PKK'nin silah bırakma ve fesih kararı ve bu sürecin olası sonuçları
Besê Hozatın açıklamalarında doğru olan bir tek cümle var. O da üçüncü dünya savaşıdır. Üçüncü dünya savaşının Yakın Doğu ve Orta Doğu cephesi epey bir zamandır sıcak bir cephedir. Ve Kürdistan her dört parçasıyla bu savaşın cephe ülkesidir. Onun dışında söylediklerinin ileri tutar tarafı yok.
Gerek Besê Hozat, gerek Cemil Bayat, Duran Kalkan, Abdullah Öcalan birdenbire anti-emperyalist kesildiler. ve Kürtleri emperyalizmden korumaya çalışıyorlar. Bunu kimle yapmaya planlıyorlar? Türkiye ile yapmaya planlıyorlar. Şimdi bölgede İran, Türkiye ve İsrail bölgenin alt emperyal güçleridir.
Doğrudur. Amerika emperyalist bir devlettir. İngiltere, Fransa, Rusya, Çin bunların hepsi emperyalist devletlerdir. Ama Kürdistan'ın emperyalistleri İran ve Türkiye'dir. Yani Irak'ta, Suriye'de büyük ölçüde çözüldü. Emperyal hevesler taşıyacak durumda değillerdir. Kürdistan'ın işgalcileridirler. Ama hem bölgede hem de Kürdistan'ın esas emperyalistleri Türkiye ve İran'dır.
Şimdi burada bir kavram karışıklığı var. Yani emperyalizm kavramı çok eski bir kavramdır. İmparatorlukla aynı kökten gelir. Esas itibariyle yayılmacılık anlamındadır. Fakat Buharin'le Lenin'le beraber işte tekelci kapitalizme emperyalizm dendi. Böyle bir tanımlama var. Ama bir devlete emperyalist demek için orada ille de bir finans kapital egemenliği aramamıza gerek yoktur. Eğer bir devlet yayılmacıysa başka teritorialarda işgal yapıyorsa sınırlarını genişletme hevesindeyse Bu devletler emperyalist devletleridir.
Şimdi bizim temel emperyalistlerimiz ortada dururken İran ve Türkiye ortada dururken dönüp Kürtlere ABD, İsrail, Fransa, İngiltere ile mücadele edin demek Kürt milletini köle durumunda tutma çağrısıdır. Çünkü eğer sen kendi ülkendeki emperyalistleri kovamazsan dünyanın hiçbir yerindeki halklara destekte bulunamazsın. Öncelikle kendi ülkeni emperyalistlerden arındırmak durumundasın.
Eğer kendine devrimciyim, demokratım, yurtseverim diyorsan yurtseverliğin de, devrimciliğin de, demokratlığın da temel ölçüsü kendi işgalcine karşı mücadele etmektir. Ve bu devletlerin Kürdistan'daki işgaline son vermektir. Peki bu Öcalan Besel Hozat'ın buldukları yeni bir formül müdür? Hayır.
Yani gerek Osmanlı İmparatorluğu döneminde yani o işte 1514 çaldıran savaşından başlayan bir dönemde gerek yirminci yüzyılın başlarında gerekse yirmi birinci yüzyılın başlarında Türkiye Devleti ne zaman kendini zorda hissederse aklına birkaç şey gelir. Biri; kürt türk kardeşliğidir. Öbürü de gavura ya da emperyalizme karşı ittifak talebidir. Bu Türk Devleti'nin resmi ideolojisi ve pratiğidir. Dolayısıyla Öcalan kendisi bir şey keşfetmiş bir anti emperyalist strateji çizmiş değildir.
Türk Devleti'nin on yıllardır belki yüz yıllardır sürdürdüğü bir politikanın sözcüsü durumundadır. Orada akıl, konuşan akıl Öcalan'ın ya da PKK'nin aklı değildir. Türk devlet aklıdır. Öncelikle bunu görmemiz lazım.
Bu süreç meselesine gelirsek şimdi önce bu süreç nedir? Bunu doğru anlamamız lazım.
Şimdi bu sürece Türk siyaset tarafı, Türk siyaset sınıfı diyelim, terörsüz Türkiye süreci diyorlar. Peki terörsüz Türkiye nasıl sağlanacak? Kimdir Türkiye'de terör yapan yani şu anda terörlü bir Türkiye var da kim bunu yapıyor da bu silahı bırakırsa terörsüz Türkiye olacak?
Türk siyasetinin buna cevabı bellidir. Terörü yapan PKK'dir. çok tuhaf bir şekilde kendisini inkar ederek Öcalan ve PKK bunu kabul etti. Terörsüz Türkiye için biz kendimizi feshedeceğiz, silahı da bırakacağız dediler.
Şimdi bu terör kavramı hiçbir şeyi izah etmeyen bir kavramdır.
Biz daha çok şiddet kavramını kullanırız ya da silahlı mücadele kavramını kullanırız. Terör terörist kavramı daha çok işgalcilerin kullandığı kavramlardır. Yani devlet dışı örgütler, devletsiz uluslar silaha sarılırlarsa silahın tekeli devletlerde olduğu için bunlara terörist diyorlar.
Bu, devletin tanımıdır. Biz bunu reddediyoruz. Biz diyoruz ki Kürdistan'da şiddetin kaynağı Türkiye Cumhuriyeti'nin, İran Cumhuriyeti'nin işgalci varlığıdır. Terörün kaynağı burasıdır. Biz böyle bakıyoruz.
Ama PKK ve Öcalan bu sürece cevap vererek aslında tırnak içinde terörist olduklarını kabul ettiler. Bu böyle bir süreç. Şimdi PKK tarafı ya da DEM tarafı bu süreci nasıl tarif ediyor? Barış süreci diyorlar, demokratik çözüm süreci diyorlar, demokratik toplum inşa etme süreci diyorlar. Birçok kavram kullanıyorlar bu süreç için.
Peki ortada bir barış müzakeresi var mı? Ortada bir barış müzakeresi yok. İki taraf savaşırsa ya biri diğerini teslim alır, iradesini ona kabul ettirir. Bu barış değil, işgalci savaşın sonuç almasıdır.
Ya da taraflar arasına üçüncü taraflar girer, belli bir müzakere süreci başlar, o müzakere sürecinde anlaşılırsa silah bırakılır. Burada hiçbiri yok.
-Peki hocam özür dileyerek araya giriyorum. Burada bir her ne kadar kabul etmesek de Öcalan ve PKK'nin, Dem Parti'nin hitap ettiği bir kitle var. Dolayısıyla o kitle üzerinden kendini meşrulaştırıyor ve bugün bir süreç, ismine süreç de diyelim yahut işte Türk Devleti'nin kendi başlattığı bir proje diyelim, ne dersek diyelim, Öcalan, Dem Parti ve PKK üzerinden yürütülüyor. Buna karşı yani Peki Öcalan'ın domine ettiği bu kitleye karşı yahut işte bu sürece karşı bunun dışında kalan kitleler olarak bizlerin nasıl bir tavır takılması gerekiyor?
-Birincisi, DEM’in kitleleri, hatta PKK'nin kitleleri bizim kitlelerimizdir. Kürdistanlı kitlelerdir. Son 40 yılda en fazla bedel ödeyen, en fazla gadre uğrayan kitlelerdir. Bu kitlelerle hiçbir sorunumuz yoktur. Bunlar bizim kitlelerimizdirler. Bizim yapmamız gereken teşhir etmektir.
Yani bu süreci teşhir etmek, bu sürecin amacını doğru anlatmaya çalışmaktır. Dem’li, PKK'lı kadrolar da dahil bütün Kürdistanlılara açık çağrıda bulunmaktır. Bu bir çözüm süreci ya da demokratik toplum süreci değildir.
Bu Türk Devleti'nin ilk elde Kürdistan'ın üç parçasında orta vadede Doğu Kürdistan'ı da hedefleyen bir saldırısıdır. Bu saldırının merkezinde şimdilik Küçük Güney vardır, Yanlış olarak Rojava denilen Küçük Güney vardır. Bir tarafı Güney Kürdistan'dır.
Yani Güney Kürdistanlı siyasetçileri de uyarmamız lazım. Israrla bu sürece destek verdiklerini söylüyorlar. Bu sürecin içinde olduklarını söylüyorlar. İki yıldır bu görüşmeleri sürdürdüklerini söylüyorlar. Siz neyi desteklediğinizin farkında mısınız diye onlara sormamız lazım.
Öcalan Kürtleri millet olmaktan çıkaran devlet projesinin sözcüsüdür. Bu projenin temel hedefi Kürtleri atomize etmektir. Bir ulus olmaktan hatta bir toplum olmaktan çıkararak tek tek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kürt bireylere dönüştürmektir bu projenin hedefi.
Peki güneyli siyasetçilere soruyoruz. Siz Güney Kürdistan'dan niye böyle bir çözümü kabul etmediniz? Yani Şex Ebdulselam Barzani'den bu tarafa yüzyıldan fazla bir süredir Güney Kürdistan'da süren bir mücadele var. Ve bu mücadele bir milletin haklarını savunma mücadelesidir.Tek tek atomize olmuş Kürt bireylerinin haklarını savunma mücadelesi değildir.
Kürtler bir millettir. Millet olmaktan kaynaklanan hakları vardır. yurtseverler, devrimciler bu millet olmaktan kaynaklanan haklarını gerçekleştirmek için mücadele ederler. Bunun hedefi de devletleşmektir.
Uzun erimli stratejik hedefi de bağımsız birleşik Kürdistan'dır.
