Tarih konusuna girerken, bir fazlalık ve bir eksikliğe işaret etmek gerek. Fazlalık, Türk resmi tarihidir. Özellikle Kuzeybatı Kürdistan'da okumuşlar; çocukluklarından, gençliklerinden itibaren, orta yaşa kadar, sürekli bu resmi tarihle yüz yüzedirler. Çok erken yaşlarda başladığı için de bu resmi tarih, bir ölçüde, insan beynine nüfuz ediyor.
Türk resmi tarihi de tarih değil, tarih falsifikasyonudur. Yani, tarih sahtekârlığıdır. Ve Türklerin resmi tarihi, tarih olmaktan öte, bir ideolojidir. Türk Egemenlik Sistemi’nin yönetim enstrümanlarından biridir: Türk tarih tezi ve Türk resmi tarihi. Dolayısıyla, İstanbul'un işgalinden, 15-16 Temmuz Darbe Teşebbüsü ‘ne kadar, herhangi bir konuda düşündüğümüz zaman ya da tartıştığımız zaman, öncelikle Türk resmi tarihi fazlalılığından kurtulmamız lazım. Çünkü bu resmi tarih, tarihi ters yüz eden, Türk Egemenlik Sistemi’nin bir enstrümanıdır.
Bir eksikliğimiz de tarih konusunda, Kürt siyaset sınıfı, Kürt aydınları genel olarak Kürdistan, bir çöle benziyor. Kendi tarihimizi biz yazmıyoruz. Bizim tarihimizi daha çok yabancılar ama yabancılar içinde e düşmanlarımız yazıyor: Türkler yazıyor, Araplar yazıyor, Acemler yazıyorlar.
Bunların dışında; Avrupalı seyyahların yazdıkları var. Ama Kürdistan'da, tarih ilmini almış ve Kürdistan tarihi üzerinde çalışan, çok fazla kadromuz yok. Hatta Kuzeybatı Kürdistan söz konusu olduğunda, hemen hemen hiç yok. Tarih konusunu yazanlar, daha çok emekli öğretmenler ya da emekli siyasetçiler oluyor. Bu da görünüşte tarihi metinler olan metinlerin, ajitasyondan öteye gidememesini yol açıyor. Dolayısıyla bu eksikliği giderdiğimiz, o fazlalığı da attığımız ölçüde, tarihi olaylara daha gerçekçi, daha doğruya yakın yaklaşabiliriz.
Öncelikle antlaşma ve anlaşma arasındaki farkı açmak gerek. Bu ikisi arasında fark var: Diğer dillerde de bu iki disiplin, ayrı ayrı kavramlarla dile getirilir. Örneğin bizim Kürtçede antlaşmaya biz “peyman” deriz. Anlaşmaya ise “lihevkirin”, “lihevhatın” deriz. Antalaşma devletleri bağlar, anlaşma ise bağlamaz. Lozan Antlaşması, bir barış antlaşmasıdır. Birinci Dünya Savaşı'nı bitiren antlaşmalardan birisidir. Bunlar; bir anlaşma ve antlaşmalar silsilesidir. Bunu Sykes-Picot’dan başlatabiliriz. Sykes-Picot da bir antlaşma değil, bir anlaşmadır Kimlerin anlaşması; 1915’te başlıyor, tarafları arasındaki tartışmalar. Britanya, Rusya, Fransa ve sonradan İtalya'ya bunlar arasında birtakım yazışmalar gerçekleşiyor.
1916’da; İngiltere ve Fransa'nın temsilcilerinin adlarıyla bir Sykes-Picot belgesi çıkıyor. Çarlık Rusya'sı buna bir takım itirazlarda bulunarak, bu metni kabul ediyor. İlk metni kabul ediyor. Ancak, İtalya'nın itirazları var; çünkü, 1915’te, İtalya savaşa dâhil olduğu zaman, İhtilaf Kuvvetleri saflarında, İtalya'ya bazı vaatlerde bulunulmuş; Ege'de, Akdeniz'de. Sykes-Picot da bunlar yok. İtalya'nın itirazı üzerine; 1917’nin ortasına doğru, Saint-Jean-de-Maurienne diye, bir toplantı yapılıyor, Savoya dükalığın’ın (şimdi Fransa’da bir il) bir kentinde. Buna İtalyanlar, Fransızlar ve Britanyalılar katılıyor. Ancak o dönem, Şubat devriminden sonra Kerenski hükumette. Rusya'da iç kargaşa fazla. Kerenski hükümeti, bu toplantıya katılamıyor. Bu toplantıda, bahsi geçen 3 devlet anlaşıyorlar. İtalya'ya Konya, Aydın ve İzmir veriliyor. Eğer savaş biter, itilaf kuvvetleri galip çıkarsa, İtalya'nın payına, Akdeniz ve Ege'de bu üç önemli il veriliyor.
Daha sonra Ekim devrimi gerçekleşince, Lev Troçki Dışişleri Bakanı’dır. Lev Troçki, Dışişleri bakanlığındaki bütün dolapları kırarak, gizli belgelere ulaşır ve bu gizli belgelerin hepsini ifşa eder. Bu anlaşmaların kendilerine sağladığı imtiyazları almayı reddederek, bu emperyalist devletler arasındaki gizli anlaşmaları, ifşa ederler. Bu nedenle, Sykes-Picot “anlaşma” olarak kalır, “antlaşmaya” dönüşemez.
