Modern Kürdistan tarihinde, ilk defa 2003 yılında özerklik statüsünde de olsa, Güney Kürdistan’da, Irak Kürdistan Bölge Yönetimi (IKBY) adıyla bir Kürt yapılanması gün ışığına çıkıyordu.
Bütün Kürtler için, değerli bir olaydı, bu. Kürdistan’ın bir parçacığı, “dünyanın sahipsizi" olmak ve düşmanları tarafından “eşkıya" veya “terörist" olarak adlandırılmaktan kurtulmuştu. Bu bir başlangıçtı. Sonrası, gelecek demekti.
Bu nedenle olay, bütün Kürtler için değerli, sevinç büyüktü. Kürtler, bir kutsalı tavaf imkanı bulmuş gibi, dünyanın dört bir yanından akın ediyorlardı.
Kürdistan toprağına ayak basan ziyaretçilerden kimileri, yüksekte harelenen bayrağı görünce, ilkin taş kesilmişçesine bir haraketsizlikle durup bakıyor, sonra ağırdan ağıra uyanır gibi sevinçleniyor, derken yüzleri sevinç hüznüyle bulanıyor, hıçkırarak ağlamaya başlıyorlardı.
Bu karşılaştıkları manzara, bir ilkti. Ağlamanın tatlısı olur mu? Olur ebette. Bayrağa bakarken, gülerek ağlıyorlardı Kürtler.
Kimileri de toprağa diz çöküp yeri öpüyor, doğrulurken yüzünü sıvazlayarak içinden geçirdiği dualara amin diyor, gümrük kapısından içeriye adım atarken, birikmiş özlemleriyle çocuksu oyunlar oynuyorlardı.
Polisçe aranmayanlardan kimileri, “hayır" diye itiraz ediyor, Kürt konuşan bir polis tarafından aranmamak ve Kürtçe "neden geldin, ne kadar kalacaksın?“ sorsuna muhatap olmak için, yeni baştan ediyor, insan kuyruğunun ardına geçiyorlardı.
Öfke deliliğin anlık hali ise eğer, Türk devleti kesintisiz delilik krizleri geçiriyordu. Başbakan Erdoğan en başta, bütün sözcüleri, günde bir kaç kere kırmızı çizgilerimiz diye haykırıp tehditler savuruyor, medya pasaportuna Kürdistan damgası basılmasını içine sindiremeyen Türklerin Irak‘a gitmekten vazgeçtiği ırkçılığını yayıyorlardı. Gazeteler, “bölücülük girişimi önlendi" başlığı ile adı Kürdistan olan bebeğin sınır kapısından geri çevrildiğini hikaye ediyorlardı.
Türklerin derdi, büyüktü. “Peşmerge" vatan fedaisi demekti. Ama Türkler, bu deyimi hakaret anlamında kullanıyor, Barzani’yi “Peşmerge" diye kendince aşağılıyorlardı. Medya, aslı, astarı olmadığı halde, Kuzeyden giden bütün gençleri üniversitelere kabul ettiğini, ayrıca isteyene burs vererek, bölücü terörist yetiştirdiğini haber veriyordu. Ayrıca Kuzeyden gidenlere çalışma ve barınma imkanı sağladığını…
Barzani, bütün bunlarla haddini ve Türkün kırmızı çizgilerini aşıyor, bununla da kalmıyor, “birakujî dönemi kapanmıştır" (kardeş katili olma dönemi kapanmıştır) diyerek PKK ile savaşmayı reddediyordu.
Recep Erdoğan, durumdan hoşnut değildi. O, “ey Peşmergebaşı" diye dursun, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt da, düzenlediği basın toplantısında, yeni inşa edilen banka binasının fotoğrafını göstererek, “bu terörist ve bölücü binayı yıkacak güce sahibiz" diyordu.
Bir bina, Türk generalinin ağzından ilk defa terörist ve bölücü oluyordu. Öte yandan, AKP rejimi bu süreçte, Kürtlerin “zengıline" (çan) ot tıkayıp saf dışı ederek, seslerini kısmak için, yeni entrika gergefleri “kirkit"liyor, Irak’da yandaş iktidarı iş başı yaptırma çalışmaları yürütüyordu. Ancak, ülke Kürt, Sünni, Alevi (Şii) diye ayrılıyordu. AKP ise Sünnilerin kılıcı idi. Onlar ise azınlıktaydı.
Başbakan Erdoğan, bu tablodan Türk yanlısı iktidar çıkarmakla görevlendirmişti, “derin stratejili" Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu’nu. Davutoğlu, “tek vatan, tek devlet, tek millet, tek bayrak" sloganlı Müslüman Kardeşler çetesiyle sıkı ilişki ağıyla işe başladı.
Şiileri bölmek için de, kendilerine yakın bulduğu İyad Allavi’yi Başbakan adayı olarak öne sürdü. Cumhurbaşkanlığı için de, Talabani‘ye rakip olarak Müslüman Kardeşler teşkilatından Tarık El Haşimi’yi…
Bölgenin tartışmasız başlıca uzmanlarından sevgili Cengiz Çandar’ın “Mezopotamya Ekspresi" adındaki kitabında anlattığına göre, Talabani sadece Kürt olduğu için, Erdoğan ve ekibi yolunu kesmek istiyorlardı. Maksat ırkçılıktı. Bir Kürdü, yükseklerde görmeye tahammülsüzlüktü. Başkaca bir sebep yoktu.
Ama, entrika çarkı tutmadı. Talabani Cumhurbaşkanı seçildi. Allavi yerine de Nuri Maliki Başbakan oldu.
Güney yönetimi de bu aşamadan sonra yapılandı. Irak Cumhurbaşkanlığı için Talabani’yi destekleyen Mesud Barzani, Kürdistan Bölge Başkanı, Cengiz Çandar’ın “Türkiye’nin adamı" dediği Neçirvan Barzani de Başbakan oldu.
Mele Mustafa Barzani’nin üç oğlu vardı: Lokman, İdris ve Mesud Barzani… Lokman, Devlet Başkanı Hasan El Bekr’in 1970 yılında Kürtlerle yaptığı anlaşmadan sonra, Irak hükümetinde bakan oldu. Ancak, daha sonra öldürüldü. İdris Barzani ise hastalanarak ölünce, Mesud Barzani ailenin varisi olarak kaldı.
“Ortadoğu’nun Playboyu" lakaplı, eğlenceyi, salon oyunlarını ve kendince yaşamayı seven Neçirvan Barzani, İdris Barzani’nin oğlu ve amcası Mesud Barzani’nin de damadıydı.
Onun Başbakanlığı ile Kuzeyliler, ardından da öteki Kürtlerle köprüler yıkıldı. Dostluk, kardeşlik ilişkileri alt, üst oldu. Türk devleti, olanlardan memnundu. Neçirvan, başı okşanarak takdir ediliyor. Onun kişiliğinde Kürt dostluğu övülüyordu, öteki Kürtler topluca düşman diye halı altına süpürülüyordu. Ancak, 16 Ekim 2017 hücumu kanıttır ki, Ankara için “iyi Kürt yok"tu. Yaşayan en iyi Kürt, vakti geldiğinde boynu vurulmak üzere kolları düşük, boynu bükük olarak, teslim olan, hizmete koşandı. Ama vakti gelende, boynuna binilen…
Güney’in utançla dolu “iyi Kürtler"inin hikayesi budur: Hizmet ettikleri kurtlar, vakti gelince dönüp, boyunlarına bindiler. Acısını ise yer yüzünün bütün Kürtleri çekiyor…
872
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA