Fuat Önen posted on September 14, 2020 09:28
KÜRT SİYASETİNDE BAĞIMSIZLIKÇILIK İZMİR KONFERANSI
-2-
FUAT ÖNEN
Devrimcilik aynı zamanda kendi tarifleri olmaktır
Kürdistan’da son yıllarda, aslında Türkiye’deki siyasilerin söylemesi gereken ve 90 yıldır söyleyemedikleri sözleri Kürt siyasetçileri ve aydınlarının söylemeye başladığını görüyorum. Şunları hatırlamak yeterlidir sanıyorum , işte; biz “Türkler ve Kürtler etle tırnak gibidir. Bunları ayırmak mümkün değildir.” Hatta Sedat Yurttaş bunu bir adım ileri götürüp: “Kürtler ve Türkler siyam ikizi gibidirler. Bunları birbirinden ayırırsak biri muhakkak ölür. Ama ikisinin de ölme ihtimali vardır.”
1930’da Ağrı başkaldırısı yenildikten sonra Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlandı sanıyorum. “Muhayyel Kürdistan burada medfundur.” diye, bir yazı vardı. Kürt ayaklanmasının bastırılmış olmasının verdiği öz güvenle Muhayyel Kürdistan Ağrı Dağı’na gömdüklerini, söylemişlerdir. Buraya kadar normaldir. Yani Türkiye siyasetçilerinin içerisinde egemen siyasetçilerin böyle şeyler söylemesi bir bakımdan normaldir. Ama son kırk yılda çok büyük bedeller de ödemiş, hala cezaevinde olan bir Kürt siyasetçisinin Bağımsız Kürdistan hayalini çöpe attık demesi anormaldir. Öbür taraftan zaten Kürt halkının ulus ülke gerçekliğini ortadan kaldırmaya yönelen bir sistem var, Bu sistemin sözcüleri elbette muhayyel Kürdistan’ı gömmek isteyeceklerdir, Ağrı Dağı’na. Ama Kürdistan’da bedeller de ödeyerek Ulusal Demokratik Siyaset için önemli bir yeri olan bir arkadaşımızın “Bağımsız Kürdistan hayalini çöpe attık.” demesi Kürdistan siyasetinde Türkiyeci siyasetin etkisini göstermesi bakımından önemlidir, ve bu tür söylemleri, yani normalde egemen Türk siyasetçilerinin söylediği sözleri Kürt siyasetçilerinin de söylemeye başlıyor olmalarını çok ciddi bir tehlike olduğunu söylemek istiyorum. Bu birlik aşkı ve Türkiyeci siyaset kendisini şu argümanlarla da ifade etmektedirler. Sizler de dinliyorsunuzdur, televizyonlarda konuşan Kürt siyasetçisi ve aydınlarının çoğunun dilinde şöyle argümanlar var. Eğer Türkiye Devleti kürt sorununu çözerse, bölgenin lideri haline döner, hatta dünya lideri olması için önü açılır. Bunu söyledikleri zaman da 1071’e, 1514’e ve Çanakkale Savaşı’na, 1919-23 Savaşı’na referansta bulunarak Kürtler ve Türkler ne zaman birlikte olmuşlarsa ikisi de bundan çok fazla kar etmişlerdir. İkisinin de önü açılmıştır diye söylüyorlar ve yeniden Kürtler ve Türkler bir arada olurlarsa da Türkiye’nin önce bir bölge lideri ve hatta bir dünya devletine dönüşeceği ifade ediliyor.
