-Hemen konuya şöyle girelim, şimdi 50 yıl önce sosyal ulusal kurtuluş mücadelesini Le Monde gibi popüler dünya basın organlarında takip eden, yerelden evrensele uzanan Doktor Şivan’ın devrimci paradigması, kısa yaşamına çok şey sığdıran bu cesur Kürt liderini, nasıl anlamak lazım, nasıl algılamak lazım, nasıl kavramak lazım? Hemen sözü ilk etapta Fuat Hocama bırakayım. Buyurun Fuat Hocam. Siz bu değerli insanı ve onun mücadele arkadaşlarını, tabii ki Saîd Elçî’ye de değineceksiniz biliyorum. Nasıl anlatırsınız? Kısa bir anlatımınızı alayım buyurun.
-Yani öncelikle Kürdistan davasının yorulmaz emektarı Saîd Elçiyi sevgiyle saygıyla anarak başlayayım programa.
Saîd Elçî ve Sait Kırmızıtoprak, dünya görüşleri, yaşam tarzları, hatta bir ölçüde kültürleri farklı olmasına rağmen, Kürtlük ve Kürdistan davasında yazgıları birleşmiş iki kadrodur. İki Kürdistan yurtseveridir. Bunların yazgılarının ilk birleştiği yer, 1959’da 49’lar davasıdır. Mahkemenin ayrımına göre söylersek: Saîd Elçî, “Kürtçü-Milliyetçi” Sait Kırmızıtoprak da Komünist-Kürtçü olarak tanımlanır o zaman. Savcı bunları iki ayrı grup olarak tasnif ederek suçlamaya başlar.
Ondan sonra 1968 sonu 1969 yıllarda, Antalya cezaevinde yazgıları bir daha birleşir. Saîd Elçî, Antalya cezaevinde tutukludur. Sait Kırmızıtoprak sıklıkla onu ziyaret eder.
O dönem Saîd Elçî, partili arkadaşlarıyla arasına, ciddi bir mesafe koymuştur. Koğuşunu ayıracak kadar ciddi bir mesafe koymuştur. Saîd Elçî yeni bir hareket, yeni bir parti arayışındadır. Parti arayışı olan bir diğeri de Sait Kırmızıtoprak’ tır. Bunlar ortak bir parti kurmakta anlaşırlar. Bunun bir parçası olarak da Doktor Şivan ve sanıyorum üç tane arkadaşının; işte, Güney Kürdistan'a gidişi de konuşulur, orada kararlaştırılır.
Aynı şekilde devam ettiğimiz zaman, ölümlerinde de yazgıları birleşmiştir. Aynı yılda öldürülmüşlerdir.
O meseleye girmeyeceğiz diye söylediğin için o konuyu bırakıyorum.
Ama 1959-1971 bu 12 yılda, yazgıların sık sık birleşmiş. Onları birleştiren Kürtlük-Kürdistan davasıdır. Farklılıkları, uzunca bir dönem, bu ilişkinin sürmesine engel olmamıştır ama sonuçta bir yerde kopmuştur ve bildiğimiz, felaketle sonuçlanmıştır.
Aslında birlikte örgütlendikleri arkadaşlarına baktığımız zaman, o 49’lar davasındaki ayrılıkların da devamı olarak gözükür. Saîd Elçî’nin yanında; Şerafettin Elçi ve Mehmet Ali Dinler, 49’lar davasından arkadaşlarıdır ve Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi'nin kurucularıdır.
Sait Kırmızıtoprak’ın yanında da Faik Savaş ve Soro Nazmi Balkaş, bunlar da 49’lar davasından gelen arkadaşlarıdır. Demek ki o davanın bitiminden sonra da iki grup farklı şekillerde, bir örgütlülük mücadelesini girmişlerdir.
Bu girizgâhtan sonra Doktor Şivan’a gelirsek; -ya öncelikle şunu bilmek lazım- yani Doktor Şivan’ın siyasi liderliği, iki-iki buçuk senedir. 1959- 1969 arasında sürekli takibat altındadır. Hatta kamu haklarından yoksun bırakılmıştır. Fakat öyle gözüküyor ki Doktor Şivan o dönemi, yoğun bir hazırlık dönemi olarak geçirmiştir. Özellikle Afrika ulusal kurtuluş mücadelelerini, Latin Amerika’daki kurtuluş mücadelelerini, Çin devrimini, Küba devrimini özel olarak incelemiştir. Ve bir ulusal kurtuluş teorisi, bu okumalarıyla beraber, bir ulusal kurtuluş teorisi oluşturmuştur. Komünist olduğunu söylemek güçtür ama komünizmden yanadır. Marx’tan-Lenin’den hayli etkilenmiştir. Ama merkezinde bir ulusal kurtuluş olduğu için, yaptığı çözümlemelerin, klasik teoriye uygun olup olmaması, onu çok fazla ilgilendirmemiştir. Yani şunu örnek söyleyebilirim; Doktor Şivan’ın “devlet çözümlemesi” klasik teorinin dışındadır.
Yakın Doğu’da, Orta Doğu'da, hatta bir ölçüde, Asya'da, Afrika'daki devletlerin, sınıf devletleri olmadığını düşünür. Buradaki merkezi otoriteyi esas alır. Yani, bir sınıfın devleti değil, daha çok işte; sivil, asker, aydın, bürokrasinin oluşturduğu merkezi otoriteyi esas alır. Bu nokta şunun için önemlidir: Yani, ondan sonraki kuşak olarak bizler, herhangi bir analizde bulunduğumuz zaman; bunun, mutlaka klasik teori ile uyumlu olmasına, özel bir dikkat gösterirdik.
Doktor Şivan böyle değil. Yani kendisi düşünür. Evet yani. Yani Marksist olduğunu söylemek de mümkündür, çünkü bir üst anlatı olarak kabulü Marksist’tir. Fakat buna rağmen, olguları değerlendirdiği zaman, kendi vardığı sonuçların klasik teoriyle uyumlu olup olmamasını sorun etmez. Bu aslında önemli bir özelliktir, bir aydın özelliğidir. Yani; “kendi vargılarından korkmamak” bu Marks’ın sözüdür. Aydın olmanın temel özelliklerinden biridir. Okuduğum Doktor Şivan kitapları; yani aslında, bir tanedir; “Kürt Milleti Hareketleri ve Kuzey Irak'ta Kürt İhtilali” orijinal başlığı sanırım budur. Bu, Türkiye'de 1975’te Komal tarafından; “Irak Baas Irkçılığı ve Irak Kürt Halk Hareketi” adıyla yayımlandı. Ondan önce sanıyorum İsveç’ te yayımlanmıştı. Türkiye'de yayımlanan, ceza yasasından dolayı, kısmen sansür edilerek, bazı bölümleri çıkarılarak yayımlanmıştı.
İkinci kitabı: “Ezen Milletler, Ezilen Milletler” dir. Bu kitabı, onun devamcısı olduğu iddiasıyla siyaset yapanlar tarafından, önce gizlenmiş, sonra yok edilmiştir. Bunun da temel nedeni; o kitaptaki düşüncelerle onun devamcısı olduğunu söyleyen; işte, KİP adıyla bilinen siyasi hareketin, düşünceleri arasındaki uyumsuzluktur. Esas olarak da Sovyetler meselesidir. Yani o kitapta da birinci kitapta da Doktor Şivan, Sovyetlere dönük, çok sert eleştirileri olan, zaman zaman Sovyetler’ in, “emperyal politikalar güttüğünü” söyleyen biridir.
KİP’liler ise Sovyet yanlısı bir siyasi çizgiye geldikleri için maalesef o kitaptan yoksun kaldık. Ben o kitabı Viranşehir'de, bir geceliğine görmek şansım oldu. Giriş taraflarını okudum. Yani 15-20 sayfa kadar okudum. Daha çok Doktor Şivan’ın esas olarak dikkat ettiği ulusal mücadeleler; Cezayir ulusal mücadelesidir. Hindistan'daki mücadeledir, Afrika Latin Amerika'daki ulusal mücadelelerdir. O kitap ta onu esas alan. ve Sovyetler’ in ezilen uluslara dönük politikasını da çok sert eleştiren bir kitaptı. Yani girizgâhını okuyabildim. O kitap o zaman Zinarê Xamo’nun elindeydi. Sohbet etmek için bana dedi ki: yani, “Bu kitabı şimdi bırak, ben sonra fotokopisini çıkarır, gönderirim sana.” dedi. Ama ondan sonra, gene Zinar kendisinin söylediklerine göre: “Parti tarafından el konulmuş.” Zinar’dan alınmış. En son da işte darbeden sonra; bilmem, “Sakladığımız yerde çürüdü.” falan diye söylediler. Bu kitabın yok olmasında; Ahmet Karlı, Ömer Çetin isimleri geçiyor ama sonuçta KİP’in merkezi kararıdır: “Bu kitap okunmasın. Bu kitap görülmesin.” diye.
-O kitap okunmasın, görünmesinin nedenini; sizce nasıl, neden, niçin?
-Doktor Şivan’ın, örgütsel mirasını, Ömer Çetin ve arkadaşlarının kurduğu KİP devraldı. Yani TDKP’yi; önce sanıyorum Kürdistan Devrim Partisi, sonra Kürdistan İşçi Partisi adıyla sürdürdüler ve dediler ki: “Biz, Şivan hareketinin devamıyız.”
Fakat KİP, Doktor Şivan’ın teorik analizlerini de örgüt ve mücadele tarzını da devam ettirmeyen bir örgüttür. Sadece örgütsel mirasına konmuş. Ve “Biz onun devamıyız.” demişleridir. Yoksa KİP, Doktor Şivan’ın teorik- siyasal düşüncelerinin devamı olan bir siyasi parti değildir. Zaten sonra programı da değiştirildi, ismi de değiştirildi. Ama işte Kuzeybatı Kürdistan'da, Şivancı örgüt olarak, onlar tanındı; örgütsel mirası devraldıkları için ya da böyle bir iddiada bulundukları için.
Doktor Şivan’ın teorik mirasçısı aslında, Orhan Kotan üzerinden, Rizgarî çevresidir. Özellikle, bu demin adını söylediğim; Kürt Halk Hareketi ve Baas Irkçılığı kitabına yazdıkları önsöz, daha sonra, Koçgiri Halk Hareketi kitabına yazdığı önsözler, muhtemelen Orhan Kotan’ın yazılarıdır ve bence teorik-siyasi mirası, önemli ölçüde Rizgarî hareketinde devam etmiştir.
Bir kesimi de Ahmet Zeki Okçuoğlu üzerinden, Kawa’da da Doktor Şivan’ın düşünsel izlerini görmemiz mümkündür. Yani 1975’ten sonraki örgütlenme siyasal mücadele arayışında da.
Yani ben kendi düşüncelerimi söylüyorum, Kendi gördüklerimi söylüyorum. Yani bana sorarsanız KAWA Şivancı bir örgüt değildi: ideolojik yapılanması, kadro anlayışı, mücadele tarzı bakımından. Ama özellikle yani devraldığı kadrolar bakımından, kısmen KAWA’da da temsil edildiğini söylemek mümkündür, benim bakımımdan.
Şimdi böyle olduğu için Şivancılık iddiasını KİP; özellikle, Muhterem Biçimli, işte Melle Ebdulkerîm falan onlar üzerinden devam etti.
KİP, yeni programına ve yeni düşünce yapısına, sadece ters olduğu için değil, karşı olduğu için bu kitabın okunmasını, onlar dışında kimse tarafından bilinmesini istemediler. İstemedikleri için bunu önce sakladılar, sonra da imha edildi. Yani onlar yaktılar demiyorum ama onlar bunu önce sakladılar, sonra da sorulduğu zaman; işte, “Darbe sonrası toprak altına gömüldüğü için çürüdü.” falan dediler. Ama bunun sorumluluğu; KİP yönetiminindir.
