-(Sunucu, Diyax Polat) Peki hocam, son soru. Sizi epeyce yordum. Şimdi bir de şöyle bir sorun görüyorum ben. Yani kendisine ulusalcıyım ya da milliyetçiyim ya da Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerinden yanayım. Ulus devletten yanayım diyen, hem siyasi partiler var, hem siyasi unsurlar var diyelim. Yani işte aydın, siyasetçi, bağımsız siyasetçiler var. Fakat yani, çabada, bu ideale bağlanmada, bu ideal etrafında hareket etmede, bir yetersizlik görülüyor. Yani, nedir ulus, ulusal bağlanma? Ulusal ideallere bağlanma? Bunun çalışma tarzı nedir? Hani bunların çok geniş bir tarifini sizden istemiyorum ama bu noktada da acaba, Kürt siyasi hareketi, hani bu entegrasyoncular dışındakiler – (entegrasyoncular) bana göre iyi çalışıyorlar hala - böyle de bir problemi yok mu acaba?
Şimdi çok temel bir sorundur işaret ettiğin. Biliyorsun, modernite öncesi aidiyetler var. Bunlar aşiret aidiyetidir, köy aidiyetidir, yerel bölge aidiyetidir, tarikat aidiyetidir. Modernite döneminde, üst aidiyetler var. Bu üst aidiyetler de esas itibariyle iki-üç tanedir. Yani birisi, ulus aidiyeti, ülke aidiyeti. Onun altında da sosyolojik olarak, sınıfsal aidiyet vardır. Kürdistan toplumunda tarihsel olarak, alt aidiyetler çok güçlüdür. Ve aslında, Kürt toplumunun -çünkü Kürdistan Yakın Doğu’nun merkezi ülkesidir- ve dünyadaki bütün işgalcilerin uğradığı, talan ettiği, savaşlarını sürdürdüğü bir sahadır. Eğer bu alt-aidiyetler bu kadar güçlü olmasaydı, bu kavim, bugüne taşınamazdı. Yani bunlara alt-aidiyet derken bunları küçümsediğim için söylemiyorum.
Sosyolojik olarak altı alt-aidiyetler olarak tanımlıyorum. Ve bu alt-aidiyetlerin güçlü olması da modernite dönemine kadar bizim için çok büyük bir şanstır. Eğer bu alt-aidiyetler olmasaydı şu anda işte Kürt milleti diye bir millet ortada olmayacaktı. O kadar önemlidir bu alt-aidiyet meselesi. Ama bu moderniteyle, moderniteye geçişle beraber, bu alt-aidiyetler, üst – aidiyetlerin güçlenmesini engelleyici bir rol oynuyorlar. Yani eğer aşiret aidiyeti, ulus aidiyetinin önündeyse bu ulus aidiyetini zayıflatır. Ülke aidiyetini zayıflatır.
Yani sen, kendini tanımlarken, ben Kürdistanlıyım, Kürt milletindenim demeden önce sen, “ Ben; işte, falan filan aşirettenim, falan filan ailedenim, falan mezheptenim.” yani demin Aleviler için bir şey söyledin, ona döneceğim. İşte “ ben Alevi’yim, ben Hanefi’yim, ben Şafi’yim, ben şuyum. Tamam Kürdistanlıyım, Kürt milletindenim ve Alevi’yim ve Şafi’yim ve Müslümanım ve Tanrı tanımazım ve Ezidi’yim, bunda bir sakınca yok. Ama çoğu zaman bu alt-aidiyetlerin bu gücü, bu üs-aidiyetlerin güçlenmesini engellemiştir.
Şimdi aslında, modern partiler, bu üst-aidiyeti güçlendirmek için vardır. Yani dünyanın her tarafında, Fransız devriminden diyelim bu yana; siyasi partiler, bu üs-aidiyetler üzerinden siyaset yaparlar. Devletleşenler artık, sınıf aidiyetiyle siyaset yaparlar. Devletleşemeyenler de devletleşinceye kadar ulus ve ülke aidiyeti üzerinden siyaset yürütürler. Bizde maalesef, parti aidiyeti, eski alt-aidiyetler gibi güçlü bir hale geldi. Önce bir parti kuruyoruz. Kurduğumuz zaman aslında bu parti ulusal bağımsızlık için bir araçtır. Ya da devrim için bir araçtır, niyetiyle kuruyoruz. Kurduktan sonra o partiyi korumak, ulusun bağımsızlığından daha önemli bir hale geliyor. O partinin iktidarını, yerel iktidarını, ulusal iktidarın ötesinde sahipleniyoruz.