Şimdi bu devlet projesi Kürtleri atomize etmeye çalışıyor. Yani Kürt milleti yok. Kürdistan yok. Kürt kökenli ya da kendisini Kürt sanan, Kürt bilen bazı Kürt vatandaşları var bu cumhuriyetin. Bunlara da eşit vatandaşlık tarif ediliyor. Fakat bu eşit vatandaşlık Kürtler Kürt olmaktan çıktığı zaman gerçekleşiyor. Kürt olarak eşit vatandaş olamıyorsun. Diyarbakırlı bir Kürt'le Edirne'deki bir Türkiye'de pomak her neyse aynı taleplerde bulunacaklar. Bunun adına da demokratik Türkiye deniyor.
Bu doğrudan doğruya ulus ülke hakikatimizi ortadan kaldırmaya yönelik bir projedir. Besê Hozat'a sormalıyız o zaman. Eğer siz de bir Kürdistan'ın varlığını kabul ediyorsanız ve Öcalan’a Kürdistan yurtseveri diyorsanız aynı anda hem Kürdistan yurtseveri hem Türkiye yurtseveri nasıl oluyorsunuz?
Türkiye adında bir yurt yoktur. Türkiye bir devletin adıdır. Osmanlı İmparatorluğu'nun bakiyesi olarak kurulmuş bir devletin adıdır. Türkiye adında bir yurt bu coğrafyada hiç olmamıştır. Şimdi de yoktur. Bu devletin vatandaşlarından oluşan bir Türk milleti de yoktur.
Şimdi kelime oyunlarıyla Türk milleti demeyelim de Türkiye milleti diyelim diyorlar. E peki Türkiye ne demek? Türkiye Türk aidiyetini ifade ediyor. Yani Türkiye sözcüğünün kendisi Türklere ait. Onlara özgü anlamına geliyor. Sen aynı anda hem Kürdistan hem Türkiye yurtseveri olamazsın.
Zaten Türkiye Cumhuriyeti Kürtlerin ulus ve ülke hakikatini ortadan kaldırmakla programlanmış bir devlettir. Eğer sen Türkiye yurtseveriysen çok açık söylüyorum, sen Kürdistan'a düşmansın. Türkiye'deki bütün Türk yurtseverleri, Türkiye yurtseverleri Kürdistan'a düşmandırlar.
Çünkü bu cumhuriyet kurulduğundan bu yana bir ulus inşa projesidir. Farklı coğrafyalardan, farklı yurtlardan, farklı millet ve milliyetlerden oluşan bir topluluktan bir millet çıkarma projesidir. Ve bunun önünde kalan tek engel Kürtlerin ulus ve ülke hakikatidir. Bu yüzden buradan saldırıyorlar. Bu yüzden Kürdistan'ın varlığına saldırıyorlar.
Kürdistan'sız Kürt tanımı da mümkün değildir Kürdistan'da. Yani bugün sen Türkiye'deki diğer bütün etnisiteleri yani Ermeniler, Rumlar hariç ülkesiz tanımlayabilirsin. Türkiye Cumhuriyeti'nin Arnavut vatandaşları var. Bunları Arnavutluk üzerinden tanımlarsın. Pomak vatandaşları var. Bunları Bulgaristan üzerinden tanımlarsın. Peki sen Kürtlerin altından Kürdistan'ı çektiğin zaman Kürt'ü nasıl tanımlayacaksın?
Bir millet toprağıyla millettir. Biz bu coğrafyaya Orta Asya'dan uzak Asya'dan gelmiş değiliz. Bu diğer bütün etnik birimler geldiklerinde zaten Kürtler Kürdistan'da yaşıyorlardı. Sen Kürtlerin altından Kürdistan'ı çektiğin zaman Kürt tanımında olmaz.Bu nedenledir ki Öcalan son çağrısında ayrı devlet, federasyon, otonomi ve kültüralizm, bu tarihsel toplumun sosyolojisiyle uyuşmamaktadır diyor.
Kültüralizm dediğin nedir? Kültür esas itibariyle dildir. Bin yıllar boyunca yaratılmış o topluma üzgü değerlerdir. Sen bu taleplerden de arındırmaya çalışıyorsun.
Yani diyelim ki Kürdistan'ı bir tarafa Kuzeybatı Kürdistan'ı bir tarafa bıraktık. İstanbul'da üç buçuk dört milyon Kürt yaşıyor. Öcalan diyor ki siz orada Kürt toplumu olarak hareket etmeyeceksiniz. Kürt toplumu olarak işte Kürtçe okul ya da İstanbul Belediyesi'nde Kürtler için kontenjan benzeri ulusal demokratik taleplerde de bulunmayacaksınız diyor. Bunlar bizim toplum sosyolojimizle uyuşmuyor diyor. Bu bu kadar açıktır.
Bu projenin hedefi öncelikle Kuzeybatı Kürdistan'da Kürtlerin ulus ülke hakikatini ortadan kaldırarak Kürt toplumunu atomize etmektir. Ve küçük güneyi de Türkiye'nin egemenliğine almaktır. Dolayısıyla Kürt siyasetçilerinin bu süreci doğru anlamaları lazım.
DEM dışında, adında Kürdistan olan partiler çıkıp bu sürece biz de dahil olalım diyorlar. Bu süreç sadece DEM’le yürümesin diyorlar. Biz de orada olalım diyorlar. Bu bir saldırıdır. Bu saldırıya siz niye ortak olacaksınız? Burada Kürdistan meselesi ya da Kürt meselesinin çözümü diye bir proje yoktur. Tam tersine Kürtlerin ulus ülke hakikatini ortadan kaldırmaya dönük bir saldırıdır.
Şimdi bu saldırı meselesine gelince şunları da söyleyeyim.
Dünyanın her tarafında egemenler sadece şiddetle yönetmezler. Yani altüsteryen kavramdır. O devletin zor aygıtlarının yanında bir de ideolojik aygıtları vardır. Zor aygıtları şiddet uygular.
Türk devleti yüz yıldır Kürdistan'da akla hayale gelmeyecek şiddet uygulamıştır. Şu anda bile Kürdistan'ın üç parçasında işgalci bir savaş sürdürmektedir. Besel Hozat onu açıklarken HPG diyor ki Türk Devleti işte iki tane savaşçımızı öldürdü. Kimyasal silahlar kullanıyorlar diyor. Hani siz kardeş olmuşsunuz. Türk Devleti hala şiddetine son vermiş değil.
Şimdi bu şiddete rıza üretmek için ideolojik aygıtlar lazım. Bunlar en başta üniversiteler ve bir bütün olarak milli eğitimdir. Akademileridir, enstitülleridir, Türk Tarih Kurumu'dur, Türk Dil Kurumu'dur. Ve bir de siyaset kurumu var. O da bir yanıyla ideolojik yeniden üretim yapıyor.
Şimdi Kürdistan'a dönük öne çıkan temel argümanlar şunlar. Bir; Devlet Bahçeli'de Öcalan'da diyor ki bin yıllık kürt türk kardeşliği var. Bunu yeniden tesis edeceğiz. Yani Malazgirt'ten bin yetmiş bir Malazgirt'ten alıyorlar. Şimdi bu kuyruklu bir yalandır.
Yani 1071'de Selçukliler var. Bunları Türk saymak zordur. Ya da şimdiki Türkleri, onların devamı saymak zordur. Selçuklilerle Kürtler de hep savaş halinde olmuşlardır. Evet, Malazgirt Meydanı Muharebesi'nde Şedadilerin, Revadilerin bazı birlikler gönderdikleri doğrudur. Mervani Mir'ini rehin almışlardır. Saf değiştirmemesi için rehin almışlardır. Bunun üzerine bazı Mervani askerleri de katılmıştır o savaşa.
Ama savaştan sonra Selçukliler ve Kürtler arasındaki mücadele devam etmiştir. Bin yılda bu bin yılda üç yüz yıllık bir parantez var. Yani parantez diyebileceğimiz bir bölüm var. O da 1514'te bazı Kürt Beyliklilsriyle Osmanlı İmparatorluğu, arasında oluşturulmuş bir ittifaktır Safavillere karşı mücadelede. Bu da bir Kürt-Türk ittifakı eşitliği, kardeşliği değildir. Bu bir siyasi ittifaktır. Bu ittifakta da zararı çeken Kürtler olmuştur.
Bundan yararlanan imparatorluk olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu olmuştur. Çünkü Kürt beylikleri Osmanlıların üst egemenliğini tanıyarak bir ittifakta bulunmuşlar. Yani öncesinde bir miri miran oluşturulursa iki devlet arasında da ittifak kurabiliriz denmiş. Ama sonradan Yavuz'un akılmentleri Kürtlerle böyle bir ittifak yaparsan Kürtlerle başa çıkamasın demişler. Kürt milletleri arasındaki çelişkiler, belki İdrisi Bitlisi'nin rolüyle Kürt mirlikleri Osmanlı üst egemenliğini tanıyarak Safavidlere karşı mücadelede savaşmışlar çaldıranda.
300 yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu bu mirliklerin hepsine savaş açmıştır. Ve 19. yüzyılın başından ortasına kadar yani 1847'ye kadar Kürdistan mirliklerinin Osmanlı ile savaşını görüyoruz. Ondan sonra Kürdistanlı şeyhlerin başkaldırılarına tanık oluyoruz. İşte Şeyh Ubeydullah Nehri başkaldırısı.