Yani sonuçta Doktor Şivan, hatasıyla sevabıyla ulusal kurtuluş mücadelesi içinde yer almış ve o döneme göre hayli ileri sayabileceğimiz, katılıp katılmamak ayrı bir şey, ciddi analizleri olan biridir. Bunun bilinmesi lazım: “Buna, yani kelimenin belki en hafif ifadesiyle sansür uygulamak, ahlaklı bir davranış değildir.” Hiç olmazsa böyle söyleyeyim. Bu tutumlarından dolayı da biz Ezen Milletler Ezilen Milletlere dair kitabını, kitabında neler yazdığını şimdi bilmiyoruz. Oysa yani katılmıyorsan da dersin ki: “Biz,
bu bölüme katılmıyoruz ama önderimiz böyle yazmıştır.” diye bir notla da yayımlanabilirdi, yayımlanmadı.
Şimdi, Doktor Şivan’ ı değerlendirirken: bu, teoriye yaklaşımını; ben, çok olumlu buluyorum. Yani, düşüncesi onun nereye vardırıyorsa onun söylemesi önemlidir.
Ancak Doktor Şivan'da; politika, bence teoriden öndedir. Teori daha çok, savunduğu politikayı, doğrulamaya dönüktür, Teorik faaliyetleri buna dönüktür. Bu özellikle; Güney Kürdistan'daki siyasal hareketler hakkındaki analizlerinde çok açık gözükür. O sözünü ettiğim kitapta, Mele Mustafa Barzani'yi, Mesut Barzani'den çok daha fazla övmüştür. O dönemde, ideolojik olarak ona en yakın olan kişi, Celal Talabani ve Komelayî Rençderan’dır. Onu da yerin dibine batırmıştır. Yani, çünkü Celal Talabanî de bölgede; işte özellikle, 75-76’lara kadar, belki daha sonralara kadar da en önemli Maocu teorisyenlerinden biri olarak kabul edilirdi. Yani, Komünizan olmaları, Sovyetlere karşı tutumları bakımından esas alarak, teorik çerçevede; aslında, birbirine en yakın olan iki kadrodur; Celal Talabani ile Doktor Şivan. Bunun ne kadarının gerçek düşünceleri olduğu hakkında net bir fikrim yok ama Doktor Şivan’ın politik mücadele tarzında, takiyeyi esas aldığı zaman zaman takiye yaptığı bilinir.
Yani onun işte, 1960’lı yılların başında yön dergisinde falan yazdığı yazılar var. Kimisi bunu Doktor Şivan’ın o dönemde Kemalist olmasıyla izah eder.
Ben, bunun daha çok, takiye yapmakla ilgili olduğunu düşünüyorum.
Güney Kürdistan'daki siyasal aktörlerle ilgili analizlerinde de önemli ölçüde, takiye yaptığını düşünüyorum.
Örgüt anlayışından mücadele tarzına, büyük ölçüde komplocu düşünceye yatkın yanları olduğunu düşünüyorum. Bunları gerekirse açarız ama şunu söyleyeyim; söyleyip bitireyim, sonra soruların olursa onları açarız.
Kuzeybatı Kürdistan'da, 1930’daki sessizlik döneminden sonra;
ulusal kurtuluş mücadelemizin, öne çıkardığı ve politik lider olma vasfına büyük ölçüde haiz olan, önemli bir siyasi kadrodur, Doktor Şivan. Maalesef siyasal önderlik süresi çok az olmuştur. Dediğim gibi, yani örgütlü siyasal mücadelesi esas olarak -hatta partisi bile- bir buçuk yıl kalabilmiştir. Onun siyasal önderliği de iki-iki buçuk yıl olmuştur.
-Şimdi sorum şu; “Kürt isyanları soykırımla bastırılan Kürtler, asla Türkleşmeyi kabul etmedi. Kürtler bilinçlendi, yurtseverlik ve milli öz güveni olgunlaştı.” diyor. Doktor: “Bundan sonrası devletleşmedir.” diyor. Yani bugün, 50 yıl öncesine bakıldığında, Kek Fuat, nitel olarak yaşanan bu gerilemeyi nasıl açıklıyorsunuz?
-Şimdi birçok şeyi bir arada soruyorsun, ben de mecburum birçok şeyi bir arada söylemek durumundayım.
Birincisi ben; Doktorun, Doktor Şivan’ın partisiyle, Doktor Şivan’ın ardıllarının partisiyle, ne de bir ölçüde Doktor Şivan’ın fikirlerinin temsil ettiği Rizgarî ve Kawa’yla hiçbir aidiyet bağım yoktur.
İkincisi, bir devrimci olarak, yakın dönem siyasal tarihimizi, ben de inceliyorum. Bunlar kendi analizlerimdir. Senin kabul edip etmemen, bu analizlerin sorunu değildir. Bu analizler elbette ki tartışmaya açıktır. Doğrunun tekeli kimsede değildir ve doğrulara da ancak tartışılarak ulaşıla bilinir.
Üçüncüsü, benim önemsediğim bölümü başta da söyledim, bu kadar farklı dünya görüşüne, yaşam tarzına, hatta kültüre sahip, iki Kürdistan yurtseverinin birliği bence, çok önemlidir. Öne çıkarmamız gereken yanı budur. Finali gerçekten çok kötü olmuştur. Ondan da dersler çıkarmamız lazım.
Genelde; iki tane resmi senaryo var. Birisi işte devletlerarası komplo, işin içine Mit-Mossad falan giriyor, Savak giriyor.
Diğeri de işte son derece basit bir şekilde, işte bizim hiçbir şeyden haberimiz yok. Saidlerden biri ötekin öldürdü, biz de onu cezalandırdık.
Bu iki resmi senaryo, bu konuda, gerçeğe ulaşmamızı 50 yıldır önlüyor. Bu iki resmi senaryonun savunucuları da maalesef, her iki Said’in devamcıları, arkadaşları, yoldaşlarıdır. Her biri bir Sait üzerinden bir resmi senaryo oluşturdular. Bu yüzden 52 yıldır hâlâ tartışıla gelmektedir bu konu.
