-Deprem, bir doğa olayı. Dünyanın birçok yerinde okyanusta, karada, belli fasılalarla gündeme gelen bir doğa olayıdır. İnsanlığın gelişimi aynı zamanda doğayla imtihanıdır. Doğa hakkındaki bilgilerimiz çoğaldıkça, bu doğal olayları ya da doğal felaketleri önlemek hiç olmazsa sonuçlarını daha az hasarla kapatmak mümkün oluyor. Sonuçta; özgürlük, bu anlamda zorunluluğun bilincidir. Bu zorunluluklar hakkında bilincimiz geliştikçe, bu doğa olaylarının tahrip edeceği sonuçları da azalıyor. Azalacak. Azalmakta. Burada önemli olan tabii sadece bilgi değil bilinç. Zorun zorunluluğun bilinci, bu bilgilerin doğrultusunda planlamalar yapmayı, hazırlıklar yapmayı da içeriyor.
Deprem bir doğa olayı olduğu halde, sonuçları tümüyle toplumsal ve politiktir. Biz bunun üzerinde, konuşup tartışabiliriz.
Onun için önce, depremin olduğu yerden başlamak lazım. Bu deprem nerede oldu?
-Depremin olduğu saha, Kürdistan'ın batısıyla, onun güneyinde ve doğusunda Arap coğrafyası, ağırlığıyla da Arap Nusayri coğrafyasıdır. Yani Türkiye'de bir deprem olmuş değildir.
Bu depremin olduğu Teritoryal, Kürdistan coğrafyasıyla, Arap-Arap Nusayri coğrafyasıdır. Önce bunu saptamak önemlidir. Çünkü genellikle; “Türkiye'de deprem oldu.” başlığıyla veriliyor. Oysa bu yanlış! Bu bölgeler, Türkiye Devleti'nin, işgali altındaki bölgeleridir. Hem Arap Nusayri coğrafyası, hem de Kürdistan coğrafyası, dolayısıyla; Teritoryal'ı doğru tanımlamadığımız zaman, bu depremin, toplumsal-politik sonuçlarını da doğru değerlendiremeyiz.
Yani, öyle bir sahada olmuş ki bu deprem, Türk Devleti'nin; zaten, o bölgenin hakikatlerini ortadan kaldırmaya çalıştığı bir sahadır. Örneğin Kürdistan'ın, Kürt halkının, ulus-ülke hakikatini ortadan kaldırmaya çalışıyor bu devlet. Ülke olarak burayı, Kuzeybatı Kürdistan değil, Türkiye'nin Doğu Anadolu Bölgesine çevirmeye çalışıyor. Kürt millet hakikatini ortadan kaldırıp, Kürt milletini oluşturan koca bir topluluğu, Türkiye'nin Kürt vatandaşlarına dönüştürmeye çalışıyor. Daha güneyde de doğudaysa; işte Arap Nusayri coğrafyası var. Oraları pek bilinmez. Suriye'nin kuruluşunda; aslında bugün Suriye dediğimiz yerde, üç dört tane devlet var: Şam devleti var. Halep devleti var. Bir de Nusayri devleti var; Lazkiye merkezli Nusayri Devleti var. Onun hemen batısında, İskenderun Livası denilen koca bir coğrafya var.
İskenderun Livası da aslında 1921 Fransa-Türkiye Anlaşması'na göre Suriye'ye bağlıdır. Orada şöyle ilginç bir madde var, bu anlaşmada. Deniliyor ki: “İskenderun Livasındaki Türklerin kültürel gelişmelerini de sağlayacak bu otonom yönetim.” Yani 1921’de İskenderun Livası denen; şimdi, Hatay-Antakya vesaire denilen bölgede, Türklerin bir azınlık olduğu kabul edilmiş, onların kültürel gelişmelerinin engellenmeyeceği söylenmiştir.
Daha sonra o Lazkiye merkezli Nusayri Devleti, Fransızca kaynaklarda Alevi Devleti olarak geçer. Önce Lazkiye Devleti'ne dönüştürülür. Daha sonra da Suriye'ye bağlanmıştır. İskenderun Livası da başlangıçta, aslında Halep Devleti'ne bağlıdır. Ama biliyorsunuz; 1936’da Fransızlar çekilmeye başladıktan sonra, 1939’da bir oldubittiyle; orası, Türk toprağı olarak ilan edilmiştir.
Yani Türk devletinin, işgalci-jenosidal hedefinde olunan, iki bölgeden söz ediyoruz. Burada bir deprem olduğu zaman; “Devlet ne yapar?” Devlet Kürdistan'da, dünyanın herhangi bir tarafındaki, ister felaketler olsun, ister savaşlar olsun, kendisi için fırsata dönüştürmeye çalışır. Türk devleti bu konuda, oldukça uzman bir devlettir. Ciddi bir tarih bilinci ve devlet tecrübesi vardır. Onun için bu deprem olur olmaz; bence, Türk devletini yönetenler: “Biz bu olayı nasıl kullanabiliriz? Kendi devlet amaçlarımız bakımından nasıl kullanabiliriz?” diye düşündüler. Sahadaki pratiklerinden de gördüğümüz odur.
