Kürtler, (elbette akıl ermezlik ve anlamazlıkları yüzünden değil, pazarlık yapma güçlerinin yetmezliğinden), tarihleri boyunca, defalarca yanıltılıp aldatılarak, dolandırıldılar.
AKP ise kalpazan işportacı hüneriyle en yaman dolandırıcıydı.
Söz temsili, tarih 12 Ağustos 2005. Yer, Kürdistan siyasetinin kalbi Amed…
AKP’nin lideri ve Başbakan Recep Erdoğan, o gün, Kürtleri, ana davaları konusunda aydınlatmak için, ilk defa evlerinde ziyaret ediyor, amiyane deyişle “görücüye" çıkıyordu.
Herkes de, saklanması mümkün olmayan bir merak…
Doğrusu, yalnız Kürtler değil, liberal Türk kesim de, söyleyeceklerini bekliyordu. Çünkü bunlar, henüz somut bir adım atmamış ama, gelip geçmiş bütün iktidarların “alt tarafları"nı teşkil eden kesimin kadrolarıydı. Türk elitinin “ayak işleri"ni görmekten geliyorlardı. Gerektiğinde sokak gücü" olarak da kullanılan…
Onlar, ele geçirdikleri iktidarın gücüyle, çarkı değiştireceğini söylüyorlardı. Kim bilir, belki de kalpazan değillerdi. Bilinmez ki…
Çünkü bunlar, Türk solcularının “emekçiler iktidar olacak, dertler bitecek" sloganının içini dolduracak tabakayı temsil ediyor, en alttan geliyorlardı. Gerçi Hitler’in, Mussolini, Saddam ve Pinochet’in kadroları da emekçiydi ya, her neyse bunlar da, gecekondu çocuklarıydı.
Kimiler geçmişte, belediye zabıta memurlarının, sokaklar boyunca kovaladığı işportacılardı. Eski sokak köftecisi, kokoreççi, sucu, simitçi, kimi bakkal, manav, kahveci çırağı, kimileri de aylak, Kürtlerin deyimiyle “berade, gewende" dedikleri…
Ama adalet, hak ve hukuk kavramlarını ağızlarında eksik etmiyorlardı. Merak bu ya, bakalım, Kürtlere mesajları neydi!..
Kürtler, umutlarıyla bekleye dursun, liberal Türklere göre bunlar, Kemalist elitin adam yerine koymadığı, kesimin temsilcileriydi. O nedenle, ordunun tahakkümünü söküp atmaya, demokrasiyi yerleştirmeye azimliydiler. Baksanıza, Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan’ın türbanlı eşleri, uyuz, vebalı gibi askeri tesislerin kapısına bile yanaşamıyorlardı. Bazı generaller, tören alanlarında, bu türbanlıların elini sıkmamak için arkalarını dönüyor, ya da görmezden geliyorlardı.
Doğrusu, bunlar da sabırlıydılar. Sanki, adım adım demokrasiye gidiyorlarmış gibi, Türk sağcılarının ezberine aykırı olarak, "herkes için demokrasi" diye diye, her türlü aşağılanmayı yutuyorlardı.
Ve bu ezik, bu horlanan, itilip kakılan kadroların lideri Erdoğan, demokrasiyi yeni baştan yaratan şampiyon olarak her yerde alkışlanıyordu. Şimdi Amed’de Kürtlerle yüz yüzeydi. Bakalım, bütün sorunları anası olan, acılı Kürtlerin ana davası için ne diyecekti!..
An, o andı. Erdoğan, tiyatro sahnesini andıran platformdaydı. Ancak, Kürtlerin iktidarını simgeleyen belediyeyi muhatap almadığı için, Amedliler protesto niteliğinde, onu yadsımış, uzaktan ilgisiz bakmış, konuşacağı meydan, yarı boş kalmıştı.
Ama o, boşluğa aldırmamış, meydan doluymuş gibi el, kol hareketleriyle, ağaçları, binaları, boş pencere ve balkonları selamlamış, sonra, merak edilen konuya doğrudan atlamış, “Kürt sorunu vardır ve bu sorun benim de sorunumdur" demişti.
Bu vurgu, alkış yağmuru olarak başından aşağıya dökülünce, o mutluluktan mest, ruhu coşkundu. Kürtlerin nabzını yakalamıştı, çünkü. Takdir görüyordu.
O nedenle, ruhu kalıbından çıkmış, kendinden geçmiş gibi, tepeden tırnağa kadar insani kesilmiş, demokrasi diyor, insani haklardan bahsediyor, terör devletinin kötülüklerini kovuyor, bir Başbakan olarak, ilk defa devletin, geçmişte Kürtlere karşı hatalar işlediğini haykırıyor ve bu hatalar yüzünden, onlardan özür dilenmesi gerektiğini söylüyordu.
Daha ne olsun! Her şeyi söylemiş, Kürtlerin beklentilerini karşılamıştı. O andan itibaren, sözle verdiğinin karşılığını da almaya başlamıştı. Kürtler, oylarıyla destek verdiler, ona.
O da, o gün, o meydanda söylediklerini, yıllar yılı “iyilik" diye, Kürtlerin başına vurdu. Kan kustururken bile…
Her neyse, yer yüzünde, hiç kimse, yalanını hayat boyu sür-git edecek zeka ve yeteneğe sahip değildi. Yalan, dolan ve talanlar eninde sonunda ayağa dolanıyor, kavuk devrilip kel görünüyordu.
Bunların ki de öyle oldu. Ulusalcı generalleri tutuklayıp hapisle “terbiye" ettiler. Sonra “aldanmışız" diyerek, onları duvarlar arasından çıkarıp öptüler. Ardından ittifak kurdular. İttifakı adliye, medya gücü ve polisle takviye ederek, Kürt düşmanlığı üzerinde acımasız bir dikta inşa ettiler.
İşgal toprakları olarak, el altında tuttukları Kuzey Kürdistan’ın üçte birini, insanların başına yıktılar. Kürt coğrafyası boyunca, Türkün silahlısına cinayetleri serbest, insanları çırılçıplak teşhir etmeyi eğlence kıldılar.
Bununla da kalmadılar. Kürtleri, yer yüzünden silip yok etmek için, Arap ve Acemlere öncülük ettiler. Yok edici cephe kurdular.
Kürtler, katillerine karşı birlik olmak için, hala düşünüyorlar.
Tarihte Kızılderililer, Avustralya’nın yerlisi Aborjinler de düşüne düşüne yok olmuşlardı. Birlik adına ayağa kalktıklarında ise vakit geçti…
576
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA