Bu coğrafyada yaralar elbette sarılacak. Coğrafyada yaşam yeniden yeşerecek. Bundan kuşku duymamak lazım. Önümüzde iki seçenek var:
Ya devlet bu coğrafyanın hakikatlerini ortadan kaldırarak, sahte bir ulusun bir parçası haline dönüştürüp bunu yapacaktır. Ya da Kürdistanlılar, kendi devrimlerini gerçekleştirip, devletleşerek bu yaraları saracak ve yaşamı yeniden yeşerteceklerdir.
Biz bu ikincisine inanıyoruz. Bu ikincisi için yaşıyoruz. Ama birincisinin tehditlerini, tehlikelerini de görmezden gelmiyoruz. Bu seferki göç olayında, devletin bütün çaba ve isteklerine rağmen, Türk tarafına çok fazla bir göç olmayacağını varsayıyorum. Yani 1990’lar gibi köyünden ayrılan; soluğu İstanbul'da, Mersin'de, İzmir'de almayacaktır. İlk tercihleri Kürdistan içi göç olacaktır diye düşünüyorum. O fırsatı bulamayanlar göçeceklerdir. Türkiye'deki işte 10 milyon nüfuslu, şimdi 11-12 milyona çıkması beklenen, Kürt topluluğu dönecek midir? Dönerse nasıl dönecektir? Bu tümüyle Kürdistan Devrimi'nin şekillenmesine bağlıdır.
Bu 10 milyon Kürt, buradaki işte geriye kalan 40-50 milyonluk insanlarla çatışarak da dönebilir. Türkiye tarafındaki bu Kürtlere karşı, programlar düzenlenebilir. Devletleşiriz, mübadele programı üzerinden de dönebilirler. Yani bütün bu seçenekler masadadır. Bu seçeneklerden hangisinin gerçekleşeceği; bir, Kürdistan Devriminin şekillenmesine; iki, Türk devletinin yenilgiyi nasıl kabul edeceğine bağlıdır.
Onlar için şimdiden bir şey söyleyemeyiz ama bütün bu seçenekler masadadır. Yani Türk devlet pratiğine baktığımız zaman; işte Ermeni meselesini, kısa süreli bir jenositle ortalamak kaldırmışlar. Rum meselesini, işte karşılıklı mübadeleyle bir tarzda çözmüşler. Kürdistan meselesinde, yani Türkiye'deki Kürtler meselesinde, bunların hangisi gerçekleşecek? Dediğim gibi hem Kürdistan Devriminin şekillenmesine, hem Türk devletinin yenilgiyi nasıl kabul edeceğine bağlı. Eninde sonunda yenilecektir. Bundan kuşku duymuyoruz.
Deprem bölgesini, kürtsüzleştirme planları
Bunu, 1920’li, 1930’lu, 1940’lı yıllarda çok denediler. Kafkaslardan, Balkanlardan göçüp gelenleri, Kürdistan'a yerleştirmeye çalıştılar, bir kısmını da yerleştirdiler. Ama düşündükleri kadar başarılı olmadılar. Göçerttikleri insanların büyük çoğunluğu geri döndü. Oradan kaçtı. Kalan bir kısmı Kürtleşti. Bir kısmı da hala devletin oradaki taşeronları olarak, iş görüyorlar. Günümüz dünyasında, böyle; toplum mühendisliklerinin kolay sonuç vermesi zordur. Artık dünya bir köye dönüşmüş, bunu böyle 100 yıl öncesi gibi kolaylıkla yapmak zordur. Biz mücadeleye odaklanmalıyız. Onlar bunları yapmaya çalışacaklar. Biz kendi işimize bakmalıyız.
Deprem, Türk toplumunda yıkıntılara yol açmaz
Şimdi deprem, Kürdistan'ın batı sınırını çizdi derken, aslında biraz da üzülerek utanarak yazdım. Bizim çizmemiz gereken sınır odur.
Özellikle kuzeybatı Kürdistan'da, ulusal kurtuluşun temel hedeflerinden biri de; tarihsel, toplumsal, ulusal sınırlarımızı çizmektir. Biz çizemedik ama deprem çizdi. Bunu o anlamda yazının, makalenin başlığı olarak yazmıştım.
Bu deprem, Türk toplumunda yıkıntılara yol açmaz. Şimdi orada bir temel yanlışlık var. Türk devletini ve bu devletin oluşturduğu toplumu ya da işte Türk ulusu denilen şeyi, normal sıradan millet ve uluslar olarak değerlendirmemek lazım. Yani 1920’de “Türk” denilenlerin nüfus içindeki oranları, yüzde 10-15’i geçmez.
