İki Said’in öldürülmesi Kuzey’de uzun yıllardır sürdürülen özgürlük mücadelemizin çok önemli tarihsel olaylarından biridir. Dr. Şivan kuzeydeki ulusal özgürlük mücadelemizin modernite aşamasının önemli siyasi figürlerinden biridir. 40. yılında Dr. Şivan’ı anmak üzere toplanıyoruz. Anma tarzımızın da tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Bana göre Dr. Şivan’ı anmak sadece Dr. Şivan’ı değil, yitirdiklerimizi anmak, anılarının mücadelemize rehber olmasını sağlamak, aynı zamanda onlarla tartışmaktır. Dolayısıyla benim açımdan Dr. Şivan’ı anmanın en devrimci tarzı, en doğru tarzı; aynı zamanda Dr. Şivan’la tartışmaktır. Bunu çok az yapıyoruz maalesef, bunu çok az yaptığımız için de ciddi sıkıntılar çekiyoruz.
Örneğin; bugün Seyit Rıza “Kerbela evladı” “evlad-ı Kerbela” olarak tartışılıyor, “evlad-ı Kerbela” olarak anılıyor. Şu soruyu sormamız lazım: “Kerbela nere, Dersim nere?” diye sormamız lazım. “Evlad-ı Kürdistan” olduğu için öldürülen Seyit Rıza’yı, Seyit Rıza’yla da tartışarak anamadığımız için belki; bugün “evlad-ı Kerbela” olarak tartışılıyor.
Resmi tarih, gizli tarih, muhalif tarih
Şimdi böyle önemli olayları ya da böyle önemli insanları değerlendirmeye çalıştığımız zaman karşımıza şöyle bir sıkıntı çıkıyor; herkesin ayrı bir Dr. Şivan’ı var. Herkes durduğu yerden ve hedefleri bakımından nasıl bakıyorsa, onun kendine göre bir Dr. Şivan’ı oluşuyor. Benim durduğum yer bakımından gördüğüm: Dr. Şivan, kuzeyde ulusal özgürlük mücadelemizin modernist aşamasındaki en önemli siyasi lideridir. Benim baktığım yerden bana böyle gözüküyor. Onun için onu hakkıyla anmak, biraz da onunla tartışmakla mümkündür.
İkinci konu şudur; tarih ilginç bir alandır, bana göre ideoloji ile bilim arasında bir disiplindir. Tarih bilimi diye bir bilim yoktur. Tarihin de çeşitli türleri var; resmi tarih, gizli tarih, muhalif tarih gibi çeşitli türleri var. Bunlardan resmi tarih tümüyle ideolojik olan, burada ideolojiyi yanılsanmış bilgi anlamında kullanıyorum. Resmi tarih tümüyle böyle bir tarihtir. Muhalif tarihin daha bir bilime yakın olduğu söylenebilir. Gizli tarih ise; daha gerçekçidir, resmi tarihe göre daha gerçekçidir. Bir örnekle anlatmak gerekirse; Türk gizli tarihinde Kürt millet varlığı ve Kürdistan varlığı hiçbir zaman reddedilmez. Gizli tarih yönetenler içindir, yönetenler için yazılan tarihler olduğu için de burada gerçekçilik önemli bir ölçüttür. Türk resmi tarihinde Kürtler ve Kürdistan yoktur. Ama Türk gizli tarihinde bunlar her zaman vardır, hiçbir zaman inkar edilmez. Dünyada 208 tane millet var, bu aynı zamanda 208 tane resmi tarih anlamına geliyor. Resmi tarihin bir özelliği de şudur; o ülkede o milletin egemen siyasal düşüncesini de belirler. Sağcısından solcusuna kadar Türkiye’deki bütün siyasi akımlar, bütün düşünce akımları Türk resmi tarihinden etkilenmişlerdir.
Resmi tarihimiz de yok
Şimdi biz devletsiz bir ulusuz, devletsiz bir ulus olmanın bir görünümü de odur; bizim bir resmi tarihimiz de yok. Yani egemen olan çoğunluk olarak Kürt halkının doğru bulduğu bir resmi tarihimiz de yok, bu devletsiz olmamızın bir sonucu. Ama doğa gibi toplum da boşluk tanımıyor ve yıllarca Kürt toplumu resmi tarih yokluğunu başka bazı şeyler ile doldurmaya çalışmıştır. Neredeyse her aşiretin kendine özgü bir resmi tarihi vardır, her şeyhin her tarikatın kendine özgü bir resmi tarihi vardır. Bunlar çoğunlukla ve maalesef sözlüdürler. Modernist aşamada bir diğer tarih de parti tarihleridir. Maalesef kuzeyde partilerimizin de başı sonu belli bir resmi tarihleri yoktur bu da ciddi bir handikaptır. Bu resmi tarihler olsa, belki tartışmanın önünü açar. Resmi tarihleri doğru bulmadığım halde, belki tartışmanın önünü açar. Şivan meselesine bağlı olarak şu noktaya gelmeye çalışıyorum; güneyde bir resmi tarih yazılımı görülmeye başlandı. Ben Mesut Barzani’nin iki ciltlik Barzani kitabını güneyde KDP ya da Mustafa Barzani ekseninde bir resmi tarih yazımına giriş olarak değerlendiriyorum. Kuzeyde de son yıllarda özellikle anılarla yer yer de parti grup ideologlarının yazılarıyla farklı grup/parti/çevre resmi tarihleri oluşmaya başladı. Örneğin; Kemal Burkay’ın anılarını kuzeydeki mücadelenin son 50 yılının PSK zemininde yazılmaya çalışılan resmi tarihine giriş olarak değerlendirebileceğimizi düşünüyorum.
Bütün bunları şunun için söylüyorum; 1971-72’de ben üniversiteye başlamıştım, Dr. Şivan’ın öldürülmesini üniversitede duymadım ben. Derik’te, Mardin’de, o çevrede duydum. Bize gelen ilk resmi senaryo şuydu; Dr. Şivan nedenleri zaman zaman değişmekle beraber, yani bazen Türk Devleti’nin ajanı olduğu için, bazen para karşılığında, bazen bazı menfaatler karşılığında bazen de Mustafa Barzani’den gizli işler yaptığı ve Sait Elçi’nin bunu deşifre etmesinden korktuğu için masum Sait Elçi’yi öldürmüştür: Güney KDP’si tarafından ve Kuzey KDP’sinin de dahliyle ölüme mahkum edilmiştir. Bu resmi senaryo aşağı yukarı 5 yıl tartışmasız sürdü. Bunun bir alternatifi yoktu. Bunun bir nedeni de tabi Şivan’ı tartışırken Şivan’ın ardıllarını da tartışmamız lazım. Şivan’ın ardıllarının Şivan’la ilişkisini de tartışmamız lazım. Burada ardıllar derken özellikle KİP’i, KİP’ten önce Kürdistan Devrimci Partisi’ni, daha sonra Peşeng’i kastediyorum. Bunların Şivan’la ilişkilerini de tartışmamız lazım. Sonuçta 1975-76’ya kadar bu resmi KDP senaryosu üzerinden olayı anladık. Ve aşağı yukarı hemen herkes de bu resmi senaryoya inandı. Çok sınırlı sayıda olayın içinde olan kadrolar hariç, kuzeyde egemen senaryo oydu ki; Şivan şu ya da bu nedenle Sait Elçi’yi öldürmüş, devrim de onu cezalandırmıştır. 75-76’dan sonra ikinci bir resmi senaryodan haberdar olmaya başladık.
Bu ikinci resmi senaryo da şudur; bu özellikle Şivan’ın ardılları tarafından ifade edilen bir resmi senaryodur. Bu resmi senaryonun da özelliği şudur; Şivan’ın partisinin hiçbir hatası, kabahati, dahli yoktur. Amerika Birleşik Devletleri ve Güney önderliği oturup bir komplo kurmuşlar, demişler ki: “kuzeyi nasıl siyasal lidersiz bırakabiliriz?”, Ama kuzeyde de özellikle “Dr. Şivan’ı nasıl ortadan kaldırabiliriz” diye oturmuşlar bir komplo hazırlamışlar. Sait Elçi’yi öldürmüşler, “Sait Elçi’nin öldürülmesinde hiçbir şekilde Dr. Şivan’ın dahli yoktur”, bunu bahane ederek bir de Dr. Şivan’ı öldürmüşler. Bu ikinci resmi senaryo idi. Bu ikinci resmi açıklama da aşağı yukarı 75-85 arasında kuzeydeki Kürt siyasi hareketlerinin çoğu tarafından kabul edildi. Tabi bunun kabul edilmesinin de bazı nedenleri var. Uzatmadan söylemek istersem:
1- 1975’te Barzani yenilmiştir, düşenin pek dostu yoktur, Barzani’ye yöneltilen her türlü eleştiri çok rahat kabul edilebilir hâle gelmiştir.
