Kürt temsiliyetin, mevcut konjonktürde Kürt temsiliyetin kabul görmediği bu atmosferde, Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri nasıl elde edilecektir gibi sorum var onun paralelinde nasıl bir metot izleyeceğiz? Kürt siyasi hareketlerine önerileriniz nedir? Buyurun:
-Evet oraya geleceğim. Oraya gelmeden önce, Yusuf Ziya kardeşim birçok konuya değindi. Tabi bunların hepsini tartışmak mümkün değil. Sadece birine cevap vereyim. Niye bağımsızlıkçılık, niye otonomi? diye.
Şimdi, ulusal mücadelenin moderinite dönemindeki olağan formu, ayrılıkçılıktır, bağımsızlıkçılıktır. Dünyanın her tarafında bu böyledir. Ve bunu yapanların, dindar olup olmamasına bağlı değildir. Yani Libya’da da Cezayir’de de dindarlar ulusal mücadelenin ön tarafındaydılar ama bağımsızlıkçıydılar. Olağan form budur. Kürt siyasetinde egemen olan siyaset tarzı anormal bir şeydir. Yani dünyanın her yerinde bir ezilen ulustan söz ediyorsan, bir ulusal kurtuluştan söz ediyorsan, bunun normal, olağan, doğal, insani, senin deyiminle İslami formu bağımsızlıkçı olmak, ayrılıkçı olmaktır.
Bu nedenle Modernitenin başlangıcındaki örgütlerimiz bağımsızlıkçı olmuşlardır. Bunların bağımsızlıkçılıktan vazgeçirtilmesi, aslında 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan dünya düzeninin dayatmasıdır. Çünkü Doğu Kürdistan’da, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere, Kürdistan Cumhuriyeti’ni yıkan güçler bunlardır. Sovyetler Birliği de bu Kürdistan Cumhuriyeti’ni önce Azerbaycan içinde otonom bir bölge olarak dikte etmeye çalışmıştır. Hatta Kadı Muhammed buna ılımlı yaklaşmıştır ama Kürdistan Demokratik Partisi’nin özellikle Jekaf’tan gelen kadroları buna karşı çıkınca Sovyetler Birliği ayrı bir Kürdistan Cumhuriyeti, otonom bir Kürdistan Cumhuriyeti’ni kabul etmek durumunda kalmıştır. Kabul ettikten sonra da onlara İran içinde mücadeleyi dikte etmiştir. Yani, bizim bu bağımsızlıkçı, olağan bağımsızlıkçı siyaset tarzımız, bir ölçüde dünya düzeni tarafından geriletilmiştir. Doğu Kürdistan’da olup biten budur.
Sonrasında Kürdistan’ın bütün parçalarında bu parçacı ve otonomist siyaset egemen olmuştur. Bu otonomist ve parçacı siyaset, Kuzey Kürdistan’daki 20-25 yıllık parantezi hariç tutarsak bütün Kürdistan’da egemen olmuştur. Yani normali, olağanı budur. Dünyayla etkileşim halindeyiz. Yani 70’lerde Kuzey Kürdistan’da solcu-sosyalist, devrimci grupların pıtrak gibi çıkmasının bir nedeni de bu dönemde dünyanın her tarafında isyan bayrağının rengi kızıl idi. Dünyanın her tarafında bu böyleydi. Yani, o kadar öyleydi ki 1975’te Cezayir Anlaşması’ndan sonra kurulan geçici komite (Qiyada Mûweqet), programında şunu söylüyor:“ Biz, siyasal faaliyetlerimizde, Marksizm-Leninizm’den yararlanırız.” Bu Kürdistan Demokrat Partisi, o bile, batı kampının artık Güney Kürdistan’a destek vermeyeceğini İran, Türkiye ve Irak’ı desteklediğini anladıktan sonra, o bile, programına bunu yazmak durumunda kalmıştır. Dolayısıyla, bu normaldir. İster dindar olsun, ister solcusu olsun, ister seküleri olsun, ister liberali olsun eğer bir insan, benim ulusum baskı altında, benim ülkem işgal edilmiş diyorsa ondan çıkacak normal sonuç işgalcilerin bu ülkeden defedilmesidir. İşgalciler gidecek, biz kendi kendimizi yöneteceğiz. Bu normal olağan siyaset tarzıdır.
Şimdi bizde anormal siyaset tarzının egemen olmasının bir nedeni dünya düzenin dayatmasıdır, öbür nedeni de parçalanmışlıktır. Çünkü, yani Cezayir Fransa’ya karşı savaştı, Libya İtalya’ya karşı savaştı, Vietnam önce Fransa’ya karşı sonra ABD’ye karşı savaştı. Peki, biz kimlerle savaşıyoruz? İlk elde dört tane sömürgeci işgalci devlet ile savaşıyoruz. Bu işgalci devletler de dünyada yalnız değiller.
-Bağlantıları var.
-Evet, yani 1980’e kadar Türkiye ve İran batı kampında, Irak ve Suriye Sovyet kampındaydı. Bir türlü biz, bütün dünyaya karşı savaşıyorduk. Çünkü bizim ülkemizi işgal eden devletler, bağlaşıklıklarıyla beraber bir dünyadırlar. Yani sen İran ile savaşıyorsun karşında NATO, batı dünyası çıkıyor, Sen Irak ile savaşıyorsun arkasında Sovyetler bütün Arap devletleri var, Suriye ile savaşıyorsun, aynı şey. Türkiye ile mücadele ediyorsun, savaşıyorsun, arkasında NATO var, Avrupa Birliği var, falan. Bu, iki neden birlikte, bizde anormal bir siyaset tarzını normalleştirildi.
Kuzey’de biz 25 yıllık bir parantez açtık, bu 25 yıllık parantezi de Türk devleti Kürt siyaseti üzerinden geriletti. Yani düşünün Öcalan 1998’in sonunda İtalya’dayken; Öcalan diyor ki, “Ben Ankara’dan çıktım, partileştim. Diyarbakır’dan çıktım, ordulaştım. Avrupa’ya geldim, devletleşeceğim.” Yakalanmadan iki ay önce söylediği, sözdür, bu. Ama iki ay sonra, devlet tarafından Öcalan’a devletin çok kötü olduğu şeklinde bir paradigma dayatıldı. Devlete teslim olan Öcalan da bu paradigma üzerinden Kuzey Kürdistan’daki bağımsızlıkçı damarı çökertti. Biz direnemedik. Yani problem sadece PKK’de değil, yani PKK dışı çevreler de bağımsızlıktan federasyona gerilediler. Yani Güney Kürdistanlılar, otonomiden federasyona, oradan bağımsızlığa giderken; Kuzey Kürdistanlılar bağımsızlıktan federasyona, oradan otonomiye, oradan demokrasiye gerilediler. Bir asimetrik ilişki yaşıyoruz.
Yani bunlar çok ciddi olarak tartışılması, ders çıkarılması gereken konulardır. Yoksa dünyanın her tarafında ulusal kurtuluşçuluğun normal siyaset tarzı ayrılıkçı olmaktır. Yani İngilizce ’de separatist olmak, Kürtçe ’de cudaxwaz olmak, yani bölücü değil. Bölücü başka bir şeydir, ayrılıkçı başka bir şeydir. Ben ayrılıkçıyım. Kürdistan’ın mevcut işgalci devletlerin siyasal bünyesinden ayrılmaları gerektiğini savunuyorum. Bu anlamda ben ayrılıcıyım. Ama ben bölücü değilim. Ben aynı zamanda birlikçiyim, Kürdistan’ın dört parçasının birleşmesini savunuyorum. Dolayısıyla bizim siyaset tarzımız, ayrılıkçı bir siyaset olmalıdır.
Şimdi siyasal temsiliyet nasıl olacaktır?
Bakın dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir işgalci güç, hiçbir sömürgeci, hiçbir emperyalist durduk yerde senin siyasal temsiliyetini kabul etmez. Sen bunu kabul ettireceksin. Kürdistanî siyaset bunu kabul ettirmek göreviyle yüz yüzedir. Yalnız bunu kabul ettirmeye çalışırken, kendisi olmaktan çıkılmamalıdır.