20. yüzyılın başından bu yana da Kürt milleti işgali sona erdirmek, özgürlüğe kavuşmak için bu devletle savaşmıştır. Tablo buyken Sen bin yıllık kardeşliği nereden uyduruyorsun? Ortada böyle bir kardeşlik yok. Zaten kardeşlik böyle üzerinde durulacak, abartılacak bir ilişki biçimi de değildir. Yani bu kavram Fransız devrimiyle girdi siyasi literatüre. O da eşitlik, özgürlük ve kardeşlik olarak literatüre girdi. Bunların literatüründe yani Öcalan Bahçeli literatüründe eşitlik yok, özgürlük yok, kardeşlik var. Bunun adı bu köleliğe kardeşlik demektir.
Eğer ortada eşitlik yoksa, özgürlük yoksa ve sen kardeşlikten söz ediyorsan bu kardeşlik değil, köleliktir. Bu teslimiyettir. Bunu doğru anlamamız lazım. İkinci argümanı şudur Öcalan'ın ve Selahattin Demirtaş'ın bu devlet hepimizin devletidir.
Günümüzde dünyanın hiçbir yerinde herkesin devleti olan bir devlet yoktur. Devlet adı üzerinde bir baskı aracı, bir iktidar aracıdır. O toplumda hangi sınıf ve tabakaları egemense ya bir sınıf kendi başına ya sınıflar koalisyonu halinde bir devleti yönetirler.
Dolayısıyla dünyanın hiçbir yerinde herkesin devleti olmayan devlet Türkiye'de nasıl oluyor da Türkiye Devleti hepimizin devleti oluyor? Türkiye Devleti öyle bir devlet ki varlığı Kürdistan'ın yokluğu üzerinde kurulmuş, böyle bir devlet nasıl oluyor da Kürtlerin de devleti oluyor?
Selahattin Demirtaş hızını alamamış, İran, Suriye, Irak için de aynı şeyleri söylüyor. Onlar da yani İran, Doğu Kürdistanların da devletidir. Irak, Güney Kürdistanların da devletidir. TTS ve Hulani Yani bir çetedir bunlar.
Bu çetenin yönetiği devlet Selahattin Demirtaş'a göre Küçük Güney'deki yani Rojava'daki Kürtlerin de devletidir. Şimdi ilk başta belki bu... Kürtlerin devleti.
şimdi yani diyelim ki bir Bask bir Katalan şu anki İspanya devletine kendi devleti diye bakabilir. Gerçi bakmıyorlar. Biliyorsun Katalanlar bağımsızlık referandumu yaptılar. Güney Kürdistanlar bağımsızlık referandumu yaptılar.
Meclisleri orduları işte ayrı bir ekonomileri olduğu halde bağımsızlık referandumu yaptılar. Bu devletlerin özelliği bunlar Kürdistan düşmanı devletler, işgalci devletler, senin ülkeni işgal etmişler. Şu anda Kürdistan'ın dört parçasındaki işgalci asker sayısını toplasan bir milyona yakındır.
Peki nasıl oluyor da senin ülkeni işgal etmiş olan bu devletler senin de devletin oluyor? Şimdi bunların tamamı ideolojik saldırılardır. Yani bu Öcalan Bahçeli sürecinin bir ayağı da bu ideolojik saldırılardır. Ve bizim tek görevimiz bunları teşhir etmektir. Yani küçük güne için söylüyorum.
Bugün eğer mazlum Kobani'nin adının başında bir general rütbesi varsa bunu orada DAİŞ'le mücadelede şehit olan on üç bin Kürdistanlı gencin sayesinde o rütbeyi almıştır. Ve bu gençlerimizin çoğu TTC ve Gulanile savaş içinde ölmüşlerdir.
Kaç gündür Halep'te SDG'nin HTC'den HTC'nin SDG'den esir aldıkları insanları takas ediyorlar. Şimdi hal buyken Şam'daki çeteye ve o çetenin yönettiği devletimsi yapıya, sen Kürtlerin de devletidir diyorsan bu on üç bin gencin kanına ihanet etmiş olursun.
Çünkü o on üç bin Kürdistanlı genç Küçük Güney'in özgürlüğü, bağımsızlığı için şehit düştüler. HTŞ'nin Demokratik Suriye'si için şehit düşmediler bunlar.
-Kürdistan kelimesi olan partilerin bu konuya bu sürece dahil olmak istekleri bu noktada bu ııı sürece dahil olmak dışında kalmaktan daha avantajlı bir durum sağlayamaz mı?Yani DEM partinin Öcalan'ın tamamen domine ettiği bir süreç olmasındansa Kürt'e hassasiyetlere sahip kitlelerin de süreci dahil olması belli başlı en azından kısa vadede de olsa belli başlı kazanımların elde edilmesi anlamında bir strateji olamaz mı? Bunu sormak isterdim. Buyurun.
Tabii bizim siyaset sınıfı artık okumuyor. Yetmişli, seksenli, doksanlı yıllarda okuduklarını da unuttular. Biz eskiden böyle tavır alışları oportunizm diyorduk. Oportunizm esas bariyle kısa vadeli çıkarları için uzun vadeli çıkarları göz ardı etmektir.
Ve maalesef siyaset sınıfımız neredeyse bir bütün olarak oportunisttir. Bunu nerede görüyoruz? Sabah akşam HDP'ye küfür ettikten sonra seçim zamanı gidip HDP dem milletvekili olanları da görüyoruz. HDP dem listesiyle mebus pazarlıkları yaparken görüyoruz.
Bir belediye başkanlığı için o güne kadar söyledikleri her şeyi yutanları görüyoruz. Bu opportunizmdir. Bunun Kürt ulusal kurtuluş mücadelesine de hiçbir yararı yoktur. Tam tersine zararı vardır.
Yani sen bir saldırıyı çok yönlü bir saldırıyı geleceğiz diğer parçalarla ilgili hesaplarını Türk Devleti'nin çok yönlü siyasi, askeri, ideolojik bir saldırıyı çözüm olarak yansıtıp o çözümü bir parçası olmak istiyoruz.
Bir anlamda meşrulaştırıyorsunuz esasen. Durum kabul edilir bir yanı yoktur ki. Bunu yapan partilerin ciddi bir kitle gücü yoktur. Siyasal gündemde yer alabilecek durumda değillerdir. Bu durumda yapılması gereken tek şey ilkelere dayalı bir siyasi duruş sergilemektir. Biz sizden değiliz demektir. Bu bize karşı bir saldırıdır.
Bu bir çözüm falan değildir. Şimdi eğer bu bir işte kardeşlik süreciyse Erdoğan ve Bahçeli HTŞ'e ve Golani'yi destekleyip onlar üzerinden SDG'yi niye teslim almaya çalışıyor? Retoriğe baktığımız zaman kardeş olan Kürtler ve Türklerdir. Peki orada sen niye HTŞ ve Golan'ı ile kardeşsin? Ve SDG'yi teslim olmaya zorluyorsun. YPG, YPJ de bu sürecin bir parçasıdır, onlar da silah bırakmalıdır diyorsun. Kiminle kardeşlik yaparak bunu yapıyorsun? Golani adındaki bir terörist vahşi HTŞ adındaki bir çeteyle yapıyorsun bunları.
Bunların ne Suriye içinde ne dünyada hiçbir meşruiyetleri yoktur. Ve sanılmasın ki HTŞ ve Gulani üzerinden Kürtlerin de içinde olduğu bir demokratik Suriye ulusu inşa edilebilir. Böyle bir şey mümkün değildir.
ABD ve İsrail geçici çıkarları için onu kullanıyorlar. Türkiye'de bunu kalıcılaştırmaya çalışıyoruz. Şimdi bakın Suriye'de Alevi Araplar içinde bir rıza üretebilmiş değildir. Kürtler üzerinde içinde bir rıza üretememiştir. Ermeni Süryaniler üzerinde üretememiştir. Dürziler üzerinde üretememiştir. Geriye kalan Sunni Arap çoğunluktur.
Bu Sunni Arap çoğunluk da zannedildiği gibi hepsi gulani gibi cihadist terörist bir devlet inşa etmek isteyen bir mecmua değildir. Yani bunların kitle tabanları Hama dır. Şam'da bir azınlıkları var. Işte Dera Zor, Rakka'da belki var.
Bunun üzerinden demokratik bir Suriye ulusu inşa etmek ne mümkündür, ne gereklidir, bu bir dayatmadır ve bu başarısızlığa mahkumdur.
Özür dilerim hocam. Madem konu Rojava, o zaman ben Rojava ile ilgili sorumu sorayım. Çünkü Rojava ile ilgili son zamanlarda bazı gelişmeler de var.
Biliyorsunuz, Semavi Bey katıldığı programda, bizim Kanit TV'de katıldığı programda Rojava konusunda Abdullah Öcalan'ın Türk Devleti'ne bir güvence verdiğini söyledi. Hemen ardından Tayyip Erdoğan'ın bir açıklaması oldu ve SDG'nin silahlarını Şam Yönetimi'ne teslim etmesi gerektiğini söyledi.
Yani buradan anlıyoruz ki Türk Devleti'nin asıl hedefi zaten Rojava.
Dün itibariyle de Recep Tayyip Erdoğan gene bir çağrıda bulunarak, hatta bir nevi tehditte bulunarak SDG'nin ayak direnmeyi bırakıp yani oyalamayı bırakıp silahlarını teslim etmesi gerektiğini o Şam ordusuna entegre olması gerektiğini söyledi. Öte yandan eee Alder Halil'den bir açıklama gelmişti. Kamuşluo'daki konferansa rağmen Şam yönetimiyle eee süreci PYD adına tek başına yürüteceğini belirtmişti.