Devlet cihazı üzerinden, işte şimdi Kürdistan'ı saymazsak, işte 60 milyonluk ya da 50 milyonluk bir ulus oluşturdular. Bu ulusun bir devleti yok yani. Bu devletin bir ulusu var. Şimdi ulus bu devletin olunca, bu ulustan bu devlete karşı, ciddi hayal kırıklıkları, kalkışmalar beklememek lazım.
Elbette, bu ilanihaye böyle sürecek değil. Türkiye'de de bir sınıf mücadelesi var. Türkiye'de de emekçiler, eninde sonunda bu egemen sınıf
iktidarına karşı başkaldıracaklardır. Ama geride bıraktığımız yüzyıllık pratiğe bir baktığımız zaman, yani sol-komünist cepheden söz edeyim; Türkiye Komünist Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi’yle yaşıt hatta ondan eski bir partidir. Bu yüz yılı aşkın sürede, Türkiye'deki kitle kalkışmalarından söz etmeye kalkıştığımızda, işte 15-16 Haziran olayları var. Ondan sonra Gezi Parkı direnişi var. 100 yılda bir kitlesel kalkışma olarak bir bunlardan söz edebiliyoruz. Bu 100 yıllık bir mücadele içinde; özellikle, bu demokratikleşme, işte Türk Cumhuriyeti'ni demokrasiyle taçlandırma gibi martavalların öne çıktığı mücadeleye baktığımız zaman, bu mücadelenin ağırlıklı yükü, Kürtlerin sırtındadır. Bu mücadeleyi kitlesel olarak sürdürenler işte Kürdistanlılardır. Çoğunlukla da Türk olmayanlardır yani. Öyle söyleyeyim.
Böyle olduğu için ben, Türk toplumunda, bu devlete karşı, işte bu deprem üzerinden ciddi bir kalkışma ya da işte hayal kırıklığı falan beklemiyorum. Çünkü yani 23-24 yıl önce, işte İstanbul yakınlarında da bir deprem oldu.
Üzerinden 23 yıl geçtiği halde, hâlâ o depremin yararları sarılmış değildi. Ve bu, bir infiale, bir kitlesel kalkışmaya yol açmıyor.
Onun için özel olarak; Türk devletinin olağan dışı özelliklerini, hem bu devletin oluşturduğu toplumsal yapının olağan dışı özelliklerini, iyi irdelemek lazım. Daha çok sistem içi, işte hükümet değişiklikleri falan olabilir. Ama sistem karşıtı bir başkaldırı, hiç olmazsa şu anda aktüel değil. İleride eninde sonunda olacaktır. Bu halk, bu devletin, kimin devleti olduğunu ve yüz yıldır Türk Cumhuriyeti'nin, sadece Kürdistanlılar ya da işte Ermeniler, Rumlar, ötekiler berikiler üzerinde değil; Türkiye'deki emekçiler için de ne kadar ağır bir yük olduğunu, elbette anlayacaklardır. Ama yani bu deprem münasebetiyle konuşursak, ben öyle bir alt üst oluş beklemiyorum. Yani bu muhalefetin öne çıkardığı bazı argümanlar var: İşte AKP iktidarının ipliği pazara çıktı. AKP iktidarının ipliği zaten pazardadır!
Sadece bir tek örnek vereyim. Bu adam geldiği zaman dedi ki benim bir tek evlilik alyansım var. Bunun dışında bir birikimim olursa, gelin tükürün. Şimdi gemi filosu mu dersin, milyar dolar varlığı mı dersin? Var! Bunu herkes biliyor yani. Yani Türk toplumu da bunu biliyor. Ama sonuçta şöyle bakıyor: Evet, “yedi yedi!” ama bize de bazı şeyler verdi diye bakıyor.
Bir de alternatifine bakıyor. Yani “Bunları iyice yediler, doydular. Şimdi bu yeni gelenler aç. Bunlar daha fazla yiyecekler. Bize de pek fazla bir şey vermeyecekler.” diye düşünüyor önemli bir kesim. Yani Türk toplumu ve Türk devleti, ciddi sosyolojik ve politolojik araştırmalar konusudur. Bunlara olağan bir devlet, olağan bir toplum muamelesi yapmamak lazım.
Kürdistanî siyasetinin görevi, bu sistemi teşhir etmek ve bu devleti Kürdistan'dan çıkarmaya çalışmaktır. Kürdistan'dan çıkarmaya çalışırken de bunu tüm yönleriyle teşhir etmek görevimizdir. Bunun yerine devletle uzlaşma arayışı, devletten reform beklentileri, hiç olmazsa bizim işimiz olmamalıdır. Son olarak söyleyeceğim şu: “Kürdistan devletleşerek yaralarımızı saracaktır.”
Utopia TV 20-02-2023
https://youtu.be/T65b3rOtPhw