Açılım, açılmak fiilinden türetilmiş bir ad, daha çok matematik terimiolarak kullanılır. Sanat, edebiyatta “genişleme, yeni boyutlar kazanma”anlamındadır. Son günlerde siyasi gündeme yerleşen bu kavramı daha çok buanlamıyla anlamak gerekir. Açılım kavramının çağrıştırdığı bir diğer nokta dabir yerden, ya da birilerinden başka bir yere ya da birilerine doğru bireylemlilik halidir. MGK (Milli Güvenlik Kurulu) kararıyla resmiyet de kazanangündemdeki açılımın bir devlet eylemliliği olduğu aşikardır. Bu nedenle,tartıştığımız açılımın devletin “genişleyip, yeni boyutlar kazanma” niyet veçabası olduğunu görmemiz gerekir.
Başlangıçta Kürd açılımı olarak adlandırıldığında bu devletin Kürdleredoğru genişleme niyetini ifade ediyor olmalıydı. Ancak Kürdlere doğru genişlemetehlikeli bir eylemdir. Bu genişlemenin nereden başlayıp nerede duracağı,tartışmalıdır (devlet içinde de tartışılmıştır), bir kere açılınca bunusınırlamanın zorlukları vardır ve bu zorluklar Türk devletinin 80 yıllıkkabusudur. Genişlemeye çalışırken daralma korkusudur bu. Diğer yandan böyle birgenişlemenin “sınır”ötesi boyutları vardır. Sınırlar, özellikle dedoğu-güneydoğu sınırları devletin beka sorunudur, hemen ötesinde de Kürdlerdevletleşmeye yönelmişlerdir. Gerçi “sınır”ötesi Kürdlerle ABD ve Batıdünyasının da desteği ve biraz da dayatmasıyla bir uzlaşma sağlandığısöylenmektedir ama “sınır”ın ötesinin de berisinin de Kürd olduğu, Kürdlere,özellikle de devletleşen, devletleşme hedefine sahip Kürdlere güvenilmeyeceğide unutulmamıştır. Bütün bunlar gözetilerek açılımın niteleyeni olarak Kürdyerine demokratik sözcüğünün kullanılması uygun görülmüştür.
Açılıma demokratik bir niteleyen bulunması da yeni bir sıkıntı yaratmış,yapılacak işin (genişlemenin) demokratik olacağı belirtilirken, kime ve niyegenişleneceği belirsiz kalmıştır. Devlet içi tartışmalar sonucunda bu soruna dabir çözüm bulunmuş ve açılım nihai adına kavuşmuştur: “Milli Birlik Projesi’ndeDemokratik Açılım”. Sistemin rasyonelleri bakımından bu formülasyon yerindedir.AKP’ye bu nedenle yöneltilen ‘geri adım atma’ eleştirisi haksız ve yersizdir.Tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak konseptine açılımdan önce de,açılım sırasında da bağlı olduğunu ısrarla deklere eden AKP’nin bu açılımımilli birlik projesi kapsamında ele almasında şaşılacak bir şey oktur.Şaşıranlar, siyaseten şaşı bakanlardır. Şaşıranlar, Türk Egemenlik Sistemini(TES) bir bütünlük içinde değerlendiremeyen, bu sistemi devletin farklıkanatlarına indirgeyenlerdir. Devlet içinde farklı kanatlar her zaman olmuşturve olacaktır. Sistem bu kanatları arasındaki ilişki ve çelişkilerle, ayrılık vebirliklerle sistemdir ve bunları kendi içinde tutabildiği ölçüdeişleyebilmektedir.
TES’nin milli birlik ihtiyacı ezeli ve ebedidir, kuruluşundan beri vardırve yıkılışına kadar sürecektir demek istiyorum. Bu ihtiyaç yapısaldır. Çokuluslu bir imparatorluğun bakiyesinden, ulus yaratma projesinin doğurduğu birihtiyaçtır. Birden fazla milletin bulunduğu bir alanda, tek millet konseptiyle,milli birlik sağlamaya çalışmak diğer milletleri ortadan kaldırmak ya da onlarımillet gerçekliklerinden arındırmakla mümkündür ki bunun literatürdeki adıjenosiddir. Egemenlik sahasında birden fazla ulus ve yurt varken, bunu tekeindirmeye çalışmanın örtüsüdür Türk tipi “milli birlik”. Cumhuriyet tarihiboyunca bu örtüyü aralayan ve bu birliği tehdid eden esas dinamik Kürd ulusaldinamiğidir. Son milli birlik projesinde Kürdlere doğru bir açılım olması buyüzdendir ve bu tehdidi izale etmeye, bu mümkün olmazsa izole etmeyeyöneliktir.