Programı izlediyseniz Altan Bey'le bu soruyu yönelttiğimde şöyle bir durumla şöyle bir cevap verdiğimizde dedi ki ııı orada Kürt nüfusu durmak için de söylüyorum yüzde kırk beş gibi bir şey. Dolayısıyla azınlık durumdayız. Orada bir özel yapı gerçekçi değildir.
Onun dışında işte belki ana dilde eğitim hakkının alındığı esasen Türk devletinin biraz da orada planladı. Semavi B'ye dayanarak söylüyorum. Planladığı şeyleri bir anlamda söylemiş oldu. Ana dilde eğitim aslı unsur olarak ııı bulunmak, tanımlanmak anayasada.
Işte bunun dışında belki ııı yerel yöneticilerin seçilmesi noktası falan vardı. Bu tarz bir ııı şey söylemişti. Iıı ben şunu çok sizin perspektifinizden görmek dinlemek isterim. Rojava konusunda özellikle Kürtlerin tavrı ne olmalı?
On üç bin tane insanımız orada herhalde Suriye daha demokratik bir hale gelsin yahut işte kendi elimizle elde ettiğimiz kazanımları altın tepsiyle Türkiye istedi diye Suriye Şam'a bir terör örgütüne hatta teslim edelim diye ölmediler. Bizim buradaki tavrımız ne olmalı? Ne düşünüyorsunuz? Değerlendirmenizi alabilir miyim?
Evet birkaç soru sordun. Unutursam hatırlatırsın. Bir taraftan başlayıp anlatmaya çalışayım.
Birincisi Abdurrahim Semavi benim için referans değildir. Çocuk denilecek yaşta içeri girmiş. Öyle gözüküyor ki içeride akıllanmış. Çıktıktan sonra akıllı işleri yapmaya başlamış.
2012-15 sürecinin akil adamlarından biridir. Bu son Bahçeli Öcalan sürecinde rıza üretme mekanizmalarından birisidir Abdurrahim Semavi. Abdurrahim Semavi'nin kendisinin söylediği bir şey yoktur. Milli İstihbarat Teşkilatı'nın ona verdiği bilgilerdir.
O bilgiler üzerinden Kürt toplumu içinde rıza üretmeye çalışıyor. Ve maalesef bütün Kürt Kürdistani televizyonlarda Abdurrahim Semavi'yi görüyoruz. Onu konuk almaya bir itirazım yok ama konuk alıyorsanız bari bunları da sorun yani. Türk televizyonlarında pek rastlamış değilim Abdurrahim Semavi'ye. Daha çok Kürt televizyonlarında görünüyor. Ve Bahçeli Öcalan sürecinin nasıl iyi bir şey olduğunu, nasıl Kürdistan'ın dört parçasında birlikte kurtulacağımızı falan balandıra balandıra anlatıyor.
Kimsenin bilmediği şeyleri söylüyor. Bizim bir sahadayız. Mücadele içindeyiz. Bizim bilmediğimiz şeyleri Abdurrahim Semavi biliyorsa çok açıkça söylüyorum ki bunu Milli İstihbarat Teşkilatı'ndan öğreniyor.
Bunlar da bilgi değil rıza yani bu sürece rıza üretmek için piyasaya sürülmüş boş argümanlardır. Dolayısıyla o benim için asla bir referans olamaz. Türk tarafında sırı süreye paşa vardı. O bir işleri yapıyordu.
Türk tarafının Kürt hareketi içindeki misyoneri olarak Sırı Süreyya Paşa 1920'lerde Revanduz'da Özdemir Paşa'nın yapmaya çalıştığını yapıyordu. O da diyordu ki biz bunu kendi aramızda çözemezsek yetmiş iki millet müdahil olur diyordu. Hiç kimse karışmasın biz kendi aramızda çözelim diyordu.
Oysa Kürdistan meselesi hem milletler arası hem devletler arası bir meseledir. Bu meselenin oluşmasında başlangıçta Fransa ve Britanya'nın çok ciddi müdahaleleri vardır, çok büyük sorumlulukları vardır.
Safavid İmparatorluğu'nun artığı olan İran Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu'nun artığı olan Türkiye Devleti de bunlarla birlikte iş tutmuştur. Yani emperyalistlerle iş tutarak kendi devletlerini kurmuşlardır. Şimdi de Kürtlere gelin, emperyalistler bizi bölmeye çalışıyor, gel biz bize konuşalım.
Biz bize niye konuşacağız? Bu hem milletler arası hem devletler arası bir meseledir. Şimdi bunun ötesine geçersek yakın doğuda son iki yılda ki çatışmalardan sonra İran'ın direniş ekseni çöktü. Bu direniş ekseni Tahran'da başlayıp Bağdat, Şam, Beyrut, Gazze ve Yemen'de biten bir eksendi.
Bu eksenin ortası çöktü. Gazze, Lübnan ve Şam çöktü. Yemen her gün ABD ve İsrail tarafından bombalanıyor. Irak özellikle Heşidi Şabi ABD ve İsrail'in hedefindedir. Irak devletini uyarıyorlar. İran'la Trump bir tehdit ediyor, bir rüşvet veriyor.
Bir İsrail sana saldıracak, ben engelleyeceğim falan diyor. Ama şöyle söylemek yanlış olmaz. İran'ın kolu kanadı kırıldı. Burada yani bu ekseni İran domine ediyordu. Şimdi bunu kim domine edecek? Türkiye öne çıktı. Bunu ben yapacağım diyor.
Yani ABD'yle görüşmelerinde diyor ki Pol kampını korumaktan Daeş'e karşı mücadeleye kadar senin bölgedeki bütün işlerini ben yapacağım diyor. Yeter ki sen Küçük Güney'deki Kürtlerle ilişkilerini kes, yardımlarını kes diyor. Türkiye'nin korkusu ne? İsrail bu boşluğu domine etmeye çalışıyor.
Büyük ölçüde domine ediyor İsrail. İsrail güçlü, merkezi bir Suriye istemiyor. Hem komşusu hem düşman saydığı bir devlet. Bu nedenledir ki Gulan-i Şam'a gittiğinde daha yoldayken İsrail bütün askeri hedefleri bombaladı. Hala Şam'ın güneyindeki bölgeye Fetöşe ordusunun girmesini engelliyor.
Orada Dürzilerle bir takım ittifakları içine giriyor. Şimdi gelelim bu sürecin başlangıcına. Bu sürecin başlangıcı neydi? Erdoğan meclisin açılışında konuşurken daha Lübnan'da ateşkes imzalanmamıştı. Lübnan'dan sonra İsrail'in hedefinde bizim ülkemiz var dedi.
Şimdi bu da diğerleri gibi kuyruklu bir yalan. Çünkü Türkiye NATO devleti, Avrupa Birliği aday üyesi, İsrail'de, Orta Doğu'daki, yakın doğudaki NATO'dur. Dolayısıyla İsrail'in Türkiye'ye saldırması gibi bir ihtimal yoktur. Peki Türk Devleti'nin tehdit olarak algıladığı ne?
Türk Devleti'nin tehdit olarak algıladığı şudur. Lübnan düşerse Suriye'de düşecek. Suriye'de de en örgütlü, en silahlı, en savaşkan kesim Kürtlerdir. Bunlar İsrail ile ittifak yaparlarsa bizim güneyimiz komple gitti. Zaten bir Güney Kürdistan var. Yanına bir de küçük güney yerleşirse eninde sonunda bunlar birleşecekler. Biz artık Diyarbakır'ı yönetemeyiz. Bu sürecin başlamasının esas nedeni budur. Türk Devleti'nin Kandil'deki askeri varlıkla ciddi hiçbir sorunu yoktur.
Son sekiz yılda Kuzeybatı Kürdistan'da PKK'nın gerçekleştirdiği bir tek askeri eylem yoktur. Şimdi diyorlar ya PKK silah bırakırsa terörsüz Türkiye olur. Son sekiz yılda PKK'nın Kuzeybatı Kürdistan'da yaptığı bir tek askeri eylem yoktur. Sadece Mersin ve Ankara'da üç tane eylem koydular.
Orada da altı fedailerini kaybettiler. Dört beş tane sivil öldürdüler Ankara'da. Halbuki bizim buna Kürdistani partilerin, Kürdistan'ı düşünenlerin buna şöyle yanıt vermesi lazım. Terörsüz Türkiye istiyorsanız Kürdistan'daki işgale son verin. Işgal en büyük terör eylemidir.
Işgal en büyük şiddet eylemidir. Yani sen Kandil'deki diyelim bin mi iki bin mi üç bin tane silahlı adamı gösterip Şiddetin kaynağı bunlardır diyorsun. Oysa biz görüyoruz ki şiddetin kaynağı işgalciliktir.
Sen yıllardan beri Güney Kürdistan'da, Küçük Güney'de, Kuzeybatı Kürdistan'da aralıksız şiddet uyguluyorsun. Kimse bu şiddeti sorgulamıyor.
Şimdi PKK ortadan kalkar mı kalkmaz mı bilmiyorum. Ben PKK'nın kendisini feshetmesi, silah bırakmasını tartışmıyorum.
Bu ideolojik saldırının bir parçası olarak değil PKK kongresini toplasa dese ki kırk yıldır mücadele ettim, bir sonuca ulaşamadım. Öyle gözüküyor ki benim siyasetimde, ideolojimde, stratejimde ciddi sıkıntılar var. Kürd milletinden özür diliyorum. On binlerce Kürdistanlının ölmesine sebep oldum. Ben silahı da bırakıyorum, örgütü de fesh ediyorum derse desteklerim.
