Şuradan başlamak istiyorum. Birincisi, biz Türk devletini tekçi, anti demokratik, totaliter olarak değerlendirmiyoruz. Bu vasıfları var. Ama söylenen bu vasıflar dünyadaki birçok devlette de var. Yani Fransa devleti de görece olarak tekçi bir devlettir, 1789’da Frankların nüfus içindeki oranı yüzde 20 civarındaydı. Oradan bir ulus oluşturdular. Fransa devletinin de tekçi hatta otoriter olduğunu söyleyebiliriz. Kürdistan meselesini de Türkiye’deki herhangi bir azınlığın meselesi, etnik gurubun ya da dini azınlığın meselesi olarak ele almak doğru değildir.
Türk devletinin Kürdistan ile ilişkisi işgalci ve jenositçidir.Türk Egemenlik Sistemi (TES) dediğimiz, bu sistemin Kürdistan ile ilişkisini esas olarak ifade eden bu kavramlardır. Bir: İşgalcidir, iki: Jenositçidir. Kürdistan halkının ulus-ülke hakikatini ortadan kaldırmak üzere programlamış bir devlettir, bir egemenlik sistemidir. Türk devleti bu egemenlik sisteminin baskı aracıdır.
Dolayısıyla biz Kürdistan’dan baktığımız zaman bizim hedef alacağımız, mücadele edeceğimiz vasıfları bu devletin Kürdistan’daki varlığıdır. Bu varlık işgalcidir, meşru değildir, jenositçidir ve jenosit bütün dünyada insanlığa karşı işlenen en ağır suçlardan biri sayılmaktadır. Türk devletine bu cepheden bakmamız lazımdır.
Türkiyeli siyasetçiler işte bu devletin tekçi, otoriter ve hatta faşizan olduğunu söyleyebilirler. Onlar o yönüyle mücadele edebilirler ama Kürdistanlı siyasetçilerin, Kürdistanlı aydınlar, kendi ülke hakikatlerini temel alarak Türk devletinin işgalci, jenositçi karakterini ön plana çıkarmalıdırlar.
Kuruluşundan bu yana, bu devletin yüzyıllık pratiği, esas olarak Kürt halkının ulus ve ülke hakikatini ortadan kaldırmak üzerine kurulmuştur. Hedefi budur. Bu hedefte en ufak bir şaşma olmamıştır yüzyıl boyunca. Bunun ilk seksen yılını “Kürtler yoktur, dağlı Türklerdir ve benzeri ideolojik saldırılarla” sürdürdüler. Son yirmi yılında bu sefer “ Tek tek Kürtler vardır ama Kürdistan yoktur, Kürt milleti yoktur.”a evirildiler. Şimdi Türk devletinin bu işgalci - jenositçi politikasındaki bu kısmi değişikliği büyük bir ilerleme olarak gören Kürt siyaset sınıfı da oldu maalesef. Yani 2003 ten 5’ten bu yana adına “Çözüm Süreci, Müzakere Süreci, Barış Süreci” denilen süreçlere işaret ediyorum. Burada adına çözüm süreci diyebileceğimiz bir süreç yaşanmamıştır. Çünkü bir yerde müzakereden ya da çözümden söz edebilmek için tarafların birbirlerini karşılıklı olarak tanımaları lazım. Kürt tarafı hiçbir zaman Türklerin yokluğu üzerine bir siyaset inşa etmemiştir. Kürt tarafı Türklerin varlığını kabul etmiştir. Fakat Türk tarafı Kürt halkının ulus-ülke hakikatini asla kabul etmemiştir.
Bu son geçen yirmi yılda da bu durum değişmemiştir. Yani şeyden başlatırsanız bunu işte Özal’ın “ Bende de Kürtlük var.” Sözünden başlatırsanız; peşinden Tansu Çiller’in “Bask Modeli’ni de tartışabiliriz.” demesine geliyoruz. Oradan da daha önce Demirel ile İnönü’nün Diyarbakır’da “Kürt realitesini tanıyoruz. ”demelerine geliyoruz. Sonra da Tayyip Erdoğan’ın “ Kürt sorunu vardır, bu benim de sorunumdur.” demesine geliyoruz. Şimdi bunların hepsine bakın, hiçbirinde Kürt halkının ulus-ülke hakikati kabul edilmiş değildir.
Örneğin Demirel ve İnönü “Kürt realitesini tanıyoruz.” dedikleri zaman bu realitenin ne olduğunu söylememişlerdir. Tayip Erdoğan, Kürt sorunu vardır ve bu benim de sorunumdur, dediği zaman da, ya bu sorun nedir, nasıl çözülecektir? Bu konuda en ufak bir açıklamaları yoktur. Böyle geliştiği için de istedikleri zaman bundan vazgeçebilmektedirler. Muhatapları da bunu maalesef dayatmamışlardır.