Açılımın değerlendirileceği çerçeveyi böyle çizdikten sonra tarihine debakmak gerekir. Bu açılım son birkaç günde veya ayda ortaya çıkmış değildir.Açılım tartışmaları içinde sık sık Turgut Özal’a atıf yapılması boşunadeğildir. Tartışılan açılımın başlangıcı o döneme yani 1990’lı yılların başınagider. Özal’ın “federasyon da tartışılabilinir”, Demirel ve Erdal İnönü’nün“Kürd realitesini tanıyoruz”, Çiller’in “Bask modelini tartışmalıyız” sözleri,SHP’nin “Doğu Raporu”, CHP’nin “Kürd Raporu”, şimdiki açılımın öncülleridir.2005’de Erdoğan’ın “Kürd sorunu vardır ve bu benim de sorunumdur” açıklaması,daha sonra 2009’da Abdullah Gül’ün “iyi şeyler olacak, tarihi fırsat var”sözleri bunların devamıdır. Bu nedenle son açılımı, sistemin 20 yıldır kendiiçinde sürdürdüğü iç tartışmanın ve sağlanan kısmi uzlaşmanın sonucu olarakgörmek gerekir. Kuşkusuz bu açılımın dış dayanakları, açılımın dış dinamikleride vardır. Zaten başlangıcın 1990’lı yıllara uzanması da bunun göstergesidir.İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeni, 1989-90’da Sovyetsosyalizminin çözülmesiyle çökmüş ve dünya yeni bir düzen arayışına ve savaşınagirmişken, Birinci Savaş sonrası oluşan dünya düzeninin bir parçası olarakkurulan ve İkinci Savaş sonrası düzende de kendine yer bulan TES’nin yeniarayışlara ve açılımlara yönelmemesi beklenilemezdi.
Sistem, içerde Kürd halkının ulusal mücadelesinin yanında, dünya düzenininçökmesinin kendisi için oluşturduğu tehdidi de algılamış ve arayışa girmiştir.Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra, Kürdistan’ın güneyindeki gelişmeler, yeni vefarklı bir siyasi statünün oluşmaya başlaması da bu açılım sürecini etkileyenbir diğer dinamik olarak değerlendirilmelidir. Son 20 yılda dünyada, bölgede veKürdistan’da gerçekleşen gelişme ve değişmelere bağlı olarak, açılım bugünkühaline gelmiştir. Açılım konusunda sistemin iç tartışması da, sisteminkarşıtlarıyla tartışması da devam etmektedir. Açılımın kapsamını, gerçekleşmeşansını, gerçekleşirken değişimini bu tartışma ve mücadeleler belirleyecektir.
TES’nin restorasyonu, taktik geri çekilmesi ve stratejik saldırısı
Çözümü bir meselenin çözülmesinden alınan sonuç olarak tanımlayabiliriz.Son açılım süreci Kürd, Kürdistan meselesi etrafında tartışılmakta ancak bunabir çözüm önermemektedir. Kuşkusuz açılımın da çözmeye çalıştığı birtakımmeseleler vardır, ama tartıştığımız meselenin çözümü iddiasında da değildir,kapsamında da. Genelde sistemin bu açılım süreciyle, içeride, dışarıda aşınanmeşruiyetini onarmaya çalıştığı, Batı Dünyası ile uyumlu bir imaj arayışındaolduğu, açığa çıkan, kendi rasyonellerini de örseleyen, arızalarını gidermeyeçalıştığı söylenebilir. Bu bakımdan bunu kısmi bir restorasyon süreci olarak daanlamak mümkündür. Sanatta, mimaride restorasyonun ‘aslını bozmadan tamiretmek’ olarak tanımladığı bilinmektedir. Siyaset alanındaki kullanımı da bu tanımlamayayakındır. Bu anlamda restorasyon, yerleşmeye çalışırken, ciddi bir krizyaşarken ya da tehditle karşılaşırken, sınırlarını, rasyonellerini zorlayan,yer yer onun dışına çıkan sistemin, aslını bozmadan yaptığı tamirlerle(reformlarla) kendini yeniden üretmesidir. Açılım sürecinde, yerleşimyerlerinin eski adlarının iade edileceğinin söylenmesi bu bakımdan anlamlıdır.Bu coğrafyaya yabancı olanların kendi egemenlik sistemlerini kurarken yerliolan her şeyi imhaya, gizlemeye çalışması ihtiyacı ile giriştikleri, her yerive her şeyi ‘Türkleştirmek’ eylemi günümüzde bir aşırılık olarak görülmekte vebundan vazgeçilmesi zamanının geldiği düşünülmektedir. Geri adım atılmaz vetamirata girişilmezse, sistemin zarar göreceği, aslının tahrip olacağı endişesirestorasyonun temel itici dinamiğidir. Restorasyona karşı çıkanların endişesiise, bu tamiratın sistemin aslına zarar vereceği endişesidir. Dışişleribakanının restorasyondan söz etmesi de anlamlıdır ve bu sürecin ‘dışarı’ ileilişkisinin önemine işaret etmektedir.
