×
Îro dîsa li ser gorra te bûm !
admin
Îro dîsa li ser gorra te bûm !
Zinarê Xamo Salek dîsa pir zû derbas bû ! Aslan, sal dîsa zû derbas bû, me hew dît 9ê adarê hat jî. Ez û Hêvî îro dîsa bûn mîvanê te. Tu rastiyê dixwazî min ji bîr kiribû. Lê do ne pêr, nizanim çawa bû, wek heft kes ji min ra bibêjin, ”ma qe...

Li himberî êrîşên dagirkeran em hêza xwe bikin yek
admin
Li himberî êrîşên dagirkeran em hêza xwe bikin yek
Welatê me Kurdistan ji derveyî îradeya gelê me bi çar perçeyan ve hatîye perçe kirin. Eve nêzîkî sed salîye ku Tirkîye, Îran, Iraq û Sûrîye , di meseleya  Kurdistanê de hemû pirs û pirsgirêkên di navbera xwe de datînin alîyekî û bi hevdu re pla...

Radio Ashti
admin
Radio Ashti
Sipasdarê birayê Haci KardoxiAştî û Radio Ashtî me, sipasdarê dost û hevalên ku bi sebir 4 saetan li me guhdarî kirin û em bi tenê nehiştin im. Mixabin derfet nebû ku bersîvên temama pirsan bidim. Em di têkoşîna rizgarîya neteweyî de bi hev re n...

19 sal zû derbas bûn
Zinare Xamo
Sal zû derbas dibin, min hew dît salek din jî derbas bû û wa ye dîsa 9ê nîsanê hat. Erê pismamo, 19 sal di ser wefata te ra derbas bûn. Îro dîsa ez û Hêvî bûn mîvanên te. Lê vê carê em ne bi tenê bûn, Mumtaz Aydin Roza Kurdî, Erdal Kurdman, ez û Hêvî...

Xwezî gorr bihata zimên
Zinare Xamo
Xwezî gorr bihata zimên
Aslan, sal zû derbas dibin, me tew nedît 18 sal çawa derbas bû. Îro ez û Hêvî dîsa bûn mîvanê te. Li ber serê te me bi hesreteke kûr û bi xemgîniyeke mezin rojên borî yad kirin. Me bîstekê qala te kir. Hêvîyê got, qey qismet û nesîbê te ev ax, ev gor...

Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne.
Fuad Onen
Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne.
Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne.Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne. Li gorî rayedarên Sîstema Serwerîya Tirk, ev şer ji bo wan mijara bekayê (mayin-nemayinê) ye. H...

Me îro silavek da gorra hevalekî pir ezîz !
Zinare Xamo
  Mehmet Aslan Kaya 17 sal berê di rojeke wiha da di 51 saliya xwe da ji nişka ve, bêyî ku kesî nerehet bike, bêyî ku haya kesî pê xe wek çirayekê vemirî û çû gerdûneke din. Mirina wî ne malbata wî tenê, bi sedan, bi hezaran kesên ev kurdê fed...

Mirinê pir zû tu ji nav me bir lê navê te nemir e
Zinare Xamo
Mirinê pir zû tu ji nav me bir lê navê te nemir e
Min got pismam sal zû dibuhirin, 16 sal derbas bûn. Hemû dost û hevalên te, zarokên te dersa matamatîkê dida wan, xortên te alîkariya wan dikirin hemû mezin bûne û di civata Swêd da hatine der û meqamên muhîm, ji bo gelê xwe xebatên pir baş dikin. &n...

Xusûsîyetên Rojhilata Nêzîk
Fuad Onen
Xusûsîyetên Rojhilata Nêzîk
Di sîyeseta Kurdistanê de du problemên esasî hene. Yek jê, taleba desthilatîya navendî lawaz e, taleba jêr desthelatîye, bi tirkî ”alt îktîdar” ew taleb xurt e. Lê taleba desthelatîyên navendî lawaz e. Sedemek ji, ku sernîvîsa vê panelê j...

Serxwebûna Kurdistanê
Fuad Onen
Serxwebûna Kurdistanê
Sîyeseta partî, rêxîstin,saziyên bakurê Kurdistanê dev ji hedefa serixwebûnê berda ye. Ji delva hedefênserxwebûnê, otonomî, federalî an demokrasî te parastin. Di vir de anormalîyekheye. Yanî îro ji her demê betir taleba serxwebûn û yekîtîya Kurdistan...

Page 1 of 6First   Previous   [1]  2  3  4  5  6  Next   Last   
17

Ülke aidiyeti

-Öylesine uzaklaştık ki benim ülkem kavramından bir tarafı PDK'nin ülkesi, bir tarafı PYD'nin ülkesi oldu. Buyurun.

-Yani keşke ülke aidiyetine sahip olsalar. Şimdi, o birçok konferansta da yazılarım da değiniyorum: Kürt-Kürdistan siyasetinde, alt-iktidar talebi çok güçlü, merkezi iktidar talebi çok zayıftır.

Geçmişte, imparatorluklar döneminde; imparatorluklar, merkezi iktidarlardır. Ama imparatorlukların içinde yerel iktidarlar da vardır. Mesela; Kürdistan'dan mirnişinlik, bu bir alt-iktidar formudur. Aşiret konfederasyonları, bir alt-iktidar formudur. Hatta aşiretin kendisi, yani aşiretler sanıldığı gibi sadece bir amca-yeğen ilişkisi değildir. Aşiret; sosyal, siyasal, kültürel bir formdur. Bin yıllarca Kürt toplumunun ana çekirdeğini oluşturmuştur.

Şimdi; modernite öncesi, bunları anlamak mümkündür. Ama modernite, aynı zamanda, üst-aidiyetler dönemidir.

“Üst-aidiyetler” nedir? Millet aidiyeti, vatan aidiyeti ve bu milletin bu vatanda devletleşmesi, bu aidiyetlerdir. Şimdi aşiretler, mirlikler tasfiye edildi. Yerine partililer oluştu.

Bu iyi bir şey. Partiler, modern dönemin örgütlenmeleri, mücadele vasıtalarıdır. Ancak; bu sefer, millet iktidarı yerine, parti iktidarı talebine indi bu. Yine bir alt-iktidar formu. Yani bugün mesela, Batı Kürdistan'da işte; biz, Suriye Devleti'nin bir parçası olmaya hazırız. Yeter ki  özerkliğimiz tanınsın. Bu bir alt-iktidar formudur. Merkezi iktidar Şam'da olacak, siz de işte artık Batı Kürdistan da neredeyse kalmadı. Bir, bir buçuk milyon Kürt kaldı orada. Batı Kürdistan'ı, Kuzeydoğu Suriye içinde erittiler. Orada bir alt-iktidar talebi var.

Güney Kürdistan'da mesela, bağımsızlık tartışıldığı zaman, o dönem bazı YNK ve Goran milletvekilleri dediler ki: “Bağımsızlık referandumu yaparsanız; biz, Süleymaniye'yi Bağdat'a bağlarız.” Bugün, bu tartışma hala sürüyor. Süleymaniye'yi Bağdat'a bağlamak şudur: “Başkalarının iktidar olacağı bir milli iktidar yerine; ben, Bağdat'a bağlı bir alt-iktidar istiyorum.” demektir.

Yani o zaman kaygı; Mesut Barzani, bağımsızlık referandumunu domine ediyordu. Gerçi, YNK’nin birçok kadrosu, çok ciddi bir şekilde, referanduma sarıldılar. Kerkük'te savaştılar. Yani Kusret Resul’dur, Necmettin Kerimi’dir, öbür arkadaşlardır. YNK'nin tamamını kastederek söylemiyorum.
Ama böyle bir talep, bana merkezi iktidar gerekmiyor. Merkezi iktidar olursa, benim rakibimin eline geçer. Kürt rakibimin eline geçer. Onun yerine; ben, Süleymaniye'de bir mirlik olarak devam edeyim.

Şimdi sen siyasi partisin. Üstelik ikinci enternasyona üye bir partisin. Sen nasıl imparatorluk döneminin alt-iktidar forumlarının peşinde gidiyorsun? Şimdi bugün, Güney Kürdistan'da temel sorunumuz bu değil midir?
2005’ten bu yana alırsak, 18 yıldır; “Birleşik Bir Ordu, Birleşik Bir İktisat, Birleşik Bir İstihbarat” kurulmamasının ana nedeni budur. Alt-iktidar formlarına yapışıp kalmalarıdır.

Şimdi bu Türkiyecilik, Irakçılık, İrancılığın yol açtığı bir şey de şudur: Üst-aidiyet ve altı aidiyetler. Yani hepimizin birçok aidiyeti var; ailemiz var, çevremiz var. Ne bileyim cinsel bir aidiyetimiz var. Mesleki aidiyetlerimiz var. Bunların tamamı alt-aidiyetlerdir. Ama bir de bunların üzerinde modernite döneminde üst-aidiyet var: “Ben bir milletin üyesiyim ve bir vatanın yurttaşıyım!”

Şimdi bu Türkiyecilik, İrancılık, Irakçılık; üst-aidiyetlerimizi tahrip ediyor. Biz artık Kürdistanlı ve Kürt milletinin bir ferdi olarak yaşayıp, mücadele etmiyoruz. Zorla vatandaşı yapıldığımız, işgalci devletin vatandaşı olarak yaşayıp mücadele etmeye başlıyoruz. Şimdi bu üst-aidiyetler zayıfladığı zaman da ulusal devlet kurmak çok güçtür.

Bizim cenahta da senin adını verdiğin kitabın muadili var. Marx ve Engels ın; “Ailenin, Devletinin, Özel Mülkiyetin Kökeni” diye, bir kitabı var ve orada da aslında buna benzer birçok analiz bulabilirsin.

Bizim meselemiz, ulusal bir mesele, yani; Kürdistan birleşecek ve bağımsızlaşacak. Bu mücadelenin içinde, her tür fikri akıma yer vardır. Zaten bizde, demokrasi de baş aşağı çevrilmiştir.
Demokrasi esas itibariyle; bir devletin, kendi cemaatiyle olan ilişkilerini tanımlar.

