Ne Yapmalı? : Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Apartheid rejimi olduğunu düşünüyor musunuz, Taner Akçam’ın T.C. için böyle bir tanım yapmasını neye bağlıyorsunuz?
Fuat Önen: Türk rejiminin Apartheid rejimi olduğunu düşünmüyorum. Türkiye rejiminin, daha doğrusu Türk Egemenlik Sisteminin; işgalci, jenosidal bir sistem olduğunu söylüyorum. Bu sistemin işgalci, jenosidal karakterini örtmek üzere üretilmiş bir tezdir. Apartheid tezi kısaca; devlette egemen olan ulusal topluluğun, kalan diğer topluluğu aşağılaması, yönetime katılmasını engellemesi, etnik ulusal farklılıklardan dolayı da baskı yapmasıdır.
Türkiye’deki rejimi böyle tanımlamak bana doğru gelmiyor ama ondan önce şunu söylemeliyim: “Bu bir tarih araştırması değil. Bizim tarihle ilişkimiz; bugünün sorunları ve yarının kuruluşudur. Bizim için geçmiş; bugünün açmazları ve yarının kuruluşu sorunudur.” Taner Akçam da yarın için düşündüğü projeye malzeme sağlamak için kendisine bir tarih yazımında bulunmuş, bunun yeni bir tarihi yazımı olduğunu söylemiş. Doğrudur. Ama bu tarih araştırması değil siyasi projenin gereğidir.
Taner Akçam, yazdığı kitabın sonunda şöyle söylüyor: “Eğer din, dil, etnik köken farkından bağımsız olarak tüm vatandaşların eşit ve eş değer olduğu, demokrasinin kural ve kurumlarıyla işlediği bir rejim isteniyorsa, 1918-38 Apartheid rejiminin kurucularıyla araya mesafe koymak şarttır.” Bundan anlıyoruz ki Taner Akçam, Türkiye’de din, etnik kökenden bağımsız olarak, eşit vatandaşlık temelli bir demokrasi önerisi yapıyor.
Bu demokrasinin gerçekleşmesi için de :”1918-38 Apartheid rejiminin kurucularıyla araya mesafe koymak şarttır.” diyor. Burada önemli olan «mesafe koymak» kavramıdır. Bunlarla savaşmak, bunlarla mücadele etmek gibi bir hedefi yoktur. Bunlar da olacak Türk siyasetinde ama “Muhalifler, bunlarla arasına mesafe koymalıdır.”diyor. Kitap boyunca bütün söyledikleri şunu kanıtlamak içindir; “1918-38’de; aslında, eşit vatandaşlık eksenli bir rejim kurulabilirdi. Ama şu ya da bu nedenle kurulmadı. Kurulmadığı için de o günden bugüne sıkıntılar yaşadık. Bundan sonra sıkıntılar yaşamak istemiyorsak, o dönemin kurucularıyla araya mesafe koymalıyız.” diyor.
Ne Yapmalı? :Taner Akçam bunu niçin yapıyor?
Fuat Önen: Türkiye’yi tek ulus, tek devlet, tek vatan olarak ele alıyor. Böyle kalması gerektiğini düşünüyor.
Türkiye’nin tek ulus, tek devlet, tek vatan olarak kalması için de 1918-38’de yapılan, ırkçı uygulamalarla araya bir mesafe koymamız lazım diyor. Yani Taner Akçam’ın esas derdi, diğer ulusal azınlıkları bir tarafa bırakırsak esas derdi, Kürdistan hakikatini yok saymaktır. Yani ortada bir ayrı millet, ayrı bir ülke yok. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları var. Bu vatandaşlara 1918-38 döneminde ırkçılık yapılmış. Eğer bundan vazgeçmezsek Kürtler savaşı sürdürürler, sonra da bu güzelim ülke parçalanır diyor. Yani kitap boyunca bütün söyledikleri bu amaca dönüktür ve o da tarihi çarpıtmalara başvuruyor.
Kitabının eksenine, 1925 Kürdistan ayaklanmasını koyuyor. Ve bu ayaklanmayı esas alarak, kendi görüşlerini temellendirmeye çalışıyor. Büyük bir çabayla Kürt ayaklanması olmadığını; aslında Süryanilerin, Çerkezlerin de katıldığı, bir demokrasi mücadelesi olduğunu ispatlama peşinde. Bunun için öne sürdüğü argümanlar şunlar:
Malak Barşom isimli bir Süryani var; Midyat, Savur yöresinde. Bu bir takım cinayet suçlarından sınırın öte tarafına Güney Batı Kürdistan’a geçiyor.
Oradayken oradaki Kürt ulusal kurtuluşçularıyla tanışıyor. 25 ayaklanması hakkında İstiklal Komitesi yani Azadi örgütünün bir bildirisini dağıtıyor. Bir dönem yakalanıyor. Birkaç ay yattıktan sonra bırakılıyor. Sonra tekrar yakalanıyor ve idam ediliyor.
Taner Akçam, İstiklal Mahkemesi kaynaklarından bu olayı çıkarmış. Bunun yanına eklemeler yapmış; “1.000 tane savaşçı Süryani ile 25 ayaklanmasına katıldılar.” falan demiş.
Hedef ortada; bir Kürt ayaklanması yok, bir Kürdistan hakikati yok. İşte bak: “Süryaniler de katılmış. Sonra Kürdistan Alevileri de katılmış. Öyleyse bu eşit haklılığı hedefleyen demokrasi mücadelesidir.” diyor kendince.
Şimdi birincisi, Kürdistanlı Süryanilerin, Kürdistanlı Kürtlerin, ray-hak inancında olanların, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesine katılmalarından daha doğal ne olabilir? Bunların bu ulusal harekete katılmaları niye ulusal hareketin karakterini değiştirir? Zaten olması gereken budur. Bir ulusal kurtuluş mücadelesi, o ülkenin bütün bileşenlerini kendi içinde bir araya getirmek durumundadır ve eğer bu 25 ayaklanmasına varsayalım ki dediği gibi 1.000 tane Süryani katılmış olsun, 10.000 tane farklı inançtan Kürt katılmış olsun:
Bu başkaldırının karakterini niye değiştirsin ki? Yani 1925’te bu coğrafyada, Türkiye’de eşit vatandaşlığı savunan günümüz normlarında bir demokratik hareket nasıl tahayyül edilebilir? Bu ayaklanma Kürdistan’da oldu, Türk devleti tarafından katliamlarla bastırıldı. Ve bu katliamlara, Türkiye’den en ufak bir tepki gösterilmedi. Buna rağmen buradan bir eşit vatandaşlık mücadelesi nasıl çıkarılabilir? Ancak şöyle çıkarılabilir; art niyetlisindir, Kürdistan hakikatini gizlemeye çalışıyorsundur, bunun için de İstiklal Mahkemesi davalarında bulduğun bir kararı, emsal gösterip, buradan böyle çarpıtmalara başvurarak çıkarabilirsin. Yoksa Dersimlilerin, Bingöllülerin bunlar ister Müslüman, ister ray hak inancında olsun, ulusal harekete katılmış olmaları, bu hareketin ulusal karakterini gösterir. Burada da bir eşit vatandaşlık talebi değil, eşit ulus talebi vardır. Ama bunu örtmek için bir Apartheid rejimi önermesini ileri sürüyor. Kaldı ki, o dönemde bu coğrafyada 1.000 tane silahlı Süryani yok idi. Bu argüman da gerçek değildir.
Buna bir ekleme de Çerkez Ethem’den yapıyor. Çerkez Ethem Yunanistan’da iken Azadi örgütü yöneticileriyle ilişki kurmaya çalışmış, hatta Suriye’ye gelmiş, 5.000 tane hazır silahlı Çerkez varmış. Onlar da bu 25 ayaklanmasına katılacaklarmış, katılamamışlar diyor. 25 ayaklanmasının esas karakterini ortadan kaldırmaya örtmeye çalışıyor.
Buna gerek yoktur. Yani bir de sözüm ona akademik bir faaliyetten söz ediyor Taner Akçam. Liberal bir Türkiyeli olarak önümüzdeki dönemde esas meselenin Türkiye’ye liberal demokrasi getirmek olduğunu söyler. Bunun için de günümüzde birçok argüman bulunabilir. Bunu ispatlamak için tarihi bu kadar altüst etmeye gerek yoktur. Bu bir politik bildiridir, tarih araştırması değildir. Taner Akçam’ın daha önce de buna benzer bir girişimi olmuştu. Kısa bir cevap vermiştim.”1”
Bu önermenin iler tutar tarafı yok. Çünkü Apartheid sistemde beyazlar, “siz siyahisiniz” diyor. “Biz üstünüz sizden, sizi yöneteceğiz, sizi yönetime katmayacağız.”diyor. “Yaşam alanlarımızı ayıracağız” diyor. Yani Apartheid rejimine kaynaklık eden Güney Afrika’da vaziyet bu. Burada böyle bir şey yok. “Devlet, siz düşmansınız.” diyor.
1918-23’te esas düşmanlar; Rumlar ve Ermenilerdir. Koçgiri başkaldırısı sırasında Kürtler de var ama seçmeli caydırıcılığa başvurup Kürtleri halletmeyi sonraya bırakıyorlar.
24, 25’ten sonra da tek ve esas düşman: Kürtlerdir. Ve üstelik: “Siz Kürt’sünüz, biz sizden daha ileriyiz, sizi yöneteceğiz demiyorlar. Siz Kürt değilsiniz, siz zaten Türk’sünüz.” diyorlar.
Bu jenosidal sistem aslında Apartheid rejiminden çok daha katmerli, çok daha zalim bir sistemdir.
Ama Kürt çevrelerinde de Türkiye’deki sol kesimlerde de Akçam: “Kemalist rejim Apartheid’dir.” dedi. Bu söylemi söyleyince “ciddi bir muhalefet” etti gözüyle bakıyorlar.
Bu metin, Kemalist düşünüş ve siyasetin sınırları içinde bir metindir ve onun da hedeflediği, Mustafa Kemal’in hedefiyle aynıdır. Kürt halkının ulus ülke hakikatini ortadan kaldırmak, görünür olmaktan çıkarmaktır.
Ne Yapmalı? : T.C. devlet yapısı içinde, Kürtler aslını inkar ederek veya etmeyerek devlet tarafında yer alıp belirli yönetim kademelerinde yer alıyorlar. Hatta bunu övünçle savunanlar var. En son Hakan Fidan’ın dışişleri bakanı olması gündem olmuştu. Mehmet Şimşek maliye bakanı. Bu örnekler artırılabilir. Buradan baktığımızda Apartheid’den ayrı bir sistem değil midir T.C. devleti?
Fuat Önen: Şimdi Apartheid’den ayrılıyor da Apartheid’den daha iyi bir durum değil bu. Yani Türkiye Cumhuriyeti, onun verdiği tarihler içinde de 1918-38 arasında da 1924-90 arasında Kürtlere: “Siz Kürt değil Türk’sünüz.” diyor. Bu Apartheid’den ya da klasik bildiğimiz ırkçılıktan daha katmerli bir şeydir.
Güney Afrika’da beyazlar: “Siz siyah değilsiniz, beyazsınız.” demiyorlar. Hiç olmazsa etnik varlıklarını, ulusal varlıklarını kabul ediyorlardı. Araya bir hiyerarşi koyuyorlardı. Türk sisteminde hiyerarşi kurulacak bir şey bırakmıyorlar. 1924 anayasasından beri: “Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk ıtlak olunur.” tezi üzerinden gelmiştir bugüne kadar. Bu başka bir tür rejimdir.