Biz, Kürdistan bağımsızlık mücadelesinde, ulusal birliği önemseriz. Onun için onların birliklerini, esas almamız lazım. Elbette ki finali de tartışma dışı değildir. Doktor Şivan’da benim önemli gördüğüm; bir, o şeyi söyledim. Yani, “düşünce sistematiği” onu söyledim.
Ciddiyeti önemlidir, siyasal ciddiyeti önemlidir. Söyledikleriyle yaptıkları arasındaki uyum önemlidir. Bu uyum her zaman yoktur ama genelde çok uyumludur. Yani şöyle söyleyeyim: “Doktor Şivan’ın henüz çok az sayıda kadroya sahip bir örgütken, Türk ordusunun, Kuzeybatı Kürdistan'daki yerleşimini, önüne görev olarak alır. Ve bütün parti kadrolarından; bu konuda, bilgi talep eder. Herkes bulunduğu yerde, Türk ordusunun yerleşimi hakkında bilgi versin.” der.
İkincisi, Kürdistan topografyasını önemser ve daha çok sanıyorum, Soro üzerinden bunu çizmeye çalışır. Bu niçin önemlidir? Şunun için önemlidir: 1974’ten sonra Şivan’ın ardılları ya da değil, hepimiz silahlı mücadeleyi savunuyorduk ve kuzeybatı Kürdistan'daki örgütler nicel olarak da kadro sayısı olarak da her iki Said’in Partisinden çok fazla genişlediler ve herkes silahlı mücadeleyi savunuyordu. Ama hiçbir örgüt bunu yapmadı.
Yani, hem silahlı mücadeleyi savunacaksın, hem savaşacağın gücün ülkendeki konumlanışını, merkezine almayacaksın. Topografyasını merkezine almayacaksın. Bu mesele ders alınması, örnek alınması gereken, bir siyasi ciddiyettir. Yani silahlı mücadeleyi savunup, onun için hiçbir hazırlık yapılmadığı için 1980 darbesini hepimiz şaşkınlıkla karşıladık ve ciddi bir ricate dönüştü. Doktor Şivan’ın bu yanını önemsememiz lazım.
Çok çalışkan biridir. Yani Kırmançki bilir. Çok kısa süre sürede Kurmanci’yi öğrenir ve Kurmanci konusunda kitap yazar. Bu mesele çok önemlidir. Kısa süren siyasal önderliği döneminde, neredeyse el atmadığı iş yoktur. Yani çeviriler yapar, program yazar. Günün 24 saati doludur. Profesyonel devrimcilik böyle bir şeydir. Devrimci siyasi öndelik böyle bir şeydir. Bu yanlarını tartışmamız, bunlardan örnek alınacaksa buraları örnek alınmalıdır.
İşin teorik kısmı çok bilinmeyen bir şey değildir. Doktor ’da diyelim ki: Marks'tan çok, ya da Fransız devrimcilerinden -68 kuşağından- çok, Fanon etkilidir. Yani, o Ezen Milletler, Ezilen Milletler kitabındaki psikolojik çözümlemeleri de Fanonist bir yaklaşımla yazılmıştır.
Latin Amerika, Küba devrimi, mesela Çin devrimini önemser. Yani bunları önemsemesinin bir tane nedeni vardır: O da Kürdistan'daki mücadelenin, bu çerçevede bir mücadele olacağını düşündüğü içindir. Bu bir seçim meselesidir. Yani örneğin; Ekim Devrimi’ni, Ekim Devrimi’nin gelişiminin çok fazla üzerinde durmaz. Çünkü onun önündeki mücadele, ulusal kurtuluş mücadelesidir ve teoriyi daha çok politik hedeflerine bağlı olarak ele alır ve öyle çözümlemeler yapar. Bunların doğruluğu-yanlışlığından bağımsız olarak söylüyorum ben bunları.
Bu trajediden çıkar çıkaracağımız; bence, çok net sonuçlardan biri şudur: birincisi, dar particiliktir. Yani ulusal kurtuluş mücadelesini, kendi partisine yazılmış bir program olarak görmek ve böyle gördüğü için kendi dışındakileri bir ölçüde düşmanlaştırmaktır. Bu dar particilikten kurtulmamız lazım. Bu trajediden çıkaracağımız bir ders budur.
İkincisi dar parçacılıktır. Kürdistan devrimini, bir parçanın içine sıkıştırmak çabasıdır. O parçayı esas almak anlayışıdır. Bu trajediden çıkarmamız gereken bir önemli ders de budur.
Teorik düşüncelerini, artık yani, şimdi öyle bir durumdayız ki bazen, hakikaten şaşırıyorum. Yani bahsettiğimiz 36 yaşında genç bir devrimci. Ondan sonra 50 yıl yaşamış ve 50 yıllık mücadele deneyiminden söz eden arkadaşlarımız, onun iki katı kadar yaşamış arkadaşlarımız, bir tarafta iki buçuk yıllık bir siyasal mücadele, öbür taraftan her ağzını açan; 50 yıldır siyasal mücadele sürdürdüğünü söylüyor. Dönüp bunu, bir övgü yergi ikilemine sıkıştırmaları anlamlı değildir. Sonuçta; 150 yıllık bir ulusal mücadelemiz var ve bu 150 yıllık ulusal mücadelede, düşen her kadro, bizim mirasımızdır. Ama yani bu miras da sadece müspet bir miras değildir. Dünyanın en uzun süren ulusal kurtuluşu mücadelesini veriyor olmak; aynı zamanda, çok büyük hatalar yapmış olmak demektir. Buna bir taraftan sahip çıkarken, bir taraftan da eleştirel gözle bakmamız gerektiğini düşünüyorum.
Şimdi takiye-komploculuk meselesine gelince; yani, takiye için örnekler verdim. Komploculuk meselesi için de iki örnek vereyim: Örgüt anlayışında. Belli komplo özellikler gördüm. Bunları yazdım da yani 15-20 sene önce de yazdım bunları. Birincisi mesela; Ömer Çetin-Feqî Hüseyin ilişkisidir. Saîd Elçî’ye göre, Ömer Çetin onun kadrosudur. Hatta o kadar onun kadrosudur ki birleşik partinin merkez komitesine, kendisinden yana iki isim önerir: Biri Ömer Çetin'dir, diğeri Yusuf Ekinci'dir. Ve ama Saîd Elçî, bunu önerdiği zaman, Ömer Çetin, Doktor Şivan’ın kadrosudur. Ve Saîd Elçî’nin bundan haberi yoktur. Feqî Hüseyin her iki partinin birleşmesi için aracı pozisyonunda gözükmektedir. Ama Feqî Hüseyin de Doktor Şivan’a intisap etmiştir. Bundan da Saîd Elçî’nin haberi yoktur.
Güney Kürdistan'da yeni partinin kuruluşu üç bileşen üzerinden sürdürülüyor. Demin söyledim. Orda Çeko ve Reşo'nun temsil ettiği Komela Azadiya Kurdistan, Saîd Elçî’nin arkadaşları ki oradaki temsilcileri Ronî'dir ve bir de Doktor Şivan ve arkadaşları, bu üç bileşenden yeni bir parti kurulacaktır. Bu yeni partinin kuruluşuna Saîd Elçî’nin öne sürdüğü iki şart var: Bir, “Partinin adı değişmesin. Bu benim Faik Bucağa verdiğim sözdür.” der. “Partinin adını değiştirmeyin.” İkincisi de “Yusuf Ekinci ve Ömer Çetin merkez komitesinde olsun.”
Bu tartışmalardan sonra, Doktor’ la Çeko sanıyorum, Kürdistan'a gelirler, işte Türkiye'ye geçerler. Geldikleri zaman, bu her üç tarafla konuşarak, dönüşte yeni bir parti kurulacağı kararı alınır. Ama Doktor Şivan, burada her iki tarafı da değil, kendi seçtiği kadrolarla konuşur. Bunların bazıları kabul eder, bazıları kabul etmez.
Ankara'da ya da İstanbul’da ilk bir kongre yaparlar. Sonra orada iki kişi sanıyorum, ya ayrılır ya Doktor onlardan kuşkulanır. O kongreyi iptal edip, birkaç gün sonra, yeni bir kongre; yani işte, toplantı yapıp, partinin kuruluşunu ilan eder. Döner gelir: “Biz partiyi kurduk.” İşte, Reşo sen de yemin et.” Oradakiler: “Ronî sen de yemin et.” Yemin, partiye üye olmak içindir. Şimdi burada, Çeko partinin kurucusudur. Yani Doktor Şivan, Çeko'yla esasta anlaşmıştır. Fakat Çeko'nun yoldaşı olan Reşo’nun da bundan haberi yoktur.
Şimdi bütün bu faaliyetlere baktığımız zaman, öyle gözüküyor ki kendisine güvenen, kendi dışındakilere kuşkuyla bakan ve kendi çevresine karşı da çok rahat böyle komplolar yapabilen bir örgüt tarzı var. Şimdi eskiden biz bunlara “konspirasyon” derdik. İllegal örgütlerin çoğunda var öyle şeyler. Ama bütün bunlar, böyle bir anlayışın izleridir bence, benim analizlerime göre.
Şimdi, silahlı mücadele meselesi var. İşte arkadaşları çıkıyor, diyor ki: “5.000-10.000 silahlı personelimiz vardı ve eğer bu olay olmasaydı, üç gün sonra-beş gün sonra, silahlı mücadeleye başlayacaktık.” diyorlar.
E peki yani eğer bu kadar çok güçlü binlerce silahlı kadrolarımız var idi ise ve lideriniz çok haksız bir şekilde, hiçbir dahli olmadığı bir olaydan dolayı öldürüldüyse, bunlar nerede?
Nerede bu örgüt? Nerede bu binlerce devrime hazır silahlı militan?
Kastettikleri silahlı militan; “Komikê Li Ser Sînora” dediğimiz, sınır komiteleridir. Bu sınır komiteleri de ne Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi'nin, ne de Türkiye'de Kürdistan Demokrat Partisi'nin kadroları değildir. Güney Kürdistan Demokrat Partisi’nin kontrolünde, egemenliğinde, hegemonyasında olan komitelerdir. Sanıyorum; 1967’de, bunlar arasında bir ilişki kurmak için komiteler kurulmuş. Bu sınır komitelerinin, daha iyi çalışması için yapılmış bir iştir bu. Doktor Şivan; orada, Güney Kürdistan'da, Îsa Suwar, bölgedeki askeri sorumludur. Esad Xoşevî bölgedeki siyasi sorumludur. Osman Qazî de Zaxo kaymakamıdır. Doktor Şivan, bu ilişkilerle o komitelerin hepsini kendine bağlamış. Kast ettikleri; hazır, devrime hazır silahlı kıtalar bunlardır.
Saîd Elçî, Gilalaya son gidişinde, bu komitelerin tekrar kendisine bağlanmasını talep etmiş ve bu Mele Mustefa Barzanî tarafından kabul edilmiş. Talimat gönderilerek sınır komitelerini tekrar Saîd Elçî'nin Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi’ne bağlanması kararlaştırılmış.
Doktor Şivan bu komitelerin kendisine bağlanmasını, Güney Kürdistan'daki mücadelenin önderliğiyle doğrudan bağlantılı değil, oradaki yerel kadrolarla bağlantı içinde bunlar kotarılmıştır. Ve bunda da yani, hem parçalar arası diyalektik bakımından, hem örgütler arası ilişki bakımından, burada da komplocu izler görmek mümkündür. Benim kastettiğim bunlardır.
Bu, Doktor Şivan’ın, çok değerli bir siyasal önder olması gerçeğini, benim için değiştirmez. Bütün dünyayı siyah-beyaz arasında görmek, bu mutlak iyidir, hiçbir yanlışı yoktur, öteki de haindir diye bakmak, hiç olmazsa, bizim devrimci yaklaşımımıza uygun bir yaklaşım değildir.