Şimdi burada sorulması gereken sorular var:
Türkiye devletinin bölgede lider bir devlet olması bize ne kazandırır? Sonra Kürt siyasetinin Türkiye devletini bölgeye lider bir devlet yapmak gibi bir misyonu ve görevi nerden neşet etmektedir? Eninde sonunda sözünü ettiğimiz kapitalist bir devlet, işgalci bir devlet, 90 yıllık pratiki jenosidal olan bir devlet, böyle bir devletin bölge lideri ya da dünyanın önemli bir devletine dönüşmesi niye bizim görevimizdir? Niye bizim böyle bir misyonumuz olmalıdır? Bu bir; ikincisi bunu savunmak için kullanılan argümanlar ne ölçüde doğrudur? 1071’de işte Malazgirt Meydan Muharebesi kastedilir.Türkler ve Kürtler gerçekten ittifak etmişler midir? Böyle bir ittifak var mı? Selçukiler ne ölçüde bugünkü Türklerin atalarıdırlar? O dönemde Mervani Kürt Beyliği Kürdistan’ın sınırlı bir bölgesinde egemen olan bir beyliktir. Selçuklu Beyi ile Mervani Kürt Beyi arasında yapıldığı söylenen, iddia edilen anlaşma niye bir Kürt-Türk ittifakı olsun? Sonra bu anlaşma gerçekten var mıdır? Benim ulaştığım tarih kaynaklarının hiçbirinde bu anlaşmayı doğrulayacak bir bilgi-belge yoktur. Ancak İbn-i Erzak’ın Mervani Kürtleri Tarihi’nde bunun tersine yorumlanabilecek ibareler vardır. Ona da bakılırsa Selçuklular Anadolu’ya doğru ilerlerken Mervani Beyi’ni savaşın sonuna kadar rehin tutmuşlardır. Sayfa sayfa işte 10 bin, 30 bin, 50 bin, 100 bin Kürt, Alpaslan’ın ordusuna katılmıştır, iddialarının tarihsel kaynaklar bakımından hiçbir geçerliliği yoktur. Sonra varsayalım ki ittifak ettiler, Kürtler bundan ne kazandı? Bu savaş sonucu 1071 Malazgirt Savaşı’nın sonucu o tarihe kadar Mervani Beyliği’nin egemenlik sahasında olan Ahlat ve Malazgirt, Selçukluların egemenliğine geçti. Burada ittifak ettikleri ve birlikte kar edilecek bir durum gözükmüyor.
1514 için de aynı şeyler söylenebilir. 1514 te İdris-i Bitlisi marifetiyle birçok Kürt Beyi’nin, Kürt Miri’nin Osmanlılarla ittifak yaptıkları doğrudur. Ama aynı şekilde başka bir doğru da var; o dönemde bazı Kürt Mirlikleri ve Beylikleri de Safevilerle ittifaki yapıyorlar. Dolayısıyla Kürtler o dönemde Safevi-Osmanlı savaşı sırasında ikiye bölünmüşlerdi. Ve zaten bu savaşın sonucu olarak 1639 Kasr-ı Şirin anlaşmasında Kürdistan, Osmanlı Kürdistan’ı ve Safevi Kürdistan’ı olarak bölünmüştür. Izadi’nin rakamlarına göre Safevi Kürdistanı kürdistanın %32’sini, Osmanlı Kürdistanı kürdistanın kalan %68’ini temsil etmektedir.
Şimdi bir Kürdistanlı siyasetçi ve aydın düşünün sonu kendi ülkesinin parçalanmasıyla gelmiş olan bir ilişkiler manzumesine bu ittifak çok iyi olmuştur, bu ittifaktan sonra ikimiz de kazanmışızdır, diyebilmeleridir. Bu Kürdistan’da Kürt Ulusal Kurtuluşçularının tariflerini bozmaya dönük ideolojik hücumlardır. Bu hücumları karşılamamız gerektiğini düşünüyorum.
Oradan geldiğimiz zaman çok da tuhaf olanı ve çok da rezil olanı Çanakkale savaşında Kürt-Türk ittifakından söz etmektir. Çanakkale ruhu üzerinden Kürdistan meselesinin çözülebileceğini iddia etmektir. Bunu yıllardan beri Türk siyasetçileri yapmaktadırlar. Türk Tarih Tezinde buna benzer birçok belirleme vardır. Ama son yıllarda Kürt siyasetçisi Kürt aydınları da böyle cümleler kurmaya başladılar. Burda şunu söylemek lazım. Çanakkale ruhu esas itibariyle emperyalist bir ruhtur. Çanakkale’de bir Kürt-Türk ittifakı yoktur. Çanakkale’de Osmanlı devletinin mütefikleri Avusturya-Macaristan ve Prusya İmparatorluğu’dur. İttifak bu üç devlet arasındadır. Ve Çanakkale’de Osmanlı ordusunu yöneten Sanders adındaki bir Alman generalidir. Şimdi bir Alman generalinin yürüttüğü bir savaşa Kürt-Türk ittifakını nasıl monte edebilirsiniz? Bizim bütün literatürümüz Birinci Dünya Savaşı’nı bir emperyalist paylaşım savaşı olarak görür. Çanakkale ruhu dediğimiz de esas itibariyle böyle bir emperyalist bir ruhtur. Bu emperyalist ruhtan da Kürdistan meselesinin çözümü çıkmaz. Bu o kadar abes bir şeydir ki Birinci Dünya Savaşın da Anzaklarla İngilizler ittifak etti demek ne kadar saçma sapan bir şey ise Birinci Dünya Savaşı’nda Kürtler ve Türkler ittifak ettiler ve, sonuçta ikisi de karlı çıktı demekte o kadar saçma bir şeydir.
