Cemil Gündoğan posted on April 13, 2015 17:03
“PKK İktidar İstemiyor mu?” başlıklı yazımda PKK’nin, Kürtlerin son iki yüz yıldır kurduğu örgütler içerisinde iktidar kavramını en fazla arzulamış, bu kavramı en fazla sindirmiş ve hem kendi içinde hem de dışında en katı biçimde uygulamış örgüt olduğunu; dolayısıyla PKK’nin dilindeki “iktidar reddiyesi”nin bu örgütün gerçekliğini dile getiren bir ifade olmaktan daha çok, PKK’nin kendi söylemini kurarken alanın ona dayattıklarıyla ilgili bir sonuç olduğunu belirtmiştim. Bir adım daha atalım ve bu iktidar reddiyesinin en somut ifadelerinden biri olan Türkiyelileşme söyleminin PKK dışındaki güçler tarafından nasıl ele alındığına bakalım.
Hiç kuşkusuz PKK içinde iktidar ve devlet kavramından hoşlanmayan sosyalist/anarşist insanlar vardır. Bunlar, PKK dediğimiz renkli hareketin çok sayıdaki yüzünden birini oluştururlar. Ne var ki bu yüz, PKK’nin son otuz yıldır güç kaybetmekte olan yüzlerinden biridir. Öcalan da dahil olmak üzere legal ve illegal kanatlarıyla PKK’yi yönetenler ise anarşizm gibi iktidar karşıtı ideolojilere göre değil, son tahlilde reel politikçi yaklaşımlar çerçevesinde hareket ederler. PKK liderlerinin belli bir dozu aşmamak kaydıyla sosyalizm/anarşizm karışımı ifadeler kullanmaları bu gerçeği değiştirmiyor. Bolca anti-emperyalizm lafları edip Kobani’de ABD’yle işbirliği içinde direnmek, bu çizgiyi anlatan güzel bir örnektir (Bu ifadeden, söz konusu işbirliğini yanlış gördüğüm sonucu çıkarılmasın).
Hal böyle olmakla birlikte, siyaset sahnesindeki iki kesim, ısrarla PKK’nin iktidar istememekle ilgili söyleminin –ki ifadesini en iyi Türkiyelileşme söyleminde bulur- PKK’nin gerçeğini belirlediğini ileri sürüyor ve bunu da sözü edilen sosyalist/anarşist yüzün PKK’deki etkisiyle izah ediyor. Bunlar, PKK muhalifi bazı Kürt milliyetçileri ile PKK’yle işbirliği içinde yürümeye çalışan bazı Türk solu mensuplarıdır. Birinciler iddialarını, PKK’nin sosyalistliğine, Stalinciliğine, Aleviliğine, Kemalistliğine, Ergenekonculuğuna, ajan örgüt oluşuna vb. dayandırırken; ikinciler, PKK’nin sosyalistliğine, anarşistliğine, demokratlığına, ezilmişliğine, aşağıdanlığına (maduniyet) vs. dayandırıyorlar. Kürtlerin orta-üst tabakalarıyla, Türklerin aşağı tabakalarını temsil iddiasındaki/görünümündeki bu iki zıt kutbun PKK’nin söylemiyle ilgili bu ortaklığı dikkat çekicidir ve politik güçlerin söylem oluşturma mekanizmalarını anlamamız bakımından iyi bir malzeme sunar.
Tarafların PKK’nin “Türkiyelileşme” söylemine ilişkin görüşleri, sözü edilen ortaklığı en rahat gözleyebileceğimiz alanlardan birini oluşturur. Kürt milliyetçilerinin görüşleriyle başlayalım. Bu kesimin Türkiyelileşme söyleminden kalkarak PKK’ye atfettikleri gerçeklik şöyle özetlenebilir:
PKK, eğer ajan bir örgüt değilse yalnızca rezil bir projedir. Çünkü Kürt tarihinde hiçbir örgüt, bağımsızlık vadederek ayaklandırdığı 30 bin Kürt gencinin cesedini kurda kuşa yem ettikten sonra Türkiyelileşeceğiz diyerek yerine oturmamıştır. PKK, köhnemiş bir sol ideolojinin esiri olduğu için, yol açtığı yıkıntıya aldırmaksızın bu söylemi kullanmakta ve Kürtleri Türkleştirmektedir.
PKK’yle işbirliği içinde yol almak isteyen Türk solcularının görüşleri de benzer tespitler içerir. Onlar da Türkiye’nin bütünlüğü içinde kalma tercihinin PKK’ye özgü bir tutum olduğunu, diğer Kürt hareketlerinde görülmediğini ve bunun PKK’nin ideolojisinden kaynaklandığını iddia ederler. Bunlara göre, aşiretçilik, burjuva milliyetçiliği ve emperyalizmle işbirliği gibi hastalıklarla malul eski/diğer Kürt hareketleri, bu özelliklerinin bir gereği olarak ayrılıkçıyken; PKK, Kürt ve Türk halklarının kardeşliğine inanmış proleter, devrimci, demokrat, sosyalist vs. bir örgüt olduğu için mikro milliyetçiliği mahkum etmektedir, birlikçidir ve iki halkın kurtuluşunu gözeten bir mücadele yürütmektedir…
Böylece, birbirine karşıt kutuplardan kalkan bu iki görüş şu iki noktada birleşmiş oluyor: 1) Çok sayıda yüzü olan PKK gerçeğini onun bir tek bir yüzüne ve üstelik de otuz yıldır güçten düşmekte olan yüzüne eşitlemek ve bu yüze denk gelen veya en kolay ona atfedilebilecek olan bir söylemi PKK’nin yegâne söylemiymiş gibi sunmak; 2) PKK gerçekliğini bu söylemin ürünü olarak takdim veya izah etmek.