-Yani siz bizimle bir müzakere sürdürdüğünüzü söylüyorsunuz da biz kimiz? Karşınızda kim var?
- Karşınızda yakın-doğunun merkezi ülkesi Kürdistan ve bu ülkenin kadim otokton halkı Kürt Milleti var. Siz bunu kabul etmediğiniz müddetçe her türlü girişim, aslında işgalci ve jenositçidir. Bunun Kürtlerin bir kesimi tarafından kabul edilmesi, bu görüşmelerin, işgalci-jenositçi karakterini ortadan kaldırmaz. 8:36 Çünkü masada bu yok. Söylenen şudur: İşte devlet geçmişte birtakım hatalar yapmıştır, dil yasakları falan yapmıştır, Kürdistan’ı geri bıraktırmıştır, biz bunları düzelteceğiz, bu sorun kalmaz. Bu, böyle bir mesele değildir.
Kürdistan meselesi, toprak ve iktidar meselesidir. Dünyanın her tarafında ezilen ulusların, sömürge ulusların meselesi böyle formüle edilir. Bu bir toprak ve iktidar meselesidir. Bunun nihai çözümü, Türk devletinin Kürdistan’dan çekilmesidir. Kürdistan’ın bağımsızlığı ve birliğidir bu meselenin nihai çözümü. Şimdi bu nihai çözüme gidinceye kadar birçok ara evreden geçebilirsiniz. Ama o ara evrede de Kürdistanî siyasetin ve Kürdistanlı aydınların kesinlikle ulus-ülke hakikatlerindeki ısrardan vazgeçmemeleri lazım. Bu, kırmızı çizgimiz olmalıdır.
Eğer bir taraf benim ulus-ülke hakikatimi kabul etmiyorsa o tarafla çözebileceğim bir mesele yoktur. Öne sürülen meseleler Türk devletinin Türkiye’deki demokrasi meselesidir. Yani diyelim ki bu devlet Boğaziçi’nde otoriter-totaliter bir tutum alıyor. Bu devletin kendi toplumuyla olan ilişkisini tartışıyoruz burada. Şimdi, biz bu devletin toplumu değiliz. Demokrasi iki ulus arasındaki ilişkileri dizayn etmez. Demokrasi bir devletin kendi toplumuyla olan ilişkilerini tartışır, onu dizayn eder, o bağlamda tartışılır. Dolayısıyla, biz Türkiye’deki demokrasi mücadelesine kayıtsız değiliz. Ama bizim mücadelemiz, demokrasi mücadelesi değil, ulusal bağımsızlık ve birlik mücadelesidir. Ve birini diğerinin yerine ikame edemezsiniz. Yani Fransa da Amerika Birleşik Devletleri de Avrupa’daki diğer devletler de demokratiktirler. Ama onların bu demokratikliği ne Fransa’nın Cezayir’de katliamlar yapmasını engellemiştir, ne ABD’nin birçok ülkeyi işgal etmesini engellemiştir, dolayısıyla; Türkiye’nin demokratikleşmesi de Kürdistan meselesini çözmez. En fazla bu meselenin daha düzgün tartışılmasına yol açan bir ortam oluşturur.
Dolayısıyla şimdi Tayip Erdoğan’ın artık “Kürt sorunu yoktur” sözü bana sorarsanız “Kürt sorunu vardır” sözünden daha tehlikeli değildir. Çünkü Kürt sorunu vardır dediği zaman da Kürtlerin ulus-ülke hakikatini ortadan kaldırmaya dönük mücadelesini sürdürmüştür. Şimdi hiç olmasa açık-seçik düşmanlık pozisyonuna gelmiştir, bunu çok fazla önemsememek lazım. Yani Türkiye’deki siyasetin iç çelişkilerini abartmak hastalığından kurtulmalıdır Kürdistanî siyaset.
Dünya’nın her tarafında iç siyasi çelişkiler vardır. Sonuç itibariyle Kürdistan’da da iç siyasal çekişmeler ve çatışmalar var. Biz Türkiye’deki siyasal çatışmaları izleriz, gözleriz gerekirse bunlardan yararlanmanın yollarını da ararız. Ama hiçbir zaman Türk siyasetinin iç çatışmalarının bir tarafı olmamalıyız. Çünkü biz, Türkiye’de yani Kürdistanî siyaset, Türkiye’de bir muhalif hareket değildir. Kürdistanî siyaset, Türk egemenlik sistemine cepheden karşı olan Kürt milletinin devletleşmesini hedefleyen bir siyasettir. Türk siyasetinin bütün tarafları bu anlamda bize karşıdır. Biz de onlara karşıyız.