Çünkü antlaşmaya dönüşmesi için taraf devletlerin, kendi yetkili organlarında bunu onaylaması lazım. Sovyetler bunu deşifre edince, bu bir proje olarak kalır. Ancak bunun etkisiz olduğunu söyleyemeyiz,
Birinci savaştan sonra, Orta Doğu'daki siyasi sınırlar, bir ölçüde, bu Sykes-Picot’daki anlaşma üzerinden şekillenir. Yakın Doğu'daki sınırlar, Sykes-Picot’a göre düzenlenemez. Çünkü Sykes-Picot ’da, İngiltere Kürdistan'dan çıkıyor. Musul eyaleti denilen Güney Kürdistan’la; şimdi Rojava denilen Küçük Güney Fransa’ya veriliyor. Kuzeybatı Kürdistan’ın illeri de Antep, Mardin vs, Fransa’ya veriliyor. Kürdistan’ın kuzey bölgeleri ise Rusya’ya veriliyor. İngiltere, sadece Hemrin Dağı civarında, sınırlı bir Kürdistan toprağına sahip oluyor. Hemrin Dağı, Orta Güney Kürdistan'ın en doğu ucu. Yani biz, Kürdistan'ın güney sınırlarını çizdiğimiz zaman, Çiyayê Kurmanc’dan, Çiyayê Hemrin’e kadar tarif ederiz. Çiyayê Kurmanc Afrin'deki Kürt dağıdır. Çiyayê Hemrin de Güney Kürdistan'ın uç noktasıdır. Bağdat, İngiltere'ye verildiği için İngiltere orada, Kürdistan'ın birkaç kilometre karelik bir alanına sahip oluyor.
Aslında Sykes-Picot’ un, bir önemi şudur: Bu itilaf devletleri, aynı zamanda çelişkileri de olan devletleridir.
Özellikle Britanya'yla Rusya arasında tarihten gelme ciddi çelişkileri var. Karadeniz üzerinden Rusya'nın; sıcak denizlere inme ihtiyacından dolayı, savaştan sonra yeni bir çatışma çıkmaması için Fransa, bir tür, Britanya'yla Rusya arasında tampon vazifesi görüyor. Sykes-Picot’daki düzenleme böyle. Ancak savaştan sonra; Britanya, Musul'a da göz dikip, ortaklarının payını da ele geçirmeye çalışır.
Buradaki asıl mesele petrol değildir. Kerkük-Musul, bölge olarak enerji ve de enerji yolları bakımından, çok stratejik öneme sahiptir.
Sykes-Picot Orta Doğu'da uygulanabilmiştir. Ama Yakın Doğu'da uygulanamamıştır. Daha çnce söylediğim gibi nedeni İngiltere'nin, hem Fransa'ya, hem İtalya'ya vaat ettiği topraklara göz dikmesidir. Bu anlaşma Yakın Doğu ve Kürdistan bakımından kadük bir anlaşmadır. Ama mesela Filistinliler, Sykes-Picot anlaşmasına ateş püskürürler. Çünkü Filistin coğrafyası bir bütün olarak Ortadoğu'da Sykes-Picot’un etkisi ile şekillenmiştir.
Sykes-Picot’'tan sonra, bu anlaşmalar silsilesinin bir önemlisi, 1918’de Brest-Litovsk Anlaşması’dır. Almanya; Prusya; Avusturya, Macaristan ve Osmanlılar, yeni Sovyet yönetimine, bir barış dikte etmek isterler. Bir toplantı yapılır.
Bu yapılan toplantıdan ve bir iki ay süren tartışmalardan sonra, ( Lenin'le Troçki arasında, ciddi bir tartışmaya da vesile olaur )Brest-Litovsk Anlaşması imzalanır(3 Mart 1918). Bununla da Sovyetler Birliği'nin elindeki birçok toprak alınır. Onlara birçok müeyyide uygulanır. Brest-Litovsk Anlaşması da bir barış antlaşmasıdır.
Sonra Versay Antlaşması yapılır (28 Haziran 1918). İtilaf Kuvvetleri'nin, Almanya'yı teslim alan anlaşmasıdır. Almanya'nın birçok toprağı Polonya'ya, Fransa'ya verilmesinin yanında; Almanya'nın, bütün deniz aşırı sömürgeleri, Almanya'nın elinden çıkar. Ve ordusu tasfiye edilmek durumunda kalır. Çok ciddi savaş tazminatı talep edilir Almanya'dan. Bu da bir barış antlaşmasıdır. Niye barış antlaşmasının altını çiziyorum, değineceğim.
Versay’dan sonra, bu sefer sıra Avusturya'ya gelir. Avusturya'yla imzalanan anlaşma da Saint-Germain Anltaşması’dır (10 Eylül 1919). Avusturya, Macaristan zaten artık bölünmüş. Avusturya'ya da birinci savaşın bedelini ödetirler. Saint-Germain'den sonra, Neuilly Anltaşması (27 Kasım 1919) var. Sırada Bulgaristan var. Bulgaristan da yenilen tarafın devletidir. Ondan hemen sonra, Trianon Anltaşması (4 Haziran 1920) var. O da Macaristan'ı teslim alan antlaşmadır. Ve nihayet 10 Ağustos 1920’de Sevr Anlaşması imzalanır. Şimdi Sevr’in üzerinde biraz duralım. Türk resmi tarihinde Sevr ve Lozan hep birlikte ele alınır. Sevr'in “anlaşma mı, antlaşma mı?” olduğu tartışmalıdır.
Çünkü Sevr kadük bir antlaşmadır. Daha çok bir anlaşmadır. Çünkü Sevr'de; yani, Sevr’in konusu, itilaf kuvvetlerinin, itilaf devletlerinin amacı; yeniden, Osmanlı İmparatorluğu'na, bedel ödetmesi, onun topraklarını kendi aralarında paylaşması ve Osmanlı’nın ertesinde, bir küçük devlet bırakmasıdır. Sevr’in esas amacı budur. Ancak, bu anlaşma; ne Osmanlı padişahı tarafından -o zaman İstanbul'daki Meclisi-i Mebûsan feshedilmiştir- ne de Ankara'daki meclis tarafından onaylanmamıştır. Onaylanmadığı için bir anlaşma olarak kalmıştır. Sadece devletlerin temsilcilerinin, imzalaması onu bir antlaşmaya dönüştürmez. Eğer o imzalar devletin ilgili kurumlarınca da yani bu meclis olur, kongre olur, senato olur her neyse. Onlar tarafından da onaylanır ve yürürlüğe girerse, o zaman antlaşma olur.
