RAY RAMAN BİRANİN
Fuat Önen’in “Ray Raman Biranin” ismiyle bir kitabı çıktı. Kitap üzerinde tartışmamız gereken, yeni ufuklar açan politik metinlerin yanı sıra anılar, ve esasen bu kitap tan ayrık duran,her biri ayrı bir kitabın temeli olabilecek birkaç metin de var.
Ben olsam bu kitabı bu şekilde basmazdım. En başta kitabın ismine itirazım var. Kitabın ismi ile içeriği, arasında bir uyumsuzluk var. Kitabın ismi Ray, Raman görüşler,düşünceler olmalıydı analitik gözle okuyan bunu görebilir.İçindeki politik metinlerin ağırlığı yanında anılar yama gibi durmaktadır. Bu kitabın öneminden bir şey kaybettirmemekle birlikte teknik ve editoryal bir sorundur.Kitap her ne kadar Kürdistan da ki ve Derik’teki aşiretleri inceleme gibi bir iddia ve amaç taşımıyorsa da soru ve cevap tarzının sonucu olarak o mecraya kaymış. Aşiretler konusu Kürdistan da siyasi düşüncenin oluşturulması konusun da çok önemli ve de ihmal edilmiş bir meseledir. Ancak bu birkaç sayfayla geçiştirilmeyecek kadar ciddi, ve yeterince zenginlikte veri ye ulaşılmadan çıkarım yapılmaması gereken bir konudur. Disipliner bir çalışmadır, sosyologların ondan da ziya de sosyal antropologların işidir.politik sonuçları da incelemek istenirse bu iş artık Antropoloji- politik denilen melez bilimin işidir.
Derik teki Aşiretlerin analizi ise, yeterli veriden yoksun gibi gözükmektedir. Bu tür disipliner konularda veri zenginliğinden yoksun çıkarım yapmak sakıncalıdır. Amacım kitabın genel bir analizini yapmak olmadığından ve kitapta ki temel politik metinleri esas aldığımdan dolayı bu eksikliklere sadece değinme ihtiyacı duydum.
KÜRD ERMENİ İLİŞKİLERİ
Bu bölümde Fuat Önen Hakikaten önemli ve aydınlatıcı şeyler açıklamakta. Bu konuda daha önce ben Garo Sasonyanın Kürd-Ermeni ilişkileri adlı kitabını okumuştum. Ve doğrusu yaşanan soykırımın depresif ruh haliyle yazıldığı için ilmen sorunlu bulmuştum. Bunun dışında bu kitabın yayınlandığı peri yayınları tarafından M. KALMAN ın Batı Ermenistan Kürdistan ilişkileriyle ile ilgili kitabını okumuştum. Bu kitapta bu konuda araştırma yapacaklara bol malzeme sunmakla birlikte olgucu bir tarzda yazıldığından dolayı yeterince aydınlatıcı değildi. Bunun yanında Paris’te master tezimi hazırlarken biblioteque nationalle (ulusal kütüphane)bazı metinleri incelemiştim ama itiraf etmeliyim ki bu kitaptaki kadar derli toplu ve gerekli politik çıkarmaları nesnel bir şekilde yapan bir kitaba rastlamadım.
Fuat Önenin analitik düşünme melekeleri son derece gelişmiş. Adam doğru sorular soruyor ve o soruların peşini bırakmıyor. Bu sorulara verilen cevaplardan yeni sorular üretiyor ta ki bir mesele yeterince aydınlığa kavuşuncaya kadar bu çabayı sürdürüyor, bu da diyalektik metodun icrası oluyor.Şimdi burada yine bir editoryal sorun ortaya çıkıyor.Şimdi esasen dikkatli okuyucunun gözünden kaçmayacağı gibi aslında Fuat Önen kitap içinde ayrı bir kitap yazmıştır.Fuat Önen Kürd ermeni ilişkilerini çok nesnel doyurucu bir şekilde analiz etmiştir.
Ancak bu metin zenginleştirilerek ayrı bir kitap olarak tekrar yayınlanmalıdır.
Bu konuda tarihsel olarak uygarlık anlamında Kürdlerin de, Ermenilerin de kendini Hititlere dayandırmaları önemli bir belirlemedir.
YAKIN DOĞU ORTADOĞU KÜRDİSTAN
Fuat Önen Kürdistan ‘da siyasetçilerin ne denli tarih bilincinden yoksun politika yaptıklarını altını çiziyor. Kürt, siyasetçinin hangisine sorarsanız, Kürdistan’ı bir Ortadoğu ülkesi, Kürd Milletini de Ortadoğulu bir Millet olarak tanımlar Fuat Önene göre yakın doğu orta doğu ve uzak doğu kavramları Bizanslıların ürettiği kavramlardır. Bizans İmparatorluğu kendini merkez kabul ettiğinden kendi doğusunda kalan toprakları Kürdistan’ı Ermenistan’ı ve Klikyayı yakın doğu olarak biraz daha uzağını Ortadoğu Çin ve Hindistan’ı ise uzak doğu olarak tanımlamaktadır.Görüldüğü üzere bu kavramlar coğrafik olmaktan öte siyasal kavramlardır.Ne yazık ki Kürt siyasetçileri bundan bihaberdir.Birinci Dünya savaşından sonra Kürdistan gerçeğini gizlemek için yakın doğunun yerine Ortadoğu kavramı ikame edilmiştir.
ANADOLU
Yine Anadolu kavramı da tahrif edilmiş ve bugünkü haliyle uyduruk bir kavramdır. Anadolu olarak kullanılan kavram Bizanslılarındır ve İstanbul’un doğusunu tarif etmek için kullanılır. Bizanslılar İznik, İzmit, Eskişehir, Ankara vs. Anatoliya olarak kabul adlandırmıştır. Esas Anadolu burasıdır. Türk egemenlik sistemi Kürdistan’daki işgal ve ilhakını tamamladıktan, Kürd direnişini soykırımlarla bastırdıktan sonra kendine Ankara’yı merkez seçer Ankara’nın doğusuna da uyduruk bir tarzda Anadolu ismini takar. Yani Kürdistan’ın yerine Anadolu kavramını ikame eder yani bu kavram da Kürt ulus ve millet gerçeğini inkar için üretilmiş bir kavramdır.
ERMENİ SOYKIRIMI
Birinci Dünya savaşında Osmanlılar artık batıda yenildiklerini kabul ediyorlar.
Fuat Önen burada, Osmanlı imparatorluğunun, bu dönemde iki planının var olduğunu, bunun birincisinin Abdulhamitin Pan-islamizmi (ki başlangıçta ittihat terakki de bu projeyi desteklemektedir)ikincisi ise savaş içerisinde bu projenin Osmanlıyı ayakta tutamayacağını anlayınca ittihatçıların geliştirdiği Pan-Türkizmdir. Fakat burada Osmanlıları zora sokan hesaplarını bozan yakın doğudur. Yani Ermenistan ve Kürdistandır. Önen’e göre burada Türklerin esas problemi ister Osmanlıcı olsun ister ittihatçı olsun bu coğrafyadaki otoktonlar yani bu toprağın sahipleri ile Alloktonlar yani göçmenler arasındaki problemdir. Türkler de göçmendir ancak bu toprakları kendi vatanları gibi tarif etmektedirler. Fuat Önen bu önemli belirlemeleri yaptıktan sonra resmi tarihin yalanlarından ve Kürd solcuların, Türk solcularının Kürd ve Türk İslamcıların bir diğer bilinç yanılsamasını ifşa ediyor. Fuat Önen Türk resmi tarihinin 1919 _1923 yılları arasındaki denklemi Müslim gayri Müslim olarak tarif ettiğini ,ama bunun hiç de böyle olmadığını söylüyor. Denklemin böyle izah edilmesini tarihi gerçekleri çarpıtma amacını taşıdığını söylüyor. 1919 dan 1923 kadar kendilerinin kurtuluş savaşı diye nitelendirdikleri süreç Ottokton halklar ile Allakton halklar arasındaki denklemdir. Fuat Önene göre, bu denklemin temeli birinci dünya savaşı öncesi atılmış, savaş içinde şekillenmiş ve Osmanlıların yenilgisinden sonra Kemalistler tarafından son şeklini almıştır. Fuat Önen Müslim, gayri Müslim denklemi doğru olsaydı ve mademki Museviler de gayri Müslimdir, Musevilerinde bu cephenin hedefi olması gerekirdi diyor. Museviler bu denklemde Allaktonlar (göçmenlerin) safındadır. Türk egemenlik sistemi konseptinin oluşturmasında yer alanların çoğunluğu Musevi kökenlidir. Şimdiden bakıldığında 1970’ lere kadar siyasetçilerin çoğu da Musevi kökenliymiş.
Burada Fuat Önen’in Nurhayat Kızılkaya’dan aktardığı istatistikler gerçektende çok düşündürücüdür ve bu coğrafyanın gerçeklerini öğrenmek isteyenlere büyük bir ufuk açmaktadır. Nurhayat Kızılkaya’nın sunduğu istatistiklere göre 1870’ten 1920’ye bu coğrafyanın dışından gelenlerin sayısı, göçmenlerin sayısı, ölenlerin dışında, beş milyon kişidir. Yani 50 yılda beş milyon göçmen bu coğrafyaya göç etmiştir. 1920’de ise Türkiye nüfusu on iki milyondur. Yani neredeyse yarısı göçmendir. Bundan önceki göçmenler de büyük ihtimalle bundan 500 yıl yada 1000 yıl öncesinden gelmiştir. İşte bu coğrafyanın gerçeği- de, yaşanan savaşların, Kürd direnişlerinin de Ermeni soykırımının da esas nedeni budur. Esasen “Türkiye Cumhuriyeti “ denilen ve tarihi ve sosyal realiteyle hiçbir ilişkisi bulunmayan bu Cumhuriyetin gerçek ismi “Vatansızlar cumhuriyeti “ “Göçmenler cumhuriyeti”, gidecek başka bir yeri olmayanların cumhuriyetidir. Bu yüzden Fuat Önen buna; “Türkiye cumhuriyeti” çok özel tarihi tesadüflerin sonucudur diyor. Bende ekliyorum: Tarihi ve sosyal bir temeli yoktur, akıldışıdır, bu yüzden bu proje ölü doğmuştur. Bu proje bu coğrafyanın tarihi ve sosyal gerçekleriyle sürekli bir savaş halindedir. Ancak savaş, şiddet ve soykırımlarla hayatını idame ettirebilmektedir. Bu yüzden günümüze kadar hüküm süren bütün hükümetler savaş hükümetleridir.
Fuat Önen; Ermeni soykırımının oluşum sürecini şöyle açıklamaktadır ki bence de doğrudur; Ermeni soykırımı Birinci Dünya savaşı içerisinde gerçekleşmiştir. Bu savaşta iki taraf vardır. Ermeniler geleceklerini, Rusya, Britanya ve Fransız ittifakına bağlamışlardır. Dünya savaşında Osmanlı yönetiminde ağırlıkta ittihatçılar vardır. İttihatçılar hem kendi cephelerinin başarısını istiyorlar ancak diğer taraftan da savaş sonrası iç hesaplar yapıyorlar. İttihat ve terakkinin önünde yeni bir millet yaratma projesi vardır. Burada ittihat ve terakkinin iki yönüne vurgu yapmak lazım. Birincisi ittihat ve teraki maximalisttir. Yani hedefleri maksimaldir ve yürüttükleri siyaset de emperyaldir. Diğer yönü ise emperyal siyasetini sürdürebilmesi için de, onların deyimiyle “ evin içini” düzene sokmaları gerekmektedir. Ve onların “ evimiz” dediği yerde de en büyük sorun ermeni ve Ermenistan sorunudur. Bir yerden sonra ittihat ve terakki şöyle bir kanıya varıyor; Ermeni sorununu hal etmeden doğu cephesinde başarıya ulaşamazlar. Bundan dolayı ittihat ve terakki bir mühendislik planıyla Ermenileri bu topraklardan silmeyi önüne koyuyor. Soykırımın siyasi çerçevesi budur. Peki, bu soykırımın sorumluları kimlerdir. Fuat Önen bu konuya da bilimsel bir izah getirmektedir. Birincisi diyor Önen; bu nokta sürekli gizlenmektedir; soykırım suçları, Devlet suçlarıdır. Sadece devletler soykırım suçunu işleyebilir. Yani bir yerde soykırımdan söz ediliyorsa, sorumlusu mutlak olarak devlettir. Siviller arasındaki çatışmalarda soykırım suçu işlenemez. Çünkü bu çatışmaların, ne soykırım amacı vardır, nede böyle imkanları vardır. Çünkü soykırım bir günde bir gecede olabilecek bir şey değildir. Eğer arkasında iktidar yoksa müdahale edebilir, engelleyebilir. Yani bir yerde devlet varsa, onun desteği ve yöneticiliği olmadan soykırım gerçekleşmez. Siviller, halklar arasındaki çatışmalar daha çok sınırdaşlar arasında ve sınırlar için çıkar. Bu tür çatışmalarda büyük katliamlar da olabilir, fakat bu soykırım anlamına gelmez. Karakteri gereği soykırım suçu devlet suçudur. Birinci Dünya savaşında 15 milyon, İkinci Dünya savaşında 60 milyon insan öldüğü söylenmektedir. Bütün bu savaşlar boyunca, sadece Almanya’nın Yahudilere uyguladıkları soykırım olarak kabul görmektedir. Çünkü bir şeyin soykırım olup olmadığını belirleyen, ölen insan