İlk üç gün yoktular. Olmadıkları gibi dışarıdan gelen arama kurtarma ekiplerinin de bölgeye gitmesini engellediler. Bu ilk üç günü niçin önemli? İlk üç gün, enkaz altında kalanları, canlı olarak çıkarma fırsatının fazla olduğu günlerdir. Yani en fazla; işte, ilk 72 saatte canlı kurtarma ihtimali daha fazladır. İlk üç gün, devlet ortalıkta gözükmedi. Üçüncü gün olağanüstü hal ilan ederek, devlet sahaya indi. Olağanüstü hal niye ilan edildi? Burada olup biten her şeyi, devletin kontrolüne almak için ilan edildi olağanüstü hal ve üç aylık bir olağanüstü hal ilan edildi. Bunun uzatılıp uzatılmayacağını henüz bilmiyoruz. Dolayısıyla öncelikle; depremin, yol açtığı yıkımların, insani bazda artmasına fırsat verdiler. Yani bilenlerin tahminlerine göre; ölü sayısı, en az 150 bin civarındadır. 150 ile 200 bin arasında olacağı var sayılıyor. Bunlar tabii hiçbir zaman ilan edilmeyecek. Eğer ilk üç günde ciddi bir müdahale olsaydı, binlerce insan, pekâlâ enkaz altından sağ olarak çıkarılabilirdi.
Bu yapılanlardan sonra, devletin önünde ne tür hedefler var diye sorarsanız, bana kalırsa, ciddi demografik değişiklikleri kullanıyorlar. Hem Kürdistan'ın batısında; yani Antep, Maraş, Malatya bölgesinde, hem de işte Nusayri coğrafyasında, son dönemlerde özellikle Hatay'da, Arap nüfusunun çoğalmasından dolayı; bazı Türk siyasetçileri, oradaki Arap nüfusunun çoğalmasını kendileri için bir beka sorunu olarak görmeye başladılar. Bu depremi bu amaçlarla kullanacaklar. Beklenilen, işte bir milyon, iki milyon insanın yerinden göçmesidir. Bunlar için de bölgenin dışında yerleşim alanları oluşturuyorlar. Yani Ege'de, işte Anadolu'da, Marmara'da, işte toplu kalınacak yerler oluşturuyorlar. Bu, oradaki insanların, topraklarını terk etmeye zorlamak içindir. Bir yönüyle budur.
Bu yaralar bugünden yarına, sarılacak bir yara değildir. Yani 5 yıl 10 yıl sürer bunun toplumsal siyasal sonuçları. Buradan bir-iki milyon insanı göçerttikten sonra, kalanları da kendine muhtaç haline getirecek. Hem barınma ihtiyacı, işte yeme ihtiyacı, giyinme ihtiyacı, bütün ihtiyaçlar olduğu gibi devlete ve tek merkezden devlete bağlanmaya çalışılıyor. Devlet dışı kurumların, sahada kalmalarını, çok uygun görmüyorlar. Olağanüstü hal de ilan edildiği için dışarıdan gelen devlet dışı yardımlara pekâlâ el koyabiliyorlar. El koyuyorlar. Orada çalışan gönüllülerin faaliyetlerini, engellemeye çalışıyorlar. Özetle söylemek gerekirse; bu yıkıcı deprem, Türk Devleti'nin elinde, bir jenosidal enstrümana dönüşecektir.
Demografya meselesi, iki tarafı kesen bir kılıçtır. Bir yerin demografyasını değiştirmeye çalıştığımız zaman, korumaya çalıştığınız alanda da demografik değişikliğe yol açarsınız. Yani diyelim Hatay'ı Arapsızlaştırmak isterseniz, İstanbul'daki Arap nüfusu artar. Aynı şekilde bu Kürdistan'lar için de geçerlidir. Yani binlerce köy yaktılar ve aşağı yukarı 7-8 milyon Kürt göçertildi Kürdistan'dan son 40 yılda. Ama bu Türkiye'de bir azınlık Kürt ulusunun oluşmasına yol açtı. Türkiye'de şimdi 10 milyondan daha fazla Kürt olduğunu söyleniyor.
Yani toplumsal mühendislik yaptığınız zaman, her zaman yaptığınız işler istediğiniz gibi gitmez. Çünkü yani inşaat mühendisi, işte binayla çok rahat ilgilenebilir, istediği şekli verebilir ama toplum canlı bir organizma ve burada mühendislik yaptığınız zaman, mühendislik yapmaya kalktığınız zaman, hiç hesaba katmadığınız ciddi tehlikeler, kendiniz için de ciddi tehlikelere yol açmış olabilirsiniz. Bunlar, onun sonuçları; yani, bir taraftan orada demografyayı değiştirmeye çalışıyorlar ama öbür taraftan bunu yaparken, işte Türk tarafının demografyası da değişiyor. Bu devlet içinde de bir tartışma konusudur. Devletin farklı kanatları bu konularda da farklı düşünüyordur.
Utopia TV 20-02-2023
https://youtu.be/T65b3rOtPhw