×
Îro dîsa li ser gorra te bûm !
admin
Îro dîsa li ser gorra te bûm !
Zinarê Xamo Salek dîsa pir zû derbas bû ! Aslan, sal dîsa zû derbas bû, me hew dît 9ê adarê hat jî. Ez û Hêvî îro dîsa bûn mîvanê te. Tu rastiyê dixwazî min ji bîr kiribû. Lê do ne pêr, nizanim çawa bû, wek heft kes ji min ra bibêjin, ”ma qe...

Li himberî êrîşên dagirkeran em hêza xwe bikin yek
admin
Li himberî êrîşên dagirkeran em hêza xwe bikin yek
Welatê me Kurdistan ji derveyî îradeya gelê me bi çar perçeyan ve hatîye perçe kirin. Eve nêzîkî sed salîye ku Tirkîye, Îran, Iraq û Sûrîye , di meseleya  Kurdistanê de hemû pirs û pirsgirêkên di navbera xwe de datînin alîyekî û bi hevdu re pla...

Radio Ashti
admin
Radio Ashti
Sipasdarê birayê Haci KardoxiAştî û Radio Ashtî me, sipasdarê dost û hevalên ku bi sebir 4 saetan li me guhdarî kirin û em bi tenê nehiştin im. Mixabin derfet nebû ku bersîvên temama pirsan bidim. Em di têkoşîna rizgarîya neteweyî de bi hev re n...

19 sal zû derbas bûn
Zinare Xamo
Sal zû derbas dibin, min hew dît salek din jî derbas bû û wa ye dîsa 9ê nîsanê hat. Erê pismamo, 19 sal di ser wefata te ra derbas bûn. Îro dîsa ez û Hêvî bûn mîvanên te. Lê vê carê em ne bi tenê bûn, Mumtaz Aydin Roza Kurdî, Erdal Kurdman, ez û Hêvî...

Xwezî gorr bihata zimên
Zinare Xamo
Xwezî gorr bihata zimên
Aslan, sal zû derbas dibin, me tew nedît 18 sal çawa derbas bû. Îro ez û Hêvî dîsa bûn mîvanê te. Li ber serê te me bi hesreteke kûr û bi xemgîniyeke mezin rojên borî yad kirin. Me bîstekê qala te kir. Hêvîyê got, qey qismet û nesîbê te ev ax, ev gor...

Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne.
Fuad Onen
Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne.
Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne.Dewleta Tirkîyê, li sê parçeyê Kurdistanê şerekî tûnd û dagirkerane dimeşîne. Li gorî rayedarên Sîstema Serwerîya Tirk, ev şer ji bo wan mijara bekayê (mayin-nemayinê) ye. H...

Me îro silavek da gorra hevalekî pir ezîz !
Zinare Xamo
  Mehmet Aslan Kaya 17 sal berê di rojeke wiha da di 51 saliya xwe da ji nişka ve, bêyî ku kesî nerehet bike, bêyî ku haya kesî pê xe wek çirayekê vemirî û çû gerdûneke din. Mirina wî ne malbata wî tenê, bi sedan, bi hezaran kesên ev kurdê fed...

Mirinê pir zû tu ji nav me bir lê navê te nemir e
Zinare Xamo
Mirinê pir zû tu ji nav me bir lê navê te nemir e
Min got pismam sal zû dibuhirin, 16 sal derbas bûn. Hemû dost û hevalên te, zarokên te dersa matamatîkê dida wan, xortên te alîkariya wan dikirin hemû mezin bûne û di civata Swêd da hatine der û meqamên muhîm, ji bo gelê xwe xebatên pir baş dikin. &n...

Xusûsîyetên Rojhilata Nêzîk
Fuad Onen
Xusûsîyetên Rojhilata Nêzîk
Di sîyeseta Kurdistanê de du problemên esasî hene. Yek jê, taleba desthilatîya navendî lawaz e, taleba jêr desthelatîye, bi tirkî ”alt îktîdar” ew taleb xurt e. Lê taleba desthelatîyên navendî lawaz e. Sedemek ji, ku sernîvîsa vê panelê j...

Serxwebûna Kurdistanê
Fuad Onen
Serxwebûna Kurdistanê
Sîyeseta partî, rêxîstin,saziyên bakurê Kurdistanê dev ji hedefa serixwebûnê berda ye. Ji delva hedefênserxwebûnê, otonomî, federalî an demokrasî te parastin. Di vir de anormalîyekheye. Yanî îro ji her demê betir taleba serxwebûn û yekîtîya Kurdistan...

Page 1 of 6First   Previous   [1]  2  3  4  5  6  Next   Last   
24

-Ne Yapmalı? : Hoş geldiniz. 12 Eylül askeri darbesinin 43. yılındayız. Türkiye'de gerçekleşen darbelerin nedenleri ve sonuçları üzerine değerlendirmelerinizi almak istedik. Sorlularımız daha çok Kürdistan mücadelesinin darbeler üzerindeki neden sonuç ilişkisi bağlamında olacak. İlk olarak sizin “Darbecilik Türkiye'nin yapısal özelliğidir” tespitinizi açmanızı isteyeceğiz.

-Öncelikle, Türkiye Egemenlik Sistemi’ni anlamak lazım: Türkiye Egemenlik Sistemi’ni de onun egemenlik aracı olarak kurgulanan Türkiye Cumhuriyeti de olağanüstü bir sistem ve olağanüstü bir devlet biçimidir. Bu devletin kuruluşunu, 1920 son Osmanlı Meclis-i Mebûsan’ın toplantısından başlatabiliriz. Son toplantıda, Felah-ı Vatan adında bir milletvekili grubu oluşturuldu. Bu grubun hedefi Mustafa Kemal'i meclis başkanı olarak seçmekti ancak, Mustafa Kemal yerine Rauf Bey(Orbay), Meclis başkanı olarak seçildi. Felah-ı Vatan grubu, meclise “Misak-ı Millî” adında bir bildiri sundu.

