çıkıyor. Ama şöyle söyleyebiliriz; bu savaşın en önemli cepheleri Hint-Pasifik, Avrasya cepheleridir. Orta Doğu ve Yakın Doğu’daki gelişmeleri de bu savaş perspektifiyle anlamaya çalışmamız lazım.

Orta ve Yakın Doğu’nun birçok önemli özelliği var.

En önemlilerinden biri enerji kaynakları ve enerji yolları üstünde bulunmasıdır. Bu savaşta savaşın tarafları hem enerji kaynaklarını kontrol etmek hem de enerji yollarını güvence altına almak amacını taşımaktadır.

Bir diğer özelliği ise aynı zamanda büyük bir sorundur; halkların tarihsel toplumsal gerçeklikleriyle uyuşmayan devlet sınırları, yani siyasi sınırlardır. Bu siyasi sınırlar kaldığı müddetçe Orta Doğu’da savaş devam edecektir. Özel olarak Lübnan, İsrail, Suriye, Irak, İran ve tam bir Orta Doğu ülkesi değilse de Türkiye’yi de bunlara dahil edebiliriz. Katar, Suudi, Kuveyt bu devletlerin hiçbirinin siyasi sınırı o coğrafyada yaşayan halkların tarihsel, toplumsal gerçeklikleriyle uyumlu değildir.

Suriye Savaşı’nın biraz da beklenmedik bir şekilde sona ermesi, bölgede İran’ın çekilmesi sonucunu doğurdu. Rusya henüz tümden çekilmese de bölgede zayıflayan bir devlet olarak değerlendirilebilir. Bu savaşın süreceğini varsayıyorum. 

Geriye Yemen, Irak ve İran kaldı. Yemen zaten sürekli bombalanıyor.

Önümüzdeki çok uzun olmayan bir sürede savaşın Irak’ta yoğunlaşabileceğini düşünüyorum. ABD ve İsrail ısrarla Haşdi Şabi konusunda Irak devletini  uyarıyorlar. Belli fasılalarla İran’a dönük askeri operasyonları da beklememiz lazım.

Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi bakımından Yakın Doğu’da ve Orta Doğu’daki savaşa baktığımız zaman, Kürdistan  Ulusal Demokratik Devrimi için elverişli; devletler arası siyasi ortam oluştuğunu söylemek mümkündür. Kürdistan’ın dört işgalcisinden Irak ve Suriye büyük ölçüde çözülmüştür. Ama bölgenin esas kolonyalistleri, işgalcileri Türkiye ve İran’dır. Türkiye ve İran şimdi olduğu gibi kaldığı müddetçe bölgede yeni bir düzen ya da yeni bir uluslararası sistemi kurulması mümkün değildir. Çünkü bölge gericiliğinin iki önemli temsilcisidir, Türkiye ve İran. En sonunda bu devletlerin de bu savaşa katılacağını öngörüyorum.

Onlar katılmak istemese de, savaş onları kendi içine çekecektir. Dolayısıyla gerek Türkiye devrimcileri gerek Kürdistan devrimcileri savaş perspektifiyle bölgeye ve dünyaya bakıp, iktidar perspektifiyle mücadelelerini geliştirmelidir.

Orta Doğu’da Siyasi Konumlanış

Orta Doğuda ki emperyalist oyunun zemini şudur: “İran’ın direniş ekseni dediği altı devlet vardı. İran, Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve Yemen. Bunlardan üçü çözüldü. Geriye Yemen ve Irak’taki Haşti Şabi güçleri kaldı. Yemen’i her gün, İsrail-ABD, bombalıyor; etkisiz hale getirdiler.

Doğada olduğu gibi siyaset de toplum da boşluk tanımaz. İran’dan doğan bu boşluğu kim dolduracak? Sorusunun cevabıdır, kurgulanan oyunlar. Şu anda; bu boşluğu doldurmaya aday olan üç temel aktörden söz edebiliriz:

Birincisi, İsrail ve tabii ki Amerika’dır. Fransa bölgede inisiyatif almaya çalışmakta, İngiltere sessiz ama etkili müdahelelerde bulunmaktadır İkincisi, körfez ülkeleri; Suudi ve Katar -ancak Suudi ve Katar da Suriye konusunda, kendi aralarında bir yarış halindedirler. Katar daha çok Türkiye’ye yakındır. Suudi sermayesi, Suriye üzerinde belirli hedefleri olan ve şu anki rejimi finanse eden temel güçtür.- Üçüncü aday da Türkiye’dir.

Bu açıdan baktığımızda Türkiye’nin pratiklerini anlayabiliriz.

Orta Doğu  Konusunda Amerika Birleşik Devletleri’nde iki farklı eğilim Amerika Birleşik Devletleri içinde; dünyaya bakışta, Yakın Doğu ve Orta Doğu’daki gelişmeler konusunda, iki farklı eğilim mevcut. Bunlardan biri, Trump’ın ve Tom Barack’ın temsil ettiği çizgidir. Trump ilk dönem devlet başkanlığı sırasında da Güney’den yani Irak’tan, Suriye’den, çekileceğini  söyledi.

O zaman Pentagon ve CENTCOM, onu engellediler. Şu anda ABD devleti içinde; ciddi bir iç çatışma var ve bu iç çatışma konumuzla da son derece ilgilidir. Benim gördüğüm kadarıyla; Pentagon, Centcom, belki Dışişleri Bakanı Rubio daha çok İsrail’e yakın bir siyaset hattı izliyorlar ve bu noktada Trump’a direnç gösteriyorlar. Trump ise; Rusya’yla sorunlarını da halledip, Çin’e karşı daha organize olup, uzun süreli bir mücadeleyi sürdürmek istiyor gibi görünüyor.

Erdoğan, Trump ve Barrack ekolüyle iyi ilişkiler içinde. Erdoğan’ın Trump üzerinden, Amerika Birleşik Devletleri’ne söylediği şu: “Ben; sizin, Yakın Doğu ve Orta Doğu’daki bütün işlerinizi hallederim. Siz, Kürt siyasetiyle, Kürdistan’la ilişkilerinizi benim kabul edebileceğim seviyeye getirin.” Türk Devleti’nin tek şartı budur.