Bu açılım sürecinde sistemin somut olarak çözmeye çalıştığı bir mesele dePKK’nin ‘silahlı mücadelesi’nin tasfiyesi ve Kürdistan ulusal demokratikmücadelesinin sistemin rasyonelleri içine çekilmesidir. Böyle bakıldığındaaçılım sürecini, Türk Egemenlik Sistemi’nin taktik geri çekilmesi ve aynızamanda stratejik saldırısı olarak değerlendirmeliyiz. Sistem genişlemek veyeni boyutlar kazanmak istemektedir, bu stratejik bir saldırıdır. Bunu yerleşimyerlerinin eski adlarını iade etmek, üniversitelerde Kürdoloji bölümleri açmak,Kürdçeyi seçmeli ders konusu yapmak gibi eylemlerle, aştığı sınırlardan geriçekilerek yapmayı planlamaktadır. Bu da taktik bir geri çekilme olarakgörünmektedir.
Kimler ve ne için ‘Tarihi Fırsat’?
20 yıllık açılım sürecinin bu son evresinde Abdullah Gül’ün inisiyatifaldığı ve süreci yönlendirmeye, görevleri arasında olan devletin farklıkurumlarını uyum içinde çalıştırmaya önem verdiği gözlemlenmektedir. Bu nedenleonun söylediklerini dikkate almak gerekir. Bu son evrenin başında “sorunuçözmek için şimdiye kadar görülmedik bir tarihi fırsat yakaladıklarını ve bunukaçırmamak gerektiğini’ söyledi. Açılımın muhatapları CHP ve MHP hemen bunuaçıklamasını istediler. Öyle ya neydi bu tarihi fırsat? Devlet Başkanıkendilerinin bilmediği bu tarihi fırsatın ne olduğunu derhal açıklamalıydı.Kendileri ikna olmaya hazırdılar. Şimdiye kadar devlet başkanı bu konuda netbir açıklama yapmadı, ancak sızan ve medyada yer alan bilgilere bakıldığında,Gül’ün tarihi fırsat derken iki şeyi kastettiği anlaşılmaktadır. ABD, Irak’tançekilirken bu bölgedeki işlerinin bir kısmını TC eliyle yapmak istemekte bunedenle Türkiye’nin istikrarına ve PKK’nin silahsızlanmasına özel bir önemvermektedir. Yine ABD, bölgedeki diğer müttefiki Federe Kürdistan Yönetimi’yleTürkiye’nin uzlaşma ve diyalog içinde olmasını istemekte ve bunu taraflaradayatmaktadır. Özellikle Kerkük’ün Kürdistan’a katılması konusunda Türkiye’yeyakın bir siyaset izlemesi önemsenmektedir. Diğer taraftan Avrupa ülkelerininde özellikle Nabucco projesinden sonra Türkiye’de istikrar yanlısı bir noktayageldikleri ve Kürdistan’ı boydan boya kat eden bu projenin güvenliği içinPKK’nin silahsızlandırılmasını istedikleri tespit edilmektedir. Tarihi fırsatınbirinci ayağını Batı’nın istikrarlı bir Türkiye istemeleri ve PKK’ninsilahsızlandırılması konusunda Türkiye’ye destek olacakları varsayımıoluşturmaktadır. Tarihi fırsatın ikinci ayağını ise devlet kurumlarının bukonuda sağladıkları uyum ve uzlaşma olduğu belirtilmektedir. AKP’nin iktidara geldiğigünden bu yana ordu ile yaşadığı sıkıntılar, e-muhtıralar, darbe teşebbüsüiddiaları göz önüne alındığında AKP’li devlet başkanının bunu tarihi bir fırsatolarak değerlendirmesi anlaşılırdır.