PKK ben kendimi feshettim, silahları bıraktım dediği zaman PKK ortadan kalkmıyor. PKK'nin kongre bildirisinde diyor ki yani biz silah bırakacağız, PKK'yi feshedeceğiz ama Kürdistan'ın dört parçasında dünyanın her tarafında Kürtler arasında demokratik örgütlenmemizi güçlendireceğiz diyor.
Dolayısıyla bu yani bu meselenin olağan formu demin söylediğimdir. Evet dünyanın hiçbir yerinde kırk yıl mücadele edip on binlerce insanın kaybına yol açıp binlerce köyün yakılıp yıkılmasına sebep olup Kürdistan'da kayıp vermemiş hane yoktur. Kürdistan'da çocukları zindana girip çıkmamış, tekrar girip orada kalmamış hane kalmamıştır. Bütün bu bedellerle hiçbir somut kazanım elde edemeyen bir örgütün bunu anlayarak kendini feshedip silah bırakması olumludur. İşin olağan formu budur yani.
Bunun için ne Bahçeli'ye, ne Erdoğan'a, ne Öcalan'a ihtiyaç yoktur. İşin başındakiler görüyorlar tabloyu. Bu pazarlıkta bırakırlar mı, bırakmazlar mı, feshederler mi, etmezler mi? Bunlar şimdiden belli değil. Çünkü ortada açık ilerleyen bir süreç yok. Yani arka planda ne konuşuyorlar bilmiyoruz.
Abdurrahim Semavi bize anlatıyor ne konuşulduğunu. PKK, kendisini fesh etmek için hangi hukuki değişiklikler istiyor? Mesela bir yargı paketi açıklandı iki gün önce sanıyorum. Dem Parti'de, CHP'de böyle bir yargı paketi olmaz, bu demokrasiyi genişletmiyor, daraltıyor dediler.
Dolayısıyla işin o tarafı onların bileceği iştir. Biz kendi işimize bakmak durumundayız. Küçük Güney'de Rojava denilen Küçük Güney'de bir ulusal birlik konferansı düzenlendi. Bu konferanstan sonra bir bildiri yayınlandı. Sonra daha geniş bir bildiri yayınlandı.
Kürdistan'ın her dört parçasından ciddi bir destek aldı bu birlik. Bunun üzerinde de bir aydan fazla bir zaman geçti. O günden bugüne kadar bu birlik bir tek somut adım atmadı.
Ne bir ortak heyet oluşturdular, ne programatik bir açıklama yaptılar, Yani o konferansta iki üç tane önemli ve bence olumlu hat vardı. Yani ‘EY raqip’ le açıldı. Kürdistan bayrağı vardı. Sonuç bildirisinde Kuzeydoğu Suriye için değil Rojava için birlik, biz bundan sonra Rojava üzerinden ilişki kuracağız dışarıyla dediler. Bunların her üçü de önemliydi.
Fakat bu kadar süre geçtiği halde hiçbir somut adım atılmadı. Halbuki acele etmemiz lazım. Orada yerleşmemiş bir devlet var. Henüz ortada ciddi bir devlet yapısı yok.
Yani şu anda bütün dışarıdaki devletleri hariç tutarsan HTŞ işte İhvan Müslüm'ün diğer bütün cihadis örgütler toplansa PSD'yle savaşamazlar. Hem donanım olarak hem askeri kabiliyet olarak PSD onlardan daha güçlü. Onların zamana ihtiyacı var. Bizimse acele etmemiz lazım.
Çünkü onlar bu zamanı bir sistem oturtmak, bir devlet oluşturmak için kullanacaklar. Bu işi bittiği gün de Kürdistan'a saldıracaklar. Bunu biliyoruz. Şimdi diyecekler ki nereden biliyorsun? 1979 Hümeyni darbesinden biliyorum.
Tudeh başta olmak üzere bütün Kürt örgütleri Hümeyni'yi desteklediler. İki iki buçuk sene sürdü. Yerleştikten sonra Hümeyni rejimi ilk hedefi Kürdistan'dı. Kürdistan'a saldırdı. Binlerce komünisti, binlerce Kürdistanlı devrimciyi yurtsever katletti. Biz bunu buradan biliyoruz.
Biz bunu 1919-23 ten biliyoruz. Mustafa Kemal'in elini öpmediği Kürdistanlı şeyh kalmadı. Kürt Türk kardeşliği, İslam kardeşliği adına Mustafa Kemal'in elini öptüğü o şehlerin büyük çoğunluğu ya öldürüldü ya sürgüne gönderildi. Yirmi üçten sonra. Biz bunu buradan biliyoruz.
Şimdi Kürt tarafının tarih bilinciyle davranması lazım. Ve acele etmesi lazım. Acele ederken yapılacak iş şudur. Biz bir ulusuz ya da bir ulusal topluluğumuz. Nasıl tanımlıyorlarsa tanımlasınlar. Şurası da bizim yurdumuz. Biz burada kendi kendimizi yöneteceğiz.
Kırk üç kırk dört tane siyasi parti böyle üç satırlık bir bildiri yayınlasa hepimiz rahat edeceğiz. Ama yapmıyorlar. Niye yapmıyorlar?
Bir taraftan Türkiye Öcalan üzerinden müdahil oluyor. Öbür taraftan Kandil henüz ne yapacağına karar vermemiş görünüyor. İran ekseninden tümüyle çıkacak mı, çıkmayacak mı?
Kandil'le Öcalan'ın ilişkisi bir ölüm ilişkisidir. Ne birbirleriyle oluyorlar ne birbirlersiz oluyorlar. Yani orada daha altı ay önce Cemil Bayık, savaşı yürüten benim, silah bırakıp bırakmamaya da ben karar veririm, Öcalan karar veremez diyordu.
Şimdi 2000'de de PKK'yı feshettiler. Yerine Bilim Sanat Komitesi kurdular. Başında da Cemil Bayık. PKK'yı feshettiklerini söylediler ama PKK durduk yerde duruyordu. 2004'te o dönemin darbeci generalleri istedi diye bir silahlı savaş kararı çıkartıldı 2004'teki kongreden. ve PKK yeniden kuruldu dediler.
Bu sefer nasıl olacak henüz bilmiyoruz. Gelişmeleri izleyip bakmamız lazım. Ama küçük güneye bu her iki kanattan da ciddi bir tazik oldu. Özellikle Türkiye'nin Öcalan üzerinden sürdürdüğü ve Aldar Halil bunun temsilcisidir. Bu ilişkinin temsilcisidir.
Çünkü Aldar Halil bu Dohuk Hewler anlaşmaları sırasında da aynı işlevi gördü. Burada bütün sorumluluk Mazlum Kobani'nindir. Mazlum Kobani, 13 bin Kürdistanlı gencin kanı pahasına kazandığı generallik rütbesinin hakkını vermelidir. Bu, bu şehitlere borcudur.
Dar parti çıkarları kardeşlik nutukları bu şehitlerin kanına ihanettir. Genel Mazlum'un bunu bilmesi lazım.
Burada bir diğer sorunumuz da Güney Kürdistan yönetimidir. Maalesef Güney Kürdistan yönetimi 2012-2015 İmralı süreçlerine de dahil oldular. 2015 ten sonra PKK'de devlette siz bir işe yaramazsınız dediler.
Tarih bilinciyle davranmıyorlar. Var sayıyorlar ki Türk Devleti onları PKK'den kurtaracak. Böyle bir şey yok. Kurtulmak istiyorsanız bir ulusal birlik hükümeti kurun. 200 bin peşmergeniz var. Altı ay mıdır? Sekiz ay mıdır? Güney Kürdistan'da bir seçim yapıldı. Hala bir hükümet yok.
Şimdi bu haliyle bir de Bahçeli Öcalan sürecinin bir parçası oldular. PDK, YNK, Yekurtu İslami peş peşe açıklamalar yaptılar. Biz bu süreci destekliyoruz. Yahu insaf edin. Tamam anladım. Sizin PKK'nin silahlı gücüyle sorununuz var. Bu sorundan Türk Devleti sizi kurtaramaz. Siz ulusal birlik hükümeti kurarsanız milletiniz sizinle beraber, kurtulabilirsiniz.
Güney Kürdistan yönetiminin bu Türkiye hayranı yaklaşımları Küçük Güney'de de işi zorlaştırıyor.
Çünkü eğer Güney Kürdistan yönetimi başta Mesut Barzani ciddi bir Kürdistani tutumla Küçük Güney'e sahip olsa Küçük Güney'in hem devletler düzeyinde hem de Öcalan ve Türkiye'ye karşı bir ciddi güven alır. Ama bunu yapmıyorlar.
Yani sen Türkiye'de Bahçeli Öcalan projesinin bir parçası olursan sen Küçük Güney'e ne yapabilirsin? Küçük Güney’e bir şey yapmadan önce Güney Kürdistan'da bir hükümet kurun. Bir ulusal programınız olsun.
Yani 2017 de siz bağımsızlık referandumu yaptınız. Bu bağımsızlık referandumuna katılanların yüzde doksan üçü ben bağımsız devlet istiyorum dedi. Iki bin on yediden bu yana Güney Kürdistan'da meşru siyasetin referansı bağımsızlık referandumudur. Siz bağımsızlıkçı değilseniz referanduma ihanet etmişsinizdir. Milleti referanduma siz çağırdınız. Milletl de yüzde doksan üç gibi dünyanın hiçbir yerinde belki görülmemiş bir yüzdeyle bağımsız devlet istiyoruz dedi. Tamam reel politik güçlükler, iç ihanetler, kerkük faciası ama duruşunuzun bağımsızlıkçı olması lazım.
