-HDP veya yeni isim olarak Yeşil Sol Parti’yi dışlama sebepleri öncesinde; HDP ve onu çevreleyen Türkiye'den sol sosyalist diyebileceğimiz grupların oluşturduğu bir ittifak var. O ittifakı nasıl görüyorsunuz? Ondan sonra öbür devlet ilişkilerine bakacağız orada.
Üçüncü ittifak da bir Türkiye ittifakıdır.
Şimdi, üçüncü ittifak da bir Türkiye ittifakıdır. Yani, siyasal kimlik olarak, bu her üç ittifak da; Millet İttifakı da, Cumhur İttifakı da, Emek Demokrasi ya da Emek, Özgürlük İttifak da Türkiyeli ittifaklarıdır. Bunların içinde Kürdistanî bilgi, Kürdistanî bir ses, Kürdistanî bir talep yoktur.
Bu, Emek Demokrasi İttifakı, Yeşil Sol Parti’de eklemlenen; on iki tane parti var. Bu, Emek Demokrasi İttifakı’nda, Bir HDP'nin içinde altı tane örgüt var. HDP bildiğimiz klasik anlamda bir parti değil, bir partililer koalisyonu. Bunun için de Kürt partisi sayılabilecek olan, bir tek Demokratik Bölgeler Partisi’dir. Diğer beş parti, çoğunu elli yıldır izlediğim, Türkiye sol hareketinde; benim, hala kim olduklarını bilmediğim beş tane Türkiyeli sol örgüt var. Bunların hiçbirinin ciddi bir kitlesi, ciddi bir duruşu yok.
Altı parti artı HDP, beş parti de Yeşil Sol Parti içine kümelenen; yine, orada da dört tane ayrı Türkiye'deki sol gruplar var. İşte bunların içinde, HDP sayesinde öne çıkan, bir Türkiye İşçi Partisi var. İşte Emep var. Yani, kısmen tanıyabildiğimiz, böyle iki üç tane parti var. Diğerlerini tanımıyorum: “Yani Akın Birdal’ın partisi kimdir, nedir? Ertuğrul Kürkçü'nün partisi kimdir, nedir, ne işe yararlar?” bilmiyoruz.
Dolayısıyla, oradaki on iki partiden, Kürt partisi sayılabilecek bir Demokratik Bölgeler Partisi var. Onun da örgütlülüğünü dağıttılar ve Demokratik Bölgeler Partisi’nin, seçimlere katılma hakkı da yok; çünkü teşkilatlarını feshedip, hepsini HDP'ye dönüştürdüler.
Dolayısıyla eğer, üçünü birden değerlendirirsek; birisi, özellikle son altı yedi yılda, yani AKP, 2002-2013 arasında reformcu, liberal, muhafazakar bir parti görünümündeydi. 2014-2015’ten bu yana, işte; klasik devlet güçleriyle uzlaşan, otoriter-totaliter, sömürgeci, işgalci, jenositçi bir ittifak. Beri tarafta, ne olduğu belli olmayan, altı benzemez partinin oluşturduğu bir ittifak var. Belli olan bir tek yerleri var: Bunlar, hem işgalcidirler, hem jenositçidirler. Kürdistan'ın her dört parçasına, saldırma potansiyeli ve niyeti taşıyan partililerdir; her altı partide öyledir.
Emek Demokrasi İttifakı; sisteme, kökten bir itirazı olmayan, Millet İttifakı'nın restorasyon programına eklemlenmeye çalışan bir ittifaktır. Kendi siyasi iradesi yoktur; mesela bir devlet başkanlığına aday çıkaramadılar. Oysa Türkiye'de artık başkanlık sistemi var. Devlet başkanı aynı zamanda yürütmenin başıdır. Dolayısıyla bu ittifakın, yürütmeye gelmek gibi bir programı yoktur. Tek programları, Kılıçdaroğlu öncülüğündeki Millet İttifakı'nın, restorasyon programına destek olmaktır.