Ama Türk kavramı bir soy ve ırk olarak tarif edilmeyip, vatandaşlık esasına göre tarif edilirken, öte yanda dünyanın başka yerlerinde “soydaşları olan Türkler” deyişi ağızlardan düşmüyor. Bu durumda Kuzey Kürdistan’da jenosid kıskacında tutulan Kürtler “Türk olarak” kabul edilince nasıl oluyor da onlarla aynı ulusa mensup olan Güney Kürdistan’daki Kürtler değil de, Musul ve Kerkük’teki Irak vatandaşı olanlar, soydaş kabul ediliyor? Türkiye’ye vatandaşlık bağıyla bağlı olan Batı Ermenileri, Türk oluyorlar da onların Doğu’daki akrabaları öyle kabul edilmiyor?
Bunun nedenlerini araştırmak, sorgulamak lazım. Çünkü 1918-23’e kadar üstün olduğu savunulacak bir Türk kitlesi yoktur. Bu ancak 1924’ten sonra Cumhuriyetin kurulması ve yerleşmesi döneminde olmuştur. 1926-36 arasında bazı ırkçı teoriler geliştirilmiştir; Türk tarih tezi, güneş dil teorisi gibi tezler üretmişlerdir. Ama 1936’ya gelindiğinde bunun işlemediğini anlamışlar ve vazgeçmişleridir.
Örneğin; 1926-36 arasında, Türk dilini öz Türkçeciliği savunmuşlar. Türk dilindeki bütün yabancı kelimeleri (cumhuriyet gibi bazıları) çıkarmaya çalışmışlar. 1936’ya gelindiğinde bir bakmışlar ki bütün Türkçe olmayan kelimeleri çıkarırsak, ortada bir dil kalmaz. Bu kez Mustafa Kemal demiştir ki: “Ketebe Arapçadır, mektup Türkçedir.” Mektup da ketebe fiilinden türetilmiştir. Ketebe yazmaktır, mektup yazılı olandır. Sonra Türkçede onu yazıta dönüştürdüler. Türkçe’nin böyle bir altyapısı yok yani. Ortada bir devlet var, bu devletin, milleti yok. Bu devlet kendisine bir millet inşa edecek ve bu inşa edeceği milletin yüzde 90’ı Türk değil. Şimdi böyle bir ortamda kalkıp: “Biz Türk’üz, siz Türk değilsiniz, biz sizden üstünüz.” diyemezler. Ne diyecekler? Gayrimüslimler hariç diğerlerine “Siz hepiniz Türk’sünüz.” diyecekler. Eğer buna ille ırkçılık diyeceksek, bu Türk tipi ırkçılıktır. Başka tür bir şeydir. Yani alakton bir topluluğun, otoktonların coğrafyasında uluslaşması ve otoktonların territoryasını kendine ülke edinmeye çalışmasıyla ilgilidir.
Bu kitap, görünürde 1918-38 rejimine karşı sert bir eleştiri olarak gözüküyorsa da gerçekte onu kabul edilebilir hâle getiriyor. Bunu da kimler için getiriyor? Özellikle Kürtler için getiriyor.
Yani, ulus ülke hakikati üzerinden siyaset yapmayın: “Eşit haklılık, eşit vatandaşlık temelinde bir demokrasi, bütün bu meselelerimizi çözer.” diyorlar. Farkındaysan gerek Sungur Savran, gerek Taner Akçam, analizlerinde Kürdistan’dan söz etmezler. Söz ettikleri zaman da sadece Kuzeybatı Kürdistan’dan söz ederler. Çünkü bu gerçekliği kabul ederlerse bu tezler ayakta kalamaz. Bu tezler ancak bu ülke hakikatini yok sayarak ya da gizleyerek öne sürülebilir.
Ne Yapmalı? : Peki, Kuzey Kürdistan-Türkiye birlikte, Taner Akçam’ın öngördüğü şekilde, barış içinde yaşayabilirler mi?
Fuat Önen: Stratejik hedefimiz barış değildir. Dolayısıyla bu barışçıl talepler bizim işimiz değildir.
Eşit ulus, eşit ülke ya da iyi komşuluk, eşit haklı komşuluk ilkeleri yerine, Kürt milletini atomize ederek; tek tek Kürtlerle bir demokratik cumhuriyet kurulması mümkün değildir.