Yani bana göre şu anda Güney Kürdistan'daki partilerin eğer programında bağımsızlık yoksa bunlar meşru partiler değildir. Millete gitmişsin, millet sana demiş ki bağımsızlık istiyorum. Programına koyarsın, gününü beklersin, mücadele edersin ama programın referandumu referans almak zorundadır.
Bu ciddi bir handikapımızdır. Yani Güney Kürdistan'ın bu Türkiye meyilli politikası küçük güneyde de bizim ciddi bir handikapımızdır. Çünkü geçenlerde Mesut Barzani'yi dinledim. Mesut Barzani diyor ki herhangi bir yerde bir sorunun barışıl çözümü mümkünse silahlanmak ihanettir. Bunu kim söylüyor? On beş yaşından bugüne kadar elinden silah bırakmamış Mesut Barzani söylüyor. Peki bunu niye söylüyorsun?
Silahsız millet köle millettir. dünyada silahlanıp kendi kendini yönetmeyen ne kadar millet varsa bunlar köle millettirler.
Güney Kürdistan'da Enfal'dir, Halepçe'dir, bütün bunlara rağmen çok az sayıda peşmergeleri kalmıştı PDK ve YNK'nin. Onlar olmasaydı bugün federal bir yönetim olmaz di.
Şimdi siz bunu öyle bir konjonktürde söylüyorsunuz ki sanki Türkiye'de ve Suriye'de Kürdistan meselesinin barışıl bir çözümü gündemdedir. Onun için kim silah bırakmazsa haindir. Bu olmaz. Bu bir Kürdistan'ı lidere yakışmaz.
Çünkü hepimiz biliyoruz ki Türk Devleti'nin bu süreçteki esas hedefi Kandil'i silahsızlandırmak değil, Küçük Güney'i silahsızlandırmaktır. Bu bir diğer noktası.
Şimdi Suriye'de ve Küçük Güney'de olan gelişmeler üçüncü dünya savaşının bir parçasıdır.
Bütün dünya savaşlarında temel hedeflerden biri, enerji kaynakları ve enerji yollarının hakimiyetidir. Bugün dünyada iki tane global enerji projesi var. Biri Çin’ın İpek yolu buraya bilmem kaç trilyon dolar yatırım yapmış altmış devletle de anlaşma imzalamış Çin. Diğeri de Hindistan'ın baharat yoludur.
Bölgemizde Türk Devleti birkaç yıl önce Irak'la ve Katar'la ya da Saudi'yle sanıyorum bir kalkınma yolu projesi gündeme getirdi. Çünkü Türkiye Devleti bu her iki global enerji projesinin dışında kaldı.
Akdeniz'deki enerji projesinde de İsrail, Kıbrıs, Yunanistan, Fransa ve Mısır bir ittifak oluşturdular. Türkiye onun da dışında kaldı. Türkiye bu enerji yollarında rol sahibi olmak istiyor.
Bu kalkılma yolu projesi, onlara göre Suudi Arabistan'dan gelecek, Güney Kürdistan'la küçük güneyin sınırından Türkiye'ye gelecek, buradan da Avrupa pazarlarına gidecek. Yani Güney Kürdistan'ı da baypas ediyorlar.
Hani kardeşler ya Bir enerji yolunda bile Güney Kürdistan'ı baypas ederek yol yapmaya çalışıyorlar. Şimdi tam orada bir David Koridoru var. Davut Koridoru, Kürtlerin Selahattin Eyyubi Koridoru dedikleri bir koridordur bu.
Bu da Küçük Güney'le Güney arasından başlayıp Ürdün, işte İsrail, oradan Akdeniz'e ulaşan bir enerji yolu koridorudur. Türkiye Cumhuriyeti niye silahsızlandırmak istiyor Küçük Güney'i? Çünkü enerji yolları güvenlik ister.
Eğer o yolların yakınında senin kontrol edemediğin silahlı güçler varsa kimse o yola yatırım yapmaz. Hedefinde bu nedenle Küçük Güney merkezi bir rol oynuyor. Bu noktada Güney'le Küçük Güney'in ortak irade gösterip bu koridoru kontrol altında tutmaları lazımken Güney henüz bir hükümet kuramadı. Küçük Güney bir konferans hazırladı, bir konferans düzenledi. Ama hiçbir pratik adım atmadı ve Aldar Halil diyor ki biz Şam'la özel yönetim adına görüşeceğiz. Eğer diğer Kürt tarafları, yani Kürt Birliği de gelirse bu özerk yönetimin bir parçası olacaktır.
Zaten Aldar Halil'in eskiden beri NKS'li partilere dayattığı odur. Gelin bize teslim olun. Bizim irademizi tanıyın, o zaman gelebilirsiniz diyordu. Bir anlaşma, bir ittifak, yekrezi dedikleri bir şey istemiyorlar. Tabiiyet istiyorlar. Onlar sana tabi olacak, sen Türkiye'ye tabi olacaksın.
Rojava bölgesindeki demografik değişiklikler ve Türk devletinin müdahaleleri
Bir başka temel sorunumuz var. Ulusal mücadelede, teritorya toprak, coğrafya ve demografi çok önemlidir. Bu nedenle her dört parçada işgalciler Kürdistan'ın demografyasını bozmak, coğrafyasını daraltmak için yüz yıldır mücadele ediyorlar. Ulusal kurtuluş mücadelesi devlet aklıyla sürdürülmesi gereken bir mücadeledir. Çünkü hedefinde devletleşmek vardır. Bu nedenle ulusal kurtuluşçular, coğrafyayı ve demografiyi çok önemserler.
2014-15'ten sonra yani Rojava için binlerce gencimiz yaşamlarını yitirdikten sonra bölgenin adı ABD'nin de isteği doğrultusunda Kuzey Doğu Suriye'ye çevrildi.
Şimdi bu Kuzey Doğru Suriye dediğimiz küçük güney değildir. Yani Rojava ya da Kürdistan'ın güney batısı değildir Kuzey Doğu Suriye dedikleri yer. Kuzey Doğu Suriye, Küçük Güney'in güney'inde Suni Arap coğrafyasıdır. Derezor'dan başlar, Derezor, Rakka, Halep'in kuzeyi, işte Hama’ya kadar gider o Suni Arap coğrafyası.
Bunu Küçük Güney'e eklemlediler ve Küçük Güney'i Kuzey Doğu Suriye içinde erittiler. Yani son yedi sekiz yılda artık işte Kürdistan'ın batısı Güney Kürdistan'ı yada Rojava Kürdistanı yok. Kuzey Doğu Suriye var.
Şimdi aynı sıkıntı Irak'ta da vardı. Sıkıntı şuradan kaynaklı hem Suriye'de hem Irak'ta Kürtler, Şiiler ve Alevilerle komşu değiller. Yani Güney Kürdistan ve Küçük Güney ile Suriye ve Irak, Şiileri ve Alevileri arasında Suni Arap coğrafyası var.
Işte bu Irak'ta Musul'dan başlar Ramadiye'ye kadar giden bir bölgedir Suni Arap coğrafyası. Yani bizim Irak'ta Şiilerle komşuluğumuz sanıyorum Hemrin Dağı civarında bir komşuluk var. Küçük Güney'de de Afrin'in batısında bir bölgede işte Arap Alevileriyle komşuluğumuz var.
Öbürü bir Suni Arap kuşağıdır.
Şimdi bunu yani bu Kuzeydoğu Suriye başlığı altında Rojava Kürdistanını erittiler. Yani sen kendi teritorianı bir başka teritori içinde eritemezsin, eritmemelisin.
Oradaki Araplarla ittifak yapman gerekiyorsa Küçük Güney Kürdistanlılar adına oradaki Araplarla ittifak yaparsın da DAİŞ e karşı yine mücadele edersin. Ama Kürdistan'ı kimliğinden vazgeçmemen lazımdı. Vazgeçtiler uzunca bir süredir. Bu son konferansa onun için o adım önemli dedim.
Rojava Kürdistanı üzerinden siyaset yapacağız dediler.
İkincisi demografya meselesidir. Bu konuda da gerek Güney Kürdistanlılar gerek küçük Güneyliler devlet aklıyla davranmıyorlar.
Şu anda bizim Rojava Kürdistanı dediğimiz bölgede Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgeler Kobani, Derbesiye, Amude, Derika hemko, Rımelan bu bölgelerdir. Afin %98'i Kürt olan bir bölgemizdi. Türk Devleti'nin işgalinden ve bu ihvan müslümin çetelerinin zulmünden sonra orada sanıyorum yüzde otuz beş kırka düşmüş. Yani kesin rakamları bilmiyoruz ama önemli ölçüde düşmüş. Kamışlı'da Kürt olmayanların oranı yüzde elli beş civarında sanıyorum. Kimisi yüzde altmış diyor. Kamışlı merkezinde. Ama çevresinde Kürtler çoğunlukturlar.
Bizim esas olarak Rojava Kürdistan'ı dediğimiz bölge işte Afin'den başlar, Derka hemko üzerinden Şengal'e, Güney Kürdistan'a uzanır.
Buranın demografyası, yani Altan Tan'ın verdiği rakamlar, yüzyıllık işgalci sistemin ve son 8-9 yıllık Türk Devleti'nin işgalci müdahalelerinin yol açtığı sonuçları doğal kabul edip yapılan bir yorumdur. Serekanya çoğunluğu Kürt'tü. Afyon yüzde 98'di.
Baaş rejimi yıllarca, yani 60 yıla yakın Arap kemeri dedikleri on kilometre derinlikte bütün Kürtleri oradan sürdüler. Yerine işte Arap göçerleri getirip yerleştirdiler. Bir kısmı kaldı, bir kısmı dayanamadı geri gitti.