-Hocam, peki diyorsunuz ki bu ittifak, Türkiyeli bir ittifaktır. Dolayısıyla da Kürdistan'ın hiçbir boyutu yoktur, diye algılayabiliriz. Buradan baktığımızda eğer böyleyse ve sistem kriz içindeyse, aşmak için belirlemiş olduğunuz, yani varlık sebebi Kürtleri yok etmek olan bir devletin, bunları kendine içselleştirmesi gerekmiyor mu? Yani onları da kendilerine katıp, ne bileyim bakanlıklarla, dediğiniz gibi belki Bir Cumhurbaşkanlığı bile vererek kendilerine katmak varken, neden onlar tamamen dışarıda tutuldu?
Devlet, HDP projesine karşı değildir.
-Şimdi bence; devlet, HDP'nin varlığından, HDP projesinden rahatsız değil. Devlet aklı, HDP'den rahatsız değil. Niye rahatsız değil? Çünkü HDP 2012 yılında; kurulduğundan bu yana, Kürt siyasi hareketini Türkiyelileştirmek projesidir. Bu anlamda HDP, HEP, DEP, HADEP, DEHAP onların devamı olan bir parti değildir. O gelenek, HDP'nin kuruluşuyla bir kenara itilmiştir. Onun yerine bir partiler koalisyonu kurulmuştur.
Bu partiler koalisyonunun hedefi de Kürt siyasi hareketini Türkiyeleştirmektir. Şöyle bir sıkıntı var:
Bu bir projedir. O düşüncedeyim. Ama bu gerçekleşmiş, sonuç alınmış bir proje değildir. Şimdi HDP; Kandil, İmralı, Ankara arasında sıkışan bir parti görünümündeydi. Aslında, HDP'yi zorlayan; işte, Kandil, İmralı, Ankara arasındaki çelişkiler idi. İzlemişsinizdir. Selahattin Demirtaş, bir dönem; İmralı'ya, Ankara'ya yakın bir siyaset izliyordu. Şehir savaşlarında önce, bu pozisyonu aldı. Sonra, Kandil'e yakın bir pozisyon aldı. İktidarın, HDP'yle hesabı-çatışmasıyla; devletin, HDP'ye bakışı, aynı şeyler değildir.
İktidarın kendisi için birtakım siyasal hesapları var. Ve bu her zaman devletin stratejisiyle, uyumlu olmayabilir. Yani şöyle söyleyeyim. Mesela Trump, ABD'de devlet başkanı oldu ve dedi ki: “Ben Suriye'den askerlerimi çekeceğim.” Pentagon dedi ki: “Olmaz.” Ve Pentagon, Trump'ın askerlerimi çekeceğim dediğinden bir ay sonra, Suriye'deki askeri varlığını arttırdı.
Şimdi nasıl ABD'de, siyasi iktidarla-devlet arasında, zaman zaman çelişki oluyorsa, Türkiye'de de bu böyle oluyor.
HDP'den, içeriye atılan arkadaşlar, seçilerek içeri atılmış arkadaşlardır. Bunların bir kesimi, bu projeye itiraz potansiyeli olan arkadaşlardır.
Yani hatırlarsan Devlet Bahçeli, HDP operasyonları başladığı zaman, bir açıklama yaptı: “Kurunun yanında yaş da yanmasın.” dedi. Yani: “Siz herkesi toplamaya başladınız. Arada, devletle iyi ilişkileri olan kadrolar da karambole gelmesin.” dedi… Bu bir tür, seçmeli caydırıcılıktır.
İkincisi, ben bunları söyleyince: “HDP bir devlet partisidir.” demiyorum. İmralı'da, Öcalan ve Hakan Fidan tarafından kurulan; programı, kadroları onlar tarafından, saptanan bir örgüttür. Ama bunun kitlesi Kürt'tür, Kürdistanlıdır. Ve bu dinamik, Kürdistanî dinamik, HDP'yi onların elinde istedikleri gibi kullanacakları bir sopa olmaktan alıkoyuyor. Çatışma da buralardan çıkıyor. Yani dolayısıyla ben: “Devlet, HDP projesine karşı değildir.” derken, bunu kastediyorum.