Bana kalırsa; trajedide, onun bu tarzlarının da rolü vardır. Ulusal mücadele tarihimizin önemli ders almamız gereken kadrolarıdır ama bunu yaparken yaşa-var ol ya da kahrol ikileminin dışında kalarak bakarsak yararlanabiliriz.
Doktor Şivan; açık, bağımsızlıkçı bir siyasal stratejiye, sahip değildir. Yani şimdi onu yeniden referans almak gerektiğini söyleyen arkadaşlar için söylüyorum. Oysa 1974’ten sonra oluşan siyasal örgütlerimizin neredeyse tamamına yakını PSK hariç ki o da tayın hakkı eksenli bir programa sahipti ama Kawa’dır, Rizgarî’dir o dönemin diğer siyasal örgütleri, Bağımsız Birleşik Kürdistan Stratejisi’ne sahip partilerdi ve bu, bana kalırsa, Şivan’ın siyasal stratejisinden daha ileri ve daha doğru bir siyasal stratejiydi.
Ulusal devrimci bir önder olarak, görmek lazım Doktor Şivan’ı. Onda zaten aslında, aşamalı devrim zihniyeti var. Yani daha çok böyle üç aşamada alır: Önce, Kürt Milleti’nin varlığını kabul ettirmek; sonra, bir takım demokratik kültürel haklarını elde etmek, üçüncü aşamada da bir referandumla, millete sormak; “Ayrılalım mı, birlikte mi kalalım?” diye. Yani onun stratejisinde son nokta; referandumdur.
1969-1970-1971’i esas aldığınız zaman, 1930-1969 arasındaki dönem bakımından, oldukça ileri bir programdır. Ama bu programı, 1975 sonrası siyasal programlarla karşılaştırdığımız zaman, geri bir programdır. Yani 1975 sonrası siyasal programlar; bana kalırsa, Türkiye'de Kürdistan Demokrat Partisi'nin programından daha ileri programlar idi.
Şimdi oradan, bu noktaya işte Türkiye’de demokrasi istemeye, nasıl geldik? Oldukça, kapsamlı bir meseledir: Ama esası artık, yenikçi bir psikolojiye sahip Kuzey Kürdistan'daki siyaset sınıfımızda, egemen psikoloji, yenikçi bir psikolojidir. Bu özellikle; 1980 darbesinden hatta ben daha çok, -1978’den alıyorum- 1978’den günümüze, birçok kırılmalar yaşamış, siyasal kadrolarımız var.
Devrim umudunu, devrimci enerjiyi tüketmiş, bir siyaset sınıfı tarafından yönetilen bir ulusal mücadele var Kuzeybatı Kürdistan'da. Bugün, Doktor Şivan dönemine göre de 1990’na kadar olan döneme göre de kıyaslarsak, Türk devletini Kürdistan'dan çıkarabiliriz güveni hatta imanı, siyaset sınıfımızda esas itibariyle kalmamıştır. Kalmadığı için :”Madem Türk devleti Kuzeybatı Kürdistan'da kalıcıdır. Öyleyse, onun zulmünü azaltma yollarına gidelim.” diyor, bu siyaset sınıfı ve mevcut siyasal programlar. Bu da işte: “Türkiye demokratikleşsin, toroslar da bizi öldürmesinler, işte asit kuyularına atmasınlar, hani dilimiz kültürümüz de var deseler, iyi olur.” diye düşünülüyor. Yani egemen siyaset sınıfı, bunu böyle söylemiyor ama benim okumam budur. Kuzeybatı Kürdistan'daki egemen siyaset sınıfı, devrim umudunu, heyecanını, enerjisini kaybetmiştir. Türk devletini Kürdistan'da kalıcı olarak görüyorlar. Madem kalıcı bari zulmü azalsın diyorlar. Yani bu Türkiye demokratikleşsin ya da işte Türk parlamentosuna girerek parlamenter mücadeleyle otonom olsun, federasyon olsun talebinin, bendeki tercümesi budur.
Oysa hem Doktor Şivan ve ondan sonraki yani 1990 öncesi siyasal aktörlerimiz:
“Biz bu devleti, Kürdistan'dan çıkarabiliriz, çıkarmalıyız ve çıkarabiliriz ve çıkaracağız.” diye düşünen bir siyaset sınıfı idi. Bir tarafı bu, yenilmişlerin, yenilgilerin oluşturduğu yenikçi psikolojidir. Öbür tarafı ben daha çok, Türk devletinin içimizdeki sesi olarak değerlendiriyorum. Yani, bir taraftan, yenik bir siyaset sınıfı, öbür taraftan, devletin siyaset sınıfına nüfusu.
150 yıllık ulusal kurtuluş mücadelesinin mirasçıları olmamız gerekirken ve bunun için Bağımsız Birleşik Kürdistan şiârını yükseltmemiz gerekirken; yani, Bağımsız Birleşik Kürdistan bir tarafa, neredeyse Kürdistan dışı, toprak dışı, bir siyasal programlarla yüz yüzeyiz.
TAKİYE VE KOMPLO MESELESİ
Bir şey söyleyeyim, yani usulen bir şey söyleyeyim: Bir; ben, Doktor Şivan’ın parti programının açık bağımsızlıkçı bir program olmadığını söyledim. Bu Doktor Şivan’ın bağımsızlıkçı bir zihniyete sahip olmadığı anlamına gelmiyor. Yani kullandığım sözcükleri itina ile seçerek kullanıyorum.
İkincisi, “Bu trajediden çıkaracağımız derslerin başında, dar particilik ve dar parçacılık var.” dedim. Bunu da kimseye doğrudan teşmil etmeden söyledim. Şimdi dönüp oradan Doktorun parçacı olduğu söylendi. Bunu kabul etmiyorum. Bu doğru bir tartışma üslubu değil.