Şimdi mesela, Güney Kürdistan’ da temel problemimiz budur. Yani orada bir parlamentomuz var, bir hükümetimiz var. Hatta 2017’ ye kadar, bağımsız devlet formunda yaşayan, bir yapılanmamız var idi. Ama her iki taraftaki alt-aidiyet, bizim ortak bir ordu kurmamızı engelledi, ortak bir iktisat kurmamızı engelledi, ortak bir istihbarat kurmamızı, ortak bir güvenlik kurmamızı engelledi.
Kuzey Kürdistan’da da bu böyledir. Bu parti aidiyetinin, üst-aidiyetlerin önüne geçmemesini, sağlamamız lazım. Önce kendi içimizde, bunu sağlamamız lazım. Yani, bizim için önce bir dava vardır. Yani biz dava adamları, biz devrimciler öyle bakarız. Yani önce bir davamız vardır. Komünist olarak, dünyanın her tarafında eşitlik davamız vardır. Kürdistanlı komünist olarak, Bağımsız Birleşik Kürdistan gibi bir üst-davamız vardır. Bu davaya ulaşmak için bir örgüt lazım. Bu örgütü yönetmek için de kadrolar lazım. Kadrolar üçüncü sıradadır. Bu kadrolar arasında da birileri, işlerini diğerlerinden biraz daha iyi yaptıkları için önde gözükürler. Demek ki lider de aslında dördüncü sıradadır. Fakat bizdeki yapı baş aşağıdır. Yani bir lider var. O liderlerin etrafında bir örgüt var. Önce lideri korumak, sonra örgütü korumak lazım. Bütün bunları korumaya çalışırken; sıra ulus-ülke aidiyetini güçlendirmeye gelmiyor. Bu şemayı, bu ters yüz edilmiş olan şemayı, baş aşağı çevirip, yerli yerine oturtmak lazım.
Bu entegrasyoncu siyasetin, en temel tehdidi ve tehlikesi, bu noktadadır. Ulus-ülke aidiyetimizi zayıflatıyor. Dünyanın her tarafında işgalcilik, bir düşmanlık hukukudur. Yani birileri gelmiş senin ülkeni işgal etmişse ve seni zorla yönetiyorsa, senin rızan haricinde seni zorla yönetiyorsa, bu hukukun adı “düşmanlık hukukudur.” Fakat siz ısrarla; “Biz kardeşiz, birlikte çözeriz, çözemeyeceğimiz bir mesele yok.” dediğiniz zaman, düşmanlık hukukunu bir tarafa bırakıp, ulus-ülke aidiyetini zayıflatıyorsunuz. Kürdistanlı olmak yerine, Türkiyeli olmayı öne çıkarıyorsunuz. Kürt milleti olmak yerine, işte demokratik Türkiye ulusu olmayı öne çıkarıyorsunuz. Bunlar bu her iki aidiyetleri de tahrip eden siyaset tarzlarıdır.
Şey, kitlesi için; yani, PKK, HDP kitlesi, sonuçta bizim kitlemizdir. Kürdistanlılardır ve son yıllarda, en çok bedel ödemiş kitledir. Onların dışında kalan kitleler de işte, bilmem AKP’nin, CHP’nin, MHP’nin kitleleri değildir. Onlar da bizim kitlelerimizdir. Bizim, işlerimizi doğru yapamamamızdan dolayı, şu anda oradadırlar. Ve eğer - ben şuna inanıyorum- yani şu anda mesela, bir seçim döneminde, geçen gün aşağıda, HDP’li arkadaşlarla tartışırken de söyledim. Ben dedim ki; yani şu anda biz, eğer birlikte bir boykot kararı alırsak, ben gidip, AKP’li işte DEVA Partili, öteki partili arkadaşlara diyebilirim ki “Arkadaş, sen de boykot edeceksin!” Bu bir parti meselesi değil, millet meselesidir. Ama şimdi sen diyorsun ki “Ben de Türkiye partisiyim, ben de seçime katılacağım.” Öbürü de diyor ki “Ben de Deva Partisi’nden seçime katılacağım. Orada benim yararım daha fazla” diyor. Sen ona bir şey diyemiyorsun ki o zaman. Ama böyle bir ciddi -milli kalkışma olursa- işte, AKP’li CHP’li gözüken kitleler de esas itibariyle bizim kitlelerimizdir.