İsrail ile  de ilişki kurmaya hazırdır Türkiye. ABD’nin; bölgede, ona vereceği bütün görevleri yerine getirmeye de hazırdır. Fakat “Suriye çok aktörlü bir denklemdir.”

Türkiye’nin Orta Doğu’daki Savaştan Sağlam Çıkabilmek için Kurguladığı “İmralı Süreci”

Suriye’de Türkiye’nin oyun planı şuydu: Daha 2012-15 İmralı sürecinden başlayarak; Türkiye, Güney Kürdistan, Rojava’daki güçler, Müslüman Kardeşler birlikte Esad’la savaşacaklardı. 2012-15 sürecinde; PKK, bu denkleme girmediği, İran-Suriye denkleminde kaldığı için o proje sonuçsuz kaldı. Daha sonra da Türkiye, Esad’ı devirecek bir hamle yapamadığı için Esad devrilmeden bir yıl önce, ısrarla Esad’la ilişki kurmaya çalıştılar. Rusya’yı araya soktular.

Esad: “Siz, benim ülkemde işgalcisiniz, işgale son vermeden sizinle görüşmem.” dediği için aralarında bir görüşme olmadı. Dolayısıyla HTŞ ve Golani’nin Şam’a yürümesi, Türkiye’nin oyun planı değildi. Bu daha çok batılı güçlerin oyun planıydı. Özellikle; İngiltere, Amerika, İsrail’in oyun planı gerçekleşti ve HTŞ, Şam’ı ele geçirdi.

İbrahim Kalın, Hakan Fidan, Tayyip Erdoğan son dönemde ısrarla biz bölgesel bir gücüz ve bölgede oyun kurucu bir aktörüz diye iddiada bulunuyorlar. Esad rejiminin çöküşünden sonra da bir bayram havası estirdiler. “Bizim oyun planımız, başarıya ulaştı.” dediler. Bunlar doğru değil! Suriye’de, Türkiye’nin oyun planı, gerçekleşmiş değil.

Bu konuda; Türk medyasının, Türk siyasilerinin, yaptığı açıklamaların tamamı, ülke içine dönük bir propagandadır. Türkiye oyun kurmuş ve bu oyunu sürdürüyor değil. En son; Hakan Fidan bir açıklama yaptı ve dedi ki: “KSD, oyunbozanlık yapıyor.” Aynı konuşmasında İsrail için de aynı şeyi söyledi. “İsrail de oyunbozanlık yapıyor.” dedi. Demek ki tasarladıkları oyun, başarıya ulaşmış değil. Hala önünde çok ciddi engeller var. En büyük engel, Kürt milletinin direnişidir. Bu direnişi kırmadıkları müddetçe; oyun planları, başarıya ulaşmaz.

Bahçeli-Öcalan sürecinin esasını da, bahsettiğimiz siyasi boşluk oluşturuyor. “Bu boşluğu, biz doldurmazsak, bu boşluk, bizi de yutar” düşüncesi üzerine “İmralı Sürecini” başlatmışlardır.

Bahçeli-Öcalan Süreci Orta Doğu’daki Gelişmeler den Bağımsız Değildir Bir süreci anlamak ve bir sorunu çözmek, büyük ölçüde nasıl tanımlandığıyla ilgilidir. Ortada bir çözüm süreci yoktur. Çünkü İmralı süreci ya da Bahçeli -Öcalan süreci herhangi bir toplumsal siyasal meseleyi çözme iddiasında değildirler. Türk siyasi tarafı bunun “terörsüz Türkiye süreci” olduğunu söylüyorlar. Terörden kastettikleri PKK’nin silahlı mücadelesidir. Oysaki bizim durduğumuz yerde, gördüğümüz Türkiye’de, Kürdistan’da hatta Yakın Doğuda, Orta Doğu’da terörün kaynağı Türkiye’nin bölgedeki işgalci varlığıdır. Türkiye, Kürdistan’ın üç parçasında sert bir işgal savaşı sürdürüyor.

Bunu değerlendirme dışı bırakıp terörsüz Türkiye’den söz etmek tam bir manipülasyondur.

Gerek Türk Egemen Siyaseti, gerek onun sözcüsü durumunda olan Öcalan ve Öcalan’ın verdiği ödevleri yerine getiren DEM Partisi ve bir ölçüde DEM Parti dışındaki Kürt partileri de bu süreci; ‘PKK’nin silah bırakması süreci’ olarak algılayıp, bir ölçüde destek veriyorlar.

Oysa burada hedef, Kandil’deki silahların bırakılması değildir. Türk Devleti’nin, Kandil’deki silahlı varlıktan ciddi bir sıkıntısı yoktur. Kaldıki PKK’nin 8 yıldır Türkiye’ye karşı ciddi bir silahlı bir eylemi yoktur. Onların(Türk Devleti’nin) deyimiyle ‘kontrollü bir savaş’ sürdürüyorlar ve Kandil’deki silahlı varlığı bahane ederek, gerek Güney Kürdistan’a dönük, gerek Küçük Güney’e dönük sert bir işgalci savaş sürdürüyorlar son on yıldır. Öyle olduğu için bu süreci; ‘PKK’nin silah bırakması’ olarak anlamak doğru değildir.

Yine Güneyli yöneticiler ve  Kuzeydeki bazı partiler; PKK’nin silah bırakması olarak anladıkları ve PKK’nin silahlı varlığından rahatsız oldukları için bu süreci destekliyorlar. Bu çok vahim bir yanlıştır. Türk devlet aklını anlamamaktır Öyleyse bu süreç, terörsüz Türkiye diyerek Türk Devleti’nin işgalci şiddetini ve terörünü örtmeye çalışan bir süreçtir.

Türk Devleti Çatısı Altında Demokratik Toplum Mümkün müdür?