sayısı değil amacıdır. Eğer amacı bir dinden, bir ırktan oldukları için öldürüyorsan bu soykırımdır. Fakat iki devlet anlaşmazlığa düşüp savaşırsa bu soykırım değil, savaştır. Fuat Önen Ermeni soykırımdan dolayı kimsenin Kürtleri sorumlu tutamayacağını, daha Türkler bu topraklarda yokken ve sonrasında Kürtlerle Ermenilerin binlerce yıl birlikte yaşadığı ve Kürtlerin bu topraklarda hükmettikleri dönemlerde bile, asla Ermenileri yok etme gibi bir amaçlarının ve planlarının olmadığını söylüyor. Yerel düzeyde, bazı Kürt aşiretlerinin devlet marifetiyle, menfaat karşılığı bu işe bulaştırılmış olduğunu ama bunu sadece Ermenilere karşı değil bizzat Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi boyunca ve 80 – 90 yıldır süre gelen sistematik, total ve sürekli Kürt soykırımında da kullanıldığı belirtiyor.
ERMENİ SOYKIRIMIN KÜRTLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Ermeni soykırımı Kürtlerde de bir travmaya neden olmuş ve siyasal açıdan büyük zararlara sebebiyet vermiştir. Fuat Önene göre 1915 Ermeni soykırımından sonra, uzun bir süre Kürtler kendilerini Osmanlılarla ittifak yapmak mecburiyetinde hissetmişler yada mecbur kalmışlardır. Bu Sevr antlaşmasından sonra daha da kuvvetlenmiştir. Sevr antlaşması Türkler için büyük bir şanstır. Türk resmi tarihi bunun tersini iddia ediyor. Türk resmi tarihi Sevr’den her söz açılışında, çok büyük bir darbeymiş gibi söz eder ve bu antlaşmayı imzalayanları ihanetle itam eder. Aslında Kemalist resmi tarih bunu İstanbul hükümetini ve saltanatı küçük düşürmek için kullanır. Aslında Sevr antlaşması içi boş bir antlaşmadır ve imzacıların tümü tarafından ölü doğduğu kabul edilmiştir. İmzacıların hiç biri bu antlaşmanın tatbik edileceği umuduyla hareket etmemiştir. Bu antlaşma imzalanmadan önce Fransızlar el altından Ankara hükümetiyle anlaşmışlardır. Ve İskenderun meselesi haricinde, bugünkü sınırlar konusunda anlaşmışlardır. İtalya kendisini, paylaşım konusunda kandırılmış hissettiğinden, Fransızlardan önce Türkiye ile anlaşmış durumdadır. Zaten ekim devrimiyle birlikte, Rusya ittifaktan çekilmiş ve savaş ganimetlerinden ve payına düşecek topraklardan feragat ettiğini beyan etmiştir. Fuat Önen, işte bu yüzden Sevr’in Türkler için büyük bir şans olduğunu düşünüyor. Çünkü Sevr’le birlikte Kürtler Osmanlıların yanında saf tutuyor. Herkesin beklentisi mademki Sevr’de bir parça Kürdistan var, o halde Kürtler Osmanlıyla birlikte davranmalıdır şeklindedir. Ama işin aslı hiçte öyle değildir. Sevr’de Kürtler için bir devlet yoktur. Kürtler için birkaç şehir ayırmışlar ki bu Kürdistanın bütünü açısından çok küçük bir parçadır, oda Cemiyet-i Akvamın gözetiminde, otonom bir bölge olacaktır. Eğer bir gün Kürtlerin kendini idare edebileceğine kanaat getirilirse, bu küçük parçanın Türkiye’den ayrılmasına müsamaha gösterilecektir. Kısacası Alicengiz oyunu…
Fuat Önen’e göre, Kürtlerin kendilerini Osmanlılarla birlikte davranmak zorunda hissetmelerinin bir başka sebebi; ermeni soykırımı tamamlandıktan sonra, Ermenilerden boşalan topraklara Kürtler yerleşiyor bir takım günlük kazanımlar elde ediyorlar. Bunların başını çeken ise Hamidiye Alaylarıdır. Ki bu alaylar Kürtlerin değil, Osmanlınındır. Osmanlı sisteminin bir parçasıdır. Şimdilerde nasıl ki korucuların verdiği kararlar Kürtleri bağlamıyorsa, o dönemde de durum aynıdır. Bu Alaylar Ermeni soykırımında da kullanılmışlardır. Yani bazı Türk tarihçilerin iddia ettiği gibi Kürtler değil, Kürtler içinden devşirilmiş, bugünkü koruculara benzeyen, menfaat çeteleri Osmanlı sisteminin bir parçası olarak bu soykırımda dolaylı bir rol oynamışlardır. Yani Osmanlının suç ortağı Kürtler değil, milli benliğinden koparılmış bu menfaat çeteleridir.