Şimdi bu yüzyıllık işgalin sonuçlarını biz veri kabul edip ya orada da bir Kürt nüfus yok diyemeyiz. dersek işgalciliği meşrulaştırmış oluruz. Şu anda da Küçük Güney'in federe bir yapıya dönüşmesi mümkündür.
Çünkü Kürt tarafının mesela Mazlum Kobani Gulani'yle oturduğu zaman ona demiş olması lazımdı ki Türkiye'nin işgali altındaki Afrin, Serekaniye, Gresipi ne olacak? Madem sen Suriye devlet başkanıyım diyorsun. Bunlar ne olacak?
Kürt siyasi tarafının bu işgalin sona erdirilmesi için çağrılarda bulunması lazım. Dolayısıyla ben Alttan Tan ın çözümlemelerine tabii ki katılmıyorum. Verdiği oranlar çok yanlış değil. Yani Kuzeydoğu Suriye dedikleri bölge sekiz ile on milyon arasında bir nüfusu barındırıyor.
Çünkü o bölge Halep'in bazı semtlerine kadar uzanıyor. Bu sekiz, on milyonluk nüfus içinde Kürtlerin oranı yüzde yirmi, yirmi beştir. Ama Kuzeydoğu Suriye bizim teritoriyemiz değil ki bizim teritoriyemiz Işte Rojava Kürdistanı diye söylenen bölgedir. Ve bu bölgede Türk işgali sonlandırılırsa orada yeniden Kürtlerin çoğunluğu sağlamaları mümkündür. Çünkü oradan zorla göç ettirilmiş Kürtleri var.
Hala bu İkfan Müslimin işte Simo dedikleri Suriye Milli Ordusu dedikleri mayın eşekleri Afrin'de, Serekaniye'de, Grecipi de Türkiye Devleti'nin desteğiyle oralıları kürtsüzleştirmeye çalışıyorlar. Peki biz bu sonuçları kabul mü edeceğiz?
Afrin'de Kürtlerin nüfusu yüzde yirmi, yirmi beşe indi ya da yüzde kırka indi. Öyleyse Afrin Kürdistan değil mıdır diyeceğiz? Afrin'nin yüzde doksan sekizi Kürt olan Çiyaye Kurmanc diye bilinen bir bölge. Zaten Kürdistan'ın bu güney sınırı belli olan yani tartışmalı olan doğu Kürdistan'daki bölgedir.
Çiyaye Kurmanc, Çiyaye Hamdin'dir. Bu Kürdistan'ın güney sınırıdır. Şimdi buradan Altan Tan gibilerinin anlamadığı ve işte Bağımsız Birleşik Kürdistan'ı hayal gören bu Türkiyeci bakış açısına sahip olanların anlamadıkları bir şey var.
Siz Rojava ye Kürdistan'ı kendi başına alırsanız evet yani oradan bir devlet çıkmayabilir. Ama Rojavaye Kürdistan, Bakure Kürdistan'ın devamıdır. Onun bir parçasıdır. Fransızlar Kemalistlerle anlaşarak tren hattını sınır kabul etmişler.
Her iki tarafta yaşayanlar da hem Kürtler hem akrabalar hala akrabalık ilişkileri sürüyor. Derika Hemko tarafına gittiğin zaman da Güney Kürdistan'ın devamıdır.
Şimdi bu dar parçacı yaklaşımlardan kurtulup bir an bir Kürdistan haritası üzerinden Batı Kürdistan'a küçük Güneye bakarlarsa görürler orada Kürdistan'ın bir parçası olup olmadığını.
Ama eğer bütün ufkun Türkiye'de bir takım ceza yasasında değişiklikler olarak olması ise ufkun bununla sınırlıysa elbette ki yani Kuzeybatı Kürdistan da yok diyebilir Alttan Tan. Oturur işte Erzurum Karput, Malatya, Maraş oralardaki demografik dönüşümü hesaba katmadan bakar der ki ya aslında buraları da Kürdistan değil. mesele Kürdistan yurtseveri bir bütün Kürdistan anlayışına sahip olmalıdır. Bunu söylerken şunu iddia etmiyorum. Işte bir gün uyanacağız. Kürdistan'ın her dört parçası kurtulmuş, birleşmiş. Böyle bir iddiam yok.
Kürdistan devrimi bir tür sürekli devrim olmak zorundadır. Bir parçanın kurtuluşu diğer parçaların kurtuluşuna iğme kazandırmalıdır. Güney Kürdistan'a dönük eleştirilerimizin esasını bu oluşturuyor.
Yani ikide bir çıkıp diyorlar ki işte parçaların durumu aynı değil, farklıdır. Güneydeki çözüm batıya olmaz, kuzeye olmaz. Ya bunları biz de biliyoruz. Senin aklında bir Kürdistan var mı, yok mu? Yani ne anlatıyor Neçirvan Barızani bize? Biz bilmiyor muyuz Batı Kürdistan'daki demografiyi? Kuzeybatı Kürdistan'ın durumunu biz de senden daha iyi biliyoruz. Ama kafanda ufkunda bir bağımsız Kürdistan yoksa böyle saçmalıklarda bulunursun. Yani şu mümkündür, Kürdistan'ın bir parçası bağımsız olur, diğeri federal olur, biri ki otonom olur, öbürü hala katı bir işgal altında olur. Ama bu bir süreç. ve bu meselenin stratejik kalıcı çözümü Bağımsız Birleşik Kürdistan'dadır. O zaman biz de Neçirvan'a sorarız. Otuz yıldır, hadi iki bin beşten al, yirmi yıldır sen federal bir yapısın. Güney Kürdistan'ın yüzde kırk beşi hala Irak'ın ve Heştişabi'nin içgali altında. Senin federasyonun çözüm ise, sen niye bunu çözemedin yirmi yılda?
Bunlar geçici çözümlerdir. Bu geçici çözümlerin bile kalıcı bir kazanıma dönüşmesi Kürdistan devriminin sürekliliğiyle mümkündür. Yani bir parçada bir iktidar ele geçirince benim işim bitti dersen işim bitmez. Orası da tehlikededir. Onu da görmeleri lazım.
Demokratik toplum projesine karşı olanların neden bir araya gelemeyışlerine sorusuna gelince;
Ya şimdi demokratik toplum zaten saçma sapan bir kavramdır. Yani demokrasi siyasi bir kavramdır. Devletlerle ilişkilidir. dünyanın her tarafındaki Amerika'dan Fransa'ya İngiltere'ye kadar hangi topluma bakarsan bak bu toplumların içinde demokrasiden yana olanlar var, gelişkin demokrasiden yana olanlar var, totaliterlikten yana olanlar var, faşizmden yana olanlar var.
Dünyadaki trend de demokrasiye doğru bir trend değildir. Tam tersine bu bir savaş halidir. Savaşta demokrasi geriler, otoriterizm, totaliterizm egemen hale gelir. Yani siz belki Avrupa'dasınız, biliyorsunuzdur.
Avrupa'da bütün Avrupa toplumu neofaşist hareketlerden ve onların güçlenmesinden şikayet ediyorlar. Kaldı ki Türkiye ve Suriye demokratik olacak, Yani dünyadaki trend de demokrasiden yana değil, otoriterlikten, totaliterlikten yanadır. Dolayısıyla demokratik toplum olmaz. Bir devletin demokratik olup olmadığını tartışabiliriz.
Şimdi bu projeye karşı olanlar niye bir araya gelemiyorlar? Bu denendi. Kuzeybatı Kürdistan'da denendi. Yani iki bin beşten iki bin on üçe kadar sekiz yıl TEVKURT adında ulusal birlik hareketi oluşturduk.
Kürtistan'ın birçok ilinde hatta işte büyük metropollerde de konferanslar düzenledik. Fakat yürümedi. Temel sorun örgütler bakımından dar örgütçü kafadır. Işte Tefkurd güçlenirse benim partim zayıflar diye düşünüldü. Oradaki bağımsız kadrolar da bağımsızlığın keyfini çıkarmaktan yanaydılar. Bu nedenle yürümedi. Yoksa o dönemde DTP'ydi sanıyorum. HEP’in, DEPin devamı. Onun dışındaki bütün Kürt grupları vardı. Yani Hakpar vardı, Rüzgari vardı. Işte DDKD vardı. PSK vardı, bağımsız kadrolar vardı. Yani ciddi program tüzüğüyle de ciddi bir ulusal birlik hareketiydi. En son iç tartışmalardan orası donduruldu.
Ondan sonra da altılı bir ittifak oluştu. Iki bin on beş ya da on dokuz seçimleriydi. Tam bilmiyorum. on dokuz seçimleri olması lazım. Altılı İttifak'tan üç grup ayrıldı. HDP'yle seçim ittifakı yaptı. Iki bin on dokuz yirmide beşli bir ittifak vardı. O da seçim zamanları HDP'yle DEM’len Kürdistan'ı ittifak kurmaya başlıyorlar. HDP dışındaki Kürdistan'ı dediğimiz partiler seçim zamanı oraya gidiyor.
Buraya gelmişken söyleyeyim. Bu seçim mekanizması çok ciddi bir kolonyalist saldırıdır Kürdistan'da. Yani sen eğer benim ülkem işgal altında diyorsan işgalci parlamentoda ne işin olur senin?
o parlamentoya gidip Türklük ve Atatürkçülük üzerine yemin ederek Kürdistan'ı bir siyasi kadro nasıl olursun? Bütün bunlar yani Kuzeybatı Kürdistan'daki Kürt siyaset sınıfının dejenere olmuş konformizmle malum bir hale gelmesine yol açmıştır.