Öcalan, Dem Parti ve Kandil bu sürece Barış ve Demokratik Toplum Süreci diyorlar. Birincisi demokratik toplum kavramının kendisi bir manipülasyondur. Demokratik toplumdan ne anladıklarını da şimdiye kadar açıklayabilmiş değiller.

İçinde uzlaşmaz çelişkiler barındıran hiçbir toplum demokratik bir toplum olamaz. Her toplumun içinde demokrasi yanlısı, demokrasi karşıtı, siyasal taraflar vardır. Demokrasi esas itibariyle bir devlet durumudur, bir devlet biçimidir.

Herhangi  bir kavgada barıştan söz edebilmek için tarafların karşılıklı olarak birbirlerini tanımaları lazım.  Oysa Türk Devleti Kürtlerin ulus ve ülke hakikatini tanımıyor; tanımıyorsan barıştan yana değilsin.

Bu devlet Kürtlerin ulus ülke hakikatini ortadan kaldırmaya programlanmış bir devlettir. Bu durum savaşın esas kaynağıdır.

Bu nedenle barış ve demokratik toplum tanımlaması da yanlış bir tanımlamadır. Bu süreçlerle ilgili tanımlamam şudur; “Türk Devleti’nin Kürdistan’ın her dört parçasını da hedefleyen yeni bir saldırısı” Buna,  Türk Devleti’nin bir Kürdistan Seferi demek de mümkündür. Bu seferden bekledikleri murat, Kürt siyasetini teslim almak, ideolojik olarak da ulusal kurtuluşçu düşünceyi, tasfiye etmektir.

Yani bir ölçüde Kürtleri fikri açıdan silahsızlandırmaktır. Bu da barış ya da çözüm süreciyle değil; Türk Devleti’nin yeni bir saldırısıyla karşı karşıya olduğumuzu gösterir.

Böyle düşündüğüm için de devrimcilerin bu sürece cepheden karşı çıkmaları gerektiğini söylüyorum. Acil görev bu süreci ve bu sürecin aktörlerini teşhir etmektir.

Teşhir faaliyeti içinde örgütlenme çabasını öne çıkarmalıyız. Bu saldırıyı ancak böyle boşa çıkarabiliriz.

Türk Devleti’nin Bu Saldırılarına Tarih Bilinci ile Yaklaşılmalı Kürdistanî siyaset, bütün bu gelişmelere tarih bilinciyle yaklaşmalıdır. Çünkü, Türkiye bunu ilk defa yapmıyor.

Biliyorsunuz; Osmanlı İmparatorluğu, 16. yüzyılın başında, Kürdistan Mirleriyle bir güç birliği oluşturarak, doğuya doğru büyüyen bir imparatorluğa dönüştü. Yani, Osmanlı İmparatorluğu’na, Yakın Doğu’nun, Orta Doğu’nun kilidini açan, Kürdistan Mîrlikleriyle yaptıkları güç birliğiydi.

19. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu, modernleşme sürecine girince, ilk yaptığı şey, ittifak yaptığı Kürdistan Mîrliklerini tasfiyeye yönelmek oldu. 1817’den başlayıp 1847’ye kadar süren, bir Kürdistan seferi başlattılar ve Kürdistan’daki Mirliklerin tümünü neredeyse tasfiye ettiler.

Şimdi aynı devlet aklıyla davranıyorlar. Bizim Yakın Doğu ve Orta Doğu’da oluşan boşluğu doldurmamız için Kürt siyasetini kendimize entegre etmemiz lazım diye düşünüyorlar.

Türkiye’nin yaptığı işlerin arkasında olan, tarihten gelen bir devlet aklıdır bu . Bu nedenle; Bahçeli-İmralı sürecinin İlk hedefi, Küçük Güney, Rojava dediğimiz Güney Batı Kürdistan’dır.

Orta vadede de eğer; ABD, İsrail ve İran çekişmesi sürer, İran’da bir de-stabilizasyon olursa; hedefinde, Doğu Kürdistan da vardır. Dolayısıyla; bizim, bu süreci önce doğru anlamamız lazım.

Bu süreç; Siyasi saldırıdır, ideolojik saldırıdır. Bu süreci böyle anlayıp, bu sürece cepheden karşı çıkmak, her Kürdistanî yurtseverin görevi olmalıdır.

“Terörüsüz Türkiye” Süreci için TBMM’de Kurulan Komisyon Üzerine; Türkiye Meclisi’nde, Türkiyeli ve Türkiyeci partiler tarafından bir komisyon oluşturulmuştur. Kürt milleti, bu komisyonda temsil edilmemektedir. Kürdistan davasını savunan bu komisyonda bir temsilci de yoktur.

Bu komisyon; Türkiye’nin geleceğini düşünen, Türkiye için iyi şeyleri yapmaya çalışan bir komisyondur. Orada DEM Parti’nin  ‘Kürt sorunun da çözümünü bu komisyon tartışacak’ gibi söylemler gerçeği yansıtmamaktadır.

• Komisyonun adını analiz edelim: Milli dayanışma; Kürtlerle Türkler arasında milli bir dayanışma olmaz, milli bir birlik olmaz. Kürtlerle Türkler arasındaki ilişki, milletler arası bir ilişkidir. Ve Türk Devleti’nin yüz yıldır sürdürdüğü jenosidal bir sistemin muhatabıdır Kürt milleti. Onun için oradaki milli dayanışmadan da anladığımız kadarıyla, oraya katılan herkes, kendisini Türkiyeli ve Türk milletinin bir parçası olarak görüyorlar.