Son Meclis-i Mebûsan toplantısının önemi, Felah-ı Vatan grubunun, Misak-ı Millî bildirisini kabul ettirmesidir. Osmanlı imparatorluğu 1800’lerin sonundan başlayarak meşrutiyete geçmiş; meşrut-i meclisle yönetilen bir imparatorluk olmuştur. 11 Nisan 1920’de, Meclis-i Mebûsan kapatılır, bu meclisin kapatılmasıyla 23 Nisan 1920’de Ankara Meclisi açılır, fakat bu meclisin, hiçbir meşruiyeti yoktur. Ankara Meclisi, saltanat tarafından herhangi bir izni ya da kabulü olmayan, bir meclistir.

Ağırlığını Fellah-ı Vatan grubunun oluşturduğu, Mustafa Kemal'in; Sivas, Erzurum kongrelerinde yeni rejime kitle tabanı oluşturmak için yaptığı girişimlerden sonra, Kürdistan'dan, Lazistan'dan birçok insanın katılımıyla kurulan bir meclistir, Ankara Meclisi. Yani Ankara Meclisi, bir darbe meclisidir. Daha sonra, eğer o meclisi esas alırsak; ikinci darbe, 1923'te Lozan görüşmeleri sürerken yapılmıştır.

23 Nisan 1920’deki Ankara Meclisi, Mustafa Kemal'in kararıyla kapatılmıştır. Kapatılma nedeni, meclis içindeki tartışmalardır. Özellikle Lozan'da, Kürdistan meselesi ile ilgili tartışmalardan sonra, bu meclisin kapatılmasına karar verilmiştir. Yani kendi kuruluşu bir darbe olan meclis; 3 yıl sonra, meclisin içinden yeni bir darbeyle kapatılmış ve tümüyle Mustafa Kemal'in kontrolünde; 23 Nisan 1923’te, ikinci bir meclis kurulmuştur.

Bu ikinci mecliste, Kürdistan mebusu olanların çoğu, Kürdistanlı değildir. Daha çok Mustafa Kemal'in yanındaki kadrolardır. Kürt mebusların çoğu da Mustafa Kemal tarafından, Kürt ulusal varlığına karşı konumlandırılmış olanlardır. Bunlardan biri de Diyap Ağa'dır. Mustafa Kemal'in, Sivas kongresine katılması için Koçgiri’ den geçmesi gerekir; o dönem Koçgiri, Ali Şêr'in denetimindedir. Buradan geçtiği takdirde, öldürüleceğini bilen Mustafa Kemal, Diyap Ağa’nın 200 silahlı adamıyla Koçgiri’ ye girer. Alî Şêr, Kürt kanı dökmemek için Mustafa Kemal'in geçişine izin verir. Mustafa Kemal, geçişini Diyap Ağa'ya borçludur. 

Daha çok çetecilerle çalışan, başını Osmanlı paşalarının çektiği bir ekibin kurduğu bir Cumhuriyettir söz konusu olan. Cumhuriyetin kuruluş dönemine baktığımız zaman, bir Topal Osman gerçeği var. Bu cumhuriyetin kuruluşuna önemli katkıları olan bir çete lideri. Hem Karadeniz'de Rum jenosidine katılmış, Koçgiri'de katliamlara katılmış biri. Sonra da Mustafa Kemal tarafından öldürülmüştür.

Şimdi buraya kadar şunu anlatmaya çalışıyorum; bu devlet olağan bir devlet değil. Aslında Birinci Dünya savaşının her iki tarafının da beklediği, savaştan sonra, Osmanlı adında bir devletin kalmamasıdır. İngiliz bloku kazanırsa, zaten Osmanlıyı ortadan kaldıracak. Prusya bloku kazanırsa, süreç içinde o da Osmanlıları ortadan kaldırılacak diye düşünülüyor.

1917 Ekim Devrimi, bütün bu hesapları alt üst eden bir devrim. Aslında Türkiye Cumhuriyeti, varlığını 1917 Ekim devrimini borçludur. Yani kuruluşu da bir tarihsel tesadüftür.

Şimdi burada sıkıntımız şu: Türkiye Cumhuriyeti'ni Türkiye'deki sağcılar ve solcular olağan bir devletmiş gibi değerlendiriyorlar. Oysa Türkiye Cumhuriyeti: bir proje. Bu projenin esası da Osmanlı bakiyesinden bir ulus ve ülke yaratmak. Osmanlı imparatorluğu da çok uluslu ve çok ülkeli bir imparatorluk; bakiyesi olan Türkiye de böyle: “Siz, çok uluslu çok ülkeli bir coğrafyada; bir tek ulus ve tek ülke yaratmak isterseniz, kaçınılmaz olarak Jenoside başvurursunuz.”

Türkiye Cumhuriyeti projesinin üzerine oturduğu tarz, jenosidal bir tarzdır. Ermeni, Süryani, Rum, Lazlara dönük, kısa süreye sığdırılan, bir jenosid uygulanmış. Ve bu projenin gerçekleşmesinin önünde tek engel olarak da Kürt millet hakikati ve Kürdistan hakikati kalmıştır. Yüz yıldır bu projenin gerçekleşmesi için çalışan bir devlet vardır. 

Olağanüstü şartlarda, bir tarihsel tesadüf sonucu kurulmuş bir devletten söz ediyoruz. Kuruluşu, darbelerle gerçekleşmiş, çetelerle çalışan, devletten olağan bir burjuva devletinin uygulamalarını beklemek; burjuva demokrasisi gibi işlemesini beklemek, doğru değil. Yüz yıllık pratiği de bunu göstermiştir.

Darbelerin esas mantığı da bu projeyi gerçekleştirmektir. Bu projeye dair herhangi bir tehdit algıladığı zaman bu sistem; darbe dâhil her tür metodu kullanagelmiştir. Sırasıyla her 10 yılda bir darbeden söz ediliyor. Aslında birçok da gizli darbe vardır. En sonuncusuna baktığımız zaman onu görüyoruz. 15 Temmuz darbe girişimi var. Ama aynı girişim sırasında bu sefer, AKP'nin klasik devlet güçleriyle uzlaşarak gerçekleştirdiği bir darbe var. 

Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihi, bir darbeler tarihidir. TC’nin ulaşmayı hedeflediği projeye tehdit algılandığı zaman,  (son dönemlerdeki adı beka meselesidir) darbeler gerçekleşir. Bu yüzden darbelerin her zaman Kürdistan meselesiyle ilgili bir yanı olmuştur ve darbe gerçekleştikten sonra da Kürdistan üzerinde uygulamaları olmuştur. Birinci meclis kapatılıp ikinci meclis kurulduktan sonra, 24 Anayasası kabul ediliyor. Bu Kürdistan ve Kürt millet hakikatini reddeden bir anayasadır.

1960'ta bir darbe olmuş. Darbenin ilk yaptığı işlerden biri, 485 Kürt ileri gelenini Sivas'ta bir kampa toplamak olmuş. Birkaç ay sonra 430’u bırakılıp, 55 tane önde gelen Kürdistan'daki nüfus sahibi insanları Türkiye’nin farklı yerlerine sürmüşlerdir. Bunlardan birisi de Faik Bucak’tır. İlk uygulamalarından biri bu olmuş ve hemen darbe gecesi, CENTO’ya bağlılık ilan edilmiş. CENTO dediğimiz; içinde Pakistan da var olsa da aslında Kürdistan’ı kendi aralarında paylaşan devletlerin, Kürdistan'daki başkaldırılara karşı kurulan, ABD'nin patronajında iş gören bir kuruluştur.

12 Mart'ta baktığımız zaman aynı şeyi görürüz. 2016 darbe girişimi ve işte sivil darbe denilen darbe sonrasına baktığımız zaman da Kürdistan'ın her 3 parçasında yoğun bir işgal savaşı sürdürdüklerini görüyoruz.

-NE Yapmalı? : Şimdi bu 60 darbesine dönmek istiyorum. Genel itibariyle darbelerin Kürdistan'a bağlantılı olduğunu söylediniz. 1960 darbesi öncesi Kürdistan ile alakası olan gelişmelerden bahsedebilir misiniz?

İç Kürtler ve Dış Kürtler

-Daha geriden başlatmak lazım. Türk devletinin iki türlü bir Kürt algısı var: Türk devlet literatüründe bunlar iç Kürtler ve dış Kürtler olarak tasnif ediliyor. 1941’de; Kuzeyden Sovyetler Birliği, güneyden İngiltere, İran’ı işgal ettiği zaman, Türk devleti hemen teyakkuza geçer. İran'daki rejim zayıflarsa orada hâlâ silahlı olan Kürt aşiretlerinin ve oradaki Kürdistanî örgütlerin devletleşmeye yönelebileceğini düşünürler. Hem İngiltere'nin nezdinde, hem Sovyetler Birliği nezdinde girişimlere başlanır. Dolayısıyla Türk devletinin Kürdistan meselesinde, bütün antenleri açıktır. Türkiye, sadece Kuzeybatı Kürdistan'daki gelişmelere endeksli olarak siyaset belirlemiyor.

1958'de, Irak'taki Kasım darbesinden sonra da Türkiye devleti, Devlet dediğim aslında bu bir sistem. Görünürde bir devlet var ama Türkiye'de devlet hiçbir zaman görünür devletle sınırlı olmamıştır. Türkiye'nin sağ siyaseti, hep bir Kemalist vesayetten söz ediyordu, kastettikleri budur. Şimdi AKP, MHP'nin kurduğu bir paralel devlet var. Demek ki her zaman görünür devletinin arkasında duran ve bu devleti yöneten başka bir devlet var. Bu devlet, Irak'taki Kasım darbesini kendisi için tehdit olarak görür. Hem o zaman Sadabat Paktı’nda ortaktırlar Irakla.

Türk ordusunun sınırı geçerek, bu darbeyi etkisizleştirmeye çalışma kararı alınmış ancak darbe başarılı olmuştur. Ve Türkiye Irak'a müdahale edemez. ABD de o dönemde vize vermemiş olabilir. Bunun üzerine daha Demokrat Parti döneminde Güney Kürdistan'la ilişkili oldukları, iddiasıyla 50 Kürt öğrenci aydını gözaltına alınır. Bunlardan biri cezaevinde yaşamını yitirdiği için 49'lar olarak anılırlar.

Yani devletin; Kürdistan'a karşı refleksi, 27 Mayısla başlamış değildir, ondan önce başlamış. Ondan sonra da bu refleks daha düzenli bir hale getirilmiştir. 27 Mayısçılar ve 27 Mayısçıların devirdiği yönetim Kürdistan meselesinde aynı tahayyüle aynı programa sahiptirler. Mele Mustafa Barzani'nin Sovyetler Birliği'nden dönüp Kasım tarafından karşılanması ve Güney Kürdistan'da ciddi bir kitle desteğinin oluştuğunun görülmesi de Türk devleti açısından bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu, 27 Mayıs darbesinin nedenlerinden biridir.

Olağan dışı devlet biçimlerinde; bir devlet biçiminden diğerine geçiş karmaşık bir süreçtir. Yani Kürdistan meselesi Türkiye'deki bütün darbelerde önemli bir etkendir. Ama bütün darbelerin, Kürdistan meselesi üzerinden yapıldığını söylemek de bana kalırsa yanlıştır:

Bu süreci bütün yanlarıyla değerlendirmek lazım. Esas itibariyle, Türkiye'deki egemen sınıflar arasındaki çelişkiler bir faktördür. Türkiye'nin emperyalist devletlerle ilişkileri bir başka faktördür. Cılız da olsa, Türkiye'deki sol sosyalist hareketin varlığı bir başka faktördür. Yani darbeleri tek faktörle izah etmek bana doğru gelmiyor ama Kürdistan meselesi bütün darbelerde önemli bir faktördür.

NE Yapmalı? : 27 Mayıs darbesi ile hazırlanan anayasa, Türkiye solunun önemli bir kısmı tarafından, ilerici bir paye biçilerek anılıyor. Kürdistan'dan bakıldığında, bu biçilen paye doğru mudur? Siz 27 Mayıs Anayasası'nı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türk devletinin, ilerici bir şey yapması, teorik olarak mümkün değildir. Türk egemenlik sistemi jenosidal bir sistemdir. Bir sistem eğer jenosidal ise ondan daha geri bir sistem zaten yoktur. Yani bizim bildiğimiz jenosid, insanlığa karşı işlenen en büyük suçlardandır. Ve bu suçların en planlısı en katısıdır. Şimdi bunun üzerine şekillenmiş bir devletten ilericilik beklemek bu devletin anayasasında ilericilik keşfetmek, bu sistemi tanımamak demektir.