Dolayısıyla; Sevr, uygulanmış bir anlaşma değil. Bunun çeşitli nedenleri var. Ama en önemli neden -Birinci Dünya Savaşı sonrasını anlamamız için en önemli olay- 1917 Bolşevik Devrimi'dir. Çünkü Rusya galip taraftır. Ancak Sovyetler, bu galibiyeti kabul etmemektedir. Bu itilaftan çekilmiştir. Ve bu sefer savaş artık, Sovyetlerle Britanya, Fransa ve öbür kapitalist devletler arasındadır. Bu savaş sonrasını anlamamız için önemlidir. Mesela bir Ermenistan sorunu var.
Sevr de Kürdistan'ın, Kuzeydoğu kesimlerinin birçok illerini kapsayan, bir Ermeni Devleti projesi var. Ancak Ekim Devrimi’nden sonra, Sovyet Ermenistan'ı kurulur. Ermenilerin, Batı Ermenistan dedikleri; aslında, Kürdistan toprakları da Ermeni nüfusundan arındırılır. Dolayısıyla; Ankara Hükümeti'ni ilk tanıyan devlet de Ermenistan Cumhuriyeti'dir.
İngilizler, eğer, onların deyimiyle Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurulursa, bunun ileride Sovyet Ermenistan'ıyla birleşebileceğini düşünüp,
Anadolu'daki bir Ermenistan'ı kendileri için tehlike kabul etmişlerdir.
Böyle kabul ettikleri için Lozan'da; Ermeni kartı, Ermenistan yoktur.
Azınlıklar bölümünde vardır. Ama bir devlet olarak Ermenistan yoktur. Bunun da esas nedeni, Ekim Devrimi ve sonrasında kurulan devletleridir. Bunlardan bir tanesi de Ermenistan'dır. Bu nedenle Sevr’de, Ermenistan değil ermeni azınlığı konu edilmiştir.
Şimdi geldik Lozan'a. Lozan da bir barış anTtaşmasıdır. Barış sözcüğünün altını niye çiziyorum?
Çünkü son yirmi yılda, Kuzeybatı Kürdistan'da, Kürdistan’ın diğer parçalarında da özellikle PKK eksenli siyasi hareketler, şöyle bir slogan yaydılar. Ve Kuzey Kürdistan'da bu sık sık kullanılır.
O da şu: “En kötü barış, en iyi savaştan daha iyidir.” Bu, Kuzey Kürdistan'daki mücadeleyi nötralize etmek ve bunu sistem içine çekmek için uydurulmuş bir slogandır.
Örneğin, Versay Barış Antlaşması, çok kötü bir barış antlaşmasıdır. Ve birçok düşünür, Versay Anlaşması'nın, daha sonra, Almanya'da Nazi hareketinin gelişip kitleselleşmesinde önemli bir faktör olduğunu söyler.
Demek ki her zaman, en kötü barış, en iyi savaştan daha iyi değildir. Lozan'da bir barış anlaşmasıdır ve yüz yıldır; Kürdistan'ı, cendere içine almış, Kürt millet hakikatini ve vatan hakikatini ortadan kaldırmaya dönük, bir barış antlaşmasıdır. Ve 100 yıldır 4 işgalci devletin Kürdistan’da sert bir işgal savaşı sürdürmelerine yol açmıştır. Kötü bir barış yeni savaşların nedeni olur.
Asıl üzerinde durulması gereken bir taraftan Lozan'a karşı çıkıyor görünüp; öbür taraftan, barışı fetiş haline getirmek, tutarlı bir tutum değildir. Bunun için bütün bu saydığım antlaşmaların, barış anlaşmaları olduğunun altını çizmek gerek.
Bir diğer tanımlama da şudur: Bunlar aynı zamanda, emperyalist anlaşmalardır. Şimdi emperyalizm sözcüğünün de iki tür kullanımı var biliyorsunuz. Biri; Lenin'den önce, daha çok, büyük devletlerin dış politikadaki yayılmacılıklarını ifade etmek için kullanılan emperyalizm sözcüğüdür. Bu sözcük; aslında günümüzde de kullanılabilir bir sözcüktür.
Bu bakımdan; yani, kelimenin bu anlamıyla kullandığımız zaman, Osmanlı İmparatorluğu da emperyal-emperyalist bir devlettir. Yayılmacı sömürgeleri olan bir devlettir. Birinci Dünya Savaşı; zaten, emperyalistlerin kendi aralarında dünyayı bölüşmek için çıkardıkları bir savaştır. Bu savaştaki bütün taraflar emperyalisttir.
Bütün taraflar emperyalist olduğu için, bunların devamları da öyledir. Yani; mesela, Prusya'dan sonra 18-19 Alman Devrimi var.
Bismarck Cumhuriyeti'nin yıkılışı var. Onun devamı da emperyalisttir. Öyle emperyalisttir ki İkinci Dünya Savaşı'nı başlatmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti de bu anlamda, emperyalist bir devlettir. Yani Kürdistan'ı, Lazistan'ı, Pontus'u, Ermenistan'ı insansızlaştırmaya çalıştıran, İskenderun Sancağını ilhak eden bir cumhuriyettir karşımızdaki. Kelimenin ilk anlamıyla, Türkiye Cumhuriyeti de emperyalist bir devlettir.
Lenin, kapitalizmin finans kapital dönemini, emperyalizm sözcüğüyle karşıladı. Daha önce de kolonyalizim sözcüğü çıktığı için emperyalizmin bu ilk kullanım anlamı, biraz geride kaldı. Ama ben hala işlevsel olduğunu düşünüyorum.
Lozan Antlaşması birkaç ay süren bir konferanslar dizisidir. Sanıyorum iki defa masadan kalkılmış. Sonra tekrar gelinmiştir. Lozan Antlaşması; İtilaf Devletleri'nin, Osmanlı'nın devamı olarak tanımaya hazır oldukları, Türkiye Cumhuriyetiyle hesaplaşma konferansıdır.