Bu, yani şu anda, Selahattin Demirtaş'ın açıklamaları, devleti hiçbir türlü rahatsız eden bir açıklama değildir. Demirtaş diyor ki: “Sayın Cumhurbaşkanım Kılıçdaroğlu; sizin, ülkeye toplumsal barış getireceğinize, refah ve güvenlik getireceğinize, inanıyorum ve sizi destekliyorum.” diyor. Şimdi bundan, devletin rahatsız olması için hiçbir neden yok. Çünkü şöyle yapıldı: 2008-2015 arasında, PKK ve onun periferisinde bulunan legal örgütler, AKP'yle iş tuttular. Ve bu devletin istediği bir şeydi. 2015’ten bu yana, bu sefer CHP'yle iş tutuyorlar. Ve bir de adlarına sosyalist-komünist koyan, aslında tamamına yakını Kemalist olan, sol partilerle iş tutuyorlar. Devletin bundan da rahatsız olması için bir nedeni yok.
Gerisi, bu demokrasicilik oyunu içinde, iktidarla siyasal partiler arasındaki çatışmalar meselesidir. Yoksa ben mesela; devletin, devlet aklının, HDP'yi kapatmayacağını düşünüyordum. Hala mahkemeleri sürüyor. Ama devlet aklının bunu kapatmayacağını düşünüyorum. Kapatabilseydi siyasal iktidar kapatırdı.
Yani siyasal iktidar da kendi dar siyasal amaçları uğruna, böyle işler yapıyor. Şimdi bu mesele derin, aslında bu meselenin esası; Mısır'daki darbeye dayanıyor.
2012 sonu, 2013 başı, İmralı süreçleri başlatıldı. O İmralı sürecinin ana hedefi, Türk devleti-PKK- Güney Kürdistanlı Peşmerge güçleri, birlikte Esad'a karşı savaşacaklardı. Daha doğrusu Türk devletinin desteğiyle, PKK ve PDK özellikle; Esad'a karşı birlikte savaşıp, Esad'ı devireceklerdi.
PKK, başlangıçta bunu kabul etti. İmralı'nın talimatlarına uyarak; bunu, kabul etti. Sonra dediler ki yani: “Bölgede bizim için yeni imkânlar var. Biz İran-Suriye hattından ayrılıp, Türkiye hattına geçmiyoruz.” Aslında o İmralı süreçlerinin tıkanmasının nedeni bu idi.
2013’te, yani 2011-2013 arasında, Suriye'de savaşı yürüten, ABD patronajında; Katar, Suudi ve Türkiye'ydi. Yani, Suudi ve Katar para veriyordu. Türkiye savaşçı eğitiyordu. Silah veriyorlardı, sınırları açmışlardı. Hem oradan gelenlere sınırları açtılar, hem buradan silahlı insanlar gönderdiler. Fakat, 2013 te Mısır'da darbe olduğu zaman, bu blok çatladı. Suudi Arabistan, İsrail ve ABD'yle beraber, Sisi'yi destekledi. Erdoğan, Mursi'yi desteklemeye devam etti. Bu zaten onunla, ABD arasındaki ilişkinin bozulmasının; sonra, cemaatle aralarının bozulmasının da ana nedeni budur.
Dolayısıyla, yani ilk kurulduğu zaman HDP, bu süreç içinde kuruldu. 2015’te, bu süreç dağıldığı için eskisi gibi yürüyemedi.
Onun için binlerce HDP’liyi içeri attılar. Yani, bu projeyi kesintiye uğrattıkları için. intikam aldılar onlardan. Ama HDP hedefini esas alırsak, yani Kürt siyasi hareketini Türkiyelileştirme hedefini, esas alırsak, devlet bundan niye rahatsız olsun? Devletin temel istediği budur. Yani AKP üzerinden denediler olmadı. Şimdi birkaç yılda CHP üzerinden belki deneyecekler.