Bu nedenle oluşmuyor. Ama oluşması lazım. Yani o arkadaşın sorusunu öyle anlıyorum. Yani bir ciddi ulusal birlik hareketi oluşması lazım. Ya da ulusal birlik değil de ulusal güç birliği. Çünkü sonuçta bir araya gelecek olanlarımız farklı siyasi programlara sahiptir. Ama ortak noktalarda Kürdistan'ı duruş alabiliriz.
Bu bir ulusal güç birliği örgütü de olabilir, inisiyatifi de olabilir. Yani bu eleştirilerime rağmen ben ulusal birlik çağrılarının hiçbirini karşılıksız bırakmadık, bırakmıyoruz.
Güney Kürdistan'da bir ulusal hükümet, ulusal demokratik bir programa sahip bir ulusal hükümet, küçük güneyde ciddi bir yekrezi dedikleri ulusal güç birliği, ulusal birliğin acil olduğu parçalardır.
Ama Kuzeybatı Kürdistan'da da yani eğer sen bir ulusal kurtuluşundan söz ediyorsan ulusal cephe senin gündeminden çıkmaz.
Çünkü bütün ulusal kurtuluş mücadeleleri bir tek sınıfın ya da bir tek partinin yürütebileceği bir mücadele değildir. Ulusun bütün birleşenlerinin birlikte kotarabileceği bir mücadeledir. O bakımdan yani o tür çalışmalara uzak değiliz. neredeyse bütün gruplarla ilişkilerimiz var.
Işte geçen hafta da Diyarbakır'da bir Despeka Nu diye bir toplantı yapıldı. Oradan da henüz ciddi bir sonuç çıkmış değil. Konferansı tekrarlayacaklarını söylediler. Ona da katılırız.
Yani gündemimizde her zaman olacak ama birlik çağrısı yapan arkadaşların sadece birlik çağrısı yapmamaları lazım. Ne tür bir birlik istediklerini de söylemeleri lazım. Ben mesela bu saldırıya taraf olan, bu saldırıya muhatap olan biriyle bir ulusal güç birliği yapamam.
Çünkü ben Öcalan Bahçeli sürecinin Kürdistan'ın neredeyse tüm parçalarına dönük ciddi bir askeri siyasi ve fikri saldırı olduğunu düşünüyorum. Buna muhatap olmak isteyenlerle anlaşamayız. Çünkü onlar da orada bir çözüm arayışını görüyorlar.
Dolayısıyla birlik çağrısı artık soyut olmaktan çıkarılmalıdır. Yani mesela Işte dil konusunda, dil hiçbir partinin malı değil. Korucular dahil bütün Kürtlerin ortak dilidir. Bunun için güç birliği yapılabilir. Küçük güneye dönük saldırıya karşı burada bir direniş cephesi oluşturulabilinir.
Yani böyle somut hedeflerle ama yani gerçekten Kürdistan'ı bir duruşla ancak ulusal güç birliği ya da işte ulusal birlik oluşturulabilinir.
DEM’ın halkın içinde bu kabul edilemez projeye rıza üretme çabası:
Ya Birincisi benim gördüğüm kadarıyla yaptıkları bütün toplantılarda halktan ciddi tepkiler alıyorlar. Bu işin en başında Öcalan'ın mektubu okunacağı zaman Diyarbakır'da Şex Said Meydanı'nda sinevizyon gösterileri eşliğinde ilan edildi.
Öcalan'ın bildirisini önce Ahmet Türk okudu. Kürtçesini okudu. Ahmet Türk, Kürt'tür. Kürtçesi iyidir. Fakat Kürtçede okur yazar değildir. Metnini doğru dürüst okuyamadı. Dinleyenler de hiçbir şey anlamadı.
Fakat oradaki kalabalık dedi ki yani Serok'un mektubu gelmiş ve Ahmet Türk de Kürtçe okumuş mutlaka çok iyi şeyler vardır içinde diye müthiş bir alkışladılar Ahmet Türk'ü.
Ondan sonra Pervin Buldan Türkçesini okudu. Türkçesini okuyunca millet anladı yani bu bir teslimiyet çağrısıdır. Alkış sayısı azallığı gibi meydan hızla boşaldı. Yani DEM kitlesi içinde de sorgulayan yani ne yapıyorsunuz diyen bütün bu bedeller niye ödendi diyen tepkilerde var.
Ama Dem Parti'nin yapmaya çalıştığı işte Sıra Süreyya Paşa, Abdurrahim Semavi Paşa'nın yaptığı iştir. Halkın içinde bu kabul edilemez projeye rıza üretmeye çalışıyorlar. Ve bu toplantılarda eli açık etmiyorlar. Yani biz bilmiyoruz ama önderin bir bildiği vardır. Aslında arka planda birçok konuda anlaşılmıştır.
Şimdi Kuzeybatı Kürdistan toplumu öyle bir hale getirildi ki bu kırk yıllık savaş sürecinin sonucunda, dünyanın neresinde olursa olsun kırk yıl süren ve çok büyük kayıtlara neden olan bir silahlı mücadele somut bir kazanım elde edemezse önce savaşçıların kendisi çürür, örgüt çürür, sonra da toplumu çürütür.
1989-90'da Güney Kürtistan'da da aynı şeyi gözlemledik biz. Yani düşünün ki benim bildiğim kadarıyla Mesut Barzani'nin çevresinde 200 civarında peşmerge kalmıştı. Ve toplumda müthiş bir çürüme vardı.
Sonra bir ölçüde devletleşerek o çürümeyi aştılar ya da hala o çürümenin etkisi devlet kurumlarında da var.
Kuzeybatı Kürdistan'da böyle. Bu son ideolojik saldırı halkın içinde sınırlı oranda kalmış olan bağımsızlık kurtuluş başarı umudunu da tüketti. Yani biz kardeşiz. Yanlış yaptık. Esas olarak söyledikleri o. Yani Öcalan diyor ki otuz beş yıldır PKK anlam kaybına uğramış. Kendisini tekrar etmekten başka bir şey yapmamış diyor.
PKK cevap veriyor. Diyor ki başkanım söylediği doğrudur. Otuz beş yıl ama hiç olmazsa yirmi beş yıldır biz anlam kaybına uğradık. Çeşitli nedenlerle bunun önünü alamadık. Şimdi aklımız başımıza geldi. Işte fesh ediyoruz, silah bırakıyoruz diyor.
Şimdi bu ne demek? Bin dokuz yüz doksandan bu yana binlerce Kürdistanlı genç yaşamını yitirdi bu savaşta. Demek ki Öcalan ve PKK diyor ki aslında siz anlamsız bir partinin anlamsız bir savaşında hayatınızı kaybettiniz. Biz yanlış yaptık. Yanlıştan vazgeçiyoruz diyor.
Dolayısıyla bunu kitlelere kabul ettirmek zordur. onun için bu bilmem kaç yüz toplantı yapıyorlar. 2012-2015 te de benzer şeyleri yapıyorlardı. O zaman işte Türkiye'nin her tarafında sözüm ona solcu liberal Türk aydınlarının da desteğiyle sürdürülüyordu.
Kürdistan devrimi sürekli bir devrim olacaktır. Eninde sonunda gerçekleşecektir. Kürdistan meselesinin kalıcı çözümü yani ısrarla söylüyorum, kalıcı stratejik çözümü bağımsız birleşik Kürdistan'dır.
Bu bir çırpıda olacak aynı anda olmayabilir. Parçanın biri kurtulur, öbürü parçaların kurtuluşuna ivme sağlaması gerekir. Eğer özgürleşen bir parça bütün Kürdistan'ı özgürleşmiş sayarak kendi parçasını müdafaa etmeye yönelirse o parçada da yenilecektir.
Kürdistan'ın hiçbir parçasının kalıcı çözümü mevcut devlet sınırları içinde mümkün değildir. Kürdistan meselesi yeni sınırlar çağrısıdır. Kürdistan'ın tarihsel toplumsal sınırları içinde Kürdistan'ın birliğini sağlama mücadelesidir. Kürdistan devrimi böyle bir devrimdir. Kürdistan devrimcileri de bunu hedefleyen insanlardır.
Kürdistanlı gençlerin bu ihtiyar sınıfını ihtiyar siyaset sınıfımızın getirip tıkadığı bu noktada bu tıkanıklığı aşmak için mücadele etmelidirler. Kendilerine güvenmelidirler. hiçbir şeyi sorgulamaksızın kabul etmemelidirler.
Ve iyi bilmelidirler ki yanlışlanamayan bir bilimsel teori de yoktur. Bir teorinin bilimsel olması onun yanlışlanabilir olmasıyla ilgilidir.
Bunu şunun için söylüyorum. Benim bu bir buçuk saatlik sürede söylediklerimin hepsi yanlışlanabilir ve eleştirilebilir şeylerdir. Böyle düşünerek söylüyorum. Yoksa böyle mutlak doğrular vaaz etmiyorum. Durduğum yerden gördüklerim, hedeflerim, anladıklarım bunlardır.
Kürdistan gençleri kendi rollerini oynamalıdırlar. Yani şu anda mevcut örgütlerin tamamının kurucuları 1960'lı 70'li yıllarda 20-25 yaşındaki genç insanlardır.
Bu davaya artık Kürdistan Gençliği sahiplenmelidir. Kayıplar hepimizin kayıplarıdır. Partilerin şehitleri olmaz. Milletlerin şehitleri olur. Hangi parti saflarında kaybetmişsek hiç önemi yok. Hepsi bizim kayıplarımızdır.
Bunları mücadele ruhu olarak hatırlayıp sahaya daha hızlı bir şekilde girmelerini bekliyorum.