Dolayısıyla, Kürdistan'da demokrasi demek, Kürdistan'da kurulacak devletin, Kürdistan toplumuyla olan ilişkisidir. Bizimkiler, Kürdistan'da devletleşmeye karşı çıkıp, Kürdistan'ın Türk devletiyle ilişkisini
demokratikleştirmeye çalışıyorlar. Bu mümkün değildir. İki millet arasında demokratik bir ilişki olmaz. İyi komşuluk ilişkisi olur. Adil-haklı ilişki olur. Ya da savaş olur, çatışma olur. Ama demokrasi, milletler arası ilişkiyi tarif eden bir kavram değil; demokrasi, bir milletin, devletiyle kurduğu ilişkidir.

Dolayısıyla siz, Kürdistan'da demokrasiyi, Kürdistan'daki devletin Kürt toplumuyla olan ilişkisi olmaktan çıkarıp, işgalci devletlerle olan ilişkisi formuna dönüştürürseniz; aslında, Kürdistan hakikatini ortadan kaldırırsınız. Kürdistan hakikatini ortadan kaldırırsanız, Kürt tanımınız mümkün değildir. Çünkü Türkiye'de işte, HDP de dahil
bütün siyasi partiler, ağızlarını açtıklarında, işte Kürt, Türk, Arap, Acem Arnavut falan filan diye böyle sıralıyorlar. Şimdi burada mesela, Arnavut'u tarif etmek kolaydır. O Arnavutluk'tan gelmedir. Anavatanı Arnavutluk'tur. Oradan buraya göç etmiştir. Bir Çeçen’i Türkiye'de tarif etmek kolaydır. Çeçenistan'dan gelmiştir, göçle gelmişlerdir. İşte Rumu da Ermeniyi de ve her bir şeyi tarif etmek kolaydır. Ama siz Kürdistan'sız Kürt'ü tarif edemezsiniz Çünkü Kürdistan olmasa, Kürt tanımı havada kalır. Bana bir yer gösteremezsin. Sen şuradan geldin diye bir yer gösteremezsin. Ben zaten buradaydım. Siz yokken de buradaydım. Siz varken de buradayım.

Dolayısıyla Kürtlerin, ayağının altından toprağı çekmek, aslında Kürtlüğün inkârının bir başka versiyonudur. Göründüğü kadar, masum demokratik falan da değildir bu tutum. Çünkü Türkiye'de Kürdü; ancak Kürdistan'la tarif edebilirsiniz. Çünkü burada Kürtler, başka başka coğrafyalardan sökün edip gelmiş değillerdir. Bir Türk'ü de tarif edebilirsiniz. Türkiyesiz tarif edebilirsiniz. Orta Asya'dan gelmiş bir azınlıktır dersiniz. Bunların hiçbiri Kürtler için geçerli değildir.

Dolayısıyla, ulus-ülke aidiyeti ve ulus-ülke hakikati, bu ulusal mücadelede en önemli kavramlarımızdandır. Bu kavramları da kimseye çiğnettirmemek lazım. Bunun solcu, liberal ya da başka tür renklerde gelmesi arasında hiçbir fark yoktur. Esası; Kürt ulusunun ulus ve ülke hakikatını ortadan kaldırma mücadelesidir ve bu bir devlet projesidir.

Uluslararası konjonktür.

-Bizim tek bir temsilcimiz olmalı ve biz ona tabi olmalıyız, ona destek olmalıyız. Bu bir. İkincisi, sizce uluslararası konjonktür bu tür bir tartışmaya müsaade ediyor mu? Analizinizi dinlemek istiyorum. Özür dilerim uzun konuştum.

-Şimdi;1990’da Sovyetler Birliği'nin yıkılması, sadece sosyalizmin çözülmesi değildir. Bir yanı evet, sosyalizm çözülmüştür orada. Oradaki sosyalizmde, reel sosyalizm üst başlığı altında tartışılan bir sosyalizm idi. Fakat aynı zamanda, Sovyetler Birliği kendisiyle beraber, dünya nizamını da çözmüştür.

Sovyetlerin olmadığı bir dünya, nizamdan yoksun bir dünyadır. Çünkü İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan dünya düzeni, savaşın galipleri tarafından kurulmuştur. Ve bunlar; Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Sovyetler Birliği'dir esas olarak. Sonra Fransa ve diğerlerini de sayabilirsiniz.

Bunlar zaten savaşın sonunda, dünya haritasını önlerine koyarak, mevcut güç dengelerine göre bir dünya paylaşımı yapmışlar. Nüfuz bölgeleri oluşturmuşlar ve onun resmi kurumu olarak da Birleşmiş Milletleri birlikte kurmuşlardır. Sadece Birleşmiş Milletleri değil; mesela, Uluslararası Para Fonu’nu Amerika, İngiltere ve Sovyetler Birliği birlikte kurmuştur. Sovyetler Birliği, IMF'nin kurucu üyesidir. Bu da Yeni Dünya Düzeni’nin bir kurumudur, IMF. Sonra IMF, Sovyet ekonomisini denetlemeye çalışınca, Sovyetler IMF'den çekilmiştir.