Türk tarafı tarihi fırsatları, muhalefeti ve iktidarı ile böyletartışırken, Kürd tarafı bu konuda sessiz ve zımnen çözüm için tarihi birfırsat olduğu kabulüyle, siyaset yaptığını düşünmeye devam ediyor görüntüsüvermektedir. Böyle durumlarda sorulması gereken en ciddi ve en basit sorusorulmamaktadır. Ortada bir tarihi fırsat varsa ya da verili devletlerarasıkonjonktür Kürd, Kürdistan sorununun çözümü için bir fırsat yaratmışsa, bufırsat kimin içindir? Aynı anda her iki taraf için de tarihi fırsat olacak birdurum mümkün müdür? Her iki tarafı kapsayacak bir ‘biz’ kavramı ne ölçüdegerçekçidir? Acaba bazılarımıza gerçekçi gözüken bu kavram aslında sömürgecideğil midir?
Yenikçi psikolojinin kötürümleştirdiği, globalizmin sersemleştirdiği, fikriçerçevesi dağılmış Kürd siyaset esnafı bu tür soruları soramaz hale gelmiştir.Uyum peşindeki konformist siyaset, ‘Biz’ ve ‘Onlar’ ayırımına itiraz etmekte,ortak bir ‘Biz’ uydurmakta, hepimiz için, herkes için elverişli bir tarihifırsat varsaymaktadır. Yukarıda sorulan sorular soğuk savaş dönemi (ne anlamageliyorsa!) ideolojisi ve psikolojisinden kalma anlayışın ifadeleri olarakanlaşılıp eleştirilmektedir. Büyük çoğunluğu konfrantasyon (cepheleşme)ideolojisi ve psikolojisi ile siyasete dahil olmuş siyasi kadrolarımızınzıtlarına dönüşmüş olmaları kaygı verici boyutlardadır. Sonradan tartışabilmekumuduyla Ekim Devrimi örneğine işaret etmekle yetiniyorum. Bugündenbakıldığında 1917 Ekim Devrimi’nin Osmanlı ve devamı Türkiye için çok önemlibir tarihi fırsat olduğu görülebilmektedir. Bu devrim İngiltere, Fransa, İtalyaile beraber Osmanlı topraklarını bölüşüp bu imparatorluğu dağıtmak içinanlaşmış olan Çarlık Rusya’sını Sovyet Rusya’sına dönüştürmüş, İngiltere-ÇarlıkRusya’sı ittifakı yerini İngiltere-Sovyet Rusya’sı savaşına bırakmıştır. EkimDevrimi’nin yol açtığı bu yeni durum ve dünyadaki yeni güçler dengesi Osmanlıve devamı için müthiş bir manevra sahası açmış, oluşan bu yeni konjonktürOsmanlı Devletinin, Türkiye Cumhuriyeti olarak devam etmesini olanaklıkılmıştır. Aynı Ekim Devrimi’nin oluşturduğu yeni güç dengeleri, Kürd tarafıiçin aynı anlama gelmemiştir. Tam tersine karşıtının bulduğu bu geniş manevrasahası onun sahasını daraltmış ve süreç parçalanmış Kürdistan’da statüsüzkalmasına yol açmıştır. Kuşkusuz Ekim Devrimi ne Osmanlı-Türkiye’yi ayaktatutmak için yapılmıştır ne de Kürdleri statüsüz bırakmak için. Ancakdeğiştirdiği güç dengeleri ve yol açtığı yeni konjonktür, Kürd ve Türk tarafıiçin birbirine zıt anlamlar taşımış, ikisi için de olumlu bir tarihi fırsatyaratmamıştır. Oluşan tarihi fırsatı değerlendiren Türk tarafı, TürkiyeCumhuriyeti olarak şekillenirken, bu fırsattan yoksun Kürd tarafı parçalanmışyurdunda statüsüz kalmıştır.
