Aso Zagrosi: Işid’ın ortaya çıkmasından sonra Sykes-Picot antlaşması de-facto işlevsiz kaldı. Kürdler için kendi bağımsız devletlerini kurmak için tarihsel bir aşamadan geçiyoruz. Sizce Kürd siyasal güçleri var olan süreci doğru okuyor mu? Eğer doğru okumuyorlarsa ne yapmalılar?
Fuad Önen: Yakın Doğu’da devlet sınırları Sykes-Picot antlaşması ile çizilmemiştir. Kürdistan’ı bölen sınırlar da Sykes-Picot antlaşmasının sonucu değildir. Örneğin, Musul bu anlaşmaya göre Fransa’nın olacaktı, İngiltere’ye kaldı. Sykes-Picot antlaşması kadük bir antlaşmadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında bağıtlanan birçok paylaşım antlaşmalarından biridir. Fransa ve İngiltere arasında bağıtlanmış, Rusya tarafından onaylanmıştır. 1917 Nisan’ında İtalya’nın itirazları üzerine Saint Jean de Maurienne Antlaşması yapılmış ancak Şubat Devrimi sonrası Rusya Başbakanı tarafından imzalanmadığı için geçerlik kazanmamış, Ekim Devrimi sonrasında ise Bolşevikler bütün gizli antlaşmaları deşifre ederek bu antlaşmaların Rusya’ya sağladığı tüm kazanımları reddetmiştir. Buna rağmen savaş sonrasında çizilen Orta Doğu devlet sınırlarında etkili olmuştur.
Kürdistan Yakın Doğu’nun merkezi ülkesidir. Buradaki sınırlar Paris Konferansı ve Cemiyet-i Akvam(Milletler Birliği) üzerinden kurulan dünya düzeninin bir parçası olarak çizilmiştir. Yakın Doğu İşleri Hakkındaki Lozan Konferans’ı, Ankara Antlaşması, TC-İngiltere, TC-Fransa, TC-SSCB, TC-İran arasında bağıtlanan antlaşmalarla bu sınırlara resmiyet kazandırılmıştır.
Birinci Dünya Savaşından sonra kurulan ve İkinci Dünya Savaşından sonra yeni güçler dengesine göre sürdürülen dünya düzeni SSCB’nin çözülmesi ile çökmüştür. SSCB’nin çözülmesinden sonra yeni bir dünya düzeni kurulduğu ya da tek kutuplu bir dünyaya geçildiği doğru değildir.
Dünya kendisine yeni bir düzen aramaktadır.
Yeni Dünya Düzeni Üçüncü dünya savaşının konusu ve hedefidir. Ortalama bir insan ömrü kadar süreceği öngörülen bu üçüncü savaşının 20 yılı geride bıraktığını varsayarsak önümüzdeki 25-30 yılın da savaş ile geçeceğini söyleyebiliriz. Uzun süreli bu savaşın bir temel özelliği de kaygan bir zeminde sürüyor olmasıdır. İttifakların sık sık bozulduğu, yeni ittifakların oluştuğu bir savaştır söz konusu olan.
Dünyadaki devletlerin çoğu dünya savaşları sırası ya da sonrasında kurulmuştur. Kürdistani siyasi aktörler bu üçüncü savaşta devletleşme hedefini başa alan bir siyaset yürütmelidirler. İşgalci devlet sınırlarını esas alan siyaset tarzı ile bu savaşta ciddi bir siyasi aktör olmak ve başarılı olmak mümkün değildir.
Yakın Doğu ve Kürdistan bu üçüncü savaşın önemli ve güncel bir cephesidir. Kürdistani siyasi güçler önümüzdeki 25-30 yılı da Kürdistan’ın savaş alanı olduğunu öngören bir siyaset tarzını ve programını esas almalıdır. Bu savaş artık yalnızca partizan savaşı olmayacaktır. Güney ve Batı Kürdistan’da daha şimdiden bu savaş ülke toprağını koruma savaşı şeklini almıştır. Günümüz dünyasında bir ülke toprağını devletleşmeden korumak olanaksızdır. Bu nedenle devletleşmek hem programatik hem de güncel bir zorunluluktur Kürdistani siyaset bakımından.