Yani böyle bir cumhuriyet kurulabilir ama bu cumhuriyet bizim anladığımız anlamda demokratik bir cumhuriyet olmaz. Çünkü siyasal rejimin, sosyal gerçeklerle uyum halinde olması lazım.
Hiç olmasa demokrasiden söz ettiğimiz zaman, tarihsel toplumsal hakikatleri reddeden bir siyasal önerme, eşitlikçi değildir, demokratik değildir, devrimci hiç değildir.
Bu sadece Taner Akçam’ın önermesi değildir. Bugün gerek Kuzeybatı Kürdistan’daki egemen siyaset anlayışı ve egemen siyaset, gerek Türkiye’deki sosyalizan, komünizan muhalefete egemen olan anlayış, yenikçi bir psikolojiye ve ideolojiye sahiptir. Yenikçilik şudur: “Siyasal mücadelede yenilebilirsin, askeri mücadelede de yenilebilirsin. Eğer mücadeleciysen o yenilgilerden ders alır, kaldığın yerden mücadeleye devam edersin.”
Oysa gerek Kuzeybatı Kürdistan’daki egemen siyaset, Öcalan’ın konseptini savunanlar, gerek Türkiye’de soldaki egemen siyaset, bu düzenin yıkılabileceği, yerine yeni bir düzen kurulabileceği umudunu kaybetmişleridir. Bunlardaki yenilgi, askeri ya da siyasi bir yenilgi değil, ideolojik bir yenilgidir.
Özellikle doksanlı yılların başında Sovyet sosyalizminin çözülmesi bunda önemli bir faktördür. Kürt hareketinin 1984-1994 atılımından sonra, 1999-2000’den başlayarak, Türkiyeci bir hatta geçişi de böyle bir yenilgidir. Bu bir ideolojik yenilgidir, yenilgiden kendi düşüncesini sorumlu tutan bir bakıştır. Böyle olduğu için de şimdilik demokrasi savunmakla meşguldürler. Her iki tarafın da gündeminde bir devrim yoktur.
Oysa Türkiye’de; kalıcı-eşitlikçi bir barıştan söz etmek için sosyalist devrimi savunmak lazım. Türkiye’de ve dünyada bir sosyalist devrim anlayışına sahip olmayanların, eşitlikçi-özgürlükçü, toplum vaazları boştur; mümkün değildir.
Kürdistan’da eşitlikçi-özgürlükçü bir toplum tahayyülünde bulunmak için Kürdistan devrimine odaklanmak lazım. Bunlar olmadığı için bu tip gevezeliklerle meşgul olmak durumunda kalıyoruz. Zaten Taner Akçam’ın şu cümlesi de neyi hedeflediğini gösteriyor: “Eğer bugün ve yarın için demokratik bir Cumhuriyet arzuluyorsak, Anadolu’da çekilen acıların merkeze alındığı kapsayıcı bir kuruluş hikâyesine ihtiyacımız var.” diyor. Doğrusu bayağı bir hikâye yazmış. Ama kelimenin olumsuz anlamıyla bir hikâye yazmış, buradaki bu demokratik cumhuriyeti de Ahmet Necdet Sezer’den, Demirel’den, Özal’dan, Öcalan’dan ve bunun gibi birçok insandan duyuyoruz. Bu hedefte bir yenilik yok. Ama hikâye yeni.
Ne Yapmalı? : İdeolojik yenilgiden bahsediyorsunuz hem Türkiye hem dünya için. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Fuat Önen: Türkçede doğru bir söz var: “Yığınakta yapılan hata, bütün cephe savaşı boyunca devam eder.”
Bu TKF’nin kuruluşundaki hataların günümüze kadar devam etmesi açısından doğrudur.
Ama 1980 sonrası ve özellikle 1990 sonrası, Sovyetlerin çözülmesi Türkiye’deki sol, komünist denilen harekette aynı zamanda bir ideolojik yenilgiye yol açmıştır. Bu dümdüz gelen bir çizgi değil. Evet, yığınakta çok ciddi bir hata var, TKF’nin kurulmasındaki hata, yıllar boyunca devam etti.
