Selahattin Çelik posted on December 01, 2014 11:43
Neden bu Güney ‘aşkı’?
İki devletin Suriye ve Batı Kürdistan politikası nettir; düşman cephelerde yer almışlar, birbirinin boğazına yapışmış, yaman bir yarış içindeler. Burada karmakarışık ve pata bir durum var, ufukta ise bir çözüm ışığı yoktur.
Irak ve Güney Kürdistan’da durum oldukça farklıdır. Orada zengin petrol yatakları vardır. Bölgenin üç toplumu; Şii Araplar, Sunni Araplar ve Kürtler birbirinden tümden kopmuşlardır. Suriye’nin tersine Irak Şiileri ve Kürtler doğrudan doğruya İran’a komşudurlar. 1980-88 savaşından dili yanmış Tahran, Sunni Araplar’ın komşuluğundan korkuyor. Ama daha çok Kürt devletinin kurulabileceği tehlikesiyle ödü patlıyor. Ayrıca Güney Kürdistan’da üslenen ABD ve müttefikleri, detayları henüz bilinmese de, geleceğin haritası için bir plan sahibidirler.
İran Bağdat’ta Şii iktidarını korumaya çalışıyor. Fakat Bağdat hep Tahran’a muhtaç durumda olmalıdır. Şii-Kürt çelişkisi, hatta bir düzeye kadar Sunni Arap (DAIŞ ve eski Baasçılar) tehdit ve tehlikesi, İran’ın lehinedir. İran Kürt devletine karşıdır, umudunu Kürt partileri arasındaki bilinen çelişkilere yatırmıştır. İran bütün gücüyle ABD’nin Irak planında yer kapmaya çabalıyor. Ki DAIŞ tehlikesi ve saldırıları, İran’a bu yolu açtı, işini kolaylaştırdı.
Türkiye’ye gelelim: Güney Kürdistan ekonomik olarak neredeyse Türkiye’nin bir parçası olmuş. İki hükümet stratejik önemde petrol ve gaz boru hatları döşemişler. Bundan dönüş artık yoktur. İki tarafın 8 hatta 12 milyar dolara ulaşan ticaretinden söz ediliyor. Gerçek rakam daha büyüktür. İşte Türkiye’nin Güney aşkının bir nedeni.
Diğer taraftan biliniyor ki DAIŞ saldırılarıyla Türkiye’nin imajı darbe yedi. Türkiye İran’a kıyasla geri plana düştü. Şimdi yaralarını sarmaya, iyişleştirmeye çaba harcıyor, fakat ana politikasında herhangi bir değişiklik olmadan. Türkiye inisiyatif ve üstünlüğü İran’a kaptırmak istemiyor, halen Sünni cephesine oynuyor. O da Kürt devletinin kurulmasının önüne geçmek ve Irak ile Kürdistan’ın geleceğinde söz sahibi olmak istiyor.
Bizler olmadan Türkiye ve İran’ın Güney’e ayak basmaları mümkün müdür?
Asla. Biz ne yapıyoruz; kendi elimizle kapıyı onlara açıyor, kendimizi oyunlarına teslim ediyoruz. Tahran Hanekin’den Kerkük’e kadar Güney toprağı üzerinde etki sahibidir. Arap Şii ordusu ve milisleri ve bi kısım pêşmergeler onların yöneticiliğinde savaşıyorlar. Celevla ve Sadiye kasabalarının DAIŞ’ten kurtarılmasında bu durum nettir. Nasıl Mesut Barzani başkomutan forsuyla bölge peşmerge birliklerini ziyaret ediyorsa, İranlı komutanlar da ne zaman istiyorlarsa toprağımız üzerinde aynı şeyi yapabiliyorlar. DAIŞ tehlikesinden dolayı olabilir ki bu durum hoşumuza gidiyor ama daha büyük tehlikeyi gözardı ediyoruz. İran’ın yarın başımıza ne getireceği belli değil midir?
Artık Türkiye durur mu? Kendini Güneyli yöneticilerin ayaklarına atıyor, her yağcılık ve dalkavukluğu yapıyor. Davudoğlu’nun Hewlêr ziyareti vesilesiyle öğreniyoruz ki Güney Hükümeti, “peşmerge eğitimi” adı altında kapıyı Türk askerlerine açmış.