Sürecin Kürd siyasi güçleri tarafından okunduğu kuşkusuzudur. Ancak egemen okuma biçiminin Kürdistani olduğunu söylemek zordur. Kürd siyasi gruplarında alt-iktidar talebi güçlü, merkezi iktidar talebi zayıftır. Kanton, otonomi, federasyon ya da işgalci devletlerin demokratizasyonu gibi talepler bu alt-iktidar tutkusunun dışa vurumudur ve uzun süreli dünya savaşı ve savaşın günümüzde aldığı şekil ile uyumlu değildir. Yine egemen okuma biçimi ve siyaset tarzının dar particilik, parçacılık ile malul olduğu görülmektedir.
Güney Kürdistan’da başat siyasi partilerden kurulu milli bir hükümetimiz var. Ancak bu hükümetimizin ne bir milli programı sürdürdüğü ne de bir milli politkası var. Bu hükümetin Suriye ve Rojava Kürdistanı hakkında, TC ve kuzey Kürdistan hakkında, İran ve Doğu Kürdistan hakkında bir milli politika güttüğünü söyleyemiyoruz. Tam tersine her ciddi konuda hükümeti oluşturan partilerin iç mücadeleyi kızıştıran kendi politikaları var. Kobanî’de, Efrin’de ÖSO ile, Girêspide Ahrar-ü Şam, Burkan-el Fırat ile, Cizre’de Esad rejimi ile hatta Lübnan Hizbullahı ile askeri siyasi ittifak yapan PYD-YPG Batı Kürdistan’daki diğer Kürd siyasi grupları ile ittifak yapamamaktadır. Binlerce Batı Kürdistanlı pêşmerge Güney Kürdistan’dan Suriye devlet sınırını geçip ülkelerine gelememektedirler. PKK Doğu Kürdistan’a geçmeye çalışan İ-KDP’li pêşmergelere saldırabilmektedir. Bu dar-partici, parçacı yaklaşımların sonucunda, DAİŞ üzerinden çizilen Rakka-Ramadi devletine Hemrin-Efrin devleti ile cevap veremiyoruz. Bu cevap verememekte işgalci devletlerin Kürd siyaseti içindeki gücü de diğer önemli nedendir.
Yapılması gereken Kürdistan’da birlikte yaşam hukukunu oluşturmaktır. Bu hukuk ile işgalcilere karşı durmaktır. Ulusal konferans ve sonrasında kongre bu amaç ile düşünülmelidir. Bu öncelikle Güney ve Batı Kürdistan için acil ve zorunlu bir siyasi gerekliliktir.
Siyasi gruplarımız siyaset tarzları ile programları ile savaşın gereklerine göre değişmelidirler. Savaşın değiştirici, dönüştürücü gücünü önemsiyorum. Biz değişmesek de savaş bizi değiştirecektir. Bunun zorlu, sancılı olacağı da muhakkaktır.
Aso Zagrosi: Türk devletinin Güney Kürdistan’a yönelik saldırıları ve Batı Kürdistan’a karşı girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kürdler bu tip saldırılara karşı ne yapmalılar? Kuzey Kürdistan’da barış süreci diye bir şey oldu mu? Olmuşsa bu gelişmeler ardından akıbeti nasıl olacak?
Fuad Önen: İzady’nin rakamlarına göre Güney Kürdistan Kürdistan’ın %16sını, Batı Kürdistan %8ini oluştururken Kuzey Kürdistan %42sini oluşturmaktadır. Bir ülkenin %16’sını oluşturan parçasında bağımsızlık, %8’ini oluşturan parçasında da Kanton-Otonomi tartışılıyor ve üstelik bu iki parçanın birleşmesi parçayı yönetenlerin iradesinden bağımsız olarak da olsa kendisini dayatıyorsa,%42’ nin işgalcisi, işgali eskisi gibi sürdüremeyeceğini anlar ve uykuları kaçar.