27 Mayıs anayasasının bir takım yasal değişikliklerle; düşünce özgürlüğü konusunda birtakım olanaklar sağlamış olması, bu anayasayı ilerici yapmaz. Bu anayasa da diğer bütün Türkiye anayasaları gibi jenosidal bir anayasadır. Bu açılımları; düşünce özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin azaltılması üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Türkiye'de solcular, karşılarına çıkan olgular, nasıl tanımlanmışsa öyle kabul ediyorlar.

Mesela şunu düşünmek lazım; Türkiye'de Kemalizm’in kitlelere ulaşması, yaygınlaşması, ilericilik, ulusal kurtuluşçuluk olarak lanse edilmesi, 27 Mayıs sonrasında gerçekleşmiştir. Bu da daha çok solcular üzerinden gerçekleştirilmiştir. Yani Kemalizm’e meşruiyet kazandıranlar, 27 Mayıs Anayasası’nın; onlara, bir takım özgürlükler verdiğini söyleyen Türkiyeli solculardır.

Mustafa Kemal'i koruma kanunu Demokrat Parti zamanında çıkarılmıştır. Eğer birini korumayı, yasalarla sağlamaya çalışıyorsan, toplum içinde ona dönük ciddi bir tepki olduğunu kabul ediyorsundur.

Mustafa Kemal; “eleştirilebilir, saldırıya uğrayabilir” diye, Demokrat Parti tarafından Mustafa Kemal'i koruma yasası çıkarılmıştır. Ama 27 Mayıs'tan sonra bakıyoruz, sözüm ona düzen muhalifleri de dâhil ama esas olarak bu düzenin sahipleri, yeni bir Kemalizm üretmişler ve bu Kemalizm, laik halkçı ilerici, Mihri Belli'nin deyimiyle “sosyalizm arasında aşılmaz duvarlar olmayan” bir Kemalizm.

Kemalizm nedir? Kemalizm’in özünün, jenosidal bir sistem olması, yani Kemalizm’in içine her şey girebilir: İslamcı olabilir, laisist olabilir, anti-emperyalist olabilir, emperyalizmin uşağı olabilir. Ama bir tane özelliği var; Tek millet, tek ülke, tek devlet, tek bayrak. Bu asla değişmez, şimdi bu asla değişmiyorsa, Kemalizm’in özü budur.

Yani bu coğrafyada bir millet, bir vatan, bir devlet, bir bayrak ilanıdır. Ve bu jenosidal proje, 27 Mayıs sonrasında hem darbeyi yapanlar tarafından, hem de düzene karşı olması gereken solcular, sosyalistler tarafından; ilerici, laik, modern bir akım olarak tarif edilmiştir. Dolayısıyla bu sonuca baktığımız zaman; aslında, 27 Mayıs Anayasası’nın niye bazı sınırlı hak ve özgürlükler tanıdığını da daha rahat anlarız. Bu özelliklere bakıp; 27 Mayıs'ı ilerici bir darbe, 27 Mayıs Anayasası’nı da ilerici kabul etmek, her bir şey olabilir ama devrimcilik değildir!  Komünistlik hiç değildir! Dolayısıyla, 27 Mayıs da diğer bütün darbeler gibidir.

Türkiye, kapitalist sistemin olağan dışı devlet biçimlerinden biridir.

Şimdi bunu ısrarla söylüyorum. Kapitalizmin olağan devlet biçimi, burjuva demokrasidir. Ya da son günlerde Öcalan'ın daha çok propaganda ettiği sözcükle söylersek, kapitalizmin olağan devlet biçimi Demokratik Cumhuriyettir. Ama sadece Türkiye'de değil, bütün kapitalist ülkelerde, ekonomik ama daha çok siyasi bunalımlar döneminde, devlet olağan dışı biçimler de alabilir.

Türkiye'deki darbeler de bunlara bir örnektir. Ve Türkiye'de aslında ciddi bir sorun da şudur: Türkiye'de solcular, muhalifler, son dönemde Kürt hareketleri; devletin kendisini hedefleyeceklerine,  daha doğrusu sistem üzerinden devletin kendisini hedefleyeceklerine, bir takım devlet biçimleriyle uğraşmaktadırlar. Yani sorun, bu devleti ortadan kaldırmak, bu devleti yıkmaktır.

Kürdistan bakımından sorun, bu devleti Kürdistan'dan çıkarmak. Devletin farklı biçimleri arasında, çok büyük ayrılıklar koyanlar, her zaman bu sistemin bir devlet biçimini savunmak durumunda kalıyorlar. Bu anlayış önemlidir.

Faşizm tartışmaları da böyle bir şeydir. 12 Eylül ile ilgili tartışmalardan biri de faşizmdir. Türkiye'de bir de sürekli faşizm teorileri vardır. Faşizm de olağan dışı bir devlet biçimidir. Burjuva devletinin aldığı biçimlerinden biridir ama çok özel bir biçimdir. Esas adını, işte İtalyan faşizminden almakla beraber, daha çok Alman faşizmi üzerinden analiz edilmiştir.

Bu bir devlet biçimi, yani devletin bir içeriği var. Bu içeriği farklı tarzlarda örgütleyerek, farklı devlet biçimleri oluşturabiliyor. Herhangi bir devlete faşist deyince, ondan daha kötüsü olmazmış gibi her devlet biçimi değişikliğinde işte bu faşizmdir, artık faşizm değil, faşizmlerden söz ediliyor, Türkiye'deki devlet biçimi, tartışmalarında. Oysa faşizm de demokratik Cumhuriyet gibi özü itibariyle bir burjuva diktatörlüğüdür ama çok özel bir olağanüstü diktatörlüktür.