Yani nasıl ki Almanya'ya, Avusturya'ya, Macaristan'a, Bulgaristan'a bir hesap, bir bedel ödetmişlerse, Lozan'da da Türkiye Cumhuriyeti'ne bu bedel ödetilmiştir. Şimdi, Lozan Konferansı'nda birkaç madde tartışılır. En önemlilerinden biri, sınırlar meselesidir. Bu sınırlar meselesi içinde; Musul, özel bir tartışma alanıdır. Kapitülasyonlar meselesidir. Boğazlar meselesidir. Ulusal azınlıklar meselesidir.
Bunların hemen hiçbirinde, Türklerin iddia ettiği gibi Cumhuriyet'in bir başarısı söz konusu değildir.
Sınırlar konusunda, Sovyetler Birliği'yle olan sınır, 1921 Moskova Anlaşması esas alınarak kabul edilmiştir.
Suriye ile olan sınır, 1921 Ankara Anlaşması’yla kabul edilen sınır, kabul edilmiştir. Yunanistan'la olan sınır, savaş tazminatları tartışıldığı için, Yunanistan'a da bir savaş tazminatı verilmesi söylenilir. Ve Yunanistan'dan; Karaağaç ve Bosna Köyü, tazminatlara karşılık gelmek üzere Türkiye'ye verilir. Daha önceki anlaşmalarda Doğu Trakya, Batı Trakya ayrımı sağlanarak, Trakya'nın yarısı Yunanistan'a, yarısı Türkiye'ye bırakılır.
Boğazlar meselesi çözülmemiştir. Orada bir takım kararlar alınmış olsa da daha sonra 1936’da, Montrö Boğazlar Sözleşmesi'yle Lozan'daki eksiklikler giderilmiştir.
Esas tartışmaların yaşandığı iki yer var: Biri Güney Kürdistan, Musul eyaleti olarak tartışılmıştı. O zamanki Musul eyaleti, Kerkük'ü, Duhok u, Süleymaniye'yi, o bütün bölgeyi içine alan bir eyalettir. Bizim Güney Kürdistan dediğimiz bölgenin tamamıdır.
Bir de İskenderun Livası var, İskenderun Sancağı diye geçiyor. Oraya bir parantez açmak gerek:
Musul meselesinde, anlaşma sağlanamamıştır. Esas olarak Türkiye Cumhuriyeti; Musul'u, İngilizlere bırakmayı kabul etmiştir. Ancak bu sınırın nereden geçileceği konusu, İngiltere'yle Türkiye arasındaki müzakerelere bırakılmıştır. Ve eğer İngiltere'yle Türkiye anlaşamazlarsa, buna Cemiyet-i Akvam’ın karar vereceği kabul edilmiştir. Sonunda 1926 Ankara Anlaşması’yla Güney Kürdistan, Irak'ın içinde kabul edilmiştir. Bu İngiltere'ye vermek anlamına gelir.
Şimdi, İskenderun Sancağı’na geldiğimiz zaman, bu çok bilinmez. Herkes Suriye'nin, eskiden beri Suriye olduğunu, Irak'ın eskiden beri Irak olduğunu falan düşünür. Aslında o yıllarda; şimdi, Suriye dediğimiz topraklarda, altı tane devlet var: Şam Devleti, Halep Devleti, Dürzi Devleti, Lübnan Nusayri Devleti ve İskenderun Sancağı. İskenderun Sancağı, Halep Devleti'ne bağlıdır. Ve Lozan'da da İskenderun Sancağı, Suriye'nin bir parçası olarak kabul edilmiştir. Yani Fransa'ya pay kabul edilmiştir.
Ancak daha sonra, 1938’de Fransa Suriye'den çekildikten sonra, Türkiye Cumhuriyeti, ketenpere ile önce orada bağımsız bir devlet ilan etmiş. Sonra da onu ilhak etmiştir. Yani; Türkiye Cumhuriyeti, Lozan'da, sınırlar konusunda, hiçbir başarı elde edememiştir.
Bütün bunlara baktığımızda Türk resmi tarihinin iddia ettiği gibi nitelik olarak Sevr'den farksızdır. Bir barış antlaşmasıdır ve emperyalist bir barış antlaşmasıdır.
Sevr’e göre, Lozan’da, Türkiye Cumhuriyeti kısmi kazanımlar elde etmiştir; batılılar, Sovyetlere karşı bir tampon olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin fonksiyonel olacağını düşündükleri için, bunu ortadan kaldırmamışlar. Böyle bir devleti kurmuşlar. Yani bu batılılar tarafından kurulan bir cumhuriyettir, Türkiye Cumhuriyeti. Kemalistlerin yedi düvele karşı mücadelesiyle kurulmuş bir devlet değildir. Tam tersine emperyalist devletlerle uzlaşarak onların patronajında kurulmuştur.
Lozan Antlaşması süresince; yani, Lozan konferansları süresince,
üç ayrı karar alınmıştır. Bunlar önemli. Lozan’ı gerçekleştirmek için; Türkiye Cumhuriyeti'nin esas derdi, yaptıkları hükümet darbesinin,
batılılar tarafından kabul edilmesidir. 1919-1923 dönemi, bir “Milli Kurtuluş Savaşı” asla değildir. Emperyalistler arası savaştan, bir milli kurtuluş çıkmaz.
1919-1923’te Osmanlı ordusunun savaştığı tek silahlı güç; Yunan ordusudur. Ve bir de Koçgiri'de, Kürtlerle savaşmışlardır. Pontuslarla,
Lazlarla savaşmışlardır. Olan; Ankara'da kurulan meclis üzerinden, bir hükümet darbesi yapılmıştır. Ve Batılıların bu hükümet darbesini kabul etmelerini ve kendilerini tanımalarını istemişlerdir.