Bu iki ameliyenin ikisi de yanlıştır. Hem olgular yönünden hem de metodolojik olarak. Çünkü:
İlk olarak “Ayrı bir devlet istemiyoruz”, “Biz Türkiye’nin ayrılmaz bir parçasıyız” gibi söylemler kullanan ilk Kürt hareketi PKK değildir; tersine bu söylem Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtler ait örgüt, hareket, isyan ve kaynaşmaların baskın söylemi olagelmiştir. Evet, sürgündeki Hoybun örgütünün etkisinin hissedildiği bazı hareketlerde (1927-30) bu tespitle çelişen bazı resim karelerine rastlamak mümkündür; ancak bunlar sistemsiz ve süreksizdir. Sürekli ve baskın olan, Türkiye’nin bütünlüğü içinde hareket etme söylemidir. Kürt ulusal hareketinin dört başı mamur bir bağımsızlıkçı/ayrılıkçı söylem kullanması, yuvarlak hesapla 1975’i takip eden on yılla sınırlı bir parantezden ibarettir.
İkinci olarak, anılan Kürt milliyetçileriyle Türk solcularının iddialarının tersine, PKK’nin sosyalist söylemi en yoğun kullandığı 1975-88 arası dönem, onun Türkiyelileşme söyleminden de en uzak durduğu dönemdir. Dolayısıyla bu iki fenomen arasında illa ki bir bağıntı (corelation) kurulacaksa bu, özel olarak PKK’nin (isterseniz bütün Kürt hareketi de diyebilirsiniz) sosyalist söylemden uzaklaşması ile onun Türkiyelileşme söylemine yönelmesi arasında kurulabilir. (Uyarı: böyle bir bağıntı gözlenebilir durumdadır, ancak birincisi tek başına ikincisinin belirleyicisi değildir.)
Üçüncü olarak, PKK’deki Türkiyelileşme söylemi, anılan Türk solcularının iddialarının tersine, bu harekette yoksulların değil, tersine orta-üst tabakaların etkisinin arttığı 1990’lar sonrası dönemde başat hale gelmiştir. Dolayısıyla PKK’nin sosyal bileşimindeki değişmeler ile PKK’de “Türkiyelileşme” söyleminin etkinlik kazanması arasında bir düz bağıntı kurulacaksa bu, PKK’de aşağıdan sınıfların değil, yukarıdan sınıfların etkinliğinin artması ile Türkiyelileşme söyleminin etkin hale gelmesi arasında kurulabilir. (Uyarı: son on yıllar için böyle bir bağıntı gözlenebilir durumdadır, ancak birincisi tek başına ikincisinin belirleyicisi değildir.)
Dördüncü olarak, bir ulusal hareketin ideolojik düzlemde sosyalist, anarşist, demokrat, devrimci vb. olması ile aynı ulusal hareketin siyasal planda ayrı devlet isteyip istememesi arasında değişmeyen bir bağıntı yoktur. Sosyalist, anarşist, demokrat, devrimci vb. bir hareket ayrılıkçı da olabilir birlikçi de. Sosyalistler kural olarak birleşik devletlerden yana olsalar bile bu, sadece ideolojik faktörlerin belirleyeceği bir sonuç değildir.
Beşinci olarak, bir sosyal hareketin söylemi, bu hareketin gerçeğine eşitlenemeyeceği gibi, çok istisnai koşullar dışında tek başına bu gerçeği belirleyemez de. Dolayısıyla PKK gerçeğini onun şu ya da bu söylemine eşitleyerek ele alan Kürt milliyetçisi yorumlar da Türk solcusu yorumlar da yanlıştır.
Kürt hareketiyle ilgili yukarıdaki tespitleri yapıp konuya burada nokta koymak ikna edici olmayabilir. Bu tespitlerin olgusal dayanaklarının da gösterilmesi gerekiyor. Bir de konunun güncel politikayla ilgili boyutu var. HDP’yle işbirliği içindeki Türk solunun yanlış bir anlayışını tam seçim öncesinde eleştirmek, bu işbirliğine karşı bir politik tutumun ifadesi gibi algılanabilir. Oysa ben söz konusu işbirliğini doğru görüyorum. Oy kullanabilecek durumda olsaydım bu seçimde de oyumu HDP’ye verirdim. Dolayısıyla yukarıdaki tespitlerin bugünkü somut politik konjonktürde HDP’yi destekleyip desteklemeyle ilişkisine de bakmak gerekiyor. Ama yazı uzadığı için bu konular gelecek yazılara kalıyor.
2015-04-12
Cemil Gündoğan
cemil_gundogan@yahoo.se