Açılım ve muhatapları
Muhatap, hitap edilen, hitap edilmeye uygun görülen kişi demektir. Buaçılımın kişiler olarak muhatapları bütün ‘TC vatandaşlarıdır’, yapılmakistenenler onları etkileyecektir, etkilenmek ve yeniden kazanılmak istenenleronlardır. Sistem onların gözünde meşruiyetini tazelemek istemektedir. Açılımtartışmaları eşliğinde erken seçimden söz edilmesi de bunu göstermektedir.Muhataplık konusunda tartışılan siyasi muhataplıktır. Bu açılımın birlikteyapılacağı, açılımın aktörlerinden olması düşünülenlerdir. Kürd tarafında ençok tartışılan da budur. Durumdan vazife çıkaran, Kürd siyasi partileri,okumuşları, muhataplığa soyunmakta, muhatap işaret etmekte, kendilerini veyagüvendiklerini muhatap göstermekte gecikmediler.
PKK-DTP cephesi derhal “İmralı muhataptır, başka muhatap kabul etmeyiz”dedi. Öcalan muhataplık konusunda hayli bocaladı. Önceleri DTP’den akil adamlargrubuna kadar zengin bir muhatap listesine sahipken, açılımdan hemen sonra tekmuhatabın kendisi olacağını, buna ancak kendisinin cesaret edebileceğinisöyledi. Bir ara celallenip “DTP veya Kandil ile çözebiliyorsanız çözün” deyiponlarla çözülemeyeceğini ima etti. Son avukat görüşmesinde ise DTP’nin muhatapolabileceğini, kendisi ve Kandil ile DTP üzerinden ilişki kurulmasına razıolacağını söyledi. Buna karşılık DTP hala tek muhatabın Öcalan olduğunusöylemekte ısrar etmekte, açılıma karşı kendi projesi, muhatap olmanın olmazsaolmazları konusunda ise hiçbir şey söylememektedir.
KADEP, HAKPAR, aralarında Şıvan Perwer, Yaşar Kaya’nın da bulunduğu genişbir Kürd siyasetçi, aydın, okumuş, sanatçı kesimi, açılıma muhatap olarakdesteklerini bildirdiler. HAKPAR ‘çevresi’ destekte sınır tanımayarak Kürdsiyasetinin önüne Açılım sürecinde AKP’yi cesaretlendirmek görevini koymaktabir sakınca görmedi. Böylece ortaya çok garip bir tablo çıktı. Sistem millibirlik projesinde bir açılım yapacağını söylüyor, Kürdlerin ayrı bir milletolduğunu söyleyenler de bu projeye muhataplığa soyunup destek belirtiyorlar.Varlık sebepleri bu milli birliğe itiraz etmek ve mümkünse bunu dağıtmak olmasıgereken Kürd siyasi aktörleri, bu paradoksun farkında gözükmüyorlar. Bir insan,bir kurum ya da bir aktör bir ‘şey’ olmak istiyorsa öncelikle söylediklerinekendisi inanmalıdır. Kürdlerin ayrı bir millet olduğunu, kadim yurdunun otoktonhalkı olduğunu söylüyorsak ve bu söylediğimize inanıyorsak, Türk ya da Türkiyemilli birlik projesi, sömürgecidir, ırkçıdır, jenosidçidir. Halkımızın ulusülke gerçekliğini ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Bizim muhatap olacağımızproje, bizi millet olarak gören ve bu nedenle Kürd ulusunun batısındaki‘milletle’ ilişkisini milletlerarası bir ilişki olarak tanımlayan bir projeolmalıdır. Milli birliğin, milli varlığımızı yok saydığını unutarak Kürd tarafıolunmaz ve Kürd, Kürdistani siyaset yapılamaz.
PKK’nin silahlı mücadelesinin tasfiyesini dışarıda tutarsak (ki bu konudaPKK, ABD, KDP ve YNK’nın muhatap alındığını biliyoruz) bu açılımın siyasimuhatapları CHP, MHP, diğer sistem partileri ve sistemin diğer aktörleridir.Zaten en ‘sert’ tartışmalar da onlar arasında cereyan etmektedir. Açılım sistemiçidir ve sistem içindedir. Bir taraf (Hükümet, MGK vs.) sistemin genişlemek,yeni boyutlar kazanmak için tamire ihtiyacı olduğunu düşünerek bir eylemlilikhali önermekte, diğer taraf bu eylemlilik halinin sistemi daraltacağını,çözülmenin eşiğine getireceğini düşünerek itiraz etmektedir. CHP’nin çözüm diyediye “TC’yi çözüyorsunuz” itirazı budur. Her iki tarafın da ortak kaygısısistemin sağlığıdır.
