Bu algı yönetiminin bir parçası da şudur. Deprem döneminde daha fazla öne çıkarıldı bu. İşte: “Acının rengi, dini, milliyeti olmaz. Bütün halklar, her halktan; işte, dünyanın dört tarafından, 80 ülkesinden yardım geldi. Burada kimse şu ya da bu milletten ya da bu inançtan değildir. İşte herkes insandır ve büyük bir insanlık buluşması oldu.” diye yapıyorlar.
Şimdi bu; özellikle, şu dönemde, çok tehlikeli bir algı yönetimidir. Şu doğrudur yani; “Evet acının rengi, dini, milliyeti olmaz.” Ama acı çekenlerin rengi de dini de milliyeti de var. Ve siz bu acı çekenlerin rengini, dinini, milliyetini gizleyerek kendi planınızı gizlemeye çalışıyorsunuz.
Burada benim esas söylemeye çalıştığım; bu algı yönetimine itiraz etmek lazım. Yani genel olarak insan yoktur. Özel somut olarak insanlar vardır. Ve coğrafyaya göre bu insanlar Kürt'tür, Türk'tür, Arap'tır, Acem'dir ya da Hıristiyan'dır, Musevi’dir, Müslüman'dır, tanrı tanımazdır. Kadındır ya da erkektir. İnsanları bütün bu aidiyetlerinden soyutlayarak, genel olarak insanlıktan söz etmek hesaplıdır ve Türk devlet planının bir parçasıdır.
Maalesef Kürdistan'da da zaman zaman bu karşılık buluyor. İşte bazı Türk siyasetçileri mesela; Selahattin Demirtaş, daha çok bu çerçevede açıklamalar yapıyor. İşte: “Kucaklaşma günüdür, insanlık günüdür.” falan. Oysa realite bu değil!
Yani bir tarafta bir devlet var. İşgalci-jenosidal bir devlet. 100 yıldır böyle bir plana sahip. Ve bu 100 yılda önüne çıkan her fırsatı; bu işler felaket olsun, ister savaş olsun, ister başka bir şey olsun, her şeyi bu planı gerçekleştirmeye yarayan enstrüman olarak gören bir devlet var.
Bu devletin yönettiği topluluk da bu fikre yabancı değil, büyük ölçüde içselleştirmiştir. Yani devletin bu planını, büyük ölçüde içselleştirilmiş bir Türk toplumu var. Öyle ki elbette ki içinde devrimcileri, sosyalistleri, ilericileri vardır. Ama ağırlıklı olarak, devletin bu planını ve bu ideolojisini, içselleştirmiş bir toplum gerçeği var. Bütün bunlar yokmuş gibi soyut hümaniter çığlıklar, özellikle Kürdistan'dan gelen böyle çığlıklar, bu devletin işgalciliğini örtmekten başka hiçbir işe yaramıyor.
Umut ediyorum ki Kürt siyasal çevrelerinde; bu deprem, bir de bu yönüyle tartışılır ve tedbirler alınmaya başlanır. Yoksa Kürt halkı, bu deprem sırasında; özellikle Diyarbakır'da, çok ciddi bir dayanışma örneği sergilediler. Hem Diyarbakır'ın içinde, hem işte Maraş'a, Malatya'ya Adıyaman'a, Antep'e uzanan bir güzergâhta, çok ciddi dayanışma ruhu sergilediler. Yine bir ulusal ruhla mobilize oldular. Kürdistanlı gençler, anında mobilize olup sahaya indiler. Hala sahadadırlar.
Böyle dönemler, her şeyden ve her zamandan daha çok, ulusal kurumlara ihtiyaç hissettiğimiz dönemlerdir. Yine bu ulusal kurumlar için böyle zamanlar; devrimciler örgütüne, devrimci öncülüğe en fazla ihtiyaç olduğu, ihtiyaç duyduğumuz alanlardır. Bu uzun soluklu bir iştir. Kürt siyasileri, işte Kürt aydınları, bu uzun soluklu işe göre –bence- hazırlanmalı, tedbirler almalıdırlar.
Yani iki örnek vereyim size: Televizyonları, Türk televizyonlarını siz de izliyorsunuzdur. Gerek Arap çoğunluklu bölgede, gerek Kürdistan'da, televizyona çıkanların hemen hiçbiri; ne Kürtçe, ne Arapça konuşmuyor. Çoğu da sonradan öğrenilmiş bir Türkçeyle konuşuyorlar. Aslında normalde bu kadar öfkeli, bu kadar duyguluyken insan, kendi diliyle konuşur. İstemese de kendiliğinden, kendi dilinden konuşur. Ama televizyona çıkanlar, bundan çekiniyorlar. Yani doğru dürüst Türkçe bilmeyen Arapların, Türkçe konuşmaya çalıştıklarını görüyoruz. Çünkü diyorlar ki biz, işte Arapça konuşursak, yardım vermezler içeri atarlar, yağmacı diye ilan ederler.
Aynı şey Kürdistan'da da öyle; İnsanlarımız bu acılarını kendi dilleriyle yani, televizyon gezdiği zaman, Türk televizyonları geldiği zaman, kendi dilleriyle bunu dile getiremiyorlar. Dolayısıyla; siz acının dili yok derken, bize dayattığınız dili gizlemeye çalışıyorsunuz. O acı çekenlerin bir dili var. Bir rengi, bir milliyeti, bir dini inancı da var ya da yok. Bir, bu örnek şunu gösteriyor: Acı çekenlerin dili de dini de rengi de vardır.
İkincisi, dünyanın birçok yerinden arama-kurtarma ekipleri geldi. Güney Kürdistan Hükümeti de bir arama-kurtarma ekibi gönderdi. Türk televizyonları, Güney Kürdistan Hükümeti’nin gönderdiği arama-kurtarma ekibinden hemen hemen hiç söz etmemeyi tercih etti. Oysa en olağanı oydu. Yani Güney Kürdistanlı kardeşlerimiz, Kuzey ve Batı Kürdistan'da başlarına felaket gelmiş kardeşlerinin yardımına geldiler. Diğer bütün devletlerin gönderdiği yardımdan daha anlamlı bir yardım. Sahada da bunun karşılığı vardı. Yani Güney Kürdistan'dan gelen arama kurtarma ekipleri, hem konuştukları dil bakımından, hem ulusal ruh birliği bakımından, sahada da olumlu bir karşılık gördü. Ama Türk devleti bunu ısrarla ve inatla gizlemeye çalıştı. Sonra da sizin işiniz bitti. Buradan gitmelisiniz dediler.
İşte Kürdistan'ın dört parçası; yani Kürdistan'ın batısı, doğusu, güneyi, kuzeyi, benzer bir ruh halini yaşadı. Güney Kürdistan'da emekli maaşını götürüp, depremzedelere yardım olarak vermeye çalışan, 60-70 yaşındaki kadınlarımızı gördük. Bütün bunları da saptamak ve değerlendirmek lazım. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Yani ciddi bir potansiyel, ciddi bir ulusal ruh var Kürdistan'ın dört parçasında. Bunu mobilize edecek öncülükten yoksun, özellikle Kuzeybatı Kürdistan'da. Onun için böyle dönemlerde, bu öncüye ne kadar muhtaç olduğumuz, acil çözmemiz gereken meselenin bu olduğunu, hatırlatmakla bitireyim.
Utopia TV 20-02-2023
https://youtu.be/T65b3rOtPhw