2- Kuzeydeki hareket tümüyle kendisini komünist olarak tarif etmeye başlamıştır. Kendisini komünist olarak algılamaya başlamıştır. Bu komünistliği de, bu senaryonun kabul edilmesi ve geçerli addedilmesi için bir diğer faktör olmuştur. O kadar çok komünist ilan etmiştir ki kendisini; Sait Elçi’nin partisi de KUK’a dönüşerek o da kendisinin komünist olduğunu söylemiştir. Kuzeyde komünist olmayan bir siyasi hareket kalmamıştır, bu da onu tetiklemiştir.
Son 10-15 yıldır bu iki resmi senaryonun dışında bir de insanlar konuşmaya başlamıştır. Bütün bu dönem boyunca özellikle olayın içinde olanlar ve özelikle Şivan’ın ardılları susmuşlardır. Sadece böyle bir komplonun varlığını söylemişlerdir, ama “orada ne olup bitti”, “Şivan hangi saiklerle hangi ilişkilerle oraya gitti”, “orada ‘İsê Suwar’ ile ‘Esad Xoşevî’ ile kurduğu ilişkiler ne idi”, “Barzani ile kurduğu ilişkiler ne idi”, “burada gerçekte bir sorun yok muydu”, “olay tam olarak nasıl gelişti”, bu konuda en fazla susanlar Şivan’ın ardıllarıdır. Osman Aydın buradadır, ona da söylüyorum. Son 15 yıldır bu konular yavaş yavaş konuşulmaya başlandı, konuşulmaya başlaması iyidir. Çünkü bunu gerçekten derinliğine tartışmamız lazım. Dar grupçu bir anlayıştan, dar parçacı bir anlayıştan; yani kuzeyli-güneyli anlayışlardan uzak olarak bunu tartışıp ders çıkarabilirsek, hem onların anılarını yaşatmış oluruz, hem de bundan sonra ne yapacağımız konusunda daha anlamlı işler yaparız.
Bu kitap, ikinci resmi senaryo üzerinden kurgulanmış bir derlemedir
Şimdi birkaç söz de kitap hakkında söylemek istiyorum. Kitabın yazarı bu kitabın bir derleme olduğunu, bir derleme olarak yayınlamayı doğru bulduğunu söyledi. Doğrudur, bir derlemedir. Derleme olarak da yararlıdır, birçok şeyi bir arada bulabileceğiniz bir kitaptır, ama bu kitap tarafsız bir derleme değildir. Bu kitabın esası ikinci resmi senaryoyu esas alan bir kitaptır ve bu ikinci resmi senaryo üzerinden kurgulanmış bir derlemedir. Onun için eleştirim şudur ki; bu kitabın yazarı bu konuyu bağımsız olarak anlamak için, tarafsız bir girişle araştırmış ve ona göre bir derleme yapmış değildir. Derlemenin başında, faaliyetin başında şu senaryo resmi olarak kabul edilmiştir, şu resmi senaryo; ortada ABD, Türkiye, CIA, MIT ve Mustafa Barzani’nin birlikte kurgulayıp yaşama geçirdiği bir komplo var, kitabın zemininde bu düşünce var, başından sonuna kadar. Bununla çelişen bazı alıntılar yapmış olsa, kitabın sonuna da koymuş olsa bile; kitabın esas üzerinde kurgulandığı senaryo budur. Bu şu bakımlardan yanlıştır bence, bir iki örnekle söylemeye çalışayım; bu senaryoyu eksen aldığı için kitabın yazarı karşı taraftaki bütün çelişkilere işaret etmiştir. Örneğin; Şerafettin Elçi ile Derwîşê Sado’nun söylediklerinin birbiriyle çelişmesi, Mesut Barzani’nin söylediklerinin onlarla çelişmesi ve buna benzer karşı cephede çelişik bulduğu her ne kadar şey varsa buna dikkat etmiştir, bunu yazmıştır. Bu iyidir, yani sonuçta biz çelişkileri ayıklamazsak doğru bilgiye ulaşamayız.