Kürd siyasetçileri ve siyaset sınıfı sistem karşıtı aktör olmak ile sistemiçi muhalif olmak arasındaki ayırımı belirsizleştiren tutumlardan kaçınmalı vebu açılımı Kürdistan’da muhatapsız bırakmalıdır. Kürd siyasetinin vesiyasetçisin görevi, ‘muhataplarımıza’, muhatap olmak için kırmızıçizgilerimizi (halkımızın ulus, ülke gerçekliği) daha net göstermektir. Kürdsiyasetinin ve siyasetçisinin görevi, sömürgeci milli birlik projesine angajeolmak ve yürütücülerini cesaretlendirmek değil, onların milli birliğinesığmayan kendi milli birliklerini kurmaya çalışmaktır. Açılımda değil amaçözümde muhatap da bu ulusal demokratik birlik olacaktır.
Her restorasyon sürecinde ve belki de dünyanın her yerinde sistemkarşıtlarının savrulmasının, saçılmasının ortak nedeni, hatta belki de ortakbir psikolojik durumu vardır. Sistem krizi aşmak, kendini korumak, tehditlerisavuşturmak için, muhaliflere sınırsız baskı uygular, birçok haklarınıellerinden alır. Restorasyon süreci baskının, açık zulmün, zorbalığın geriçekildiği, gasp edilen hakların kısmen geri verildiği dönemlerdir. Bu durummuhaliflere sistemin değişmesi olarak gösterilir ve bu adımlar üzerindenmuhalifler sistem rasyonelleri içine davet edilir. Çoğu zaman yenikçi, yorgunmuhalifler sorgulamadan aralanan kapıya yönelirler. Bu arada muhalifliklerininesaslarını da unuttukları olur. 1980 öncesi koruculuk da yoktu, resmi Kürdçekonuşma yasağı da. Biz sömürgeciliğe koruculuk sistemi için karşı değildik.Sömürgeci olduğu için karşıydık, koruculuk sistemi ve dil yasağını da buçerçevede değerlendirdik. Şimdi koruculuk sisteminin ıslah edileceği veyaortadan kaldırılacağı söyleniyor. Kuşkusuz koruculuk sisteminin, resmi dilyasağının kalkması bizim de güncel taleplerimiz arasındadır ve kalkmaları iyiolur. Kalkmaları bizim sisteme karşıtlığımızın esas nedenlerini unutturmaz. Bunedenle açılımın muhatabı değil, teşhir edicisi oluruz. Açılımı sisteminrasyonellerini zorlayacak noktaya taşıyacak taleplerde ve bu taleplerin eldeedilmesinin mücadelesinde oluruz. 12 Mart sonrası restorasyon, 1974 affınınKürd siyasetini uzunca bir süre CHP kuyrukçusu yaptığını, Kürd okumuşlarınıCumhuriyet Gazetesi okuru ve izleyicisi yaptığını hatırlayınca, bu dönem TarafGazetesi okurluğu ve AKP yanlılığını anlamak kolaylaşıyor. Fazladan Güney’dedevletleşme çabasındaki kardeşlerimiz AKP şakşakçılığında Kuzeyi geridebırakmışlardır.
Açılım ve TEVKURD
Açılım sürecinin TEVKURD bakımından özel bir yeri olmalıdır. TEVKURD’ünönceli KUDÇG (Kürd Ulusal Demokratik Çalışma Grubu), şimdiki açılımın önceliolan Erdoğan’ın “Kürd sorunu vardır ve bu benim de sorunumdur” özdeyişinin devesile olduğu Eylül 2005 Ankara toplantısında kuruldu. 2003 yılından itibarenHAKPAR, MESOP ve diğer Kürd çevreleriyle ortak bir platform tartışması içindeolduğumuz için, bu vesileyle bir toplantı yapılması çağrısını olumlu bulduk veçağrıcıları arasında yer aldık. 180 civarında çoğu deneyimli okumuş, aydın,siyasetçi kadronun katıldığı toplantı farklı gündemlere sahip çevrelerintartışması ile ve bir sonuç bildirisi üretemeden bitmişti. A.Melik Fırat HAKPARgenel başkanı idi ve onun başını çektiği bir çevre toplantıdan Tayip Erdoğanile görüşmek üzere bir heyet seçilmesini öneriyordu. Erdoğan’ın açılımınamuhatap olmak önerisiydi bu. 180 kişilik katılımcılar arasında Erdoğan’ın ‘Kürdsorunu vardır’ sözünde büyük kerametler bulan kadrolar çoğunluktaydı. Birbaşbakanın böyle söylemesi çok önemliydi, desteklenmeli, cesaret verilmeliydi.Gün boyu süren tartışmalardan sonra bir çalışma grubu oluşturulmuş ancak sonuçbildirisinde uzlaşılamamıştı. O toplantıda üç öneride bulunmuştum:
1- Bu toplantı, Kürdü Kürde karşı konuşlandırma siyasetine çok sert bir cevapvermelidir.
