Kemalistler 1920li yıllarda Koçgiri’de katliama hazırlandıkların da Kürt siyasal hareketinde yer alabilecek bazı aktörleri, çeşitli hilelerle TBBM’sine taşımayı başardılar. Meclise taşıdıkları şahsiyetlerin(Diyap Ağa, Meço Ağa, Hasan Hayri Bey) hem Koçgiri Kürt Hareketine katılmalarını engellediler hem de Lozan’da “Kürtleri de temsil ediyoruz” tezlerine dayanak yaptılar. Türk Devleti, iki ayrı programı eş zamanlı olarak “başarıyla” yürütebilmiştir. Birincisi; Koçgiri’de Kürt ulusal talepleriyle örgütlenen güçleri katliamla ortadan kaldırmak, ikincisi; Kürt hareketine sempatiyle bakan ve içinde olması muhtemel olan aktörleri, “Kürt Sorununu Mecliste çözelim” hileleriyle devre dışı bırakmak. Sonuç Kemalistler için başarı, Kürtler için hüsrandır.
Koçgiri Kürt Hareketi bastırılıp ve Lozan Anlaşması imzalanınca “Kürt Sorununu Meclis’te çözelim” diye ısrarla çağrılanlar, kendilerini dar ağaçlarında buldular. 1923 sonrası gelişmeler biliniyor. 1925-1940 dönemi askeri fetih dönemidir. Art arda İmha etme ve asimile etme programları uygulanır.
1946’da çok partili döneme geçilmesi ile paralel entegrasyon ve asimilasyon bir birini tamamlayan programlar olarak uygulanır. Türkiye, 1950li yıllardan itibaren, biçimsel parlamenter sistem üzerinden; 1920-1925-1930 ve 1938 askeri hareketleriyle dirençleri kırılan Kürt egemen sınıflarını sisteme entegre etmeye başlar. Tek parti cenderesi altında nefesiz kalan Kürt egemen sınıfları, Demokrat Parti iktidarını koruma kalkanı gibi gördüler. Meclise girmeleri teşvik edilir. Yaşı tutmayanların yaşları büyütülerek( Melik Fırat) Meclis’e girmeleri sağlanır.
1960 Askeri Darbesinden sonra yürürlükteki uygulamalara ilaveten, Kürdistan’a ideolojik fetih hareketi başlatılır. “Sağ- ümmetçilik”(Türk-İslam sentezi) ve “sol-enternasyonalizm”(Kemalist-sol) toplumu ağ gibi sarmaya başlar. “Ümmetçilerin” gündeminde Kürdistan sorunu yoktur. Ağırlıklı tezleri Kürt olan Said-i Nursi’nin ayıklanarak piyasaya sürülen yazılarından ibarettir. Kürdistan Sorunu Sol-Kemalistlerin tekeline bırakılır. Bu süreç devam ediyor.
Entegrasyon programlarıyla birlikte, Kürtlerin mali durumu iyi olan ailelerin çocukları okumak için büyük şehirlerin yolunu tutarlar; ancak çocuklar daha mezun olmadan, milletvekili olma düşleri kurmaya başlarlar. Bu süreç yıllar yılı devam eder. Pek çoğunun hayali gerçekleşmez. İçlerinde “şanslı” olanları da yok değil. “Şanslı” olanların başında Ahmet Türk ve Şerafettin Elçi gelir. Biri AP, diğeri CHP ekollünden Türk siyasi hayatına atıldılar. Daha sonraki yıllarda edindikleri deneyimleriyle beraber Kürt siyasetinin “aktörleri” olmayı becerebildiler. Biri CHP, diğeri AP’den siyasete başlayan iki “deneyimli” politikacının yolları 35 yıl sonra BDP’de çakışacaktır!
Kürtler,1920-1923 dönemine benzer bir süreci; 1991-1996 yılları arasında yaşadılar. Bu kez aktörler ve argümanlar farklıdır. 1984 yılında “Bağımsız, Birleşik Sosyalist Kürdistan” şiarıyla silahlı mücadele başlatan PKK, 1991 seçimlerinde SHP listesinden Meclise girmeyi “başarır.” PKK milletvekillerini bünyesinde barındıran SHP, Süleyman Demirel Başbakanlığında Hükümet ortağı olur. Artık PKK’lı vekiller Hükümet ortağıdır. Kürdistan dağlarında çatışmalar sürmekte, kan akmaya devam etmektedir. Öte yandan şehir meyhanelerinde uzun uzadıya bürokrat listeleri yapılmakta, müdürlükler paylaşılmaktadır. Herkeste tatlı bir heyecan vardır. Ama sonuç Kürtler için yine hüsrandır.
1992 yılının Newroz’u milat olur. Kürdistan’da kitlesel katliamlar başlar. HEP kontenjanından seçilen vekillerin bir kısmı SHP’den istifa etmek zorunda kalırlar.