Dolayısıyla bu nizamın bir temel görevi nedir? Dünyadaki mevcut devlet sınırlarını korumaktır. Bütün devletlerarası belgelerde, uluslararası bir hukuk olmadığını düşünenlerdenim. Devletlerarası bir hukuk var. Bütün devletlerarası belgelerde, devletlerin sınırlarının kutsallığı kabul edilir. Ve bu sınırlar tartışılmaz.

Birinci savaştan sonra, Milletler Birliği ya da Cemiyeti Akvam kuruldu. Onun da ilkelerinden biri buydu. Birleşmiş Milletler, Milletler Birliği'nin ilkelerini genişleterek kabul etti ve verili siyasi sınırları değişmez kabul ettiler.

Bu Sovyetler Birliği ya da Sovyet blokuyla batı bloku arasındaki bir anlaşmaya dayalıdır. Birleşmiş Milletler böyle kuruldu. Bu nedenle, 1945’ten 1990’a kadar, değişen bir tane siyasi sınırı var: İsrail. İsrail devleti kurularak orada yeni bir sınır inşa edildi. O sınır genişledi. Savaşlara neden oldu. Hala devam ediyor. O devletin kurulabilmesinin nedeni de Sovyetlerle Amerika Birleşik Devletleri'nin anlaşmasıdır. İkisi birlikte kabul ettikleri için İsrail devleti kurulabildi.

Britanya, aslında, çok da İsrail devleti yanlısı değil. Ama ABD ve Sovyetler Birliği, o dönemin Orta Doğu'su İngiltere'nin himayesinde bir Orta Doğu olduğu için İsrail Devleti'nin, İngiliz himayesini zayıflatacağını düşünerek bir İsrail devleti kurdular. İkisi anlaştığı için ikisi anlaşmasa böyle bir devlet kurulamazdı.

1945’ten 1990’a kadar böyle siyasi sınırlar bakımından statık bir dünya, yani sabit bir dünya yaşadı. 1990’dan bu yana, tarih sahnesine çıkan devlet sayısı otuz civarında ya da daha fazladır. Niye bu böyledir? Çünkü Sovyetler çözüldükten sonra, “Dünya Düzeni” kalmadı. Bağlayıcı, bütün devletleri bağlayan, bir dünya düzeni yok. Artık, güç tayin ediyor. Güç her zaman tayin eder.

Ama bir dünya düzeni olduğu zaman, o gücün kullanımı sınırlanır, belli prensiplerle sınırlanır. Yani siyasi sınırlar içinde rejim değişikliği yapılabilirdi. 1945-1990 arasında birçok rejim değişiklikleri oldu. Klasik sömürgecilik tarihe bırakıldı. Yeni sömürgecilik gelişti. Ama devlet sınırlarına dokunulmadı.

Şimdi bizim sorunumuz nedir? Bizim sorunumuz, doğal tarihsel sınırlarımızda devletleşmektir Bu ne demektir? Dünya düzeninin dağılması bizim için iyidir. Bizim siyasal hedeflerimizi daha gerçekçi hale getirdi. Dünyada onlarca yeni devlet tarih sahnesine çıkmışsa, Bağımsız Birleşik Kürdistan da tarih sahnesine çıkabilir. Bunu önleyecek bir dünya nizamı yoktur. Ama dünyadaki büyük güçler vardır. Bunlar engelleyebilir, destekleyebilir falan.

Bu, Kürt siyaseti bakımından bence en önemli avantajdır. Buna bağlı olarak söylüyorum: Dünya düzeni son yüzyılda dünya savaşlarıyla oluşturulmuştur. Dünya düzeninin yıkılması, aslında yeni bir dünya savaşının başlangıcıdır. Ve bana kalırsa, 1990’lı yıllardan bu yana, post- modern bir “Üçüncü Dünya Savaşı” yürüyor.

Peki, Üçüncü Dünya Savaşı’nın bizim bakımımızdan özelliği nedir? 1870’te “devlet” olarak kabul edilen siyasi organların, sayısı yirmi beş idi.
Bunları daha çok imparatorluklardı. O dönemde alt devletler, alt devlet yapıları vardı ama devlet kabul edilenlerin sayısı yirmi beşti. Günümüzde iki yüzün üstündedir. Bu yüz seksen yeni devletin büyük çoğunluğu, dünya savaşları sırasında ya da sonrasında kurulmuştur. Yani dünya, belli bir statükoya kavuştuğu dönemlerde kurulmamıştı bu devletler. Tam tersine, dünya yeni bir düzen için savaştayken; bu devletler, tarih sahnesine çıkmıştır. Bu da Kürdistan'ın; siyasi-stratejik hedefleri bakımından elverişlidir.

Bölgeye gelirsek, dört işgalci devletin esas işgalci ve tehlikeli olanı İran ve Türkiye'dir. Irak ve Suriye; işte, yüz yıllık devletler bile değillerdir.
Biri zaten 2003 te çöktü. Yenisini Kürtler kurdular. Yani Mam Celal ile Kek Mesut destek vererek, Iraklılara yeni bir devlet kurdular. Bir devlet başkanı bulamıyorlardı. Mam Celal, uzun süre devlet başkanlığı yaparak, yeni Irak Devleti'nin oluşumuna katkıda bulundular.