2- Bu toplantının sonuç bildirgesi, Kürd yurtseverliği temelinde birdeklarasyon olmalıdır.
3- Kürd hareketinde birliği hedefleyen, yurtsever siyasete sahip Kürdgruplarının; birlikte ne yapabileceklerini araştıran, soruşturan ve bunun içinetkinliklerde bulunmayı önüne görev olarak koyan bir çalışma kurulununoluşturulmasıdır.
Tartışma sonuç bildirisinde yoğunlaştı ve sonunda şekillenen üç ayrı önerioylamaya sunuldu.
Çözümü toprak temelinde gören Kürd yurtseverliğini temel alan bildiri taslağınıdestekleyen öneri 23 oy, MESOP sözcüsünün ortak bir bildiri çıkarabilmekkaygısıyla bildiriden toprak bendini çıkarıp yayınlayalım önerisi 27 oy, bubildiri savaş ilanıdır argümanları ile desteklenen, bildirinin yayınlanmamasıgerektiği önerisi ise 37 oy aldı. Bu oylamadan sonra başını Altan Tan, ÜmitFırat, Ahmet Aras, Müfit Yüksel vb.nin çektiği AKP’ye ve çözümüne angaje olmuşkadrolarla yollarımız ayrıldı. Ulusal birlik ihtiyacı ve arayışı olanlartoplantıda seçilen çalışma grubu ile yola devam kararı aldılar ve toplantınınreddettiği bildiriyi kendi adlarına yayınladılar. Birlik arayışında olanlarınfarklılığını da gözeterek oluşturulan çalışma grubu, Aralık 2005 Diyarbakırtoplantısı ile KUDÇG adını alarak yurtseverliği ve Kürd ulusal birliğini esasalarak yoluna devam ederek TEVKURD’e dönüştü.
Bugünden bakıldığında Kürdistan yurtseverliği bakışı ve ulusal birlikperspektifinden yoksun olanlarla yolumuzu ayırmamızın isabetli olduğunudüşünüyorum. O kadrolar bugün de o TV senin bu TV benim deyip açılımınpropagandistliğini yapmaya devam etmektedirler. Ortak bir yolda yürümekararlılığını gösterip TEVKURD’ü bugüne ulaştıranlar arasında ise o günkünebenzer yaklaşım farklılıklarının devam ettiği anlaşılıyor. Açılıma karşı Mayısayında yapılan TEVKURD açıklaması, programında yazılı güncel taleplerini sıralamışve çözümün ancak ulus-ülke gerçekliği esas alınarak sağlanabileceğinibildirmiştir. TEVKURD bileşenlerinin farklılıkları göz önüne alındığında buaçıklama yerindedir. Ancak gerek 28 Ağustos bildirisinin TEVKURD kadroları vebileşenleri arasında yarattığı bölünme, gerekse de hem kurumsal hem de bireyselüyelerimizin farklı platformlarda dile getirdikleri düşünceler bu konuda 2005toplantısındaki farklılıkları çağrıştıran farklı yaklaşımlara sahip olduğumuzugöstermektedir. Ulusal birlik gibi bir aradalığımızın temeli olan bir konuda bubelirgin yaklaşım farklılıklarının önemli bir handikap olduğu açıktır. 4 yıllıkbirlikteliğimizin bu konuda dil birliği sağlayamamış olması düşündürücüdür.TEVKURD Kürd cephesinde ulusal birlik hareketi ve ulusal birlik örgütü yaratmaarayışıdır. Türk tarafından gelen ‘milli birlik projesi’ açılımı karşısındaortak bir siyasi dil oluşturamaması ciddi bir zaaftır ve mutlaka tartışılıpaşılmayı beklemektedir.
