-Akşener’in, Öcalan’la görüşmelerin başladığıyla ilgili beyanatı hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Yani birincisi, Öcalan'la görüşmek, devletin uhdesindedir. İstediği zaman görüşür. Görüşmelerin kesildiğini düşünmüyorum. Yani 1999’dan bu yana; işte 24 yıl geçti, İmralı dediğiniz, zaten bir devlet mekânı. Orada zaten devlet var. Gerektiğinde üst düzey insanları da yani işte, MİT mensupları-nı ya da ordu mensuplarını ya da yargı mensuplarını gönderebilirler. Bu orijinal bir şey değil. Meral Akşener bir duyuma dayalı olarak mı, bilgiye dayalı olarak mı söyledi? Onu bilmiyorum.
Akşener, derin devletle, klasik devletle, içli dışlı olan biri; eski İçişleri Ba-kanı. Şimdi Kürtlere şu dayatılıyor: Süleyman Soylu, çok kötü bir İçişleri Bakanı. Hakikaten rezil rüsva bir adam. Akşener'in İçişleri Bakanlığı, Sü-leyman Soylu döneminin İçişleri Bakanlığı'ndan, çok daha kötüydü. Her gün onlarca, yüzlerce Kürdistanlı sokak ortasında, bazen Hizbullah çeteleri eliyle, bazen devletin işte JİTEM'in şunun bunun eliyle, öldürüldüğü bir dönemdi. Onun için Akşener'i esas alıp, bir değerlendirme yapmak iste-miyorum. Ancak, Cumhur İttifakı, her gün birkaç tane kamuoyu araştır-ması yapıyor. Ve o araştırma sonuçlarına göre de seçimi kazanmak için her tür enstrümanı kullanabilecek bir durumda. Erdoğan'ın elinde kalan, kullanabileceği tek enstrüman da Kürtlere dönük bir savaş, ya da Öcalan'ı yeniden piyasaya sürmektir.
Yeniden Öcalan’ın piyasaya sürülmesi için bir ortam görmüyorum ama bu devlettir. Zaten arka planda Öcalan’la görüştükleri, Öcalan'ın diğer siyasi aktörlerle haberleştiklerini düşünüyorum. Yani bir iletişim kesintisi söz ko-nusu değil bana göre. Ben, Öcalan'ın piyasaya sürülecek bir ortam oldu-ğunu düşünmüyorum. Ama mesela Süleymaniye'ye dönük bir SİHA saldı-rısı oldu. Mazlum Abdi’nin de içinde bulunduğu bir konvoy geçerken, bir SİHA saldırısı oldu. Benim oradan anladığım; Erdoğan, Mazlum Abdi’ye bir suikast yaparak, atmosferi kendi lehine çevirmeye çalıştı.
Öyle gözüküyor ki Amerika buna izin vermedi. Oradaki; yani, Mazlum Abdi'nin yanında ABD askerleri de vardı. O askerlerini çekmediği için Amerika, danışıklı olarak konvoyun yüz metre ötesinde boş bir hangara attılar SİHA saldırısını.
-Erdoğan için bir seçim yatırımı olarak mı algılıyorsunuz hocam?
-Evet. Bunun daha kuvvetli ihtimal olduğunu düşünüyorum. Seçime 10 gün kala, yine buna benzer bir atraksiyon yapabilir mi? Yani vakit daraldı, ama genelde bir şeyler yapabilirler. Onun için şunu söylemeye çalıştım. Hem seçim döneminde, hem seçim sonrası dönemde, Kürdistanî siyaset, sert bir siyasi iklime hazırlanmalıdır. Yani bu barışçıl ortam, demokrasi hayalleri yaymaktan vazgeçmelidirler. Önümüzde daha zorlu bir süreç var. Erdoğan kalırsa da Erdoğan giderse de… Eğer ortada yeniden bir çö-züm süreci varsa, bu Erdoğan kalırsa da yapılabilir. Kılıçdaroğlu gelirse de yapılabilir. Çünkü şunu anlamıyor Kürt siyasileri: Türk siyasi partilerinin Kürdistan politikası yoktur. Devletin bir Kürdistan politika-sı var.
-Kürt siyasetçilerin, bir Kürdistan politikası var mı hocam?
-Bir Kürdistanî politikalarının zayıfladığını düşünüyorum. Ortada devrimci bir Kürdistanî politika olmadığını düşünüyorum. Benim söylemeye ça-lıştığım şu: Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefini söylüyorum bir. İkincisi, mücadele tarzı olarak reformcu olmayan; devlete, düşman gözüyle bak-mayan, devletle oturup konuşarak bu meselenin, Kürdistan meselesinin, reformlarla çözülebileceği tarzındaki düşünceleri reddeden, bir siyasi tu-tumu kastediyorum. Yani, Kürdistan meselesinin çözümünü, bir devrimde görmek meselesidir. Bu Ankara'ya parlamenter göndermek. İşte, Türk siyasilerini ikna ederek çözülecek bir mesele değildir. Dünyanın hiçbir yerinde; ezilen ulus, ezen ulusa çiçek atarak, onu ikna ederek kurtulmuş değildir. Bu sert bir mücadeleyi gerektiren bir meseledir.
Bir devrimci; Türk devletinin, Kürdistan'dan çekilmesinin, şuna bağlı oldu-ğunu bilir: Biz, Kürdistan'ı bu devlet için yaşanmaz bir hale getir-mediğimiz müddetçe; Türk devleti, Kürdistan'dan çıkmayacaktır. Biz, Türk Devleti'ne, işgalin bedelini ödetmediğimiz müddetçe, Türk devleti Kürdistan'dan çıkmayacaktır. Benim devrimcilikten an-ladığım budur.
Şu anda egemen olan siyaset tarzı, düşmanla oturup konuşarak, ona da zarar vermeyerek, biz de zarara uğramayarak, bu meselenin çözülebile-ceğini vaaz etmektir. İşte mesela; Demirtaş'ın, Kılıçdaroğlu'ndan toplum-sal barışı beklemesi gibi bir şeydir.
Şimdi toplumsal barışın bir sınıfsal anlamı vardır. Türkiye'de, işte işçilerle, kapitalistler arasında bir barış sağlayacaktır. Bizim bakımımızdansa, Kür-distan meselesi çözülecektir. Kürdistan meselesi çözülmeden; yani, Kürt-ler kendi ülkelerinde devletleşmeden, toplumsal barıştan söz etmek, karşı devrimci bir düşünüş tarzıdır. Devrimciler, böyle hayalleri reddederler. Çünkü böyle hayaller sadece yığınları düşünsel olarak, silahsızlandırmaya yarar. Sen; yığınlarda, böyle pasifist, reformist düşünceler yayarsan, üs-telik en tepeden, böyle vaazlarda bulunursan; yığınları, fikirsel olarak si-lahsız bırakırsın. Onun için benim, devrimcilikten anladığım o idi.