 

• Bir diğer kavram Kardeşlik. Kardeşlik, siyasal bir kavram değil. Aslında sosyal bir kavramdır. Ancak Fransız devriminden sonra  siyasal literatüre de girdi. Hatırlatayım, Fransız Devrimi’nin temel sloganı; eşitlik, özgürlük ve kardeşlik idi. Türk siyasetinde eşitlik ve özgürlük yok, öyleyse kardeşlikte olamaz. İşlerine geldiği zaman bir kardeşlik iddiaları var.  Yüz yıldır, ortadan kaldırmaya çalıştıkları bir millet var karşılarında. Yüz yıldır, bu milleti ortadan kaldıramadıkları için tek tek Kürtlerin varlığını kabule yaklaştılar. Ama yine, Kürt millet gerçekliğini, Kürdistan gerçekliğini reddediyor, inkâr ediyor ve ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Bunun adı, kardeşlik değil, bunun adı düşmanlık hukukudur. Eğer bir devlet; bir halkın, ulus ve ülke hakikatini ortadan kaldırmaya çalışıyorsa buradan kardeşlik çıkmaz.

• Üçüncü kavram demokrasidir. Bu, CHP ve DEM Parti’nin ısrarıyla komisyonun adına konmuştur. CHP, bu komisyonda, iktidarın kendisine dönük saldırısını engellemek için vardır. Bunun da yolu, bu komisyonun adına demokrasi sözcüğünü eklemektir. DEM Parti zaten her kavramın başına bir demokrasi sözcüğünü getirip yeni bir şey söylediklerini sanıyor. Demokratik millet, demokratik vatan, demokratik devlet... Zaten kullana kullana bu kavramı artık anlamsız hale getirdiler. Demokratik millet diye bir millet yoktur. Her milletin içinde, demokrasiden yana olan, ona karşı olan tarafları vardır. Yine Öcalan’ın başlattığı, DEM ve PKK’nin de eşlik ettiği Demokratik modernite söylemine bakalım. Demokratik modernite dediğiniz, kapitalist modernitedir, Demokrasi de kapitalist sistemin bir devlet biçimidir.

“Sürecin Başarısı”

Bahçeli-Öcalan sürecinin kilidi, Küçük Güney’de ve Suriye’de kırılacak ya da açılacaktır.

Türk Devleti, Kuzey Kürdistan’ın egemen siyasetini teslim almış durumdadır. Küçük Güney’i de teslim alıp, daha sonra Güney Kürdistan’ın da yeni hegemon gücü olmak çabasındadır. Bunu başarabilirlerse bu süreç ilerler. Bunu başaramadıkları ölçüde 2015’te olduğu gibi bu süreçte sonuçsuz kalacaktır.

Rojava’dakiler, Kandil’dekiler gibi değildir. İdeolojik ve örgütsel yakınlıkları olsa da Rojava’daki yöneticilerle Kandil’deki yöneticiler aynı pozisyonda değildirler.

Nedeni şudur: Kandil’de kimisi 3000, kimisi 2500 diyor, silahlı unsur var. Bunlar profesyonel savaşçılar. Öcalan talimat verir, Kandil’deki yöneticiler de uyarlarsa onlar silah da bırakabilirler, başka bir ülkeye de gidebilirler. Ama Rojava’da durum böyle değil.

Kuzeydoğu Suriye dedikleri yerde;  8-10 milyon insan yaşıyor. Orada silah bıraktığın zaman, milyonlarca insanı ateş çemberine atmış olacaksın. Ne sen bir yere gidebilirsin, ne milyonlarca taraftarını bir yere götürebilirsin. Onun için şimdiye kadar özellikle İlham Ahmet’in açıklamaları, yer yer Mazlum Abdi’nin açıklamaları, orada şimdilik, hala bir direncin varlığını gösteriyor.

Bu süreci başarıya götürecek nesnel ve öznel koşulların olmadığını düşünüyorum. Kürt milleti bunca deneyden ve savaştan sonra teslim olmayacaktır.

Suriye’de Gerçekleşmesi Mümkün Olmayan Bir Proje: Ulus İnşası Suriye’de Suudi ile Türkiye arasında ciddi bir çekişme var. Suudi HTŞ’yi finanse ediyor. Türkiye de askeri yardımlar yapıyor, askeri eğitim vermeye çalışıyor. Dolayısıyla düşünüldüğü gibi Türkiye’nin eli Suriye’de çok güçlü değil.  Tom Barrack’ın söylediği, daha sonra  Erdoğan’ın tekrarladığı Golani’nin tekrarladığı: “Tek ülke, tek bayrak, tek ordu Suriye Arap Cumhuriyeti.” Gerçekleşmesi mümkün olmayan bir projedir.

Burada da tarih bilinciyle yaklaşalım. 1919’dan 1939’a kadar; Suriye, Fransa’nın mandasıydı ve Fransa, oradan bir ulus çıkarmaya çalışıyordu. 20 yıllık çabası sonuçsuz kaldı. En son Suriye’den çekildi.

Ondan sonra; 1960’da, Baas geldi. Baas, hem Sovyetler Birliği’nin hem de neredeyse dünyadaki tüm ve ilerici kamuoyunun desteklediği bir siyasi hareketti. 1950’lerin sonunda 60’ların başında Arap coğrafyası içinde beliren Arap milliyetçisi akımların başında da Baas gelir. Mısır’da Nasır vardı, Libya’da Kaddafi vardı. Bunlar bir ara Birleşik Arap Cumhuriyeti de kurdular. Ancak sosyalist sistemin bütün desteğine rağmen, Baas Suriye’de bir ulus inşa edemedi. Oysa Baas ideolojik olarak ulus inşasına en yakın siyasi partiydi. Kemalizmle paralellik kurup anlamaya çalışabiliriz. Ama nasıl ki Türkiye, 100 yıldır bu devletin vatandaşlarından bir millet oluşturamadıysa Suriye’de de bir ulus oluşturulamadı.

HTŞ ve Golani, ulus inşasına uzak bir siyasi harekettir. Cihadisttir. İslami referansları kullanıyorlar. İslamcı değildirler. Sadece referansları kullanıyorlar. 10-12 gruptan oluşan bir cephedir HTŞ. 