Suriye göçmüş vaziyette. Yani on bir-on iki yıldır bir savaş sürüyor. Şu anda, Suriye rejiminin egemen olduğu Suriye toprakları, toplam Suriye topraklarının, yüzde otuzu civarındadır sanıyorum.

İran, hem Batıyla, hem komşularıyla ciddi sorunları var. İçeride çok ciddi iktisadi problemleri var. Yönetsel problemleri var. Doğu Kürdistan'daki raperin, bütün İran'ı salladı ve orada çok güçlü kitlesel hareketlerin çıkabileceğini gösterdi.  Orada, belki eksik olan, bu raperinlere öncülük edecek bir devrimci örgütün yokluğu idi. Ama İran'ın durumu da çok iyi değil. İran devletini kastediyorum.

Türkiye, çok derin bir yapısal bunalım içinde. Sadece iktisadi bir bunalım yok. Ciddi bir yapısal bunalım içinde. Siyasi bunalımı var. Çünkü Sovyetlerin çözülmesinden bu yana, geçen otuz yıllık mücadele sürecinde, Türkiye nerede olduğuna hala karar verebilmiş değil.

Türk devlet aklı, bu konuda ikiye bölündü: Bir kesimi Avrasyacı, bir kesimi Avrupa-Batı yanlısı, üçüncü bir taraf, ikisi arasında dans etmek yanlısı. Dolayısıyla; Türkiye, dünyada tarifsiz kalan bir devlet.
 

Şimdi, bu dördünün durumuna baktığım zaman, işte son elli yılda içinde yaşayarak, ama yakın yüz yıllık tarihi de az çok bilerek, söyleyebilirim ki: “Kürdistan'ın düşman devletleri, tarihlerinin en zor dönemlerini yaşıyor.” Bu etti üç.

Dördüncüsü; Bugün, Kürdistan'ın her dört parçasında, ciddi sayılabilecek ulusal hareketler var. Yani 1925 Ayaklanması sırasında Güney Kürdistan'da, Batı Kürdistan'da, Doğu Kürdistan ona destek olacak bir ulusal hareket yoktu. 1945-46 Doğu Kürdistan Cumhuriyeti döneminde, evet, Güney Kürdistan'dan giden ve Cumhuriyet'in kurulmasına büyük katkılar yapan Mele Mustafa Barzani ve Peşmergeleri vardı. Ama sonuçta Mele Mustafa Barzani de Güney Kürdistan'da İngilizlerin saldırısına karşı tutunamadığı için Doğu Kürdistan'a geçmişti. Kuzey Kürdistan sessizdi. Batı Kürdistan'da bir şey yoktu.

Bugün Kürdistan'ın dört parçasında, siyaset sınıfının ne kadar eleştirirsek eleştirelim, dikkate alınması gereken bir ulusal hareketlilik var.

Şimdi bütün bunları bir araya getirip sorduğun soruya cevap verirsem: “Bugün her zamankinden daha fazla, Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefi, gerçekçi bir hedeftir. Önemli olan bu siyasi hedefin, kendi örgütlerini ve kendi hareketliliğini yaratmasıdır. Eksik olan bence budur.”

Yani Kürdistan'da, Kuzeybatı Kürdistan'ı sınırlayarak söylersem: Liberalimiz var, sosyalistimiz var, milliyetçimiz var, İslamcımız var. Ama her ne hikmetse devrimcimiz kalmadı. Kürdistan meselesini, devrim meselesi olarak gören, bir siyasi örgütlenme kalmadı. Kürdistan meselesini, Türk devlet yetkililerini ikna etme yoluyla çözmeye çalışan acayip örgütlerimiz var. Yani parlamentoya gideceğiz, işte konuşacağız, anlatacağız. Kürdistan meselesinin çözümünün; Türkiye'ye, Türklere bir zararı yoktur. Onlar bunu da görecekler. Bu mesele böyle çözülecek.”

Şu anda, Kuzey Kürdistan'da egemen olan siyasi akıl budur. Ve bu siyasi aklın, bir diğer görünümü de şudur: “Siyasal partililerimiz, Türkiye Devleti'ni, Kürdistan'da kalıcı bir devlet olarak görüyorlar. Bu devleti Kürdistan'dan çıkarmayı mümkün görmüyorlar. Mümkün görmedikleri için bu devlet, madem bizim kalıcı işgalcimiz olacak. Öyleyse biraz demokratik olsun.” diyorlar. “Yasalarını değiştirsinler. Bizi, beyaz toroslarda, asit kuyularında öldürmesinler.” falan diyorlar.

Temel problemimiz, bu siyasal yaklaşım ve bu siyasal yaklaşımı kitleselleştirecek, devrimci örgüt yokluğudur, subjektif koşullardır. Terminolojiye göre söyleyeyim: “Objektif koşullar oldukça uygundur. Gerekli olan sübjektif koşulları hazırlamaktır ve Bağımsız Birleşik Kürdistan umudum, her zamankinden daha diridir.”