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ…
Fuat önen bu konuda da Kürdistani düşünce tarzının nasıl olması gerektiğini maharetle gösteriyor. Şöyle diyor Önen; Bu halkların kardeşliği kavramı 1968’lerden sonra bir slogan şeklinde ortaya çıktı ve “Yaşasın halkların kardeşliği” şeklinde atıldı ve yayıldı. Fakat 1970’lerde bu slogan “Yaşasın halkların özgürlüğü “ şekline büründü. Kürt siyasetinde iktidar perspektifi belirginleşmeye başladığından “Halkların kardeşliği” yerine “hakların özgürlüğüne “ bıraktı. Yani özgürlük, kardeşliğin önüne geçti. 1980’den 1993’e kadar Kürdistan da bu slogan kalmadı, bitti. Kürdistan da saflar netleşti, BİZ ve ONLAR sözü ön plana çıktı. “halkların kardeşliği” bu defa yerini “yaşasın özgürlük” yaşasın bağımsız Kürdistan gibi iktidar perspektifine bağlı sloganlara bıraktı. Son yirmi yılda esasen son on yılda “hakların kardeşliği” sloganı yine gündemimize yerleşti. Kürt siyasi örgütleri de ne idüğü belirsiz bu sloganı atmaya başladı. Peki, gerçekte nedir bu slogan diye soruyor Fuat Önen, siyasi bir slogan mıdır? Toplumsal bir tespit midir? Nedir? Ve kendisi cevap veriyor; Eğer fazlaca hoş görüyle baksam bile, en fazla bir temenniden ibarettir. Halklar arası ilişkiler pratiğinin bir gerçeği değildir. Hakların kardeşliğinin gerçekte vücut bulması için, birincisi milletlerin ve halkların, milli menfaatleri konusunda çelişki ve çatışmanın ortadan kalkması lazım. İkincisi halkların, milletlerin kendi içinde de sınıfsal ve sosyal çelişkilerin olmaması lazım. Şimdi bütün Kürtler de kardeştir diyemeyiz. Üçüncüsü kardeşlik kavramının kendisinin de tartışılması gerekir. Gerçek hayata baktığımızda bu “kardeşlik” kavramında ona yüklediğimiz gerçekleri göremiyoruz. Eğer insan bu “kardeşlik” kavramının “hak eşitliği” “birlik” , “dayanışma” anlamında kullanıyorsa bu güzel bir şeydir. Ve böyle bir kardeşlik gerçektende güzeldir. Fakat bir soyutlama olarak “ kardeşlik” kavramını kullanabilmek için, iki halk arasında, iki millet arasında bir çatışma olmaması gerekir. Olaya böyle baktığımızda, ne Fransızlar nede Kürtlerle Araplar ya da Türkler kardeştir. Fuat Önen‘e göre Kürtlerin ve Türklerin kardeşliğinden bahsedenler birkaç gruba ayrılıyorlar. Bunlardan biri İslam kardeşliğidir. Bunlara göre Türklerle, Kürtlerin dini bir olduğundan, Kürtlerle ve Türkler Müslüman kardeşlerdir. Bunu bir sorgulamak gerekir. Gerçekten de Kürtler ve Türkler din kardeşimidir. Doğrudur Kürtlerin önemli bir kısmı müslümandır, fakat Kürt Kızılbaşlarının (alevi) Kürt nüfus içerisinde önemli bir ağırlığı vardır. Ve onlar Hanefi ve şafilerle din kardeşi değildir. Yine Ezidi Kürtler vardır, sonra Kürdistan da Ermeniler, Hıristiyanlar, Süryaniler ve sayıları azda olsa Yahudiler vardır. Bundan dolayı Kürtlerle, Türkleri din kardeşi diye tarif edemezsiniz, sonra mezheplere gelirsek Kürtlerin çoğunluğu Şafii, Türklerin çoğunluğu Hanefidir. Eğer mesele İslam kardeşliği ise niye Türklerle, Araplar ya da farslarla Araplar kardeş değildir. Bu