Bu ayrımı yaparken özünün burjuva diktatörlüğü olduğunu unutmamak gerekir. Türkiye’de, bu yüzyıllık tarihe baktığımız zaman, bir türlü sosyalistlerin gündemine sosyalist devriminin gelmemesinin bir nedeni de budur. 1920'li yıllar zaten “Milli Kurtuluş Savaşı” yıllarıydı;  sosyalist devrim olmazdı. Ondan sonra bir dönem, Demokrat partinin Türkiye'yi emperyalizme bağladığı bir dönemdi; anti-emperyalist olmak lazımdı. Sosyalist devrim olmazdı. Sonra milliyetçi cephelere geldik, işte 12 Mart'a karşı mücadele etmek gerekti. En son vardığımız nokta hedef AKP-MHP faşizmine karşı mücadele etmek oldu. Bu sosyalist yaklaşım bakımından kabul edilemez.

Faşizmle demokratik Cumhuriyet arasındaki farkları da çok abartmamak lazım. Her katliama başvuran devlete de faşist dememek lazım. Birçok devlet biçimleri var, askeri diktatörlükler var, asker, polis devletleri var. İran'daki devlete faşist diyemiyoruz. Ama o da olağan bir burjuva devlet biçimi değil. Azerbaycan'daki böyle, Ermenistan'daki de böyle, Ukrayna'daki de böyle. Yani her devleti, kendi somutluğunda tartışmak ve her katliam görünce de buna faşizm dememek lazım. Özel-somut, belki yeni kavramlar geliştirmek gerekir.

-Ne Yapmalı?: Bütün darbelerin Kürdistan'la bağlantılı olduğunu söylediniz. 80 darbesine gelirken, Kürdistan'daki gelişmelerin darbenin gerçekleşmesine etkisini değerlendirebilir misiniz?

-27 Mayıs darbesinde de 12 Eylül darbesinde de Türk Devlet terminolojisinden yola çıkarak söylersek “Dış Kürtlerin” tehdidi daha önemli bir faktördür.

12 Eylül öncesinde 1979’da, İran'da Humeyni darbesi oldu. Humeyni darbesinden sonra, Doğu Kürdistan’ın önemli bir kesimi, Kürt örgütlerinin kontrolü altına girdi.  Hem Kürdistan Demokrat Partisi, hem KOMALA, bölgede egemen hale geldi. Ve uzun dönem süren görüşmeleri oldu Humeyni ile. Doğu Kürdistan'ın özerkliği hakkında idi bu görüşmeler. Bu ilişkiler, Humeyni'nin İran'a dönmesinden önce başlamıştır ve geldikten sonra da sürmüştür. Bu, Türk devleti bakımından önemli bir tehdittir. 12 Eylül'e giden süreçte, Doğu Kürdistan'daki gelişmeler önemlidir. Tabii aynı zamanda İran'daki Humeyni darbesi, NATO için de bir tehdittir. Dolayısıyla demin söylediğim gibi bütün bu faktörleri birlikte değerlendirmek zorundayız. İç Kürtler bakımından, Kuzeybatı Kürdistan'da 68'de başlayan, hatta 65'lerde başlayan bir süreç yetmişlere, yetmiş sekizlere doğru ciddi bir ivme kazandı.

Ayrılıkçı programa sahip on ikiye yakın Kürdistanî örgüt vardı. Ve bu örgütlerin her birinin de ciddi sayılabilecek bir kitle desteği var idi.

Bu içeriden gelişen Kürt hareketinin tehdididir. Onun için 12 Eylül'de, hem dış Kürtlerin, hem iç Kürtlerin mücadelesinin, bu darbenin oluşmasına yol açan, temel faktörlerden biri olarak değerlendirmek lazım. Zaten hemen sonrasında bu darbenin yaptıklarına bakarsanız:

Kürdistan'da il, ilçe, köy, mezra, ne varsa hepsine askeri operasyonlar yapılmış, binlerce Kürdistanlı cezaevlerine doldurulmuştur. Bunlarla sınırlı kalmayıp, 1983'de, Güney Kürdistan'a bir operasyon da yapılmıştır. Ama bu operasyon atıl kalmıştır. Yani birkaç gün süren bir operasyon idi. O operasyon sırasında, sanıyorum iki tane Türk askeri öldürüldü. Irak Komünist Partisi saflarında savaşan Hakkârili bir Kürt genci de öldürüldü. Yani darbenin hemen sonrasında yapılanlara baktığımız zaman, darbenin hedeflerinden birinin ne olduğunu da görüyoruz.

12 Eylül darbesiyle 12 Mart'ı kıyasladığımız zaman, bence önemli bir faktör şudur: Darbecilerin bile beklemediği bir sessizlik oluştu, 12 Eylül darbesinden sonra. Yani darbeyi planlayanlar güçlü bir silahlı muhalefetin gelişeceğini düşünüyorlar. Hatta bazı yerlerde stadyumlar hazırlanmış idi.

Ancak böyle bir silahlı direniş görülmedi. 12 Mart'la kıyaslayacak olursak; 12 Mart'ta, sol hareket de Kürt hareketi de çok daha yeni ve kitle desteği çok daha az olduğu halde, ciddi bir muhalefetle karşıladı 12 Mart'ı. 12 Eylül'de bunu görmedik.

Bunun temel nedenlerinden birinin şu olduğunu düşünüyorum; 12 Mart devrimci hareketin yükseliş dönemine denk geldi. Yükseliş dönemine denk geldiği için de devrimci hareket gelişmeye devam etti. Ama 12 Eylül devrimci hareketi gerek Türkiye'de, gerek Kürdistan'da, gerilediği bir dönemde yapıldı. Biz zaten gerilemeye, çözülmeye başlamıştık, gerek Türkiye'de gerek Kürdistan'da.