Bunun karşılığında, Batılılara neler verilmiştir? Mesela, 1 Kasım 1922’de, hilafet ve saltanat birbirinden ayrılarak saltanat kaldırılmıştır. 1922’ye kadar Mustafa Kemal'in bütün konuşmalarına bakınız; saltanat ve hilafeti kurtarmak üzere sahada olduklarını söyler. İngilterenin talebi üzerine 3 mart 1924 de hilafet kaldırılır. İngiltere'nin özellikle Hindistan'la olan sorunları var. İngiltere'ye verilmiş bir tavizdir; Hilafetin kaldırılması.
Konferansa ara verildiği; Nisan1923olmalı, Amerika Birleşik Devletleri'yle Chester Anlaşması imzalanmıştır. Bu, Sivas, Van. Musul, Kerkük üzerinden, Adana Yumurtalık Hattı'na kadar uzanan, sanıyorum; dört bin kilometrelik bir demir yolu hattı anlaşmasıdır. Ve bu demir yolunun her iki tarafında da sağında yirmi, solunda yirmi kilometre olmak üzere, Amerikalılara verilmiştir.
-Henüz Cumhuriyet ilan edilmemiş; ama Ankara'daki Ankara Meclisi'yle imzalıyor chester anlaşmasını. Sivas, Van Musul, Kerkük
oradan, Adana Yumurtalık Hattı'na kadar giden, bir demir yolu projesidir Daha önce, Münih-Bağdat demir yolu var. Almanya'nın, Osmanlı İmparatorluğu'yla yaptığı antlaşma; Almanya artık yenildiği için, bu antlaşma uygulanamıyor. Yani artık bu işi Almanya yapmayacak. Amerika Birleşik Devletleri devralmış oluyor.
-Kemalistler Lozan Anlaşması'yla hükümet darbesinin, batılılarca meşru kabul edilmesi ve artık, İstanbul Hükümeti'nin tanınmamasını sağlamışlardır. Bunun karşısında; batılıları ikna etmek için gizli tuttukları, verdikleri ödünler var:
Bunlardan biri, hilafetin kaldırılmasıdır. Diğeri, ABD'yle imzalanan Chester Antlaşması'dır. Üçüncüsü, yine konferansa ara verildiği bir dönemde 19 Şubat 1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi'dir.
Kemalistler, Batılılara diyorlar ki: “Biz, kapitalist bir nizam inşa edeceğiz. Kapitalizmin dışına çıkmayacağız. Bizi Sovyetlerle aynı tutmayın.” Çünkü 1919-1922 arasında, Sovyetler tarafından, çok ciddi olarak desteklenmiştir Kemalistler.
Sovyetler de o zaman, İngiliz yayılmacılığına karşı Türkiye Cumhuriyeti'nin bir tampon olacağını düşündükleri için, hem İngiltere, hem Sovyetler, aynı mantıkla yanaşmışlardır.
Kemalistler, diyorlar ki: “Biz kapitalistiz. Evet, kapitülasyonları kaldırıyoruz. Ama imtiyazlarınız başka şekillerde devam edecektir.
Biz sosyalist değiliz. Sovyetlerle ilişkimiz, Sovyetlerin,
bize desteğiyle sınırlıdır. Biz Sovyet çizgisinde bir devlet olmayacağız. Ve hilafeti de kaldırıyoruz.” diyorlar. Lozan Anlaşması'nın esasları bunlardır.
Lozan ile Kürd milletinin Devletleşme Hakkı gasp edilmiştir.
Lozan Anlaşması, bizim için, ne anlama geliyor? Lozan Anlaşma'nın, Kürdistan için anlamı şudur; 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması'yla imzalanan Safavi-Osmanlı sınırı, İran-Türkiye Cumhuriyeti sınırı olarak güncellenmiştir.
Yani, Osmanlı Kürdistanı denilen Kürdistan, üçe bölünüyor. İlkinde Safevi ve Osmanlı arasında bölünen Kürdistan, Lozan Anlaşması'yla dörde bölünüyor. Bu sefer, Irak'la Suriye arasına, yeni bir sınır çekiliyor ve bu sınır, benim, Orta-Güney Kürdistan dediğim, işte, şu anki Güney Kürdistan'la, Batı Kürdistan arasına bir sınır çekiliyor. Türkiye-Irak arasındaki sınır, Kuzey Kürdistan'la Güney Kürdistan'ı ayırıyor. Suriye sınırı da Kuzey Kürdistan'la Küçük Güneyi ya da işte, Batı Kürdistan dediğimiz parçayı ayırıyor. Birinci özelliği bu.
İkinci özelliği, Kürt milletinin devletleşme hakkı gasp edilmiştir. O dönem, gerek Kürdistan Teali Cemiyeti, gerekse de birçok Kürt oluşumu tarafından, ABD'ye, Paris barış konferansına, bir dizi başvurular yapılmış. Ama Lozan'da, itilaf kuvvetleri; Kürtlerin, Kürt milletinin devletleşme hakkını gasp etmiştir. Bizim için esas önemi, Lozan Anlaşması'nın önemi buradan geliyor.
Lozan Anlaşması'nın tam adını kimse kullanmıyor. Lozan Konferansı'nın tam adı: “Yakın Doğu İşleri Hakkında Lozan Konferansı’dır.” Yani bu konferansta, Yakın Doğu'daki sınırlar tartışılmıştır. Yakın Doğu, Anadolu ile Ortadoğu arasındaki bölgedir. Bunlar exoname’dırlar, dışarıdan isimlendirmedirler. Bu isimlendirmeler, Bizansiyendir. Bizanslılar için, dünyanın merkezi İstanbul'dur. İstanbul'un doğusundaki Bizans toprağı Anatolia'dır O da zaten doğu anlamına geliyor.
Anadolu Kürdistan'da bitiyor. Şemsettin Sami'nin Kâmûsü'l-A'lâm’ı var. Onun bir de Kâmûs-ı Türkî'’si var. Orada mesela, Kürdistan'ı tanımlarken diyor ki: “Kürdistan'ın batısında, Anatolia var.”