Kürdistan kan-revan içindedir. 20.000 Kürt devletin ilgisi ve bilgisi dahilinde katliama uğrar. Artık Kürt etnik kimliği; öldürülmenin, sürülmenin, tutuklanmanın ve diri diri yakılmanın sebebidir. Kürt katliamından milletvekilleri de paylarını alırlar. Mehmet Sincar, Batman’da hunharca öldürülür. Geri kalanların bir kısmının dokunulmazlıkları kaldırılarak ağır cezalarla karşı karşıya kaldılar. Daha şanslı olanlar Avrupa ülkelerine sığınmak zorunda kaldılar; ancak kendi iradesiyle Meclisi terk eden olmaz! Kovulsak ta, tutuklansak ta, öldürsek te, o Meclis “bizim Meclisimizdir”. “Türk Milletinin” önünde Kemalizm’e biat etmekten kimse bizi alıkoyamaz! Öylesine bir bağlılıktır ki Kürt katliamının adı, “Kürt temsilcileri” tarafından “Faili meçhul cinayetler” olarak adlandırılır ve “unutmaya hazır olduklarını” kamuoyuna açık deklere etmekten imtina etmezler. Böylesi bir tavrın tarihte eşi ve benzeri yoktur.
12 Haziran 2011 Seçimleri ve Genel Durum
12 Haziran 2011 seçimleri devlet açısından hayati öneme sahiptir. Zira önümüzdeki dört yıl Kürdistan Sorunun sürekli gündemde olacağı açıktır. Kuzey Afrika’dan Orta-Doğu’ya bütün bölge alt-üst oluş yaşamaktadır. Kemalizm’i model alan tek partili diktatörlükler al aşağı edilmektedir. Sır ve dert ortağımız Esat hanedanı sıkıntılı günler geçirmektedir. Bütün bu gelişmeler dikkate alınarak, yeni strateji geliştirildiği biliniyor.
Partilerin seçim programları ve aday profilleri; muhtemel “çözüm” senaryoları hakkında yeterli ip ucu vermektedir. Ak Parti, Kürdistan’da ki aday profilinde ciddi değişikliğe gider. Kürtlerin geleneksel ve kasaba eşrafından oluşan; iktidar partisine yakın olmayı kendi çıkarlarına uygun gören kesimlerden “temizler”. Kürt olan ama “Kürtçü olmayan” kesimler ciddi biçimde sukut-u hayale uğradılar. Bunların yerine parti kadrolarına ve uzun süre devlette çalışan üst düzey bürokratlara yer verilir.
Kürdistan’da seçimlere en rahat giren kesim BDP/PKK cephesidir. Tek rakibi Ak Partidir. Ak Partinin Türk orijinli ve iktidar partisi olması, BDP büyük avantaj sağlamaktadır. “Milliyetçi-Muhafazakar” Şerafettin Elçi’nin transferi, HAK-PAR’ın kendi yöneticileri eliyle etkisizleştirilmesi BDP’de manevi bir rahatlama yaratır. Zira BDP söylemleri kadar, halkın karşısına çıkardıkları kadrolar itibariyle de ciddi sıkıntı içindeydi.
BDP/PKK Anayasa değişikliği referandumunda takındığı tutum nedeniyle savunmaya geçmek zorunda kalır. Söylemleriyle yaptıkları inandırıcı olmaktan uzaktır. Anayasa değişikliği, BDP siyasal taleplerine çok yakındır. BDP’nin içine düştüğü açmaz kırılmaya yol açar. BDP, yüksek sesle sorgulanır hale gelmiştir. Kürtler de ilk defa farklı sesler yükselmeye başlar ve yankı bulur.
BDP/PKK seçim siyasetinde değişikliğe gider. Daha çok Türk Solunun marjinal gruplarıyla hareket eden BDP, buna muhalif gözüken gibi bazı Kürt şahsiyetleri de dahil etti. Yapılan bir ittifak değildir. BDP/DTK yöneticilerinin tabiri ile “ yürüyen bir kervana dahil olma ya da omuz vermedir.” Bu hamle ile BDP;
“Çözümün” tartışılacağı bir süreçte tek ses ve tek alternatif olma ideasını sürdürecek, Anayasa referandumunda yaşanan kırılmayı telafi edecek, Kürdistan’da kendisi dışında oluşa bilecek yeni bir siyasal odağın oluşmasına sekte vuracaktır. Son gelişmeler, PKK dışındaki bir kısım örgüt, kurum ve partilerin tartışmalı olan varlık sebeplerini daha da tartışmalı hale getirecek, siyasi kadrolardaki vizyon darlığını berraklaştıracak, güven bunalımını kat be kat artıracak, kişi ve ya grup çıkarlarına dayalı politikaların doğal sonucu olan ilkesizliği, temel ilke haline getirecektir. “Derin devlet örgütlenmesi” ve “Hain-işbirlikçi” gibi karşılıklı suçlamalar, mazide hoş olmayan sedalar olarak kalacak ve ayrı kalmanın verdiği hırçınlık olarak yorumlanacaktır. Hele hele ırkçı-şoven, devletçi bir partide postu serebilme “politik deha” veya “siyasi başarı” nitelendirmeleriyle sohbetlerimizi süslemeye devam edecektir. Aklımıza yeni döneme uygun kadroların devşirilip, çeşitli partilere monte edildiği gelmeyecektir.
Saygılarımla.
03.05.2011
www.peyamaazadi.com