Bugün Suriye’de bir devlet yok, bir çete var. Bu çete, eskiden İdlib’i yönetiyordu. İdlib’deki hükümeti, olduğu gibi Şam’a taşıdılar ve biz devlet olduk dediler. Ortada bir devlet yapısı olmadığı gibi HTŞ, Suriye topraklarının belki yüzde 20-25’inde egemendir. HTŞ’nin Suriye’de bir egemenliği de söz konusu değildir.

Böyle bir siyasi hareket ve böyle bir dünya görüşü, Suriye’de bir ulus inşa edemez.

Ayrıca HTŞ’nin ulus oluşturacak bir kitle tabanı da yoktur. Kürtler, HTŞ’nin kitle tabanı olmazlar. Alevi Araplar, kitle tabanı olmazlar. Dürziler, Ermeniler, Süryaniler, HTŞ’nin kitle tabanı olmazlar. Geriye, Sünni Araplar kalıyor. Sünni Arapların da bir kesimi HTŞ’yi destekliyor. Yani HTŞ’nin kitle tabanı, Sunni Araplar içinde, daha çok Hama’da, İdlib’de, kısmen Rakka ve Deyrizor’da vardır. Şam’daki Araplar, Halep’teki Araplar, sahildeki Araplar HTŞ’nin kitle tabanı olmazlar. Tablo böyle olduğu için ben, HTŞ üzerinden bir Suriye ulusu ve Suriye Arap Cumhuriyeti’nin kurulmasını muhtemel görmüyorum. Bu proje, başarısızlığa mahkûmdur.

Yeni ve çok daha kanlı bir savaş hali bekliyor Suriye’yi. Suriye’yi Türkiye de kurtaramaz. Çünkü Bunlar jenosidal projelerdir. Çok uluslu, çok ülkeli bir coğrafyadan, bir ulus çıkarmaya çalışmak, jenosidal bir faaliyettir.

Türk Devleti’nin yüz yıldır yapmaya çalışıp yapamadığı da tam olarak budur. Bu kadar çok katliama, baskıya, sömürüye rağmen;  Türkiye’de yüzyıldır bir ulus oluşturamamışken, HTŞ ve Golani, Suriye’de nasıl bir ulus oluşturabilir?

Kürdistani siyasetin; özellikle Küçük Güney’de ama Güney Kürdistan’da da savaşa hazırlanmaları lazım. Bizi barışçıl bir gelecek beklemiyor.

Dünya zaten bir savaş halinde, ilan edilmemiş bir Üçüncü Dünya Savaşı sürüyor ve bu savaşın, Yakın Doğu cephesi, Orta Doğu cephesi çok daha sert geçecektir. Barışçıl hayaller, Kürtleri fikri açıdan silahsız bırakıyor. Yani, ‘silahlı mücadele dönemi bitmiştir.’ diyerek, Kürdistanî siyaset, Kürt siyasileri, Kürt aydınları fikri olarak silahsızlandırılmaya çalışılıyor. Türkiye’deki bu barış kardeşlik palavraları da bu amaca dönüktür.

Oysa Kürtler bir ateş çemberinde. Kürdistan, dört parçasıyla 3. Dünya Savaşı’nın cephe ülkesidir. Barış kardeşlik palavraları sadece bizi fikri açıdan silahsızlandırır.

 

Dolayısıyla biz savaş istediğimizden değil, üzerimize farz olunan bir savaş var. Bu savaştan kaçınmamız da bence mümkün değildir.

Kürt, İsrail, Türkiye Arasında İttifak Tartışmaları Üzerine

Türk Devleti’nin Kürdistan’daki varlığı işgalci ve jenosidal bir varlıktır.

Buradan ittfak çıkarmaya çalışmak beyhudedir. Kaldı ki Öcalan, Kürt milletini temsilen bir faaliyet içinde değildir.

Kendi partisini büyük ölçüde temsil ettiğini söylemek belki mümkündür. Dolayısıyla Bahçeli-Öcalan sürecini bir Kürt-Türk ittifakı olarak değerlendirmek yanlıştır ve bu mümkün değildir.

İsrail’e gelince; İsrail devlet aklına sahip, son dönemde emperyal hevesleri de olan bir devlettir. Bu devletin yakın doğuda bir Kürt devleti olmasını istemesi son derece anlaşılırdır.

Çünkü muhtemel bir Kürdistan Devleti  İsrail ile  İran arasında bir tampon olacaktır. Belki İsrail ile Türkiye arasında bir tampon olacaktır.

Ve İsrail, karşısındaki cephenin Kürdistan Devleti ile zayıflayabileceğini düşünmektedir. Reel politik açısından anlaşılır bir durumdur İsrail’in bu çabası.

Ancak bunu stratejik ve kalıcı bir düşünce olarak görmek de zordur. Çünkü İsrail Devleti’nin kuruluşundan 1990’a kadar 42 yıl, Türk Devleti ile İsrail stratejik müteffiklerdi.

Ekonomik istihbari, askeri, bütün sahalarda çok ciddi işbirlikleri vardı. İsrail Devleti kurulmasından bir gün sonra Türk Devleti tarafından tanınmıştır.

Sovyetlerin çözülmesinden sonra Türk Devleti bölgede kendi bekası için bir tehdit algıladı. Batılı güçler genel olarak ve özel olarak İsrail ile Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’yi bölmek gibi planları olduğunu söylediler.

Bu Türk Devleti ile İsrail Devleti arasında 10 yıllık bir uzaklaşmaya, tartışmaya yol açtı. 2002’de AKP’nin iktidara gelmesi Türk ordusu içindeki Avrasyacı kanadı tasfiyeye yönelik bir ABD operasyonuydu.

2002-2013 yılları arasında AKP yönetimindeki Türk Devleti ile İsrail yine stratejik müttefiklerdi. Bunu bozan Mısır’daki Sisi darbesiydi. Suriye Savaşı’nın başlangıcında Suudi Katar, Türkiye bir blok oluşturdular ABD’nin patronajında ve Esad rejimini devirmeye çalıştılar. Ancak Sisi darbesi bu bloku parçaladı. Suudi Arabistan, İsrail ile birlikte darbeyi destekledi. Katar arada bir tavır aldı. Türkiye, Mursi’yi desteklemeye devam etti. Bu, İsrail ile Türk Devleti arasındaki ilişkilerin bir daha bozulmasına neden oldu.

Gazze - İsrail Devleti Savaşı’ndan önce Türkiye İsrail ile ilişkilerini düzeltmek için çok büyük efor sarf etti. Ancak bu savaşın başlamasından sonra tekrar Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler gerildi.

Bütün bunları hatırlatmamdaki amaç şu; Önümüzdeki dönemde yeniden Türkiye-İsrail ittifakı da oluşabilir. Şimdi bu noktada gerek Öcalan’ın gerek Erdoğan’ın bir İsrail tehdidinden söz etmeleri de tam bir çarpıtmadır.

İsrail Devleti’nin Türkiye üzerinde bir tehdit olduğunu söylemek yalandır. İsrail Devleti’nin Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı olduğunu Öcalan’ın deyimiyle onu Pervin Buldan’ı, Sırrı Süreyya Önderi öldürmeye çalışacağını söylemek en az Erdoğan’ınki gibi bir çarpıtmadır.

Bundan esas beklenen Kürt Ulusal Hareketi’nin İsrail’le, Batı’yla, Amerika Birleşik Devletleri’yle belli ittifaklar kurmasını engellemektir.

Kaldıki ne Erdoğan ve Bahçeli ne de Öcalan anti-emperyalist değildirler; Erdoğan ve Bahçeli zaten emperyalist bir devletin yönetici koalisyonudur. Öcalan da ısrarla bu devletle bütünleşmeyi önermektedir. Emperyalist, kolonyalist bir devletle bütünleşmeyi öneren birinin anti-emperyalist olması söz konusu bile değildir. Bu bir tür psikolojik savaş, ideolojik savaştır.

Bu ilk defa yapılıyor da değildir. Gerek birinci dünya savaşında gerek 1919-1923 sürecinde Türk siyasetinin Kürtlere söylediği sözlerle yüz küsur yıl sonra söyledikleri sözler arasında esasta bir farklılık yoktur.

Bahçeli - Öcalan Sürecinin Kuzey Kürdistan’a Etkileri Bu İşgalci saldırının Kuzey Kürdistan’da olumlu etki yapması mümkün değildir. Hedefi Kürt siyasetini teslim almak, demokratik toplum palavralarıyla Kürtleri, Türk- Türkiye milletine entegre etmektir.

Kullanılan argümentlere baktığımız zaman bunu açıkça görüyoruz. Öcalan çağrısında ayrı devlet, federasyon, otonomi, kültüralizmin, Kürt toplumunun tarihsel sosyolojisiyle uyumlu olmadığını söylemektedir.

Bundan neyi anlamak gerekir? Bundan anlaşılması gereken Kürt milletini atomize etmektir.

Bu atomizasyon süreci Uzun bir tarihsel döneme kapsayan bir süreçtir. Yukarıda da bahsettiğim gibi Türk Devleti’nin Kürdistan’la ilişkilerini 16. yüzyılda Osmanlı ile bazı Kürt Mirlikleri’nin ittifakından başlatabiliriz. 300 yıla yakın süren bu ittifak Osmanlı’nın modernleşmeye başlamasıyla sona erimiştir. Ve Osmanlı Devleti Kürdistan mirliklerine saldırmıştır. 1817-1847 arasındaki dönem, mirliklerin direniş dönemidir.

Statülerini korumak, Kürdistan’daki varlıklarını sürdürmek için Osmanlı Devleti ile savaşmışlardır. Bundan sonraki süreçte Osmanlı Devleti özellikle büyük tarikatlar üzerinden Kürdistan’ı yönetmeye yeltenmişlerdir. Ancak mirliklerin ortadan kaldırılması bir yönetim krizine yol açmıştır. Eskiden Kürdistan’daki mirlikler Kürdistan halkını farklı mirnişinlikler sınırları içinde de olsa yönetiyordu.

Bu mirliklerin ortadan kaldırılmasıyla ortaya sayısız aşiretler çıktı ve bu Kürdistan’da bir kaosa yol açtı. Osmanlı buna din üzerinden müdahale etmeye çalıştı.

 

Bu müdahalesi de 1880 Şeyh Ubeydülahi Nehri başkaldırısına kadar devam etti. Kürdistan’ın birliğini ve bağımsızlığını hedefleyen Nehri başkaldırısı Osmanlı’yı bir daha yeni yöntemler aramaya yöneltti. Hamidiye alayları bu arayışın sonucudur. Yanlış olarak Hamidiye alaylarının sadece Ermeni ya da Rusya’ya karşı kurulduğu düşünülür.

Oysa Hamidiye alaylarının kurulmasının esas nedeni Kürdistan’ı bu sefer aşiret alayları üzerinden yönetmeye çalışmaktır. 1923’ten sonra Türk Devleti’nin esas hedefi Öncelikle Kürdistan’da demografiyi değiştirmek, sonuç olarak Kürtleri atomize etmektir, ulus olmaktan çıkarmaktır.

Ziya Gökalp buna denasyonalizasyon süreci demektedir. Asimilasyonu böyle tanımlıyor Ziya Gökalp. Yüzyıldır da bu denasyonalizasyon süreci, ulus olmaktan çıkarma süreci devam etmektedir. Bahçeli - Öcalan sürecinin Kuzeybatı Kürdistan’da esas olarak yapmak istedikleri budur.

Ulus olmak bir tarafa topluluk olmaktan da çıkarmaya çalışıyorlar. Çünkü sen bir topluma, üstelik 25-30 milyonluk bir topluma kültüralizm dahil, otonomi, federasyonu, ayrı devleti yasaklarsan, bu toplumun tüm fertlerini bir topluluk olmaktan da çıkarmaya çalışıyorsun.

Sadece ulus olmaktan değil, topluluk olmaktan da çıkarmaya çalışıyorsun. Dolayısıyla bu çok ciddi, jenosidal, işgalci bir saldırıdır.