Sonuçta Anzaklar İngiliz krallığının tebaasıydı ve binlerce kilometre öteden getirilip Çanakkale Savaşı’nda telef ettirildiler. Osmanlı İmparatorluğu’nun tebaası olan Kürtlerin de bir kesimi işte yüzlerce kilometreden getirilip Çanakkale’de telef edilmişlerdir. Bu savaşın kendisi emperyalist bir savaştır. Burada bir Kürt-Türk ittifakından ve bu ruh üzerinden Kürdistan meselesinin çözümünü düşünmek bile abestir. Bu çok açık, çok doğrudan Kürdistan Ulusal Kurtuluşçu düşüncesine yöneltilmiş Türkiyeci bir hücumdur.
Buradan Türk Kurtuluş Savaşı’na girmek istemiyorum. Zamanımızı biraz da dikkatli kullanmak adına ama bir Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı yoktur. 1919-23 dönemi Birinci Dünya Savaşı’nın devamıdır. Savaşı kazananlar mağluplara birçok anlaşmalar imzalatmışlardır. Sevr Anlaşması böyle bir barış anlaşmasıdır, Lozan Anlaşması böyle bir barış anlaşmasıdır. 1926’da Ankara Anlaşması böyle bir barış anlaşmasıdır. Ortada anti-sömürgeci, anti-emperyalist bir ulusal kurtuluş savaşı yok. Savaşa girip yenilen bir imparatorluğun sınırlarının küçülmesi olayıdır, söz konusu olan. Zaten şuna da dikkat ederseniz Birinci Dünya Savaşı’nda çöken tek imparatorluk Osmanlı İmparatorluğu değildir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da çöktü. Alman İmparatorluğu da çöktü. Çarlık ta çöktü. Dünyanın hiçbir yerinde, hiç kimsenin aklına bir emperyalist savaşta çöken imparatorluktan bir ulusal kurtuluş savaşı çıkarmak hiç kimsenin aklına gelmemiştir, bu sadece Resmi Türk Tarih Tezi’nin aklına gelmiştir. Burada da bir Kürt-Türk ittifakından söz etmek yanlıştır. Bu savaşın sonunda Kürdistan dört parçaya bölünmüş, dört ayrı devletin işgali altında tutulmuş ve her dört parçada ulus-ülke gerçeklikleri reddedildiği için de zamana yayılmış bir jenoside tabii tutulmuştur.
Devrimci siyaset, tanımları olan siyasettir. Devrimci tarifli insandır. Devrimci siyaset ve devrimciler neye karşı olduklarını ve karşı olduklarının yerine neyi getireceklerini çok açık-seçik dile getiren hareketler ve insanlardır. Tariflerimize dönük bu bombardımanı ötelemenin tek yolu esas tariflerimize sahip çıkmaktır. Tarifler değişmez ayetler değildir. Dünya değişir tarfif ettiğimiz koşullar değişir. Tariflerimiz de değişir. Ama değişirse de onun yerine açık-net yeni tarifler kurarız. Kürdistan, Kürdistani siyasetlerin de temel tarifleri şudur: Kürdistani siyaset, Kürt halkının ulus-ülke gerçekliğini temel alan, bu temel üzerinden bağımsız-birleşik Kürdistan’ı hedefleyen siyasetlerdir. Kürt halkının ulus-ülke gerçekliği temel alınmadan Kürdistanî bir siyaset yürütmek mümkün değil ! . Bu uzun bir girizgahtan sonra dünya düzenine geliyorum.