T. Erdoğan ve Ehmedê Xanê
Yazıyı açılımın son evresinin en gözde konuşmasını değerlendirerekbitireceğim. Erdoğan’ın Ehmedê Xanê ve Şıvan Perwer’den söz ettiği konuşması,yandaşı medya tarafından göklere çıkarıldı, Kürd tarafından da genel bir beğenive destek topladı. Bir Türk başbakanının bu Kürd ünlülerinden söz etmesi,onları sahiplenmesi büyük bir açılımdı, bizlerin de bunu coşkuyla, heyecanladesteklemesi lazımdı. Gözden kaçırtılan ise Erdoğan’ın bu ünlülere Kürdhalkının önemli değerleri olarak saygı göstermeyip, Kürdlerle Türklerin ortakdeğerleri olarak göstermeye ve böylece sahiplenmeye çalıştığıydı.
Kimsenin aklına Ehmedê Xanê Türklerle Kürdlerin ortak tarihi mirası, ortakdeğeri olabilir mi sorusunu sormak gelmedi. “Eğer ittifak oluşturabilseydik,güven duyup birlikte hareket etseydik, Rom (Türk) , Arap, Acem ve diğerleribizlere hizmetkar olurdu” diyen Xanê’yi Kürdlerle Türklerin ortak değeri, ortaktarihi mirası olarak görmek, Ehmedê Xanê’yi kendisi olmaktan çıkarmaktır.Özgüven yoksunu bir tür ırkçılıktır, sömürgeciliktir. Ehmedê Xanê’yi okuyanhangi Türk, Acem, Arap onu kendi milli, kültürel değerlerinin bir parçası kabuleder? Okuyup anlayanların büyük çoğunluğu onu kendisinden görmek bir yana,hakaret ve küfür konusu yapmaz? Böyle yapmalarını da son derece normalsaymalıyız. Kuşkusuz diğer bütün önemli bilim, sanat, edebiyat, kültürinsanları gibi Ehmedê Xanê’yi de okuyan, saygı duyan ötekiler olacaktır vevardır. Ama birincisi bunun için onu kendi milli bünyelerine katmalarıgerekmez. İkincisi kimsenin Türklerden ve bu arada başbakanlarından Ehmedê Xanê’yikendi milli miraslarına dahil etmeleri gibi bir talepleri de yoktur. ŞeyhEdebali, Ahmet Yesevi, Özay Gönlüm sizindir, Ehmedê Xanê ve Şıvan Perver debizimdir. Demokratiklik ‘ötekileştirmeyip’, ‘bizleştirmek’ değildir. Ötekineöteki olarak saygı duymak, onun sizden farklı olan varlığına, aidiyetlerine vehaklarına saygılı olmaktır.
Erdoğan’ın ne yapmak istediği bellidir, Kürdlerin de içinde varsayıldığıyeni bir milli birlik projesinin sözcüsüdür. Kürd siyaset erbabı ise kendisine,milli varlığına dönük bu saldırıyı açılım, yaklaşım saymaktadır. Başka türlüdavranılırsa ‘ayrılıkçı’ sayılacaklarından korkmaktadırlar. Ayrılıkçılığı daresmi ideolojinin gösterdiği gibi, olumsuz ve suç saymaktadırlar. Büyükçoğunluğu ayrılıkçı geleneklerden gelen bu kadrolara ayrılıkçılığın kötü birşey olmadığının, küfür sayılmaması gerektiğinin hatırlatılması gerekir. Ulusalkurtuluş mücadelelerinin genellikle ayrılıkçı olduğunu söyleyerek bunuhatırlatmaya çalışıyorum.
Bu açılıma en gerçekçi ve en devrimci yanıt, Kürd milli birlik hareketinigüçlendirerek, açılımın saflarımızda saçılıma yol açmasını engellemektir.Onların demokratik ya da bürokratik ya da başka bir tür milli birlikprojelerinde biz yokuz, olmamalıyız. Görevimiz kendi milli birliğimizigüçlendirmek, bunun gerektirdiği kurumsallaşmayı gerçekleştirmektir.
(1)Kürtler yüzyıllardır Türklere Rûm-Rom demektedir. Kürt atasözlerinegiren örnekleri vardır: “Eskerê Romî, Bextê Romî tune…”
(2)Ger dê hebûya me ittifaqek / Vêk ra bikira me inqiyadek / Rom û ereb û ecemtemamî / Hemiyan ji me ra dikir xulamî.
Not: Bu yazı Tevkurd dergisinin 3 cü sayısında yayınlanmıştır