Gerek Kuzeybatı Kürdistan’dakiler, gerek Kürdistan’ın diğer parçasındaki Kürt Ulusal Hareketi, bu teslimiyete boyun eğmeyeceklerdir ve bu sürecin çok uzun sürmeyeceğini düşünüyorum. 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde bir milleti teslim almak, onu atomize etmek mümkün değildir.

Bir tarafıyla Kürdistanî kitleler içinde bu sürece dair en ufak bir güven yoktur. DEM kitlesi de dâhil, ciddi sorular sorup, ciddi sorgulamalar yapıyorlar. DEM Parti’nin yaptığı yerel toplantılarda bu soruların hiçbir cevabını alamıyorlar.

Yani bu süreci savunacak, ciddi bir argüment yok zaten. Sıkıştıkları zaman: “Önderlik bu işi bilir.” diyorlar. Kürdistanlı gençler arasında çok ciddi bir reaksiyon var. Halk yığınları içindeyse, özellikle; 2015’teki şehir savaşlarından sonra, ciddi bir umutsuzluk gelişti.

Şöyle düşünmemiz lazım. Kırk yıldır süren bir savaş, dünyanın neredeyse hiçbir yerinde görülmemiş büyük bedeller ödendiği halde, elle tutulur hiçbir somut sonuç alınamadı. Bu; hem bu mücadeleyi yürüten örgütü, kadroları, hem de toplum içinde çürümeye yol açar. Umutsuzluk gelişir. Bunu anlamak lazım.

Şimdi böyle bir ortamda insanlar diyorlar ki: “Yani hiç olmasa benim dağdaki çocuğum gelsin göreyim, ya da zindandaki çocuklarım bırakılsın.” PKK’nin Kuzeybatı Kürdistan toplumunu getirdiği nokta bu. Şu anda Diyarbakır’da anket yapsanız: “Özgürlük mü, huzur mu istiyorsunuz?” diye, büyük ihtimal, huzur talebi, özgürlük talebini geçer.

Bu çok büyük bedellere rağmen sonuç almayan bir savaşın sonucudur. Bunları anlamak lazım. Bunlara ben tepkiyle yaklaşmıyorum. Esas hedef tahtasına koymamız gereken, esas eleştirmemiz gereken siyaset sınıfımız ve her zaman güçten yana tavır alan, aydın sınıfımızdır.

Bunların öne çıkıp, bu süreci teşhir edip, örgütlenmeye çalışmaları lazım. Böyle yapabildiğimiz ölçüde Kürdistan’ın her dört parçasında da önümüzün açık olduğunu düşünüyorum. Son 50 yılda bizzat siyasetin içinde yakın tarihi son 100 yıllık tarihi de az çok bilen biri olarak söylüyorum: “İlk defa, düşmanlarımız çok zor durumda.”

 

Dört işgalci devlet vardı. Bunların ikisi çözüldü. Esas olarak Kürdistan’ın tarihi işgalcisi olan iki devlet var. Bunlardan İran, hem içerde ciddi karışıklıklara sahip, hem dış baskı altında. Türkiye de dünyada tarifsiz kalmış; ne Batı cephesinde, ne Doğu cephesinde, bir siyasi aktör olarak bir yer edinemeyen durumda, çok ciddi ekonomik sıkıntıları var, iç siyasal sorunları var.

Böyle bakıldığı zaman: “Kürdistan’ın her dört parçasının da önü açıktır.” diye düşünüyorum.

Türkiye’de Devrimcilerin Bahçeli Öcalan Sürecine Dair Tutumları Üzerine Türkiye solunu DEM içindeki partiler ve DEM partisinin çevresinde siyaset yapanlar bir de onların dışındakiler diye ayrı tutmak lazım. DEM içinde ve çevresinde siyaset yapan sol görünümlü gruplardan hiçbiri devrimci değildir.

Bu partilerin programında Türkiye devrimi yoktur. Yine bu partiler Kürdistan devrimini reddeden yaklaşımlara sahiptirler. Kürdistan meselesi gibi devasa bir meselenin mevcut Türk Devletiyle uzlaşılarak anlaşılarak, sözüm ona demokratikleştirerek çözülebileceğini düşünenler devrimci de değildir, sosyalist de değildir.

Burada şöyle bir gelişmeyi beklemek mümkündür. Eğer Bahçeli Öcalan süreci biraz daha devam etme fırsatı bulursa bu DEM partinin dağılması anlamına gelir.

Çünkü DEM içindeki Türkiyeli ve Türkiyeci “sol” partiler AKP ile değil CHP ile ittifak etmeyi düşünen partilerdir. Son kertede bu partilerin Kemalist partiler olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Bunların dışındaki cephede de TKP gibi adında komünizm olan ama Türkiye Kemalizm Partisi gibi davranan partiler var. Bir de Kürdistan devrimini, Kürdistan devrim hakikatini anlayan ve bunu destekleyen gerçek devrimci komünist çevreleri var.

Bu gerçek devrimci komünist çevrelere bir şey söylemeye gerek yok. Onlar hem kendi coğrafyalarında devrimi programlamışlardır, hem de Türkiye devrimi ile Kürdistan devrimi arasındaki stratejik bağı görebilecek durumdadırlar.

Bu devrimcileri, komünistleri bir tarafa bırakırsak diğer bütün Türkiyeli sosyalistlere tuttukları yolun yol olmadığını söylemek gerekir. İstihbarat servisi patronajında oluşan süreçleri desteklemek, bundan demokrasi beklemek, hiç olmazsa devrimcilik, solculuk ideasında olanların işi olmamalıdır.*

 


* Ne yapmali dergisi 12.10.2025

Posted in: Tirki

Comments

There are currently no comments, be the first to post one!