Anatolia'yı tanımlarken: “Anatolia'nın doğusunda, Kürdistan var.” diyor. Yani İstanbul dünyanın merkezi. İstanbul'un doğusundaki Bizans toprağı, Anatolia. Anatolia'nın doğusu; yani, Anatolia'nın komşuları, Yakın Doğu. Onun daha ötesi Orta Doğu, daha daha ötesi Uzak Doğu’dur. Ve bu aslında; ikinci dünya savaşına kadar da literatürde böyle tanımlanır. Çünkü yakını olmayan, Orta ve Uzak Doğu, mantık dışıdır. Bir yerde Ortadoğu varsa, Uzak Doğu da varsa, Yakın Doğu'nun da olması lazım. Kürdistan yakın doğunun merkezi ülkesidir.
-Yakın Doğu Kürdistan'dan ibaret değildir. Şöyle düşünmek lazım. Karadeniz'in doğusu, oradan Akdeniz'in doğusuna inin. Oradan Afrika'nın kuzeydoğusuna inin, kimileri Mısır'ı da alır Yakın Doğu'nun içine. Yani bu çok net sınırları olan tanımlamalar değil bunlar. Esas önemi, Bizans'ın doğudaki topraklarının az ötesi, Yakın Doğu’dur.
Yani isim konusunda İngilizlerle İnönü arasında tartışma çıkar. İnönü önce buna, Şark Konferansı adını önerir. İngilizler bunu kabul etmez. Kısa tartışmalardan sonra; “Yakın Doğu İşleri Hakkında Lozan Konferansı” ismi kabul edilir.
Bunu üzerinde neden durmak gerek? Yakın Doğu-Orta Doğu ayrımını yapmadan, Kürdistan meselesini anlayamazsınız. Orta Doğu'da, gereğinden fazla devlet yapısı var, birinci savaştan sonra. Yani, Arapların bilmem kaç tane devleti var. Yakın Doğulu Topluluklar, devletsiz bırakılmışlardır. Yani bunların içinde; Pontuslar var, Lazlar var, güneyde Nusayriler var, Arap Nusayrileri var. İskenderun, Lazkiye, Tertus bölgesindeki Nusayriler var.
Yakın Doğu coğrafyası; siyaseten, coğrafik olarak, sosyal doku olarak, Orta Doğu'dan da Batı'dan da farklıdır. Onun için Kürdistan’ı anlamaya çalışırken ve özellikle Lozan Anlaşması'nı anlamaya çalışırken, Yakın Doğu- Orta Doğu ayrımını net olarak yapmamız gerekir.
Kürt siyasilerinin Lozan’a yaklaşımı tutarsızdır
Eğer Lozan, Kürdistan'ı bölmüştür, dörde bölmüştür diyerek Lozan'a karşıysanız, Kürdistan'ın birliğini savunmak durumundasınız. Eğer Lozan'la Kürt milletinin devletleşme hakkı gasp edilmiştir diyorsanız, buu durumda, Kürtlerin devletleşmesini savunmanız lazım. Yani, Lozan'a siyaseten karşı olmak için, Bağımsız Birleşik Kürdistan'ı savunmak lazım. Bağımsız Birleşik Kürdistan dışındaki diğer bütün siyasi hedefler, Lozan'ın içindedir.
Lozan, Kuzey Batı Kürdistan'da; “Kürtçe'nin, eğitim dili olmasını engellememiştir.” Lozan, Türkiye Cumhuriyeti'ne; “Siz asla bunlara otonomi vermeyeceksiniz, federasyon vermeyeceksiniz.” dememiştir.
Kuzey Kürdistan'ın yönetimini, Türkiye Cumhuriyeti'ne bırakmıştır. Kuzey Kürdistan demeden.Aslında orada zaman zaman tartışılmıştır ama belgelerde Kürdistan adı yok. Lozan'a karşı olanlar, Kürdistan’ın devletleşmesini savunmalıdır.
Bildiğim kadarıyla Kürdistan’ın her dört parçasında, 105 ile 110 arasında, Kürt-Kürdistanî parti var. Adında Kürt ve Kürdistan olan yüz beş, yüz on arasında parti var. Bu partililerin tamamı, Lozan'a karşı olduklarını söylüyorlar. Ama bu partililerin içinde, Bağımsız Birleşik Kürdistan'ı, siyasi-stratejik hedef olarak koyup, programına koyan parti, ya hiç yoktur ya da iki üç tane vardır.
Bu Kürt siyasetinin temel meselesidir. Topluca Lozan'a karşı yürüyüşler, konferanslar üzenliyor ama siyasi talepler, Lozan sisteminin içinde kalıyor.
Batı Kürdistan'da, kantonlar oluşturulmasına Lozan engel değil ki. Kuzeybatı Kürdistan'da; yani, Türkiye'nin demokratikleştirmesini istemek, Lozan'a aykırı değil ki. Tam tersine Lozan bunu söylüyor.
Kürtçe'nin, Kürdistan'da eğitim dili olmasını talep etmek, Lozan'a aykırı değil ki. Hatta Lozan'da azınlıklar meselesi iki şekilde ifade edilir. Çok sert tartışmalara yol açar.
Batılılar, o maddelerde; yani, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin, kendi diliyle eğitim görmesini, öğrenim görmesini falan dayatır. Türkler bunu, Müslüm-Gayrimüslime çevirir.
Azınlık hakları dedikleri zaman, gayrimüslim azınlıkların hakları olarak, kayıtlara geçirirler. Burada çok ciddi tartışmalar olur. En sonunda, bir uzlaşma formülünde anlaşırlar. Sadece bir maddesi, belki ikinci maddesidir. Orada Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan herkesin, ana diliyle eğitim öğrenim görme hakkı, mahkemelerde kendini kendi diliyle savunma hakkı geçer.