-Hatip Dicle’nin; “Biz bağımsız Kürdistan'a çöp sepetini attık.” sözü, ya biz nasıl bu hale geldik? Bence toparlanmamız gereken bu. Biz bunu nasıl toparlayacağız?

-Şimdi bunu toparlamanın temel yolu şudur: “Bir ideolojik şiddet. Yani bu, Türkiyeci konformist-reformist siyasi akımlara karşı, çok ciddi bir ideolojik mücadele yürütmek lazım. Bu birdenbire kırılabilecek bir bariyer değildir.”

 

İkincisi; bu Türkiyeci çizgi, HDP'yle sınırlı değildir. Kuzey Kürdistan'daki partililerimizin tamamına yakını, sözde değilse de eylemde; aslında, Türkiye'ci bir çizgiyi savunuyorlar. Bu seçimler onu gösterdi. HDP'nin etrafında kümelenen; adında sosyalist, komünist, Kürdistan olan bir dolu parti var. Birlikte Kılıçdaroğlu'nu desteklediler. Yeşil Sol Parti’den milletvekili oldular.

Dolayısıyla, bu konformist-reformist çizgiyi, HDP'den ibaret saymak doğru değildir. Çok daha yaygındır. Esası da demin söylediğim şeydir. Yani bizim kuşak, çok katlı kırılmalar yaşadılar

Devrim umudunu, heyecanını, kaybeden bir siyaset sınıfımız var. Ağızlardan her tür sözcük çıkar; liberal, komünist, milliyetçi, islamist ama devrim sözcüğü çıkmaz.

Oysa biz gençliğimizde iki sözcükle tanınırdık; ya talebe derlerdi bize ya da devrimci derlerdi. Şimdi onlar da kalmadı. Dolayısıyla bu alanda çok ciddi bir ideolojik mücadeleye ihtiyaç var

İkincisine ek; sadece ideolojik mücadele değil, bunun pratiğini geliştirmek, örgütünü geliştirmek lazım. Ana hedef ya da acil hedeflerimiz bunlardır.

Türk toplumu demokrasi istemiyor.

Bir şey de şudur: “Türkiye'de Türk toplumunun doğru anlaşılması lazım.” Yani mesela, bu son seçimlerin gösterdiği bir şey var: “Türk toplumu demokrasi istemiyor.” Yani AKP'nin iktidar olduğu seçimlerde (2002), MHP'nin oy oranı %9’du. 2023 seçimlerinde; faşist hareketin oy oranı,  % 25. Yani İYİ Parti'de %9, MHP'de %9, Ümit Özdağ'da %5, Büyük birlik partisi %2, etti: %25. Bir kısım faşistler CHP'de. Örneğin, Ankara Belediye Başkanı. Bir kısmı AKP'de. Dolayısıyla son yirmi yılda faşist hareket; %9’dan %30’a tırmanıyor.

Şimdi bu demokrasicilik oynayan Kürt siyasi aktörlerinin, bunu anlamaları lazım. Türk toplumu demokrasi istemiyor. Türk toplumu, güçlü bir devlet istiyor. Devletim güçlü olsun, vurduğu her yeri titretsin istiyor. Bunu sosyal psikolojik nedenleri vardır. Bildiklerimiz var. Bunları ayrıca tartışabiliriz…

Peki, bu Türkiye'yi demokratikleştirerek Kürt-Kürdistan meselesini çözme projesi, neyi hedefliyor 20 yıldır?

Türkiye'de devlet de, toplum da giderek daha bir demokratikleşecek.
Dolayısıyla, bu teorinin; yani demokratik cumhuriyet teorisinin, Türk toplumunda bir karşılığı yok. Bu yirmi yıldır; bunu söylüyor bu arkadaşlar. Bu yirmi yılda, Türk toplumunda ilerici, demokratik bir gelişme görüleceğine, tersi bir gelişme oldu. Yani 2023 seçimlerinin en önemli dersi budur. Peki, Türk toplumunda karşılığı olmayan bir teoriyle; sen, bu meseleyi demokratik yollarla nasıl çözeceksin? Yani Türkiye demokrasisinin yükünü, Kürtlerin sırtına yükledik yüz yıldır. Yüz yıldır, sokaklarda dövüşenler, mücadele edenler, ölenler, daha çok Kürtler.

Bakın Türkiye Komünist Partisi, yüz yıllık bir partidir. Biz Türkiye'de komünist hareketinin kitle hareketi diye bu yüzyıl içinde baktığımız zaman; bir 15-16 Haziran var, bir Gezi Parkı direnişi var. 15-16 Haziran da kendiliğinden gelişen bir işçi hareketiydi, Gezi parkı da aslında öyle bir hareket.

Sokaklardan uzak durma.

PKK'nin özellikle son yirmi yılda, kırk yıllık mücadelesinde verdiği çok büyük bedeller; artık, Kürt toplumunu da yordu. Bir de Kürt toplumu özellikle 2015’te niçin öldürüldüğünü anlamadan, binlerce gencini toprak altına verdi.