Türk asker sürüsünü Güney’e bırakan yöneticiler, acaba bununla kime ve ne mesaj vermek istiyorlar? Neyin karşılığıdır? İç çelişkiler o kadar derin midir? Ya da İran tehlikesi o kadar korkutucu ve iki devletin çelişkileri o kadar keskin midir?
Biliyoruz ki Türkiye girdiği yerden çıkmıyor. 1990’larda YNK-KDP çatışmalarını önleme adı altında Türk askerleri Güney Kürdistan’a girmişti. Kürt hükümetinin kararına rağmen, o birlik halen Bamirne ilçesi yakınlarında duruyor.
Türkiye’nin adı DAIŞ’le bütünleşmiştir. Uluslararası alanda töhmet altındadır. Türk devletini o suçlamadan kurtarmak Kürt hükümetinin görevi olmamalıdır. Kürt yetkililer, Türkiye’nin kendilerine silah yardımı yaptıklarını söylüyorlar. Buna inanmak zordur ki bu kuşku Kürtler’in ortak kanısıdır. DAIŞ olayında yüzde yüz Türkiye’nin payı vardır ve bu işbirliği halen devam ediyor.
Güney’in Türkiye ve İran’ın desteğine ihtiyacı var mıdır?
Yoktur. Evet; komşular arasında ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkiler normaldir. Fakat iki devlet de yeminli bir şekilde Kürt düşmanlığı yapıyorlar. Onlar geleceğimizi ilgilendiren planlarda söz sahibi olmak, bizi özgürlükten yoksun kılmak istiyorlar. Ne yazık ki onlar saflığımız, iyi niyetimiz, zayıflıklarımız ve iç çelişkilerimizden yararlanıyorlar.
Tersini ileri sürenler 2003 örneğini görmelidirler; eğer Türk askerleri ABD’nin harekatında Güney’e girselerdi, bugünkü Güney Kürdistan statükosu olmayacaktı. Ve İran’ın kalleşliğinin örnekleri; 1975, 1988 ve siyasi cinayetler, hangisini sayalım ki...
Peşmergelerin Türk ve İran askerlerinin eğitimine ihtiyaçları yoktur. Çünkü Amerikan ve İngilizlerden, İtalyan ve Almanlar’a kadar birçok güç onlara eğitim veriyor. Diyelim ki yetmedi, yeteri kadar Kürt eğitmen vardır. Ayrıca sorunu fazla abartıyoruz. DAIŞ savaşı tüm vahşeti ve insanlık dışılığına rağmen, silah ve taktikleriyle klasik bir savaştır ve Kürtler o savaşı iyi biliyorlar.
Güney’in asıl ihtiyacını duyduğu, partilere bağımlı olmayan ortak ve profesyonel bir ordudur. Yüzbinlerce peşmerge vardır. Tümü de kendilerini vatanlarına feda etmeye amadeler. Kürtler büyük bir halktır. İhtiyaç durumunda her taraftan, kadın erkek her yaşta gönüllü Kürt öne atılacaklardır. Kobani o fedakarlığın canlı bir örneğidir. Partilerin ve egemenlerin bencilliğinden vurguladığım beklenti gerçekleşemiyor.
Kimse Ankara ve Tahran’ın iyi niyetini ve dostluğunu ileri sürmesin. Öyle bir şey yoktur. Onlar ne zaman, “Kürtler bir halktır, devletlerinin olması onların hakkıdır” deseler, ancak o zaman dostluklarından bahsedebiliriz. Mevcut şartlarda Kürdistan toprağı üzerinde varlıkları, karışıklık ve felaket yaratmaktan başka anlama gelmemektedir.
Açığa vurulmayan gizli şeyler olabilir(?) fakat ölçü, görünendir. Fars ve Türk askerlerine Kürt toprağını açanlar, bilsinler ki onlar Kürt halkının geleceği ile oynuyorlar. Sürece egemen her Kürt şunu rahatlıkla görebiliyor: Biz İran ve Türkiye’ye muhtaç değiliz, onlar bize muhtaçlar. Soruyoruz: Neden bizi bu kalleşlere muhtaç ediyorsunuz?
Rûdaw