Post Comment

Name (required)

Email (required)

Website

ORTA DOĞU'DA SİYASİ GELİŞMELER VE KÜRDİSTAN
Fuat Önen
ORTA DOĞU'DA SİYASİ GELİŞMELER VE KÜRDİSTAN
Gerek Türk Egemen Siyaseti, gerek onun sözcüsü durumunda olan Öcalan ve Öcalan’ın verdiği ödevleri yerine getiren DEM Partisi ve bir ölçüde DEM Parti dışındaki Kürt partileri de bu süreci; ‘PKK’nin silah bırakması süreci’ olar...

“Yaşarken Görmezden Gelinen "AZİZLER"
Muhammed Gulsari
“Yaşarken Görmezden Gelinen "AZİZLER"
Görünmeyeni görmeye, susturulanı duymaya, yalnız bırakılanı hatırlamaya… Çünkü yaşayan azizleri yazmak, yaşarken aziz kalmaya çalışanlara güç verebilir. Belki de en çok buna ihtiyacımız var: Güçlü insanlardan değil, güzel kalanlardan ...

KÜRDISTANÎ SİYASETTE, PARTİ AKLI İLE DEVLET AKLI
Fuat Önen
KÜRDISTANÎ SİYASETTE, PARTİ AKLI İLE DEVLET AKLI
Attığınız adımların sonuçlarını görün. Devlet aklıyla bakın bu sürece. Karşınızda bir devlet var. Yüzyıllardır birikmiş bir devlet aklı var. Onlar, bu devlet aklıyla davranıyorlar. Siz hala parti aklıyla cevap vermeye çalışıyorsunuz. Oysa devlet akl...

3 DÜNYA SAVAŞI'NIN, ORTA VE YAKIN DOĞU CEPHESİ
Fuat Önen
3 DÜNYA SAVAŞI'NIN, ORTA VE YAKIN DOĞU CEPHESİ
Şiddetin kaynağı işgalciliktir. İşgal bir şiddet jeneratörüdür. Eğer sen bir başka ulusun ülkesini işgal etmişsen şiddetsiz duramazsın zaten. Işgalin kendisi bir büyük şiddettir. Gün Kürt milletini Kürt millet ve ülke gerçekliği öne çıkarmak, bunu...

ÖCALAN, KÜRTLERİ MİLLET OLMAKTAN ÇIKARAN DEVLET PROJESININ SÖZCÜSÜDÜR
Fuat Önen
ÖCALAN, KÜRTLERİ MİLLET OLMAKTAN ÇIKARAN DEVLET PROJESININ SÖZCÜSÜDÜR
Kürdistanlı gençlerin bu ihtiyar sınıfını ihtiyar siyaset sınıfımızın getirip tıkadığı bu noktada, bu tıkanıklığı aşmak için mücadele etmelidirler. Kendilerine güvenmelidirler. hiçbir şeyi sorgulamaksızın kabul etmemelidirler. Ve iyi bilmelidirler ki...

ÖCALAN VE DEMİRTAŞ METİNLERİ, DEVLETE BİAT ETMİŞ, PİŞMANLIK DİLEKÇELERİDİR.
Fuat Önen
ÖCALAN VE DEMİRTAŞ METİNLERİ,  DEVLETE BİAT ETMİŞ, PİŞMANLIK DİLEKÇELERİDİR.
Öcalan başlattı. Demirtaş devam ettirdi. Aslında bu her iki metin hakkında tartışılacak fazla bir şey yok! Bu çok açık, pişmanlık dilekçeleridir! Öcalan ve Demirtaş metinleri, teorik metinler falan değil bunlar. Devlete biat etmiş, çok açık, pişmanlı...

DAR-PARÇACI VE DAR-PARTİCİ SİYASET ANLAYIŞI
Fuat Önen
DAR-PARÇACI VE DAR-PARTİCİ SİYASET ANLAYIŞI
Batı Kürdistan'a dayatılan bu teslimiyet açılımını bozguna uğratmak, gerekir.” Bu da sadece Batı Kürdistanlıların mücadelesiyle olmaz. Kürdistan her dört parçasındaki Kürdistanî devrimciler, bu konuda Batı Kürdistan'la beraber olmalıdır...

JENOSİDAL İŞGALCİLİĞE RIZA GÖSTEREN BİR TOPLUM DEMOKRATİKLEŞEMEZ
Fuat Önen
JENOSİDAL İŞGALCİLİĞE RIZA GÖSTEREN BİR TOPLUM DEMOKRATİKLEŞEMEZ
Bir devletin demokratik olup olmadığını tartışabiliriz. Bir ulusun demokratik olup olmadığı tartışılamaz. Her ulusun içinde demokrasiden yana olan, demokrasiye karşı olan güçler vardır. Dolayısıyla HTS ve Golanin'in Kürtlerden, Dürzülerden, Nusay...

SAVAŞ DÖNEMİNDE; HUKUK SUSAR, GÜÇ KONUŞUR.
Fuat Önen
SAVAŞ DÖNEMİNDE; HUKUK SUSAR, GÜÇ KONUŞUR.
Kürdistani siyasetin bundan çıkaracağı dersler var: Yani birincisi, bu 13 yılda, doğru dürüst hazırlanmadığımız anlamına geliyor bu. Yani 13 yılda, binlerce Kürt gencinin kanıyla kazanılmış bazı mevziler var idi. Bugün bu mevzilerin, tehdit ve teh...

ÇÖZÜM SÜRECİNDEN SÖZ EDEBİLMEK İÇİN TARAFLARIN BİRBİRLERİNİ TANIMALARI LAZIM
Fuat Önen
ÇÖZÜM SÜRECİNDEN SÖZ EDEBİLMEK İÇİN TARAFLARIN BİRBİRLERİNİ TANIMALARI LAZIM
. Kuzeybatı Kürdistan’daki legal Kürt siyaseti çok kötü bir sınav verdi yani henüz ortada devlet tarafından çizilen bir çerçeve olmadan sırasıyla ”muhatap biziz, muhatap biziz, bizi de muhatap alın” diye sıraya girdiler. Oysa bu mes...

Page 1 of 27First   Previous   [1]  2  3  4  5  6  7  8  9  10  Next   Last   
123movies