Yani bir taraftan; siz, öz yönetim, demokratik parlamento, seçimler diyorsunuz. Sonra birdenbire bir karar alıyorsunuz; savaşıyorsunuz ve binlerce Kürt genci düşüyor. Ve toplum bunu anlamadı.

Mesela doksanlarda da binlerce Kürt genci öldürüldü. Ama doksanlarda halk bunu anlıyordu. Gençlerimiz, dağa çıkmış, bize bir devlet kuracaklar. Onun için ölüyor diyorlardı. 2015’te bunu da anlamadılar. Yani niçin öldürüldük biz? Binlerce gencimiz niçin öldü?

Bu, Kürt toplumunda da ciddi bir -ne diyeyim- çekingenlik yarattı. Sokaklara uzak durmayı yarattı. Yani düşün; Diyarbakır Belediye Başkanı, dört yüz bin oyla belediye başkanı olunuyor. İşten atıldığı zaman,
yerine kayyum atanıp cezaevine gönderildiği zaman, dört yüz kişiden fazlası çıkmıyor. Ve bu toplumun, yani ancak bir şokla, bu durumundan çıkarılması lazım.

Bu şoku da devrimci örgüt, devrimci eylem yapabilir. Ya da herhangi bir dış olay, herhangi bir savaş falan yaratabilir. Yani olağan mücadele tarzıyla, olağan yollarla kısa sürede değiştirilecek bir yapıda değiliz. O meseleleri toprağa bağlı tartışmamız lazım.  Kürdistan'da nasıl bir devlet istiyoruz? Bu devlet nasıl yürümelidir? Yani şöyle söyleyeyim: “Kuzeybatı Kürdistan'da ve Türkiye'de, binlerce hukukçumuz var. Hepsi Türkiye'ye iyi bir anayasa hazırlamakla meşguller.” Oysa bizim sorunumuz, Kürdistan'da birlikte yaşama hukukumuz ne olmalıdır?

Yani demokrasi dediğimiz aslında özetle şudur: “Eşit olmayanların eşit ilan edildiği bir yönetim modelidir.” Geçiş döneminde ya da bir devletin kuruluş döneminde, elbette ki demokratik bir yönetim olmalıdır. Kürdistan'ın bütün renkleri katilmalidir devletin inşasına da yönetimine de katılmalıdır.

Yani bu, üstelik Kürdistan'ın içinde otonom bölgeler olabilir. Federal yapılar olabilir. Konfederal yapılar olabilir. Bunu Kürdistan üzerinden tartışmanın hiçbir sakıncası yok. Ama bunu Kürdistan üzerinden, toprak üzerinden tartışmayıp, işgalci devlete akıl verip, ona şekil vermeye çalışmayı doğru bulmuyorum.

Siyasetçilerimize nasıl sınır koyabiliriz, aynı oyunlara tekrar gelmesinler, tekrar Diyap Ağa olmasınlar. Bunu insanlarımızın bilincine nasıl çıkartabiliriz?

“Yiğit düştüğü yerden doğrulur.” diye bir söz vardır. Biz de neremizden vurulduysak, oradan ayaklanmamız lazım. Eğer siyaset sınıfımız, devrim umudunu yeniden güncellerse ve Lozan'a vurulduğumuz yerden itiraz ederlerse, büyük ölçüde Kürdistanî siyasetin önü açılır.

Lozan, ülkemizi bölmüşse, biz siyasi-stratejik hedef olarak, Kürdistan'ın birliğini önümüze koyarız.

Lozan bizim devletleşme hakkımızı gasp etmişse; biz, Birleşik Kürdistan’da bağımsız bir devlet talebinde bulunuruz.

Zaten bu siyasi stratejik hedefte anlaşırsak, bunun dışında anlaşmayacağımız, birlikte mücadele edemeyeceğimiz, çok önemli bir şey yoktur.

Bütün iç tartışmalar daha çok, parti aidiyetini ulus-ülke aidiyetinin önüne çekmekten kaynaklanıyor.

Ulusal devlet, kurmak çabasından vazgeçmeyip, parti devleti oluşturmaya çalışmaktan vazgeçmek gerekiyor.

Oysa Bağımsız Birleşik Kürdistan, bütün bu arızaların önünü alan bir stratejik bir hedeftir.

Davetin için teşekkür ederim. Umarım verimli bir çalışma olmuştur.

 

Rojeva Kurdistan TV M.Husêdin

Posted in: Tirki

Comments

There are currently no comments, be the first to post one!

Post Comment

Name (required)

Email (required)

Website

TÜRK DEVLETİ'NIN KÜRDISTAN'A DÖNÜK SINIR SEFERİ
Fuat Önen
TÜRK DEVLETİ'NIN KÜRDISTAN'A DÖNÜK SINIR SEFERİ
Kürdistan'daki savaş, esas savaş dinamiği, işgalci-sömürgeci devletlerdir. Bu çok uzun süren, bir işgal olduğu için zaman zaman bu geriler, zaman zaman tırmandırılır. Ama savaş durumu, işgal sürdüğü müddetçe devam eder. 2015, özellikle Temmuz'...