Dolayısıyla, bu talepler, Lozan'a karşı değil. Hatta bir on yıl kadar önce, İbrahim Kaboğlu ve etrafındakiler dedi ki: “Biz, Lozan'ın o maddesini uygularsak, Kürt sorunu kalmaz. Dille ilgili maddesini uygularsak, Kürt sorunu kalmaz.” diye, söyledi.
Dolayısıyla, Kürt siyasetinin, bir tutarlılığa ihtiyacı var.
Şunu reddetmiyorum: Lozan'a karşı çıkmadan da demokrasi, özgürlük, adalet mücadelesi verilebilir. On yıllardır da veriliyor. Yani işte Türkiyeli ilericiler de Arap ilericileri de Acem ilericileri de ve bu ara Kürt yurtseverleri de Lozan'a itiraz etmeden de demokrasi, özgürlük, adalet mücadelesi verebilirler.
Biz, Kürdistan meselesinin; ancak, stratejik olarak, Bağımsız Birleşik Kürdistan hedefiyle çözülebileceğini düşünüyoruz. Ve bu nedenle Lozan Antlaşmasına karşıyız.
Ama bu siyasi hedefleri için; alt-iktidar talepleri için, ekonomik-demokratik talepleri için, ekolojik talepleri için, Lozan'a karşı olmaya gerek yok. Siyasi ufku mevcut devlet sınırlarıyla sınırlı olanların, bu sınırlara bir itirazı yoksa ve Birleşik Bağımsız Kürdistan hedefi yoksa Lozan'a niye karşı çıkılır?
Yani Lozan Anlaşması, Türkiye'de ekolojik bir sistem kurulmasını, feminist bir toplum kurulmasını engellemiyor ki. Lozan, LGBTİ haklarının savunulmasını engellemiyor ki. Lozan, Türkiye demokratikleşsin demeyi engellemiyor ki. Talepleri bununla sınırlı olanların Lozan'a karşı görünmesi riyakârlıktır.
Lozan'a karşı olmanın tek yolu: Bağımsız Birleşik Kürdistan'ı savunmaktır. Örneğin, “Güney Kürdistan'da, federe bir yapı kuruldu.
Dünyada kim; bu, Lozan'a aykırıdır, Irak Federal bir devlet olamaz?” dedi. Kimse demedi. Bağımsızlık referandumuna, kimse Lozan'dan dolayı itiraz etmedi.
ABD, Fransa, İngiltere, (başını İngiltere'nin çektiği bu blok): “Bu, bizim çıkarlarımıza şu anda uygun değil.” dedi. Bunun için, karşı çıktılar. Eğer talepleriniz, mevcut devletler sistemi içindeyse:
“Demek ki sizin Lozan sistemine bir itirazınız yoktur.”
O zaman, bu gürültüyle Bağımsız Birleşik Kürdistan mücadelesini örtmeyin! Engellemeyin!
Yani, başı sonu Türkiye'yi demokratikleştirmek olan bir siyasi program Lozan'a niye karşı olsun? Bu iftiradır. Ve bunun nedeni şudur: Lozan'da,
Kürtler adına kimse katılmamış. Ama İnönü: “Ben Kürtlerin ve Türklerin temsilcisiyim.” demiştir. Ve bu arada Kürdistan'dan birçok telgraf gönder(t)ilmiştir. Onlar bizi temsil ediyorlar diye. Diyarbakır'da Pirinççi zadelerden bir milletvekili var. Lozan’a Diyarbakır Milletvekili olarak sözüm ona gitmiştir. Ama İnönü'yle beraber davranmıştır. O dönem Kürdistan'da, Türkiye'den gönderilen birçok milletvekili var.
Bir arkadaşım geçen gün yazdı. İşte, Yahya Kemal Bayatlı (Urfa), Yakup Kadri Karaosmanoğlu(Diyarbakır). Bunlar Kürdistan milletvekilleri.
Şimdi günümüzde de buna benzer işlev yaptırmaya çalıştıkları projeler var. Bu projenin en başta geleni Türkiyelileşme projesidir.
Çünkü siz, Türkiyeliyiz biz, dediğiniz zaman, Kürdistan'ı reddediyorsunuz.
Siz, Kuzeybatı Kürdistan'da Türkiyeli, Doğu Kürdistan'da İranlı,
Güney Kürdistan'da Iraklı, Batı Kürdistan'da Suriyeliyseniz; zaten Lozan'ın, daha katı bir şekilde gerçekleştirilmesini istiyorsunuzdur demektir.
Bu siyaset tarzı, Lozan'daki işte, Pirinççi zadelerin, zorlan telgraf çektirenlerden farkı yoktur bu projenin. Ve bu proje; yani, egemen devleti esas alan, sınırlarını esas alan projeler, aslında Lozan'ın güncellenmesidir.
Bunların Lozan'a karşı çıkması, tam bir ikiyüzlülüktür diyeyim.
Çünkü esasta siyasi, stratejik hedeflerinde bir Lozan'a karşıtlık yok. Tam tersine, bu sefer yeniden; işte, Kürtler de temsil ediliyor havasını yaratmak dışında, hiçbir işe yaramıyor.
Yani Türkiye Cumhuriyeti'nin sözcüleri, yetkilileri, dünyaya çıktıkları zaman, işte Kürtler milletvekili oluyor, Cumhurbaşkanı oluyor. Her bir şey oluyor diyorlar. Bizde Kürt sorunu yok ki diyorlar.
Bu bakış açıları; bunlar yeni Diyap Ağalardır. Ve bunlar, Lozan'ı, Kürtlük adına, yeniden güncelleyenlerdir. Hem bunu yapıp, hem Lozan'a karşı çıkmak: Yine söyleyeyim, ikiyüzlülüktür. Bizim için, Lozan'ın esas önemi budur. Lozan ülkemizi parçalamış ve milletimizin devletleşme hakkını gasp etmiştir.
Biz ülkemizin birliğini ve milletimizin devletleşme hakkını savunduğumuz için Lozan'a karşıyız. Böyle bir talebimiz olmasa, Lozan'a niye karşı olalım.