Komploculuk meselesinde de örgüt anlayışından örnekler vererek söyledim. Bu benim
bu ilişkilerden çıkardığım sonuçlardır. Buna katılırsınız, katılmazsınız, bir şeydir ama onu onun bir etken olduğunu söyledim. O konuyu tartışmayacağımız için orada bıraktım. Tartışmak isterseniz onu da tartışırız. Yani birbirimizin söylediklerini doğru anlayıp onun üzerinden tartışırsak mesele yok. Yani aynı şekilde düşünmek zorunda değiliz. Her birimizin; kendi deneyimleri, kendi düşünceleri var ama tartışacaksak birbirimizin söylediklerini doğru anlayarak tartışalım.
-Şimdi Doktor Şivan’ı ve dönemin Dev Genç işte bu milli demokratik devrimcileri gibi devrimci oluşumlardan ayıran, ayrıcalıklı kılan, yani onun hareketini, onun düşüncelerini ve tabii diğer Kürt kadrolarını şüphesiz, Kürdistan milli davasına diğerlerinden farklı benimseten bağlayan nedir? Nasıl açıklıyorsunuz? Buyurun.
-Yani o konuda, benim bildiğim kadarıyla, Türkiye'de Kürdistan Demokrat Partisi, Doktor Şivan’ın kurup üye olduğu tek örgüttür. Türkiye soluyla elbette ilişkileri vardır. Polemiklere girer, işte YÖN’de yazı yazar ama Türkiye'deki herhangi bir sol örgütte benim bildiğim kadarıyla, yer almamıştır. Örgütlendiği zaman da Türkiye'de Kürdistan Demokrat Partisi'ni kurarak, onda örgütlenmiştir. Bu, onun için önemli bir avantajdır bence.
Onun dışında sonradan Kuzeybatı Kürdistan'daki siyasi örgütleri kurup liderlik yapanların neredeyse tamamına yakını -Saîd Elçî hariç- Türkiye'deki sol örgütlerde çalışmışlar, yani Türkiye İşçi Partisi’nde çalışmışlar, TKP de çalışmışlar, diğer sol örgütlerle ittifak arayışlarında falan bulunmuşlar. Doktor Şivan’ın, yani deyim yerindeyse, o taraflara bulaşmaması, Doktor Şivan’ın Kürdistan meselesini programatize etmesinde, bence bir avantaj olmuştur.
Şimdi, bu örgütlülük meselesi yani ben de şu anda da Kuzeybatı Kürdistan'da, temel problemin, bir devrimciler örgütünü yaratmak olduğunu düşünüyorum, söylüyorum, bunu yaratmak için çabalıyorum.
-Devrimci bir örgüt, onu biraz açıklayın, yani izleyicilerimiz de daha önce sormuştu, hani Marksist bir yapı mı, Kürdistanî bakış açısıyla nasıl bir örgüt?
-Devrimci örgüt demiyorum. Devrimciler örgütü diyorum. Bu ikisi arasında temel bir fark var: Birçok, kendisine devrimciyim diyen örgüt var ama bu örgütler; devrimcilerden, sadece devrimcilerden oluşmuyor.
Yani bugün, Kuzeybatı Kürdistan'daki partilerimiz var. Bu partiler diyorlar ki: “İşte, liberal de olsan, milliyetçi de olsan, komünist de olsan, tüccarlıkta yapsan, kabzımallık da yapsan, hatta tefecilikte yapsan üye olabiliyorsun onlara.”
Devrimciler örgütü, sadece devrimcilerden oluşan, bir ana çekirdeği temel alır.
Onun etrafında, yani şöyle düşünün: “Suya atılan bir taş gibi düşünün. Ortada bir devrimciler örgütü var. Onun etrafında yine örgütlü olan, çeşitli halkalar vardır. Sadece devrimcilerle devrim yapılmaz. Bunu biliyoruz. Ama eğer Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefine sahipsen, temel siyasal stratejin buysa, bunu ancak böyle bir devrimciler örgütü önderlik edebilir.” diyorum.
Fakat bunun, Doktor Şivan’ın da devrimciler örgütünden söz etmesiyle ilgisi yoktur. Yani bu konu, Doktor Şivan’dan çok önce de tartışılmıştır. Bilinen bir konudur. Doktor Şivan'dan sonra da benim kuşaktaki siyasilerin çoğu, birçok devrimci örgüt deneyi yaşamıştır.
Böyle bir örgütsel mücadele için, böyle bir örgütsel anlayış için, böyle bir referansa gerek yok. Yani bizim Doktor Şivan'dan sonra, 52 yıllık bir mücadele birikimimiz var.
Doktor Şivan’ın yaşadığı dünyada yaşamıyoruz. Apayrı bir dünyadır. Özellikle 1990’lardan sonraki dünya, apayrı bir dünyadır.
Onun için ben sınırlandırmaya çalıştım. Yani, bu olaylardan, ne dersler çıkarabiliriz? Hangi özelliklerini örnek alabiliriz? Bu yüzden siyasal mücadelede ciddiyet meselesi çok önemlidir. Ciddiyet, samimiyet, siyasal mücadelenin en önemli özellikleridir.
Bu aynı zamanda kendi içinde, şunu barındırıyor ki: “Kuzeybatı Kürdistan'daki mevcut siyasal örgütlerimiz, siyasal ciddiyetten yoksundurlar.” 1975 sonrası, siyasal kümelenmeler için de aynı şeyi düşünüyorum. Yani hem silahlı mücadeleyi savunacaksın, hem onun gerektirdiği örgütlere hazırlıkları yapmayacaksın. Bu siyasi ciddiyet yokluğudur.
Doktor Şivan’da, benim onun için esas önemli gördüğüm, bu siyasal ciddiyettir:
Kuzeybatı Kürdistan’ın topografyasını çıkarmak, Türk ordusunun Kuzeybatı Kürdistan'daki yerleşimini, birincil görev olarak önüne almak. Yani biz buralardan bakarak ancak, bu deneyimlerden ders çıkarabiliriz. Onun dışında, yani üzerinden yarım asır geçmiş yepyeni bir dünyadayız, 50 yıl önceki dünyaya göre. Elbette ki yeni örgüt anlayışı, yeni örgüt tarzları, yeni mücadele tarzları, yeni siyasal yaklaşımlar üretmek durumundayız.
