Türkiye’de, devlet yönetimiyle ilgili kurumlar arasında uyuşma olduğu sık sık söylenir. Bu görüş, “devletin üst yönetiminde, kurumlar arasında ‘konsensüs’ var” şeklinde ifade edilir. Aslında bunu, yönetim organları arasında uyuşmazlıklar olduğu şeklinde anlamak gerekir
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı vs. sık sık, “Türkiye’de yargı bağımsızdır” diye bir görüş ileri sürer. Kurumlar arasında olduğu söylenen ‘konsensüs’de bunun gibi bir söz…
Modern demokrasilerde devlet yönetiminde etkin olan kurum hükümettir. Hükümet devletin yönetiminden tek başına sorumludur. Modern demokrasilerde hükümet, devlet yönetiminde hem yetkilidir, hem de sorumludur. Modern demokrasilerde, örneğin Batı demokrasilerinde resmi ideoloji diye anılan bir kurum yoktur. Resmi ideoloji, devletin cezai yaptırımlarıyla korunan ve kollanan bir ideoloji olduğunun vurgulamak gerekir. Resmi ideolojiye sahip bir devlet demokratik devlet sayılmaz. Demokrasinin en önemli kriteri düşün özgürlüğünün, özgür eleştiri kurumunun dinamik bir şekilde çalışıyor olmasıdır. Modern demokrasilerde düşün özgürlüğü, özgür eleştiri kurumlaşmıştır. Düşün özgürlüğünün, özgür eleştirinin kurumlaştığı bir siyasal sistemde, basın özgürdür. Resmi ideolojinin belirleyici ve yönlendirici olduğu bir siyasal sistemdeyse, basın, resmi görüşün propagandasını yapar, resmi ideolojinin gereklerine göre tavır ve davranış sergiler.
Türkiye’de resmi ideolojiye sahip bir devlet vardır. Resmi ideolojiye sahip devletlerde, devlet-hükmet diye bir ayrım söz konusudur. Resmi ideolojiye sahip bir devlette, devlet yönetiminde, birinci derecede belirleyici ve yönlendirici kurumlar, resmi ideolojiyi koruyan ve kollayan kurumlardır. Bu, Türkiye’de ordudur. Ordu, resmi ideolojiyi yüksek bürokrasiyle birlikte oluşturur. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı kurumlarının, üniversitelerin, resmi ideolojinin korunmasında ve kollanmasında çok büyük bir role sahip oldukları görülmektedir. Basın ise, resmi anlayışın, resmi ideolojinin doğrultusunda bir çaba sergilemektedir.
Demokratik olmayan devletlerdeki, yani resmi ideolojiye sahip devletlerdeki devlet-hükümet ikilemini atanmışlar-seçilmişler şeklinde ifade etmek mümkündür. Devlet yönetiminde seçilmişlerin, atanmışlar karşısında ciddi bir ağırlığı yoktur. Bu bakımdan, dört yılda veya beş yılda bir yapılan seçimler, demokrasinin tek kriteri değildir. Bu, gerekli ama yeterli olmayan bir kriterdir, ikinci derecede önemli olan bir kriterdir.
Atanmışlar, seçilmişler ilişkisinde, yetki ve sorumluluk dağılımının incelenmesinde de yarar vardır. Atanmışlar, devlet yönetiminde yetkili olanlardır. Ama bunlar uygulamaların sonuçlarından sorumlu değildir. Sorumluluğu kabul etmemesi bir sivil hükümete ihtiyacını dile getirir. Buradaki “sivil” asker olmayan anlamındadır. Yüksek bürokrasi, yüksek yargı organları, üniversite, örneğin Kürt sorunuyla ilgili olarak askerin bütün görüşlerini benimsemektedir. Bu kurumlar bu görüşlerin koruyucusu ve kollayıcısıdırlar. Aslında, sivilleşme, devlet gücünün bir kurumdan alınarak devlet kurumları arasında paylaştırılması değildir, sivilleşme gücün halka geçmesidir. Sivil toplum örgütleriyle murad edilen gücün halkta toplanmaya başlamasıdır.
Kurumlar Arasında Anlaşmazlık
Taraf Gazetesi, 12 Haziran 2009 tarihli nüshasında, “Adalet ve kalkınma Partisi Hükümeti’ni ve Gülen Cemaatını Bitirme Planı” diye ifade edilen bir belge açıkladı. Bu planın Genelkurmay Karargahına bir albay tarafından hazırlandığı vurgulanıyordu. Bu, devlet yönetimde, orduyla hükümet ardasında bir anlaşmazlığın olduğunu veya ordu içinde, hükümete karşı bir cuntanın oluşumun gösterir.
Devletin tepesinde, kurumlar arasında uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, çelişkiler olabilir. Bu çelişkiler tırmanabilir de. Fakat bu süreçte bir kopma olmaz. Birbirleriyle anlaşmazlığı olan her iki kurum da bu anlaşmazlıklara rağmen yaşamasını sürdürür. