Ankara toplantısındaki konusmanın bandtan aktarımı 4 eylül 2005
Recep Tayyip Erdoğan, “Türkiye’de Kürt sorunu vardır.” dedi ve günlerdir bu söz üzerine Kürt sorunu yeniden gündeme taşındı.
Şu ‘soru’nun yerinde olduğunu düşünüyorum: “Recep Tayyip Erdoğan’ın, ‘bu söylediği’ bu ilgiyi hak ediyor mu?” Recep Tayyip Erdoğan’ın bu açıklamalarından sonra, Kürt aydınları adına, Türk aydınları adına, Kürt sanatçıları adına bu konuşmayı, bu açıklamayı destekleyen, sayısız çağrılar yapıldı.
Bunu soruşturma ihtiyacı hissediyorum.
Bu açıklamanın önemli olduğunu söyleyen arkadaşların temel argümanları şudur: “Türkiye’de ilk defa bir başbakan, ‘Kürt sorunu’ vardır.”dedi.
— Bu argüman doğru mudur?
—Bu argüman yanlıştır.
Bu devletin kurucu devlet başkanı, çeşitli konuşmalarında Kürt sorunu diye bir sorunun olduğunu; Kürt halkının varlığını, Kürt ulusunun varlığını söylemekle kalmamış; bu sorunun, çözümü için otonomi benzeri önerilerde de bulunmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ten söz ediyorum.
Bu devletin ikinci başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci adamı Ismet Inönü, Lozan’a, Türklerin ve Kürtlerin ortak temsilcisi olarak gittiğini deklere etmiştir, Kürt sorunu konusunda, Kürt halkının varlığı konusunda, birçok beyanı mevcuttur.
12 Eylül’den sonra Nutuk (Söylev) kitabı okullarda ders kitabı olarak okutulmak istendi, Kenan Evrenin danışmanları:“Bu kitapta - Nutuk’ta- Kürtler ve Kürdistan hakkında, Kemal Paşa’nın söylediği birçok söz var; bunu ders kitabı olarak yayınlarsanız; ilkokullarda, ortaokullarda Kürtlerin, Kürdistan’ın varlığından söz etmiş olacağız.” denildi. Bu gerekçeyle ilkokul, ortaokul öğrencisi arkadaşlarımız ‘Nutuk’u ezberlemek külfetinden kurtulmuş oldu.
Bu devletin ilk kurucu meclisinde, bu mesele, “Kürt sorunu” olarak değil, daha doğru adıyla “Kürdistan sorunu” olarak tartışılmıştır. Bu devletin kurucu meclisine Kürdistan milletvekili olarak birçok insan gitmiştir. Bu devletin kurucu meclisinde Kürdistan sorunu tartışılmıştır.
Son PKK önderliğindeki hareket genelkurmay tarafından, Süleyman Demirel tarafından “Kürtlerin 29. ayaklanması” olarak değerlendirilmiştir.
Hafızamızı yitirtmek istiyorlar bize: ”Tayyip Erdoğan, bunu ilk söyleyen Türk siyasetçisi ya da Türk başbakanı değildir!”
Şu sorununda yerinde olduğunu düşünüyorum; Süleyman Demirel ve genelkurmayın, son dönem Kürt çatışmasını “29. Kürt ayaklanması olarak” değerlendirmeleri mi daha ileri bir değerlendirmedir, Tayyip Erdoğan’ın:“Kürt sorunu vardır.” demesi mi daha iyi bir değerlendirmedir.
Benim kişisel kanım odur ki “29. Kürt ayaklanması” olarak yapılan değerlendirme Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorunu vardır değerlendirmesinden daha ileri bir değerlendirmedir:
-“Niçin daha ileri bir değerlendirmedir?”
Bu değerlendirme şunu kabul ediyor:”Türkiye’de Kürtler var, Kürdistan var, Türkiye’de Kürt sorunu var ve Kürt halkı bu sorunu çözmek için cumhuriyet döneminde 29 defa ayaklanmıştır.”
Şimdi bütün bunları biz bilmiyoruz, bütün bunları biz yaşamadık gibi, bir medya bombardımanı altında Tayyip Erdoğan’ın Kürt sorunu vardır sözü ön plana çıkarılmış ve günlerdir bütün medya, Kürt siyasetçileri, Türk aydınları bunun çok önemli bir açıklama olduğunu söylüyorlar. Buradan şuraya gelmek lazım:
-“Gerçekten Türkiye’de bir Kürt sorunu var mıdır?”
-“Kürt sorunu vardır.” dedi ve bunun “Kendi sorunu olduğunu” da söyledi ama gerçekten Türkiye’de sorun “Kürtlük” müdür?
Türkiye’de yıllardan beri Kürt kavramı ve sorunu sürekli bir arada kullanılmaktadır. Kamuoyunda insanların bilinçaltında sorunun “Kürtlük” olduğu şeklinde bir hava doğuyor. Gerçekten Türkiye’de “Kürt sorunu var mıdır? ya da sorun “Kürtlük müdür?” buna bakmak istiyorum.
Kürtler, kendi ülkeleri Kürdistan’da (Kürdistan ulusal dinamikleri ve coğrafyası parçalanmış parçalı olarak tutularak yönetilebilen Kürtlerin kadim yurdudur.) binyıllardır yaşayan bir halktır.
Kürtlüğün tanımında herhangi bir problem yoktur. Yüzyıllardır bütün işgalcilerin uğradığı bir yurttur Kürdistan. Moğol sürülerinden, Iskender sürülerine kadar, Osmanlılardan, Arap istilalarına kadar bütün bu bölgenin bu coğrafyanın istilacılarının uğradığı bir uğrak yeridir Kürdistan. “Kürtlük”ün bu temel üzerinde tanımlanmasında en ufak bir problem yoktur. Türkiye’de bir Kürt sorunu yoktur bu anlamda. Kürtler kendi coğrafyalarında, kendi topraklarında yüzyıllardır yaşayan sürekli istilaya uğrayan sürekli katliamlara tabi tutulan bir halktır ve bunun tanımında da en ufak bir tereddüt yoktur. Bunu karşısındaki kavram Türklüktür.
—Peki, Türklük sorunsuz bir kavram mıdır?”
Türkiye’de Kürt sorunu vardır, diyenler acaba aslında Türk sorununu mu gizlemeye çalışıyorlar?
Arkadaşlarım,
Türklük dünyanın en problemli etnik tanımıdır. Bu kavrama Türkiye’den yapılan tek tanım şudur:”Anayasaya vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.”
-“Peki, gerçekten bu böyle midir?”
Bu tanımı yapanlar Yunanistan’da Türklerden söz ediyorlar. Bu tanımı yapanlar Bulgaristan’da Türklerden söz ediyorlar. Bu tanımı yapanlar Kıbrıs’ta Türklerden söz ediyorlar. Orta Asya’da Türklerden söz ediyorlar. Bunların hiçbiri de Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı değildir. Daha ilk adımda Türklüğün bu resmi tanımı çökmektedir.
Içeriden bakıldığı zaman Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı oldukları halde Türk olmayan milyonlarca insan vardır. Içeriden bakıldığı zaman da bu tanım, ilk adımda çökmektedir. Onun için şunu söylüyorum: “Türkiye’de problem aslında Türklüktedir.” Türklük sorunundadır. Hepimizi kanunla “Türk” yapan bu zihniyettedir temel sorun.
Şimdi tayip Erdoğan’ın birkaç cümlesi var. Birincisi, Türkiye’de Kürt sorunu vardır. Ikincisi, bu sorunu tek millet, tek bayrak, tek devletle çözeceğiz. Kürtlük’ü sorun haline getiren Tayyip Erdoğan’ın ikinci cümlesi budur. Türkiye’de tek millet, tek devlet, tek bayrakla çözülecek bir ulusal sorun yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi sınırları içerisinde iki millet yaşamaktadır. Birincisi Kürt milletidir, ikincisi; Türk milletidir. Bunların dışında gerek Kürdistan’da gerek Türkiye’de çeşitli azınlıklar vardır. Şimdi deniliyor ki, Türkiye’de Çerkezler de var. Lazlar da var. Araplar da var. Bunlar, Kürdistan’da da varlar. Kürdistan'da da bir Arap azınlığı var. Kürdistan’da da bir Çerkez azınlığı var, Kürdistan’da da Türk azınlığı var ve Türkiye’de çok ciddi bir Kürt azınlığı vardır. Kürtler kendi ülkelerinde çoğunlukturlar; Türkiye’de, Türkiye’nin batısında azınlıktırlar. Kürtlüğü sorun haline getiren bu Türklük anlayışıdır ve Recep Tayyib Erdoğan’ın ikinci cümlesi de budur.
Şimdi Kürt siyasetçilerini anlamaya çalışıyorum, yıllardan beri Kürt siyasetinden özellikle son yıllarda ısrarla barış diyalog ve uzlaşma çağrıları yükseliyor. Ancak özellikle ateşkes süreçlerinden bu yana Kürt siyasetinde gelişen hükümet devlet ve genel olarak sistemle flört etme eğiliminin de Kürt siyasetinde çok ciddi bir problem doğurduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla benim kişisel kanım odur ki; Türkiye’de sorun Kürtlükte değil, Türklüktedir.
Bu toplantıların yapılacağı duyurulduktan sonra, mektupla duyurulduktan sonra, medyada yer almasıyla, toplantı haberinin özellikle Milliyet Gazetesi’nde veriliş biçimi ilginçtir: ”PKK’ ye karşı iki koldan cephe faaliyeti”diye, tanıtıldı.
Bunun hakkında bir şey söylemek istiyorum; bu haberi ilk okuduğum zaman aklıma Yalçın Küçük geldi. Biliyorsunuz Yalçın Küçük Bekaa sürecinden sonra Imralı sürecinde yeni bir konsept oluşturdu ve ısrarla Türk devletinin PKK’ yi Güney Kürdistan’a karşı konuşlandırması gerektiğini söyledi, söylüyor. Milliyet Gazetesi de milliyet gazetesinden başlayan bu haberle Türkiye’deki egemen güçlerin bir kesimi, Kürtleri Kürtlere karşı konuşlandırmaya çalışıyor. Bunu şiddetle reddetmek lazım. Kürt’ü Kürt’e karşı konuşlandırma siyaseti Osmanlı’dan kalma cumhuriyet döneminde ısrarla sürdürülen bir siyasettir. Bu toplantının Kürt’ü Kürt’e karşı konuşlandırma siyasetini şiddetle reddetmesini ve telin etmesini diliyorum.
Bütün ulusal kurtuluş mücadelelerinde, ulusal demokratik kurtuluş mücadelelerinde, zaman zaman cepheler oluşmuştur. Kuzey Kürdistan’da günün birinde bir cephe oluşma ihtiyacı doğarsa hiç kuşkusuz ki, bu cephe; Kürt halkını sömürgeci boyunduruk altında tutanlara karşı açılacak bir cephe olacaktır. Kürt saflarında Kürt’ü Kürt’e karşı konuşlandırma siyaseti çok tehlikelidir bunu özelikle dile getirmek istedim.
Arkadaşlarım,
Şimdi, Tayyip Erdoğan’ın bu açıklamasını iki durumu açıklayarak anlayabiliriz:
Birincisi;“Günümüzde, nasıl bir dünyada yaşıyoruz?”
Günümüzde deyim yerindeyse ipini koparmış, düzenini kaybetmiş bir dünyada yaşıyoruz. Dünyadaki tüm temel siyasi aktörler bir yeni dünya düzeni oluşturmak ve oluşacak olan bu yeni dünya düzeninde ön almak inisiyatif almak için kıyasıya bir mücadele içerisindedirler.
Dünya düzeni kavramı, dünya sistemi kavramı ile ilgilidir ve 19. yüzyıl sonlarına ilişkin bir kavramdır. Kapitalizmin dünya sistemine dönüştürülmesinden sonra bir dünya düzeni oluşturma ihtiyacı doğmuştur.
20. yüzyılda dünya düzenleri dünya savaşlarıyla oluşmuştur. 1870’lerden sonra başlayan küreselleşmenin birinci büyük dalgasından sonra 1. Dünya Savaşı başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı; sahneye geç çıkan büyük devletlerin, hegemonyacı devletlerin, dünyaya yeni bir düzen vermeleri ve bu düzende inisiyatif almalarına yönelik bir mücadeledir. Bu savaş 1919 Paris Konferansı’yla bitirilmiştir ve 1919 Paris Konferansı’nda dünyaya bir düzen verilmek istenmiştir. Cemiyet-i Akvam, bu yeni dünya düzeninin kurumlarından birisidir. Bu düzen 20 yıl sürmüş 39’da dünyanın düzeninden rahatsız olan güçler 2. Dünya Savaşı’nı başlatmışlardır. Bildiğiniz gibi bu savaş da 46 Yalta-Potsdam anlaşmalarıyla bitirilmiştir. Yalta ve Potsdam Antlaşmaları’nda savaşın galipleri, dünyaya bir düzen vermişlerdir. Bu düzen 43 yıl sürmüştür. Sovyetler Birliğinin çözülmesiyle dünya düzeninin temelleri çökmüştür. Çünkü bu düzeni birlikte oluşturan taraflardan biri; biliyorsunuz, ikinci savaşın galipleri bir tarafta, Amerika ve Ingiltere, öbür tarafta Sovyetler Birliği’dir. Bu düzeni oluşturan taraflardan biri çökünce dünya düzeni çökmüştür. Günümüzde, düzeni olmayan bir dünyada yaşıyoruz.
-“21. yüzyılda yeni dünya düzeni nasıl oluşacaktır?”
-“Israrla son yıllarda söylendiği gibi; barış, ortak aklın ve uluslararası evrensel insan haklarıyla mı yeni bir düzen kurulacaktır; yoksa yeni bir dünya savaşıyla mı yeni bir düzen kurulacaktır?”
Bu ciddi bir tartışma konusudur. Kişisel kanaatim odur ki, günümüz dünyasında ilan edilmemiş bir 3. Dünya Savaşı yaşıyoruz. Bu savaş, savaş oyunu olarak yansıtılıyor ve bizden inanmamız isteniyor ki bir tarafta Amerika, Ingiltere, Ispanya, Yunanistan; öbür tarafta, Bin Ladin var. Bu ikisi arasında bir savaş var. Böyle bir savaşın olmayacağını anlamak için “orta mektep” zekâsının yeterli olduğunu düşünüyorum.
Süre giden bir dünya savaşıdır. Amerika Birleşik Devletinin genişletilmiş Ortadoğu projesi bu savaşın Ortadoğu cephesini tarif etmektedir. Almanya ve Fransa’nın, Amerika’nın Irak’ı işgaline karşı çıkmalarının nedeni “evrensel insan hakları” değildir.
Fransa’nın nüfus alanı Kuzey Afrika’dır. Amerika genişletilmiş Ortadoğu projesiyle kuzey Afrika’yı Ortadoğu’nun içine sokmuştur. Fransa’nın itirazı budur.
Almanya’nın bölgedeki nüfusu Iran ve Irak’tır. Irak göçmüştür. Iran sıradadır, Türkiye’deki Alman yanlısı siyaset tasfiye edilmiştir. Türkiye’de; biliyorsunuz, Mesut Yılmaz ve Necmettin Erbakan Alman yanlısı siyasilerdir. Alman yanlısı siyasetin temsilcileri olan bu zevat da tasfiye edilmiştir. Almanya’nın itirazı da budur.
Bu ilan edilmemiş, deyim yerindeyse, post-modern bir savaştır. Onun için 1. ve 2. savaşta ki gibi saflar çok net değildir. Bir tarafta itilaf kuvvetleri, bir tarafta ittifak kuvvetleri yoktur. Amerika’nın içinde Avrupa, Avrupa’nın içinde Amerika vardır. Bu savaş, sürekli değişen güç dengeleri ile süre giden bir savaştır. Bunu da şunun için söylüyorum: “Kürdistan birinci savaşta olduğu gibi, üçüncü savaşın da temel cephe ülkesidir. Kürdistan ateş altındadır. Bugün burada Kürt sorununu tartışırken bunu görmeden yapılacak hiçbir tartışma bir sonuca götürmez. Kürdistan bütün parçalarıyla ateş altındadır. Irak işgal edilmiştir. Güney Kürdistan’da birinci körfez savaşından başlayarak Amerika’nın Irak’ı işgal etmesiyle hızlanan bu süreçte Güney Kürdistan’da devletleşme yönünde ciddi adımlar atılmaktadır. Güney Kürdistan’da devletleşmeye yönünde atılan bu adımlar Kürdistan üzerindeki sömürgeci kuşatmada derin gedikler açmaktadır. Türkiye, Iran ve Suriye yönetenlerini esas tedirgin eden sömürgeci kuşatmada açılan bu gediklerdir. Güney Kürdistan’da devletleşme yönünde atılan ve Kürt halkı üzerindeki sömürgeci kuşatmada gedikler açan bu çabayı saygıyla, sevgiyle, selamlıyorum!
Bu durumda Türkiye, Suriye ve Iran yönetenleri Kürtleri eskisi gibi yönetemeyeceklerini anlamışlardır. Ortadoğu’da hiç kimse Kürtleri eskisi gibi, babadan dededen kalma yöntemlerle idare edemeyecektir. Bu herkesin malumudur. Buna üç devleti yönetenler de dâhildir. Ancak, bütün bu sömürgeci devletlerde ortak davranış biçimi; bir taraftan bastırmak, caydırmak, öbür taraftan da sorunu asimile etmek, sorunu gerçek zemininden koparmak çabaları vardır. “Türkiye’de Kürt sorunu vardır.” açıklamasını, arkadaşlarımın bir de bu yönüyle değerlendirmelerini rica ediyorum.
Bu sözü söyleten ikinci durumsa şudur; Kürdistan’da son otuz yıldır süre giden, süre gelen bir çatışma ve bir savaş ortamı vardır. Kürdistan’da bugün de binlerce, on binlerce insan ayaktadır. Türkiye’de artık “Kürt yoktur” sözü söylenebilecek bir söz olmaktan çıkmıştır.
Ikincisi, demin arkadaşlardan biri söyledi, Türkiye’de devlet, bir tür koalisyondur. Hükümetin, devletin ne kadarını temsil ettiği tartışma konusudur. Devletin diğer kesimlerinin buna karşı olup olmadıkları tartışmalıdır. Ben kendi payıma devletin diğer kanatlarının Tayyip Erdoğan’ın bu açıklamasından rahatsız olduğu kanısında değilim. Devletin diğer kanatlarının da Türkiye’de ki sorunu bir Kürt sorunu, Çerkez sorunu, Laz sorunu olarak algılamalarına hiçbir itirazları olduğu kanısında değilim. Genelkurmayın Tayyip Erdoğan’ın “Kürt sorunu vardır.” sözünden ürktükleri kanısında değilim.
Ortada bir oyun var, ortada oynanan oyunun adı demokrasi oyunudur.
Kürdistan ateş altındadır ve yıllardır Kürt siyasetçileri bu ateş altından barış, demokrasi, uzlaşma çağrıları yapmaktadırlar. Bu zemine bu toplantının müdahale etmesi gerektiğini düşünüyorum:
-“Bu toplantı, bu demokrasi oyunu bozmalıdır!”
Türkiye’de Kürtler, kendi ülkelerinde çoğunlukturlar. Türkiye’de söylenmesi gereken:“Kürt sorunu vardır.” değil.