1978’de Kürdistan'da altı örgüt vardı. 1979’da 12 örgüt vardı. Aynı şey Türkiye'de de var. Eğer Türkiye solu, 78’e 30 örgütle girdiyse, 79'da 60 örgüte ulaştı. Bu çözülmeler, aslında gerilemenin tezahürü idi. Yani giderek ortamın sertleştiği anlaşılıyordu. Ama ne Kürdistan'da, ne Türkiye'de, geleceği bilinen bu darbeye karşı ciddi bir devrimci hazırlık yoktu. Biz gelen darbeye karşı hazırlık yapmak yerine, iç tartışmalarla meşgul idik. Bir de önümüze çıkarılan faşist hareket vardı ve ufkumuz daha çok bunlarla mücadele etmek üzerine idi. ( Türkiye için söylüyorum, çünkü Kürdistan'da ciddi bir faşist hareket yoktu.) Ama Türkiye'de solcuların ufku, daha çok faşistlerle savaşmak, faşist hareketi geriletmek, Milliyetçi Cephe hükümetini düşürmekti. Ufku bunlarla sınırlı olduğu ve içinden de çözülmeye başladığı için 12 Eylül darbesi, ciddi bir devrimci muhalefetle karşı karşıya kalmadı.

Ne Yapmalı? : 12 Eylül darbe sonrası gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Başarılı olduğunu düşünüyor musunuz?

12 Eylül darbesinin kendisi o ilk devrimci varlıkları göçertmek bakımından başarılı olmuştur. Ama “12 Eylül Rejiminin” Kürdistan'da başarılı olduğunu söylemek zordur. İlk evreden sonra gruplar toparlanıp, propagandalarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Kürdistan'da bir meşruiyet kazanmamıştır 12 Eylül darbesi.

Türkiye için aynı şeyi söyleyemem. Yani Türk toplumu 12 Eylül darbesini kısa sürede meşru bir darbe olarak görmüştür. Çünkü Türk toplumunun reaksiyonları diyeyim daha çok devletle bağlı reaksiyonlarıdır. Yani devlet tehlikedeydi ve darbe devleti bu tehlikeden kurtardı. Zaten 12 Eylül'ün temel propagandası da bu idi. Bu yüzden kısa sürede Türk toplumunda 12 Eylül darbesi için bir rıza üretilmiştir. Ama Kürdistan'a böyle bir rıza üretilememiştir. Çünkü Kürt toplumunun bu devletle ilişkisi Türk toplumunun devletle ilişkisinden çok farklıdır.

Kürt toplumu daha çok devleti, kendisine düşman kabul eder. Türk toplumuysa bunu kendi devleti olarak kabul eder ve üstelik varlığını bu devlet formuyla kalıcı olarak düşünür. Bu açıdan bakıldığında, Kürdistan'da başarılı olduğunu düşünmüyorum.

Daha sonra gelişen olaylar, özellikle 84 silahlı mücadelesinden sonra gelişen olaylardan, (84 - 94 yıllarındaki silahlı mücadele) Kürt toplumu, bu devleti Kürdistan'dan çıkarabileceği umuduna kavuşmuştur. Bu çok önemlidir. Yani bu açıdan bakıldığında, oldukça başarısız olmuştur. 12 Eylül Rejimini devamıyla beraber aldığımız zaman, (özellikle 84 - 94 dönemi) Türk devletinin Kürdistan'dan çıkarılabileceği umudu ve inancı gelişmiştir. Bu yüzden beklediğinin tersi sonuçlara yol açmıştır diyebilirim 12 Eylül.

-Ne Yapmalı? : Uzun bir süre seçimlerde yeni bir anaya vaadi yapıldı. 12 Eylül Anayasası’nın bir krizi olarak da nitelendirildi bu durum. Sizce bunda Kürdistan'ın 4 parçasındaki gelişmeler, bu krizi tetiklemiş olabilir mi? Devleti sağlamlaştırmak üzere hareket eden düzen güçleri var. Bu sağlamlaştırmanın önüne geçebilmek için Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimcilerin önünde ne gibi görevler duruyor?

-Şimdi Türkiye'deki siyasal partililerin; esas itibariyle, 12 Eylül anayasası ve rejimiyle bir sorunları olmadığını düşünüyorum. 12 Eylül darbesinden iki yıl önce, 1978 Eczacıbaşı holding tarafından düzenlenen bir ekonomi toplantısı var. O toplantıya; Avrupa'dan, Amerika'dan da ekonomistler katılır. Toplantının sonuç belgelerine baktığımız zaman, Türkiye'de ekonomi düzeninde ciddi değişiklikler yapılması gerektiği söylenir. İthal-ikameci politikalardan vazgeçmek, özelleştirmek daha sonra 24 Ocak kararları ve Özal döneminde sürdürülen ekonomi politikasının esasları, 1978'de o toplantıda atılmıştır.

24 Ocak kararları da bu toplantının devamıdır. O toplantıda aynı zamanda şu da söyleniyor:  “Bu sendikaların, derneklerin ve sol siyasal hareketlerin gücü, bizim bu değişiklikleri yapmamıza engeldir.” deniyor. Yani açıktan darbe yapın demiyor. Ama yani darbe de yapılması gerekir diye anlıyorsun. O toplantının sonuç belgelerine baktığınızda ...84’te gelen Turgut Özal, zaten aynı zamanda Kenan Evren'in ekonomiden sorumlu bakanıdır. Tasfiye edilen Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi zaten bu düzene karşı değildirler. Hem 12 Eylül rejimine, hem iktisadi olarak bu rejimin getirdiklerine de karşı değildirler. Siyasi olarak da karşı değildir.  Zaman zaman karşı olduğunu söyleyen bir CHP var. Ama CHP'de hiçbir zaman, 12 Eylül Anayasası'nın temel maddelerine karşı koymamıştır. Yani değiştirilmesi teklif edilmeyen maddeler Türk siyasetinin ortak rızasıdır

O günden bu yana, sayısız maddeleri değiştirildi bu anayasanın. Ama anayasanın özü olduğu gibi kaldı. Şimdi tartışılan yeni anayasa da 12 Eylül anayasasının özünü muhafaza etmek üzere tartışılıyor. Millet ittifakının 12 Eylül anayasasına itirazı yok. Millet ittifakının itirazı, başkanlık rejiminin başkanlık rejimine de Millet İttifakı'nı oluşturan partililerin tamamı, aynı ölçüde karşı mıdır? Bunlardan hangisi seçimle devlet başkanı olsalar, bu devlet başkanlığı rejimini de sürdürebilirler. Ama bu yeni anayasa tartışmaları, 12 Eylül anayasası zemininde yapılmıyor. AKP'nin yaptığı değişikliklerle oluşturulan, başkanlık rejimi üzerinden yapılıyor.

Dolayısıyla Türkiye'deki egemen siyaset içinde şu anda demokratik denilebilecek bir yeni anayasa önerisine sahip. herhangi bir parti yoktur. Kısmi değişiklikler her zaman mümkündür. Arka planda kendi içindeki çatışmalar önemlidir. AKP'nin ürettiği yeni ve oldukça güçlü bir sermaye sınıfı var. Bu yeni sermaye sınıfı, arkasına devlet gücünü de aldığı için daha önceki klasik sermaye sınıfına göre avantajlı durumdadır. Bunlar arasındaki tartışmaların tezahürüdür yeni anayasa tartışmaları. Yoksa Türkiye toplumunda da egemen Türk siyasetinde de adına yeni diyebileceğimiz, bir anayasa talebi yoktur.

Ortaya çıkan tartışmalara, Kürdistan meselesinin şöyle bir etkisi vardır:

“1990'dan sonra; geleneksel, Kürt yoktur.” politikası terk edilmiştir. Bu Özal ile başlamış; Demirel ve İnönü'yle sonra Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller'in sonra Bülent Ecevit ile ve en sonunda AKP eliyle Kürt yoktur politikası terk edilmiştir.

Tek tek Kürtlerin varlığı kabul edilmektedir. Ancak gerek Kürt millet hakikati, gerekse Kürdistan hakikati hala reddedilmektedir. Bu dışarıdan işte demokratik, ilerici gibi görünen adımlar, Kürdistan meselesini Kürt meselesine dönüştürme çabası için gerekli reformlardır. Bu reform adımlarını bütün Türk siyasi partileri atabilir.

Yani AKP bu adımı atmaz da CHP mutlaka atar diye bir şey yoktur. CHP de iktidara gelse, AKP de iktidarda kalsa, MHP de iktidarda kalsa, Kürdistan meselesini, Kürt meselesine dönüştürmek için gerekli yasal değişiklikleri, her bir parti yapabilir. Ancak bu 12 Eylül rejiminin özüne bir itiraz değildir.

Yani bu, doksandan sonra, özellikle Sovyetlerin çözülmesinden sonra, başlayan post-modern dünya savaşının, Türk devleti tarafından algılanan tehditleriyle ilgilidir.

Esası da Yakın Doğu'da, bağımsız bir Kürdistan'ın kurulmasıdır. Bunu önlemek için Kuzeybatı Kürdistan'da; meseleyi Kürdistan meselesinden çıkarıp, Kürt meselesini dönüştürmek için herhangi bir Türk siyasi partisi, bu reformları yapabilir.  Aslında SHP'nin 1990'da yazdığı Güneydoğu raporu, AKP'nin ve şimdi de CHP'nin öteki muhalif partilerin söylediklerinden daha ileri bir rapordur. Demek ki bu işin başlangıcı 1990'lı yıllardır.

Artık: “Kürtler vardır ama Kürdistan meselesi, Kürt millet meselesi yoktur.” diyorlar. Bu söylemin gereği, birtakım düzenlemeler yapmaları mümkündür ve anayasa tartışmalarında da zaman zaman bunlar gündeme gelmektedir.

Yapılması düşünülen reformların zirvesi, Avrupa Birliği Yerel Yönetim Şartı’dır. Bu da özellikle, PKK ve bağlı örgütler tarafından, neredeyse bir devrim mertebesinde tartışılmaktadır. Son on beş yılda sürdürülen, İmralı süreçlerinin temel maddesi de budur.

Bu tip gelişmeler mümkündür. AKP'de, CHP'de, Kürdistan'daki gelişmelere bağlı olarak, (Kürdistan'daki gelişmeler dediğim zaman da sadece Kuzeybatı Kürdistan'daki gelişmeleri kastetmiyorum.)  kendilerini güçlü hissettikleri zaman böyle reformlara başvurabilirler.

 

-Ne Yapmalı? : Bu tip reformlar Kürtler tarafından da ilerici görülüyor. Özal için ilericiydi, müsaade etmediler gibi söylemler var. Bu ilericilik payesi, Kürdistan'daki siyasi özneler tarafından daha çok dillendiriliyor aslında.  Siz de bahsettiniz: “ilerici değil. Kürdistan meselesini ve Kürt milleti meselesini, hasıraltı etmek için bu tip çıkışlar yapılıyor.” dediniz. Bunun önüne geçmek için hem Kürdistandaki devrimciler, hem de Türkiye devrimcileri açısından önümüzdeki görevler nelerdir?

-Bu aslında çok karmaşık bir mesele değildir. Literatürümüzde devrim-reform ilişkisi, çokça tartışılmıştır. Egemen sınıflar, gelişen bir devrimci hareketi engellemek için bir takım reformlara başvurabilirler. Bundan bağımsız olarak da sistemin daha sağlam oturması için de bir takım reformlar yapabilirler. Bizi ilgilendiren tarafı, devrimci bir hareketin önünü almak için yapılan reformlardır. Bu durumda da devrimci hareket güçlüyse, bu reformları reddedip, devrimci mücadelesini sürdürür.

Eğer devrimci hareket yenilgi dönemini yaşıyorsa, gerileme dönemindeyse, bu reformlara ilgisiz kalır. Ama bu reformları bir devrim heyecanıyla karşılamak, devrimci olmamaktır. Dünyanın her tarafında, her devlet zaman zaman bir takım reformlara başvurur.

Devrimcilerin görevi, devrim yapmaksa, bu reformları devrim perspektifinde değerlendirmeleri lazım. Sıkıntılı olan şudur; Türkiye solunda da Kürt hareketinde de egemen siyaset tarzı, reformist ve konformisttir . Şimdi egemen siyaset tarzı zaten kendisi reformist ve konformist ise sistemin kendini sağlama alma, devrimci mücadelenin önünü almak için yapacakları reformları da bir devrim heyecanıyla karşılarlar. Ama bu devrimci olduklarından değil, devrimci olamadıklarındandır.