Şimdi Lozan bugün geçerli midir, değil midir? Lozan'ı esas dayatan; Britanya ve Fransa'dır. Arka planda ABD var. Belirtmekte fayda var Amerika Birleşik Devletleri, Lozan'ın katılımcısı değildir. Bu antlaşmayı imzalamamıştır. Ancak, bu anlaşmadan iki hafta sonra,
ABD'yle Türkiye arasında; yine, Lozan Anlaşması adında bir anlaşma imzalanmıştır.
Bu anlaşma iktisadi bir anlaşmadır. işte iyi ilişkiler anlaşmasıdır bu anlaşma. Sanıyorum Ağustos'un ilk haftasında imzalanmıştır. Bu anlaşma daha sonra, ABD Senatosu ya da temsilciler meclisi tarafından onaylanmamıştır. ABD'nin onaylamadığı ve yürürlükten kalkan Lozan Anlaşması, bizim sözünü ettiğimiz Lozan Antlaşması değil, ABD'yle Türkiye arasında yapılan ikili bir anlaşmadır.
Bu daha sonra: “ABD tarafından, yani Temsilciler Meclisi tarafından onaylanmadığı için, işte; ABD, Lozan'ı onaylamadı.” falan diyorlar. Onaylamadığı Lozan Anlaşması odur. Yakın Doğu İşleri Hakkındaki Lozan Konferansı'ndaki antlaşmada ise, ABD zaten yoktur.
Britanya, Fransa, İtalya Yunanistan, Yugoslavya, Japonya vardır. Ankara hükümetinin karşısında. Sovyetler Birliği de yoktur bu anlaşmada. Sovyetler Birliği, sadece boğazlar meselesi tartışılırken bir temsilci göndermiştir
Sovyetler Birliği de Amerika Birleşik Devletleri de bu tartıştığımız Lozan Antlaşması'nın tarafı değillerdir. Bunu da böyle düzeltelim. Yani bazen denk geliyorum işte; “ABD, Lozan'ı onaylamadı, reddetti.” Falan, öyle bir şey yok. ABD'nin Temsilciler Meclisi'nin reddettiği anlaşma, Ağustos başında imzalanan, ABD-Türkiye arasındaki ikili bir anlaşmadır.
Ne Sovyetler Birliği, ne Amerika Birleşik Devletleri, asıl Lozan Antlaşması'nın tarafı ve imzacısı değildirler.
İngiltere, bu anlaşmada taraf olurken, hem savaşın galibi olarak masaya oturuyor, hem de Irak'ın mandateri olarak masaya oturuyor. Fransa, hem savaşın galibidir, hem de işte Suriye’nin, Lübnan'ın mandateridir. Şimdi günümüzde, Britanya, Irak'ın mandateri değil. Britanya, uluslararası koalisyon üzerinden, yeniden, ABD ve diğerleriyle girdiler ama Irak epeydir bağımsız bir devlet. Fransa da Suriye'nin mandateri değil.
Dolayısıyla, bu anlaşmanın sahipleri kimlerdir? Geriye savunan bir Türkiye var. Bunun şu anda bağlayıcılığı var mıdır? Şimdi birincisi şu:
Kürtler, bu konferansa katılmadıkları ve katılmadıkları bu konferans, onların kaderi hakkında kararlar aldıkları için, biz Kürtler bakımından, gayrimeşrudur ve yok hükmündedir.
Lozan bizim için, içi boş bir anlaşmadır. Biz yokken, bizim hakkımızda alınmış kararlar, bizim için yok hükmündedir.
Bu anlaşmayı imzalayanlar da şimdi eski durumlarında değillerdir. Bu arada, birçok değişiklik yapılmış: Mesele 1927-1930 Ağrı ayaklanmasında, İran'la Türkiye arasındaki sınır değiştirilmiştir. Kimse Lozan'a sahip çıkıp, bu olmaz dememiştir. Irak-Türkiye sınırında birçok değişiklik yapılmıştır.
İskenderun Sancağı, Suriye'den alınıp Türkiye'ye eklenmiştir. Dolayısıyla; siyaseten, Lozan Anlaşması'nın pek bir kıymet-i harbiyesi, bugün bakımından yoktur. O gün imzalandığı için büyük önemi vardır. Ve yüz yıldır, bizi dört devletin kıskacına sıkıştırmıştır. Ama bugünkü hali budur.
Örneğin: DEAŞ Suriye-Irak arasındaki sınırı ortadan kaldırdı. Raka'dan Ramadi'ye kadar, Sünni Arapları birleştirdi ve “Ben İslam devleti kurdum burada. ”dedi. Peki bu Lozan savunucuları neredeydiler? Peki, aynı dönemde, 2014’te; özellikle, Peşmerge'nin Kobani'ye gittiği dönemde, Kürt siyaseti, anlaşıp, Batı Kürdistan'la Güney Kürdistan arasındaki sınırı kaldırsaydı, hangi Lozan engelleyebilirdi bunu.
Ama o dönem; özellikle, Batı Kürdistan'daki yapı, PKK'nin domine ettiği bir yapı, Güneylilerin batıya geçişini engellediler.
Ve biz ki bu sınırları, işgalci sınırlar, Kürdistan'ın böğrüne saptanmış hançerler olarak görüyoruz. O yıllarda Irak ve Suriye'nin devlet sınırını yukarıda peşmergeler, aşağıda PYD'liler koruyordu.
Lozan bu sınırı ortadan kaldırmaya engel miydi? Değildi. Siyasi irade meselesidir bu. Bu sınırlar, savaşla çizilmiştir, zorla çizilmiştir
ve ancak zorla ortadan kaldırıla bilinir. Bunun için de yani gücüm varsa, Lozan asla bir engel değildir.
Kürdistanî siyaset, sınırlar meselesine özel bir önem vermeli ve Lozan'a ancak bu perspektifle karşı çıkılabileceğini anlamalıdır bence.
Rojeva Kurdistan TV M.Husêdin