Aleviler konusunda bir şey söyleyip bırakayım. Şimdi; biz, Kuzey Kürdistan’da 1990’lara kadar, iki şeyi çok ihmal ettik: Biri, Kürdistan’daki dinsel farklılıklardır. Öbürü, dilsel farklılıklardır. Kürdistan’daki dinsel farklılıkları ihmal ettiğimiz için “Ya işte ne gerek var; yani, Alevi’sin, Müslümansın nedir? Nasılsa biz değiliz. E onlar da olmayıversinler.” diye bakıldı. Oysa; işte Alevi, RÊYA HEQ inancında olanlar, ayrıca özel bir baskı altındalar. Ve sadece Türk Devleti’nin baskısı altında değiller. Komşuları olan Müslüman Kürtlerin baskısını da görüyorlar.
Aynı şey Güney Kürdistan’da -eskiden bizde de- güçlüydü, Ezidi Kürtler vardı. Bunlar da sadece işgalci devletlerin zulmünü görmüş, değiller yani. Tarihte, birlikte yaşadıkları aynı toprağın insanları olan ama bu inanca sahip olmayanlar tarafından da baskı görmüşler. Bizim aslında; işte, 1960’lardan, 1970’lerden sonra, bunu fark edip, bu konuya yaklaşmamız lazımdı. Neredeyse hiçbir siyasi hareketin gündeminde doğru dürüst yer almadı. Siyaset de doğa gibidir, boşluk tanımaz. Sen doldurmazsan karşındaki doldurur. Devlet nüfuz etti. Önce CHP üzerinden nüfuz etti. Dolayısıyla burada sabah, öğlen, akşam Alevileri suçlamak anlamsız bir şeydir. RÊYA HEQ inancında olan Kürtler de en az bizim kadar, Kürt’türler. En az bizim kadar, gelecekleri bu ülkenin geleceğine bağlıdır. Evet, böyle bir kırılma yaşanmıştır. Önce bizim orada kendi sorumluluğumuzu görmemiz lazım.
Aynı şekilde, yani mesela, Kuzeybatı Kürdistan’daki yani -son yüzyıldaki ulusal kalkışmaların neredeyse tamamına yakınında- biz, Kırdki konuşanları önde görüyoruz. Yani hangisinden başlarsan başla; 1925 ayaklanmasında da öyledir, 1937-1938’ de de böyledir. Yakın dönemde; her iki Kürdistan Demokrat Partisi’nin kurucu genel başkanları, işte bilindik deyimle Zaza’dırlar. Yani Said Elçi de Kırdki konuşur, Said Kırmızıtoprak da Kırdki konuşur. Necmettin Büyükkaya Zaza’dır. Böyle birçok Zaza arkadaşlarımız, ulusal hareketin önünde yer aldıkları halde, diyelim bu dilsel farklılık konusunda, işte bu Zaza-Kurmanc ayrımı konusunda, çok geç kaldık.
Yani doksanlardan sonradır, bizim bu konulara eğilmemiz. Bu konuda da yani mesela işte Bingöl’de devlet, bir de bunu kullanıyor. İşte hatta Ermenistan’la Türkiye Cumhuriyeti beraber, işte Zazaların, RÊYA HEQ inancında olanların -ona Alevilik diyorlar- işte Kürt olmadığını söylüyorlar. Yani düşün; Ermenistan ve Türkiye beraber, bu politikayı yürütüyor. Bizim burada da yani, eğer bir kötülük varsa şu an Kuzeybatı Kürdistan’da, her birimiz kendi çapımız kadar bundan sorumluyuz yani. O sorumluluğu görüp, bu sorunlara, öyle yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. [1]
[1] Xoser TV Dıyax Polat 20 aralık 2021