DÜNYA NİZAMININ DAĞILMASININ KÜRDISTANA ETKİLERİ
Fuat Önen
DÜNYA NİZAMININ DAĞILMASININ KÜRDISTANA ETKİLERİ
Bundan sonraki dönem için ben: “Bağımsız Birleşik Kürdistan'ı hedefleyen devrimci partilerin, örgütlerin daha fazla güçleneceğini, Kürdistan’ın bütün parçalarında, özellikle; Kuzeybatı Kürdistan’da da bağımsızlıkçı düşüncenin da...

KÜRDİSTAN TARİHİNDE, 1925 HAREKETİ
Fuad Onen
KÜRDİSTAN TARİHİNDE, 1925 HAREKETİ
1925 ayaklanması dini bir hareket miydi, milli bir hareket miydi? Bunu (bu tartışmaları) yapanlar, esas itibariyle kolonyalistlerdir. Bu hareket milli bir harekettir. Dini motifleri yaygın olarak kullanılmıştır. Hareketin öncüsü, Nakşibendi şeyhidir....

KÜRDİSTAN DEVRİMİ, SÜREKLİ DEVRİM OLMAK ZORUNDADIR
Fuat Önen
KÜRDİSTAN DEVRİMİ, SÜREKLİ DEVRİM OLMAK ZORUNDADIR
Bir parçada başarı kazanmak Kürdistan meselesini çözmez. O başarının kalıcı olması için bir sürekli devrim anlayışına sahip olmamız lazım. Yani Güney Kürdistan'da, bir federal yapı olunca, Güney Kürdistan kurtulmuş olmuyor. Kürdistan meselesi, bi...

KÜRDİSTAN'DA DEVRİMCİ SİYASET
Fuat Önen
KÜRDİSTAN'DA DEVRİMCİ SİYASET
Lenin'in bir sözü var: “Zincirde öyle bir halka var ki o halkayı tuttuğun zaman, bütün zinciri kontrol edersin.” Kuzeybatı Kürdistan için söylersem: “Bu halka, devrimciler örgütünün oluşturulmasıdır.” Bu oluşturulmadığı...

AYRILIKÇI YAZILARIN İKİNCİ CİLDİ ÜZERİNE
Metin Sandalci
AYRILIKÇI YAZILARIN İKİNCİ CİLDİ ÜZERİNE
Bu denli kesin tanımlamalar üzerinden oluşmuş siyasal hedef ve perspektiflerin teorik-pratik etkisi, ikili bir görevle karşı karşıyadır. Bir taraftan yenilgi ve yılgınlıklardan oluşmuş egemen siyaset tarzının etkilerini yıkmak, diğer taraftan devrimc...

Ayrılıkçı Yazılar-2 Kitabı Üzerine Bir Değerlendirme
Nefel Gün
Ayrılıkçı Yazılar-2 Kitabı Üzerine Bir Değerlendirme
Bu kitapta “Bağımsız Kürdistan hayaleti[1]”nden korkanların, bu korktuklarını başlarına getirmek için oluşturulması gereken, devrimciler örgütünün benimsemek zorunda olduğu, teorik ve pratik hat çizilmektedir. Zaten kitabın alt başlığının...

Netanyahu, HAMAS’ı Yok Etmek, Gazze’yi, İnsansızlaştırmak İstiyor.
Fuat Önen
Netanyahu, HAMAS’ı Yok Etmek, Gazze’yi, İnsansızlaştırmak İstiyor.
Bağımsız Birleşik Kürdistan’da, Kürdistan coğrafyası, bütün Ermenilere açık olmalıdır. Ve bunlar, belli bir yerde, çoğunluk oluşturup özerklik talebinde bulunurlarsa, haklarıdır. Kürdistan devleti, buna karşı çıkmaz. Çünkü biz bu toprakların ka...

Sungur Savran’ın “Devrimi” ve T.C. Hakikati
Fuat Önen
Sungur Savran’ın “Devrimi” ve T.C. Hakikati
1919-23 savaşı, etnik temizlik ve jenosidal hedefli ve pratikli bir savaştır. Bu nedenle devrimci değil, gerici bir harekettir. Komintern’in İkinci Kongresini referans alan komünistler, İttihatçı-Kemalist önderlikle savaşmalıydılar. 1918-23 ...

TÜRK SİYASETİ, 1925 KÜRİSTAN BAŞKALDIRISINA NİYE SALDIRIYOR?
Fuat Önen
TÜRK SİYASETİ, 1925 KÜRİSTAN BAŞKALDIRISINA NİYE SALDIRIYOR?
1926’da, İngiltere ile Türkiye niye anlaştılar? Bu aslında 1925 ayaklanmasından çıkardıkları sonuçtur. Türkiye şunu anladı: Yani Kuzeyde 1925 ayaklanması gibi bir ayaklanma varken, Güney Kürdistan zaten, İngilizlere-Osmanlılara karşı; işte...

Page 1 of 26First   Previous   [1]  2  3  4  5  6  7  8  9  10  Next   Last   
123movies