son on yılı saymazsanız Türkler, Araplara hep hain gözüyle bakmışlardır. Diyorlar ki bizi arkadan vurdular ve Osmanlı imparatorluğu bu yüzden yenildi. Bu İslam kardeşliği ne hikmetse sadece Kürtler için mi var? Etnik açıdan bakıldığında Kürtlerle Türkler arasında hiçbir ortak nokta yoktur. Kürtler İrani bir kavim, Türkler ise Turani‘dir. Tarih ise dostluktan ziyade düşmanlıkla İrani ve Turani kavimlerden söz eder. Geriye insani hümaniter seçenek kalıyor. Yani insan olarak kardeştirler tabi bu hümaniter söylem için de Türkler ve Kürtlerin birbirlerini tanımaları gerekiyor, şimdiye kadar Kürtler hiçbir zaman Türklerin varlığını, inkar etmemiştir onlar orta Asya’dan gelirken onları tanımışlardır. Onları komşu ve Türk olarak tanımışlardır zorunlu bir komşuluk olsa da Türk olarak tanımışlardır. Fakat durum Türkler açısından hiç de öyle değildir. Türkler son bir yüzyıldır Kürtleri ve ülkeleri Kürdistan’ı tanımamakla kalmamış ortadan kaldırmak için elinden geleni yapmış ve 80 -90-yıldır sürekli zamana yayılmış bir jenosid uygulamaktadır. Olaya İnsani ve hümaniter açıdan da baktığımızda hiçbir kardeşlik belirtisi gözükmemektedir. Peki, bu durum bu kadar açıkken, tarihsel ve sosyal gerçekler bize kardeş değilsiniz diye haykırırken niye her iki tarafta biz kardeşiz diye ısrar ediyor, diye soruyor Fuat önen. Ve yine kendisi cevaplıyor; Türkler açısından durum açıktır. Türkler biz kardeşiz derken, sizde Türk olun, Türklüğü kabul edin, o zaman aramızda çelişki kalmaz ve biz kardeşiz diyor. Türklerin kardeşlik algısı kolonyalist (sömürgeci) , emperyalist, ırkçı ve hata soykırımcıdır. Çünkü Kürtlerin millet ve ülke gerçekliğini yok sayan bir algıdır. Bu sloganın Türk siyaset hayatındaki karşılığı budur. Peki, niye bu son yıllarda bu slogan Kürtler tarafından da dillendirilmektedir. Bir zamanlar bu slogan unutulmuş ve özgürlük sloganı ön plana çıkmıştı. Bu da Kürt siyasetinin kendi konumlanışı ile ilgilidir. Bilindiği gibi bu slogan Fransız devriminin sloganıdır. Yalnız bu slogan üç ayaklıdır: Özgürlük_Eşitlik_Kardeşlik… Fakat Türkler, özgürlük ve eşitliği bir tarafa bırakmış, sadece kardeşliği dillendiriyor. O zaman bu kardeşlik nasıl bir kardeşliktir. Kürtlerin özgür ve eşit olmamasını gizlemek için kardeşlik öne çıkarılıyor. Kürt siyaseti güçlü olduğu zaman iktidar perspektifiyle hareket ettiği zaman bu slogan geriliyor, yerini özgürlük ve bağımsızlık sloganına bırakıyor. Kendine olan güvenini yitirdiğinde ise bu ne menem bir şey olduğu belli olmayan “halkların kardeşliği” palavrası öne çıkıyor. Bu anlamda bu slogan esasında teslimiyetçi ve hatta itirafçı bir slogandır diyor Fuat önen. Yani bu durumda hedeflerin açık değildir bir milletin davasını savunuyorsan ama kendinde bizim milletimiz ve onlarım milleti deme takatini görmüyorsun, geri çekiliyorsun, onların seni tarif ettiği tarzda onlara kardeş oluyorsun ki kendini inkar etme temelinde onlarla kardeş oluyorsun ki sana zulmetmesinler, bu kelimenin tam anlamıyla itirafçılıktır.
BARIŞ…
Gelenek olarak diyor; Fuat önen, ilericiler, devrimciler, komünistler kendilerini daha çok savaşçı olarak tarif ederlerdi. Sovyet sisteminin çöküşünden ve PKK’nın son dönemlerdeki ateşkeslerinden sonra yalnız PKK saflarında değil, onun dışındaki gruplarda da barış söylemi ön plana çıktı. Şimdilerde bütün Kürtler barışçı gözüküyor. Fuat önen bunu da sorguluyor ve şöyle diyor; baştan söyleyeyim ki her barış iyi değildir. Bazı barışlar iyidir ve ilericidir ama bazı barışlar, emperyaldir, sömürgecidir ve zorbaların barışıdır. Her halükarda barış çağrısı ve övgüsü devrimcilerin işi değildir. Hele ülkesi işgal altında olan, sömürgeciler tarafından işgal edilmiş olan bir millet için hiç değildir. Her barış bir savaşın sonucudur ve savaşın galibinin mührünü taşır. Yine Fuat önene göre “ bir siyasetçinin barış talep etmesi için savaşın içinde olması gerekir, savaş içinde olmayan siyasetçilerin barış çağrısı yerinde bir çağrı değildir.” Savaş tarafların dışında, siyasetçiler değil arabulucular yapar. Kürt siyasetçiler arabulucu değil taraftır. Kürdistan da yapılan barış çağrılarının arkasından tatmin edici talepler ya da üzerinde tartışılacak bir şartlar manzumesi yoktur. Sadece “ analar ağlamasın” deniliyor, tek başına bu söz boş ve anlamsız bir sözdür. Bu sözün altı doldurulmalıdır. Şunu şunu istiyoruz denmelidir. Bunlar yapılmadan, talepler öne sürülmeden yapılan barış çağrısı, mağlubiyeti kabul etmektir. Bu şartlarda yapılacak bir barış, sömürgecilerin barışıdır. Ve ekliyor Fuat önen: Kürt siyasetçilerin kendilerini “barış sever” olarak tarif etmeleri yerinde değildir. Savaş sever değiliz ama, mücadeleciyiz. Haklarımızı istiyoruz, özgürlükçüyüz, haklarımızı elde ettikten sonra, zaten kimseyle bir kavgamız olamaz, doğal olarak barış severiz..
Türkiye’nin Demokratikleştirilmesi
Fuat önen bu konuda da yerinde analizler yaptıktan sonra şöyle diyor; “Kürtlerin meselesi, Türkiye’nin demokratikleştirilmesi meselesi değildir. Kürdistan meselesi parçalanmış bir ülke ve millet meselesidir. Kuzey Kürdistan da bu konuda da büyük bir bilinç bulanıklığı vardır. Biz böyle dediğimizde, siz demokrasi istemiyor musunuz sorusuyla karşılaşıyoruz. Tabi ki Kürtlerin de demokrasiye ihtiyacı vardır. Demokrasi, insan hakları, huzurlu bir yaşam bu uluslara, dünyaya lazımdır ve destekliyoruz. Fakat bunu Kürdistan davası çözümü gibi sunarsanız bu yanlıştır. Kürdistan sorunu uluslar arası bir sorundur. Dünyada ve bölgede var olan uluslar arası sistem Kürtlerin kendi devletlerine sahip olmalarına olanak sunmamıştır. Ve Kürdistan sorununun aslı da budur. Eğer bir halk kendi topraklarında iktidar değilse, çözümü bu halkın kendi topraklarında egemen olması, iktidar olmasıdır. Yani devletleşmesidir. Türkiye’nin demokratikleşmesi, Türkiye de yaşayan İstanbul’da yaşayan Kürtler için önemlidir ama Diyarbakır’da yaşayan Kürdistan’da yaşayan Kürtler için anlamı şudur her Ülke komşusunun demokratik bir yönetime sahip olmasını ister. Son dönemlerde Kürt siyasetinin Türkiye’nin demokratikleşmesine bu denli odaklaşmanın sebebi Kürdistani siyasetin deformasyonu ile ilgilidir.