TC’nin Güney ve Batı Kürdistan’a saldırısının esas nedeni budur. Bunu AKP-Erdoğan, IŞİD üzerinden okumak yanlıştır. TC’nin IŞİD ile ilişkisinin en önemli nedeni de budur. Bu bir devlet saldırısıdır. 3 yıl önce Üçüncü savaşın kendisine tarihi fırsatlar sunduğunu düşünüp alt-emperyal hevesler ile bölgede saldırgan bir siyaset izleyen TC başarısız olmuş ve savunmaya çekilmiştir. Kendi sınırlarını Güney ve Batı Kürdistan’a saldırarak savunmaya çalışmaktadır.
TC, İran’dan sonra bölgenin köklü ve önemli bir devletidir. Her iki devletin de bölge üzerinde alt-emperyal hesapları olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Yakın ve Orta Doğu yeniden dizayn edilirken bu iki devletin eskisi gibi kalabileceği düşünülmemelidir. Şimdilik savaşı kendi sınırlarının dışında tutabilen bu iki devlet er ya da geç savaşın kendi devlet sınırlarının içine uzayacağını görmektedirler. Erdoğan’ın “üst akıl” sızlanmasının nedeni budur. Dar parti anlayışını aşamayanlar devletin bu saldırısını da parti saldırısı olarak algılamaktadırlar. Bu saldırılara karşı topyekün direnilmelidir.
Başkan Mesut Barzani’nin bu saldırılara AKP övgüsü ve PKK’nin mağduriyeti üzerinden bakması apolitiktir. TC Kuzeyi elde tutmak için Güney’e saldırmaktadır.
Kuzey Kürdistan’da “barış süreci” yoktur. Türkiye’nin 22 yıllık bir restorasyon süreci var ve başarısızdır. 16 yıllık bir İmralı süreci var bu da başarısızlığa mahkûmdur. Bu 16 yıllık İmralı sürecinin ilk 4 ve son 6 yılı Öcalan üzerinden PKK’yi kontrol altında tutmak ve Kuzey Kürdistan’ı Türkiye’ye entegre etmek amacına dönüktür. TC önündeki 20-25 yılın kendisi için öneminin farkındadır. Kürdistan’ın diğer parçalarındaki gelişmelerin sınırdan sızmasını önlemek telaşı içindedir. Bu 20-25 yıllık süreçte siyasi kalkışmayı engelleyebilirse, sistemin entegrasyonalist gücü ile sınırlarının doğusunda Kürdistan olsa da Kuzey Kürditsan’ı Doğu ve Güney Doğu Anadolu olarak mas edebileceğinin hesabı içindedir.
Bir barış sürecinden söz edebilmek için tarafların birbirini tanımaları gerekir. Oysa ki TC Kürdistan’ı tanımamakta ve Kürdistansız bir “Kürd sorununu” çözmekten söz etmektedir. Bu çaba nafiledir. TC’nin “İmralı süreci” ile çözmeye çalıştığı Kürd ya da Kürdistan sorunu değil, PKK’nin Kuzeydeki silahlı varlığıdır. Çatışmasızlık süreci olarak adlandırılan bu süreç taraflara zaman kazandırmaktan başka bir sonuç vermez. Bu süreçlerin kime daha fazla kazandırdığı da sürekli muhasebe edilir. Karayılan’ın “süreci başlatmakla hata ettik”, TC yöneticilerinin bu süreçte kontrolü kaybetmek kaygılarını bu muhasebenin işaretleri saymak gerekir.
Sonuç itibari ile çatışmasızlık tekrar sağlanabilir ya da sona erer. Kuzey Kürdistan’da bizi bekleyen zorlu yıllar var, Kürdistan’ın bütün parçalarında savaş devam ediyor, edecek. Savaş gerçekliğini görmeyen bir siyaset tarzının apolitik kalacağı bir dünya, bölge ve ülke gerçeğimiz var. Bu bizim savaşperest olmamızla değil, işgalin kendisinin bir savaş olması ile ilgilidir.