Ama kitabın yazarı beri taraftaki cephe için bu hassasiyeti göstermemiştir. Onu da şu bir iki örnekle söyleyeyim, daha doğrusu başta bu senaryonun bir temel zaafına da işaret edeyim. Bu yaşıma kadar okuduğum kitaplar arasında Barzani’yi Dr. Şivan kadar öven bir başka kitap (Kürt Millet Hareketleri ve Güney İhtilali) görmedim. Yine, Dr. Şivan kadar Celal Talabani’yi yerin dibine batıran bir başka kitap da okumadım. Hatta Güney Kürdistan Demokrat Partisi’nin yazdıkları ve yayınları bile Dr. Şivan kadar Celal Talabani’yi yerin dibine batırmamıştır. Özgürlük mücadelesi tarihinde görülmemiş bir ihanet olarak değerlendirmiştir Celal Talabani hareketini. Şimdi şu çelişkiyi mesela, bu senaryoyu savunanların bu çelişkiyi izah etmeleri lazımdır. Bir tarafta Mustafa Barzani’yi göklere çıkaran, öven bir Dr. Şivan, öbür tarafta onu öldürmek için CIA ve MİT’le komplo hazırlayan bir Mustafa Barzani. Bu çelişkiyi hiç olmazsa görmesi lazımdır.
Ömer Çetin ve Soro, Şerafettin Elçi ve Derwîşê Sado
Bir de şu dört ismin önemli olduğunu düşünüyorum bu konunun anlaşılması bakımından, her iki taraftan ikişer kişi; Şivan’ın ardıllarından Ömer Çetin ve Soro önemlidir. Sait Elçi’nin arkadaşlarından da Şerafettin Elçi ve Derwîşê Sado önemlidir. Bunların sonraki geldikleri yerleri falan da izlemek tartışmak lazım, vakit darlığından tartışmıyorum bunu ama bu dört isim çok önemlidir. Bunlardan Şivan’ın ardılları şimdiye kadar konuşmamışlardır. Soro zaten vefat etmiştir. 12 Eylül’den sonra yakalanmış, “ben polise çalışıyorum, falan telefona da bilgi veriyorum” demiştir Soro. Bunun mesela kurcalanması lazım. Soro çünkü her iki Said’in öldürülmesinde de kilit bir adamdır. Şivan’ın arkadaşı olduğu halde ve Şivan’ın diğer arkadaşları çok zor durumda oldukları halde, Soro her yere girip çıkabilen, İdris’le görüşebilen, ötekiyle berikiyle görüşebilen biridir. Hatta Şakir Epözdemir diyor ki; “ben İdris’le görüşmeyi istedim, beni Soro’yla beraber gönderdiler”. Şimdi kitabın yazarının bunları tartışması, bunları da sorgulaması lazımdır. Bu sorgulamanın dışında kalmış. Ziya Avcı diyor ki; “ilk yakalananlar arasında Ömer Çetin de vardı” diyor. Bu alıntı, bu kitaba da geçmiş; Mehmet Ali Aslan da diyor ki “aslında Abdulatif Savaş’ı, Şivan Ömer Çetin’e öldürttü” diyor. Kitabın yazarı Ömer Çetin ve Osman Aydın’la röportaj yapıyor, Osman Aydın’ın açıklamalarında Ömer Çetin’in tutukluluğu yoktur. Ziya Avcı o dönem orada olan Şivan’ın önemli kadrolarından biridir, o da diyor ki Ömer Çetin vardı. Şimdi adını unuttuğum Şivan’ın yakınlarından birinin yazdığı bir yazıda da şu iddia ediliyor ki; aslında hakkında idam kararı çıkartılan Ömer Çetin’dir, sonra Ömer Çetin’le Brusk’a yer değiştirtildi.
Brusk’un öldürülmesi de gerçekten ilginçtir. Çünkü Brusk, Şivan’ın tutuklanmasından 50 gün sonra alınmıştır. O dönemde Brusk kuzeye gelir, çocuklarını alır, tekrar güneye geri döner ve Brusk serbesttir. 50 gün sonra her ne hikmet ise, işte bu hikmeti sorgulamak lazım. 50 gün sonra birden bire niye Brusk tutuklandı. Ömer Çetin’in ilk tutuklananlar arasında olduğu doğru mudur? Eğer ilk tutuklananlar arasındaysa, bu hangi mekanizmalarla çıkarıldı? Yerine Brusk nasıl geçirildi? Şimdi kitabın yazarı, Ömer Çetin’le bir röportaj yapıyor, kitabın girişinde de Ömer Çetin‘e teşekkür ediyor, ama Ömer Çetin konuşuyor mu? Hayır konuşmuyor. Bu kitabın yazarı tarafından konuşmuş gösteriliyor. Çünkü bütün bu sorunların muhatabı ve üstelik yaşayan tek muhatabı, en önemli muhatabı Ömer Çetin’dir, şimdiye kadar da sessizliğini sürdürmüştür.