Ama özellikle 1990-2000 sonrası duruma baktığımız zaman, sadece Kürdistan ve Türkiye ile ilgili değil, dünyada da bir ideolojik yenilgi söz konusu. Kapitalizmin ideolojik hegemonyasından söz etmemiz mümkündür. Bu ideolojik bir yenilgidir, özel bir dönemdir yani.
Hatta bu konuda Sungur Savran da “60-70’lerden sonra, Stalinist ya da işte reformist anlayışa karşı, bir devrimci hareket gelişti; biz de onun devamıyız.” falan diyor.
Hâlbuki 1960-70’ten sonra, onun devrimci dediği gelişmede, bir iki ayrık hareket bir yana tümüyle Kemalist dünya anlayışının sınırlarında bir devrimci kalkış idi.
Ama 1990’lar ve 2000’li yıllardan sonra; özellikle yani, bu globalizasyonun üçüncü büyük döneminde, bir bütün olarak bir ideolojik yenilgi yaşadığımız bir vakadır.
Ne Yapmalı? : Söz Konusu kitaba dair son olarak söyleyeceğiniz bir şeyler var mıdır?
Fuat Önen: Yani bu teorik ya da akademik ya da bilimsel bir metin değil, bu bir siyasal bildiridir.
Bu siyasal bildiriye cevap da siyasal olmak durumunda. Yani mesela: “Anadolu toprakları üzerinde yaşananları eşitlik arayışı ekseninde ele alacak bir tarih okuması, geleceğe ilişkin devasa ufuklar açacaktır.” Bak, yine: “Kemalist anlayışın Anadolu toprakları.” Yani Anadolu toprakları ise Ankara’nın batısı yoktur bunun içinde. Çünkü Anadolu İstanbul değil, yani Edirne değil. İzmit’in bu tarafını daha çok bir Anadolu olarak tanımlıyorlar ama Akçam, Kemalist Anadolu kavramı üzerinde değişiklik arayışına giriyor. Sen zaten: “Kürdistan’ı Lazistan’ı, Anadolu’yu, Trakya’yı, hepsini tek ülke olarak ele alıp, buna da burası Türkiye’dir.” dersen zaten eşitlik arayışın kalmaz. Çünkü bu çözümleme eşitsizliğin üzerini örtüyor.
Mantık, muhakeme iki kitapta da aşağı yukarı aynı.
“1”- Tamer Akçam:
"Önemli olan kürt insanının, türk sivil siyasetinde en güçlü şekilde temsiliyetinin sağlanmasıdır."
Her nedense tamer akçam'ın bu aforizması değil "ilk gece hakkı" konusundaki bilimsel dayanak ve kaynaktan yoksun sözleri tepki çekti.
Seçtiği kavramlara dikkat edin:"kürt insanı", "türk sivil siyaseti". Taner Akçam'ın türk aydınının enternasyonal(aslında ulusalcı) görevi olarak önerdiği bu.
Kürt milleti yok, insanı var. Bu insan da resmi siyasette(yani devlet katında değil), türk sivil siyasetinde temsiliyeti sağlanacak.
Türk sivil siyaseti nedir bunu kim temsil ediyor?
Buna bir cevabı yok. Türk aydınından söz ediyor. Onların da kim olduğu neyi temsil ettiği belli değil.
Ne oldukları belirsiz, neyi temsil ettikleri bilinmeyen birileri yine meçhul kürt insanının olmayan türk sivil siyasetinde temsilini sağlamakla görevlendirilmiş.
Bu üsttenci dil, tipik bir kolonyal dildir. Bu türk aydınları yıllardır HDP içinde kürt insanını gölgeleyip, türk neinsanının temsiliyetini sağlıyorlar hem de kürt insanının sırtına binerek. Akçam HDP kapanırsa bu kez kürt insanını içinize alıp temsiliyetini sağlayın demek istiyor muhtemelen.
Hangi kılıfa bürünürlerse bürünsünler, içlerindeki kolonyal egoyu gizleyemiyorlar. Kürt insanını rahat bırakmadılar gitti bu türk insanları.