Bunun oluru yoktur. Yani, Türkiye ve İran yani o diğer iki işgalci devlet zaten felç olmuş; Bağdat bir tarafa gitmiş, Şam bir tarafa gitmiş.
Kürdistan’ın esas düşman iki devleti: Türkiye ve İran'dır. Bunlar, Kürdistan'ı ortadan kaldıramayacaklar. Kürdistanî aidiyeti de ortadan kaldıramayacaklar. Bunlar şimdi zaman kazanmaya çalışıyorlar.
Yani o çözüm süreci denilen 2008-2014 arasındaki süreçte, esas zaman kazanan, nefes alan devlet oldu. Zaman kazandı, nefes aldı. Ayağı yere basınca da saldırdılar.
Şimdi bu Millet İttifakı'nı, Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanlığını destekleyenler, aynı argümanları söylüyorlar: “Bizim biraz nefes almamız lazım.” diyorlar. Ben de diyorum ki: “Siz nefes almayacaksınız. Siz devlete yeniden nefes aldıracaksınız. Çünkü şu anda nefessiz kalan devlettir. Türk devletidir.” Yani her alanda krizle boğuşan bir devlet var. Onların nefes almaya ihtiyacı var.
Eğer biz devrimciysek, eğer biz bu işgali sona erdirmeye çalışıyorsak, krizi sona erdirmek ya da krizin bitmesini istemek, bizim talebimiz olmaz. Bizim talebimiz ve gücümüz varsa bu krizi derinleştirmek, derinleşen krizden, özgürlüğe doğru yol almaktır. Yani Türkiye Devleti, kriz içinde olmazsa, biz nasıl kurtulacağız yani? Şimdi Türkiye Devleti, daha koordineli çalışırsa,
yani bu biz mi nefes alacağız, Türk Devleti daha koordineli çalıştığı için?
-HDP'nin içinde güçlü bir dinamizm, güçlü bir kitle yapısı var, Dolayısıyla tam da bu noktada, sizin sanıyorum seçimlere dair bir tutumunuz var. O tutumla beraber, yani bu potansiyel nereye evrilmeli? Ne yapabilir? O konuda bize ne diyeceksiniz?
-Şimdi birincisi, bu potansiyel, bizim potansiyelimizdir. Kürdistanlıların potansiyelidir. Kitlelerdeki coşku, bizim sermayemizdir. Bizim eleştirimiz, bu potansiyeli, Türkiyelileştirmekle içini boşaltmaya çalışan, siyaset anlayışınadır. Yoksa yani bugün, HDP'nin esas kitlesi, gövdesi, Kürt'tür. Aklı Türkiyelidir, Türkiyecidir ve birçok ölçüde de Türk'tür. Yani çünkü öyle bir hale geldi ki HDP'nin bilinen kadrolarının yüzde yetmişi-sekseni Türk solundan kadrolardır. Şimdi Türk solu yetmedi; Hasan Cemal, Cengiz Çandar'ı da getirdiler. Sırrı Süreyya Önder'i de tekrar çıkardılar piyasaya.
Yani Kürt gövdeye giydirilmiş, Türkiyeci bir elbisedir. Benim kişisel beklentim, bunun yürümeyeceğidir. Bu gövde, bu elbiseyi yırtacaktır. Şu anda henüz kontrol edebiliyorlar. Ama HDP'nin kitlesi için de bu durumdan rahatsız olan; binlerce, on binlerce insan var. Yani bir taraftan, şehit edebiyatı yapıp, şehitlerin kanı üzerinde oy isteyeceksin. Sonra da Kürdistan hakkında, Kürt milletinin ulusal talepleri hakkında, hiçbir şey söylemeyeceksin.
Bu gerilim devam edecek ve eninde sonunda, bu gövdenin, bu elbiseyi yırtacağını düşünüyorum. Dolayısıyla bizim eleştirilerimiz, HDP'nin, bir ölçüde PKK'nin, bazen çünkü bu ikisi de aynı kulvarda yürümüyor: Yani örneğin, Selahattin Demirtaş'ın demin sözünü ettiğim Twitteri var. Buna karşı, Cemil Bayık'ın açıklamaları var. Cemil Bayık diyor yani “Kimse böyle hayaller kurmasın.” Bu yani; “Biz, haklarımızı ancak mücadele ederek kazanabiliriz. Seçimden sonra bir şeyin çözüleceği yok.” falan diyor.
Dolayısıyla, eninde sonunda ben, Kürdistanî dinamiklerin kendilerine giydirilmeye çalışılan, bu Türkiyeci elbiseyi yırtacağını düşünüyorum.. Şu anda HDP yöneticilerinin açıklamalarına ters bir şekilde HDP kitlesi: “Bu parti Kürt partisidir.” diyor. “Biz oyumuzu kendimize veriyoruz. Bu, bizim partimizdir.” diyor. HDP yöneticileri de “Hayır, biz Kürt partisi, Kürdistan partisi değiliz. Bir Türkiye partisiyiz.” diyorlar Şimdi bu çelişki, ila nihayete sürecek bir çelişki değildir. Eninde sonunda Kürdistanî dinamiklerin, bu dayatılan denklemi, kıracağını düşünüyorum.
Kürt aydınları tarafından sadece eleştiri Öcalan, PKK ve HDP'nin kuruluş şekline yoğunlaşıyor. Yani neden o kitleyi sahiplenme argümanları öne çıkmıyor?
Şimdi birincisi şu: 1945-1990 arasında, bağımsız devlet hedefi, bence doğru idi. Ama çok gerçekçi değildi. Yani ben siyasette, reel-politiker bir yaklaşıma sahip değilim. O zaman da bence bağımsızlık hedefi, doğru bir hedefti. Ama 1990’dan sonra, çok daha gerçekçi bir hale geldi. Çünkü dünyada yirminin üzerinde yeni devlet, tarih sahnesine çıktı. Kuzeybatı Kürdistan'da bu durum ters işledi. Giderek daha bağımsızlıkçı olunacağına, bağımsızlık fikrinden vazgeçildi. Gerek seçim konusunda, gerek bağımsızlık konusunda, sadece HDP'yi-PKK'yi eleştirmiyorum. Yani bugün Kuzeybatı Kürdistan'da; işte, 10-11 tane parti-çevre var. Bunların neredeyse tamamına yakını, devlet sınırları içinde, uzlaşmayı hedef alan, bir siyaset tarzı yürütüyorlar..
-Onların da bir ittifakı var galiba.
-Yani zaten HDP'yle oluşturdukları sözüm ona Kürdistanî Seçim İttifakı’nın içinde; Kürdistan Komünist Partisi var, Kürdistan Sosyalist Partisi var. İnsan Özgürlük Partisi var. PDK'nin bir-iki bölümü var. Türkiye'de Kürdistan Demokrat Partisi falan var. Dolayısıyla özel olarak, sadece HDP'yi hedeflediğim bir şey değil; bu seçim ve devrimcilik meselesinde.
Kuzeybatı Kürdistan'da, devrimci perspektifi olan, bir siyasi örgüt yok. Yani hatırlarsın, bilirsin, bizim gençliğimizde; halk içinde bizim adımız ya talebeydi ya devrimciydi. Şimdiki siyasilerimiz, her bir şey oluyorlar ama devrimci olmuyorlar. Ya ben komünistim diyor, ben sosyalistim diyor, ben milliyetçiyim, ben islamcıyım, ben liberalim her bir şey oluyorlar. Ama “Biz devrimciyiz, Kürdistan meselesi, devrim meselesidir.” diyen bir siyasi örgüt yok. Temel mesele buradadır.
Zerdeşt TV 13-05-2023