Devletin komploları, Kürdistan’da niye başarılı oluyor?
Uzattım galiba, bitirmeye çalışayım sayın başkan. Şimdi arkadaşlar, temel problemimiz şudur; varsayalım ki bir komplodur, bu olayda komploların olduğu çok belirgindir zaten. MİT’in bir tarzda iliştiği, bunların hepsi vardır. Peki, biz burada bir komplo var deyip rahat bir nefes alarak, işte “devlet bize haksızlık yaptı” mı diyeceğiz? Şu soruyu sormamamız mı gerekir; “niye devletin hazırladığı bütün komplolar neredeyse tamamı, Kürdistan’da başarı kazanıyor?” Eğer biz siyasetçi isek, bizim görevimiz bu komploları boşa çıkarmak değil midir? Eğer bizde zaaf yoksa, düşmanın hazırladığı bütün komplolar böyle eksiksiz başarıya ulaşır mı? Bunu sorguladığımız zaman aslında Kürt siyasi hareketinde çok ciddi zaaflar olduğunu göreceğiz. Bu zaafları tartışırsak Şivan’ı doğru dürüst anmış olabiliriz. Bu zaafları tartışmadan hamasetle Dr. Şivan gibi çok önemli bir devrimcinin ona uygun olarak anılabileceğini pek düşünemiyorum. Bütün bunları sorgulamaya açmamız lazım.
Dr. Şivan ve liderlik
Benim için, Dr. Şivan’ın en önemli özelliği ciddiyetidir. Hedeflerine inanmasıdır. Kuzey Kürdistan’daki ulusal özgürlük mücadelesinin modernite aşamasında temel problemlerinden biri de liderlik meselesidir. Geleneksel dönemde liderlikte bir sıkıntı yoktur. Her cemaatin, her aşiretin, her tarikatın liderleri vardır. Ve orada çok fazla bir sıkıntı çıkmaz. Ama modernist aşamada maalesef bu boşluğu ne kişisel liderliklerle, ne de kollektif liderlikle dolduramadık (bunu özellikle PKK dışı Kürt çevreleri için söylüyorum, PKK ayrı bir tartışmanın konusudur), bu ciddi bir sorunumuz olarak kaldı. Dr. Şivan özellikle ölmeden önceki son 3 yılı itibariyle siyasi lider vizyonuna ve ciddiyetine sahip olmasıyla öne çıkmaktadır. Zaman darlığından tek bir örnekle yetineceğim. Dr. Şivan bir buçuk yıllık siyasal liderliğinde Türk ordusunun Kürdistan’ın Kuzeyinde nasıl konuşlandığını tesbit etmiştir. Sınırlı imkân ve kadrolarıyla yaptığı ilk işlerden biri budur. Silahlı mücadeleyi savunan ve bunu ciddiyetle yapanın ilk yapması gerekeni yapmıştır. 1975-80 arasında silahlı mücadeleyi savunan ve gerek imkanları gerekse de kadro sayısı bakımından Dr. Şivan’ın partisinden kat be kat güçlü olan çok sayıda partimiz olduğu halde hiçbirisi bunu yapmamıştır. Siyasette ciddiyet ve iddianın gereğini yapmak bakımından bu örneğin yeterli olduğunu düşünüyorum.**
Bitiriyorum sayın başkan. Dr. Şivan’ın ben teorik ideolojik açıklamalarında takiye yaptığını düşünüyorum, çok ciddi takiyeler yaptığını düşünüyorum. Mustafa Barzani hakkındaki övgüsünün Dr. Şivan’ın gerçek düşünceleri olmadığını düşünüyorum. Ama siyaseten böyle yapmak gerektiğini düşünmüştür, bu düşündüğüne de inanmış, gereğini yapmıştır. Onun en önemli bir özelliği de budur, hedeflere bağlıdır, kendisine güvenir ve belki bazen gereğinden fazla güvenir. O facianın oluşmasında bunun da bir faktör olup olmadığını tartışmak gerekirdi diye düşünüyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
* Dr. Şivan’ı Anma Toplantısı, 03 Aralık 2011, Taksim Hill Otel.
** Bu bölüm kayıt sırasında kaset değişimine denk geldiği için videoda yoktur.