Onların iç tartışmalarını izlemek gerektiğinde bunlardan taktik olarak yararlanmak başka bir şeydir, Türk siyasetinin kendi iç tartışmalarına taraf olmak, kendini Türkiye’deki siyasetin bir parçası olarak tarif etmek ya da konumlandırmak başka bir şeydir ve bu ikincisi yani Kürdistanî siyaseti, Türkiye siyasetinin bir parçası olarak kurgulamak ulusal kurtuluş hedeflerinden vazgeçmektir. Jenosidal işgalci sistemi görmezden gelmektir. Kürt milletinin devletleşme hakkını reddetmektir.
Bundan daha da önemlisi Kürdistan’ın birliği meselesi vardır. Çünkü bizim sadece ulusal bağımsızlık değil bir de birlik meselemiz vardır. Bütün bunların üstünden atlamak anlamına gelir. Bunu Kürdistanî siyasetin kesinlikle ikirciksiz bir şekilde reddetmesi gerektiğini düşünüyorum.
Türkiye’deki siyasal yapıyla ilgili sorularınız olursa sonradan onlara da cevap vereyim. Ama genel olarak Türkiye siyasetine karşı tutumum budur.
Bu AKP politikası da değildir. Nasıl ki İmralı’daki görüşmeler bir devlet politikası idiyse onlar da AKP politikası değildi. O zaman Türkiye’yi yöneten iktidar bloğunda Fethullah GÜLEN cemaati, AKP, ordunun bir kesimi ve dışarıdan da ABD ile Avrupa’nın desteklediği bir iktidar bloğu vardı. Bu iktidar bloğu, 2013’ten sonra parçalandı. Bunun yerine AKP, MHP ve derin devlet-Ergenekon denilen devletin ya da klasik Türk devletinin bir parçası birlikte yeni bir iktidar bloğu oluşturdular. Dolayısıyla biz siyasal hedeflerimiz belirlerken Türkiye’deki herhangi bir partiyi değil bu sistemi hedef alıp onun üzerinden mücadele sürdürmeliyiz. Biz özel olarak AKP’ye, CHP’ye, İyi Parti’ye karşı değiliz. Biz, tümüne karşıyız işgalci ve jenositçi oldukları için.
Biz şunun da bilincindeyiz. Partilerin Kürdistan politikası yoktur. Devletin Kürdistan politikası vardır.
Bugün Kürdistan’ın üç parçasında sürdürülen işgalci ve jenositçi bir savaş vardır. Batı Kürdistan’da, Güney Kürdistan’da ve Kuzey Kürdistan’da sürdürülüyor bu savaş. Bu savaşı AKP sürdürmüyor. Bu savaşı devlet sürdürüyor.
Şu andaki iktidar bloğunda, AKP, MHP ve klasik devlet var. Üç yıl sonraki iktidar bloğunda başka siyasi figürler olacaktır. Ama sonuç değişmeyecektir. Sonuç, Türk egemenlik sistemi, Türkiye’nin varlığını Kürdistan’ın yok edilişi üzerine kurmuştur. Bu, Türk devletinin, Türk egemenlik sisteminin ve Türkiye’deki siyasi partilerin temel programıdır. Yüz yıldır bu programda esaslı bir değişiklik olmamıştır. Bu devletin Kürdistan meselesinin çözümüne dair hiçbir önerisi yoktur. Şeylere aldanmamak lazım yani işte 1993’te Turgut ÖZAL bu meseleyi çözecekti de işte otuz üç tane asker öldürüldü onun için çözmedi. Bunların hepsi galat-ı meşhurdur. 1993’te de bu devletin önünde Kürdistan meselesini çözecek bir proje yok idi. İşte sonra 2005’te Tayyip Erdoğan’ın başlattığı süreci bilmem PKK şurada kaç kişiyi öldürdü onun için sürdürülmedi. Bunların tümü, Kürdistanî siyaseti Türkiyelileştirmek için uydurulan argümanlardır.
Bu yüzyıllık dönem içinde, bu devlet hiçbir zaman Kürdistan meselesinin eşit haklılık, adalet üzerinden çözümlemek için hiçbir projeye sahip olmamıştır. Yapılanların hepsi, işgalciliği yeni formlarda sürdürme çabasıdır. Bugün eğer “Kürtler vardır” diyorlarsa bir nedeni, Güney Kürdistan’da bağımsızlığa ilerleyen bir yarım devletimiz var. Batı Kürdistan’da devletimsi bir yapımız var. Artık “Kürt yoktur” diyemezler. Çünkü Kürdistan meselesi dünyanın bütün parlamentolarında tartışılmıştır. Fransız parlamentosunda, Rusya dumasında, ABD parlamentosunda her tarafta tartışılmıştır, gündemdedir. Böyleyken Türk devleti “Kürt yoktur.” demeyecektir.
-Ne diyecektir?
“Kürtler vardır.”, “Tek tek Kürtler vardır.”
-Ama “Kürt milleti yoktur.”
-Ama “Kürdistan yoktur.”