Dünyanın bir çok parlamentosunda Kürdistan sorunu tartışılmıştır, Türkiye Büyük Millet Meclisi hariçtir burada. Türkiye’de söylenmesi gereken söz: “Kürt sorunu vardır.” sözü değildir. Kabul edilmesi gereken şudur: “Bütün ulusal demokratik hakları ile Kürt millet gerçeğinin kabul edilmesi ve bunun gereğinin yapılması lazımdır. Kürt halkı dünyada ki diğer bütün halklar gibi kendi geleceğini kendisi belirleme hakkına sahiptir. Bunun federalizm, konfederalizm, bağımsızlık, otonomi ya da ne türden bir çözümle sağlanacağı pratik bir meseledir ve biz henüz o noktadan çok uzak bir noktadayız. Bugün öne çıkarılması gereken bütün ulusal demokratik haklarıyla Kürt millet gerçeğinin kabul edilmesi dünyadaki diğer bütün halklar gibi Kürt halkının da kendi topraklarında kendi geleceğini belirleme hakkının kabul edilmesidir.”
Bitirmeye çalışacağım. Üç tane önerim var:
Birincisi; bu toplantı, Kürt’ü Kürt’e karşı konuşlandırma siyasetine çok sert bir cevap vermelidir.
Ikincisi; bu toplantının sonuç bildirgesi, Kürt yurtseverliği temelinde bir deklarasyon olmalıdır. Yurtseverlik, her şeyden önce yurduna duyulan sevgi ve bağlılıkla ilgili bir şeydir. Herhangi bir şeye duyulan sevgi ve bağlılık ise onun varlığından kuşku duymamak demektir. Siz bir şeyin varlığından kuşku duyuyorsanız, ona bağlı olamazsınız. Siz bir şeyin varlığından kuşku duyuyorsanız, onu sevemezsiniz. Eğer yurdunuzu seviyor ve yurdunuza bağlıysanız, yurdunuzun varlığı hakkında içinizde en ufak bir kuşku olmamalıdır. Yurdun varlığı, hakkında son dönemde Türkiye’de, Kuzey Kürdistan’da, yurdun varlığı hakkında yaratılan belirsizlik, yurtsever siyaseti zedelemektedir. Ikinci olarak söyleyeceğim budur. Bu toplantı yurtseverlik zemininde bir deklarasyon yayınlamalıdır.
Üçüncü önerim de şudur: Kürt siyaseti herkesin malumudur, sorunudur, sürekli bir baskı altındadır ve sürekli bir bombardıman altındadır. Bu bombardıman Kürt hareketinde, Kürt siyasetçilerinde sürekli bir savunma refleksi geliştirmiştir. Kısaca şunları söylemeye çalışıyorum.
Bize:
—Siz bölücüsünüz!” diyorlar.
Biz, hemen elimizi kaldırıyoruz:
-“Tövbe! Hâşâ! Biz bölücü değiliz.” diyoruz.
Buna ihtiyaç yoktur. Türkiye tek millet olarak tarif ediliyorsa, biz bu tarife karşıyız:
-“Bu bölücülükse, biz bölücüyüz!”
Türkiye Cumhuriyeti devlet sınırları içinde:
-“Kürt Ulusu yaşıyor! demek; bölücülükse, biz bölücüyüz!”
-“Biz bölücü değiliz!” diye, aman aman etmenin bir âlemi yoktur.
-“Bu devlet, hepimizin devletidir!” diyorlar.
-“Hayır! Bu devlet, hepimizin devleti değildir! Bu devlet, bütün Türklerin de devleti değildir!
Devlet sınıfsal bir kurumdur. Yöneten egemen sınıfların devletidir. Bu devlet sizin devletiniz derken bütün Kürt siyasetçileri:
-“Tabii, bu devlet hepimizin devletidir!” demeye başladı.
-“Bu bayrak, hepinizin bayrağıdır!”deyip, televizyonda Kürt siyasetçilerinin göğsüne Türk bayrağı yapıştırılıyor. Bunlardan vazgeçmek lazım. Bu savunma refleksini artık bir yerde kırmamız lazım. Sürekli savunarak alabileceğimiz, bir yol yoktur. Onun için üçüncü önerim:
-“Kürt hareketinde birliği hedefleyen yurtsever siyasete sahip Kürt gruplarının; birlikte ne yapabileceklerini araştıran, soruşturan ve bunun çin etkinliklerde bulunmayı önüne görev olarak koyan bir çalışma kurulunun oluşturulmasıdır.”
Hepinize dikkatiniz için teşekkür ediyorum.