“MERKEZ ÇEVRE”KÜRDİSTAN TÜRKİYENİN ÇEVRESİ DEĞİLDİR…
Fuat Önen, burada Cemil Gündoğan’ın bir kavramlaştırma, analiz metodunu ele alıyor. Türkiye’yi merkez Kürdistan’ı çevre olarak kabul eden, bu analizi reddediyor. Burada biraz netliğe ihtiyaç var. Merkez Çevre teorisi kavramı çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Bunlardan birisi dünyaca ünlü Marksist Samir Amin’in uluslararası sistemi bir Piramit şeklinde tarif ederek, Kapitalist ana merkezleri,Merkez,hemen altındaki orta ölçekteki kapitalist ülkeleri yarı merkez-yarı çevre-,en alttakileri ise çevre olarak tanımlamaktadır.Fakat Cemil Gündoğan’ın (söylediği gibi)sözünü ettiği merkez çevre teorisi Amerikan fonksiyonalist Sosyologlarının ürünü olan ve Türkiyede Şerif Mardin’in siyaset sosyolojisine kazandırdığı, ve bu metodu Türkiye’nin siyasal toplumsal analizin de kullandığı metodudur birisini de ben eklemek istiyorum. Ortadoğu Üniversitesi sosyoloji profesörü İdris Küçük Ömer’i de katmak lazım 70 yıllarda aynı metodu kullanmış ve fakat dönemin etkin, Marksist ikliminde aforoz edilmişti. Kategorik olarak Türkiye’nin merkez-Kürdistan’ın çevre olarak ele alınmasına ben de karşıyım. Fakat,Türkiye’yi ayrı Kürdistan’ı ayrı ele aldığımızda ,bu metodun kullanılabilir, olduğu konusunda sayın Cemil Gündoğan’a katılıyorum.ikincisi biz reddetsek de Kürt Siyaseti’nin büyük bir bölümü başta PKK –BDP-olmak üzere,ve giderek buna PSK-HAKPAR-Ve KADEP de dahil Cemil Gündoğan’ın yaptığı analizde olduğu gibi davranmaktadır.yani entegrist bir tutum izlemekte, Ankara’yı merkez, kendilerini çevre olarak algılamaktadır. Güncel siyasal gelişmelerde böyle bir tutum takınmaktadır. Son Referandum da “yetmez ama evet” in altında bu tutum yatmaktadır.
İLERİCİLİK VE GERİCİLİK
Fuat Önen burada da vaaz verme yerine, toplumsal koşulların analizinden nasıl doğru siyasal sonuçların çıkarılacağına dair çok güzel örnekler veriyor. Kuzey Kürtlerinde egemen olan görüş; merkez-modernist güçlere destek verenler ilerici, geleneksel görüşlere destek verenler gericidir şeklindedir. Peki o zaman Kürtlerin çoğunluğu tarihte monarşist güçlere niye destek vermişlerdir. Aşiretler Aşiret Konfederasyonları, Kürt Mirleri ki onları siyasi aktör olarak kabul ediyoruz. Çünkü modernite kendi siyasal erklerini tehdit ediyor. Örneğin Kürt Mirleri monarka vergi ve gerektiğinde asker veriyorlar, fakat kendi bölgelerinde erk sahibidirler. Kürt Mirleri modernist güçlerin kendi iktidarlarını tehdit ettiğini görüyorlar,1800lü yıllardan bu yana kendi erklerini korumak için Kürt Mirleri merkezi değişikliklere karşı çıkıyorlar. Çünkü bu modernist güçler, merkezi ve ulusal Devlet arzusu taşıyorlar hem Türkiye’nin ittihatçıları, hem İran’ın Meşrutiyetçileri monarklar dan daha fazla bölgesel iktidarlarını ortadan kaldırmayı çalışıyorlar. ve zaten yavaş, yavaş ortadan kaldırıyorlar. Kitapta ayrıca iki Said olayı, DDKO, vb değinilmeyi hak eden başka metinler de var, ancak bir makalenin sınırları bu konuların hepsini ele almamıza el vermiyor.Sonuç olarak keyifle okudum ve gönül rahatlığıyla okumayı salık verebileceğim bir kitap…