Bu mesele çok da karmaşık değildir. Devrim reform ilişkisi hakkında Lenin’de, Marx'ta, bütün siyasal önderlerin kitaplarında, konu çok açıktır. Bu kitaplara da gerek yok. İnsan devrimciyse, bunun reformla ilişkisini anlamak çok zor değildir. Ama zaten kendisi reformcuysa ona da yapılacak bir şey yoktur. Bu reformcu anlayış ve yapıları tasfiye etmeye çalışmak dışında yapılacak bir şey yoktur.

Posted in: Tirki

Comments

There are currently no comments, be the first to post one!

Post Comment

Name (required)

Email (required)

Website

SAVAŞ DÖNEMİNDE; HUKUK SUSAR, GÜÇ KONUŞUR.
Fuat Önen
SAVAŞ DÖNEMİNDE; HUKUK SUSAR, GÜÇ KONUŞUR.
Kürdistani siyasetin bundan çıkaracağı dersler var: Yani birincisi, bu 13 yılda, doğru dürüst hazırlanmadığımız anlamına geliyor bu. Yani 13 yılda, binlerce Kürt gencinin kanıyla kazanılmış bazı mevziler var idi. Bugün bu mevzilerin, tehdit ve teh...

ÇÖZÜM SÜRECİNDEN SÖZ EDEBİLMEK İÇİN TARAFLARIN BİRBİRLERİNİ TANIMALARI LAZIM
Fuat Önen
ÇÖZÜM SÜRECİNDEN SÖZ EDEBİLMEK İÇİN TARAFLARIN BİRBİRLERİNİ TANIMALARI LAZIM
. Kuzeybatı Kürdistan’daki legal Kürt siyaseti çok kötü bir sınav verdi yani henüz ortada devlet tarafından çizilen bir çerçeve olmadan sırasıyla ”muhatap biziz, muhatap biziz, bizi de muhatap alın” diye sıraya girdiler. Oysa bu mes...

YA DEVRİM, SAVAŞI ÖNLER YA DA SAVAŞ, DEVRİME YOL AÇAR.
Fuat Önen
YA DEVRİM, SAVAŞI ÖNLER YA DA SAVAŞ, DEVRİME YOL AÇAR.
Bölgede ve belki de dünyada, devrimci dinamiklerin en fazla faal olduğu ülke Kürdistan'dır. Maalesef; egemen siyaset tarzı, egemen siyaset sınıfımız, bu gerçekliğin uzağındadır. Ama doğrular inatçıdır ve biz de bu doğruları inatla savunmaya, bütü...

Modernite
Fuat Önen
Modernite
Buradan bir devrim çıkmaz. Önce onu söyleyelim. Bu bir karşı-devrimdir! Kime karşı, karşı devrim? Osmanlı İmparatorluğu'nun bakiyesinde kalan ezilen uluslara karşı bir karşı-devrimdir. Türkiye'deki Sosyalist - Komünist Harekete karşı, bir kar...

TÜRK DEVLETİ'NIN KÜRDISTAN'A DÖNÜK SINIR SEFERİ
Fuat Önen
TÜRK DEVLETİ'NIN KÜRDISTAN'A DÖNÜK SINIR SEFERİ
Kürdistan'daki savaş, esas savaş dinamiği, işgalci-sömürgeci devletlerdir. Bu çok uzun süren, bir işgal olduğu için zaman zaman bu geriler, zaman zaman tırmandırılır. Ama savaş durumu, işgal sürdüğü müddetçe devam eder. 2015, özellikle Temmuz'...

DÜNYA NİZAMININ DAĞILMASININ KÜRDISTANA ETKİLERİ
Fuat Önen
DÜNYA NİZAMININ DAĞILMASININ KÜRDISTANA ETKİLERİ
Bundan sonraki dönem için ben: “Bağımsız Birleşik Kürdistan'ı hedefleyen devrimci partilerin, örgütlerin daha fazla güçleneceğini, Kürdistan’ın bütün parçalarında, özellikle; Kuzeybatı Kürdistan’da da bağımsızlıkçı düşüncenin da...

KÜRDİSTAN TARİHİNDE, 1925 HAREKETİ
Fuad Onen
KÜRDİSTAN TARİHİNDE, 1925 HAREKETİ
1925 ayaklanması dini bir hareket miydi, milli bir hareket miydi? Bunu (bu tartışmaları) yapanlar, esas itibariyle kolonyalistlerdir. Bu hareket milli bir harekettir. Dini motifleri yaygın olarak kullanılmıştır. Hareketin öncüsü, Nakşibendi şeyhidir....

KÜRDİSTAN DEVRİMİ, SÜREKLİ DEVRİM OLMAK ZORUNDADIR
Fuat Önen
KÜRDİSTAN DEVRİMİ, SÜREKLİ DEVRİM OLMAK ZORUNDADIR
Bir parçada başarı kazanmak Kürdistan meselesini çözmez. O başarının kalıcı olması için bir sürekli devrim anlayışına sahip olmamız lazım. Yani Güney Kürdistan'da, bir federal yapı olunca, Güney Kürdistan kurtulmuş olmuyor. Kürdistan meselesi, bi...

KÜRDİSTAN'DA DEVRİMCİ SİYASET
Fuat Önen
KÜRDİSTAN'DA DEVRİMCİ SİYASET
Lenin'in bir sözü var: “Zincirde öyle bir halka var ki o halkayı tuttuğun zaman, bütün zinciri kontrol edersin.” Kuzeybatı Kürdistan için söylersem: “Bu halka, devrimciler örgütünün oluşturulmasıdır.” Bu oluşturulmadığı...

AYRILIKÇI YAZILARIN İKİNCİ CİLDİ ÜZERİNE
Metin Sandalci
AYRILIKÇI YAZILARIN İKİNCİ CİLDİ ÜZERİNE
Bu denli kesin tanımlamalar üzerinden oluşmuş siyasal hedef ve perspektiflerin teorik-pratik etkisi, ikili bir görevle karşı karşıyadır. Bir taraftan yenilgi ve yılgınlıklardan oluşmuş egemen siyaset tarzının etkilerini yıkmak, diğer taraftan devrimc...

Page 1 of 26First   Previous   [1]  2  3  4  5  6  7  8  9  10  Next   Last   
123movies