Yani işte, kırlarda gerilla mücadelesiyle şehirleri kuşatmak, şehirleri ele geçirmek, o dönemde belki gerçeklik payı vardı, o mücadele tarzının. Peşmerge savaşının, partizan savaşının 50 yıl önce, 30 yıl önce, bir geçerliliği var idi. Ama mesela günümüzde, Kuzeybatı Kürdistan, Doktor Şivan’ın yaşadığı, bizim ilk gençlik yıllarımızda dâhil, %75’ ten fazlası köylü idi. Şimdi; %75, şehirlerde yaşıyor Kuzeybatı Kürdistan'da. Bu muazzam sosyolojik değişimi görmeden, siyaset yapmak, körlüktür. Onun için %75’i-%80’ni köylü olan bir toplumda, partizan savaşını, peşmerge savaşını kırlardan şehirleri kuşatmayı falan düşünmek, tartışmak, uygulamak anlaşılırdır. Ama artık, %75’in şehirde yaşıyorsa, silahlı mücadele düşünüyorsan, bu sosyolojiyi esas alarak düşüneceksin.
Yani, kendi toplumunun sosyolojisinden kopuk bir mücadele tarzıyla sonuç alamayız. Aynı şey yeni örgüt tarzları var, yeni mücadele tarzları var. Yani, 150 yıllık bir birikimimiz var. Sonuçta her iki Said bu 150 yıllık birikimimizin, kısa bir parantezidir. Bir bütün olarak, bu mirastan çıkaracağımız dersleri çıkarmalıyız. Olumsuz, yanlış gördüğümüz, yenilgiye neden olduğunu düşündüklerimizi de bilince çıkarmalıyız ki kendimizi bu hatalardan koruyabilelim.
Geçmiş tartışması, bizler bakımından iki şey için gereklidir: Bir, “Bugünün açmazları; bugünün açmazlarının kökleri, geçmiştedir. Hiç olmazsa, yakın geçmişi doğru dürüst anlayamazsak, bugünün açmazlarını, bilince çıkaramayız.” İkincisi; bizim için geçmiş, yarının kuruluşu sorunudur aynı zamanda. Geçmiş; bizim bakışımızla, bugünün açmazları ve yarının kuruluşu sorunudur. Burada böyle takım tutar gibi geçmişe bakmak, bize bir yarar sağlamaz. Çünkü yani artık, o dünyada değiliz. Bunları anlatmaya çalışıyorum ben.
-Ben zamanımı aştım. Söyleyeceğiniz bir şey varsa, lütfen buyurun programı kapatayım.
-Yani Kek Müfit’in son söyledikleri, konu dışı söylediklerinin çoğuna katılmıyorum ama bu bugünün tartışması değil.
Komplo; devlet komplosudur, yani devletin işidir. Devlet komplo kurar. Ama eğer; devletin planladığı bütün komplolar, başarılı oluyorsa, senin dönüp kendine bakman lazım.
Çünkü bir devrimci, bir siyasetçi olarak, senin işin, bu komploları boşa çıkarmaktır.
Eğer İran devleti, Türkiye devleti, Irak, Suriye devleti, komplolar kuruyorsa ve neredeyse planladığı bütün komplolar başarılı oluyorsa, dönüp kendimize bakmamız lazım. Bizdeki hangi arazlar, bu komploların başarılı olmasına yol açıyor diye onu tartışmamız lazım. Yoksa sabah-öğlen-akşam, devlet komplo kurdu, bizi öldürdü, mahvetti, perişan etti gibi belirlemeler hiçbir işe yaramaz. Çünkü devlet kendi işini yapıyor. Eğer devletin kurduğu komplolar başarılı oluyorsa, demek ki sen kendi işini yapmıyorsun ya da sendeki bazı zaaflar, bu komploların gerçekleşmesine zemin hazırlıyor demektir. Onun için tartışmayı buradan sürdürmek lazım.
İkincisi, analizlerin yokluğu cümlelerine katılmıyorum. Yani bugün, yakın dönem siyasal mücadelemiz hakkında, sayısız analizler var. Yapılan analizlere biz katılmıyoruz demek, başka bir şeydir. Ama Kürdistan’nın sosyolojisi hakkında da yakın dönem siyasal geçmişi hakkında da oldukça cildi kaynaklar var artık. Yani bizim gençlik dönemimiz gibi kaynak kıtlığı yok. Hatta kaynak bolluğu var. Yeterince analiz de var. Eksik olan, devrimci örgüt ve devrimci pratiktir. Buna yoğunlaşmak lazım. Bunun hazırlığında olmak lazım.
Sonuçta ne kadar çok süslü-keyifli analizlerin olsa da eğer; bu devrimci bir örgüte ve o devrimci örgütün devrimci pratiğine yol açmıyorsa, onun da şu dönemde; işte, bu sıkışmışlıkta, ulusal kurtuluş mücadelemize, çok fazla bir getirisi olmaz. Yani teori-pratik ilişkisi karşılıklıdır, Lenin: “Devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz.” der. Ama devrimci pratiğe dönüşmeyen teorinin de hiçbir işe yaramadığını da söyler Lenin.
Son olarak da yani Doktor Şivan’da, “sömürgecilik analizi” yoktur. Benim bildiğim kadarıyla Doktor Şivan, daha çok işgal-ilhak, faşizm, totalitarizm, askeri müdahale gibi kavramlarla izah ediyor. Bu çok önemli bir eksiklikte değildir. Çünkü aslında, yetmişler sonrası, yetmişli yıllardan sonra, Kürt siyaseti sınıfına egemen olan, sömürgecilik teorisi de aslında, Türkiye-Kürdistan ilişkisini yeterince açıklayabilen bir kavram değildir. Ama o dönem, Doktor Şivan’da benim bildiğim kadarıyla yoktur. Onun yerine daha çok, “işgal- ilhak” kavramları geçiyor.
Sana da Mehmet Müfit’e de teşekkür ediyorum. Bizi dinleyenlere de teşekkür ediyorum.
Utopia TV 30-11-2023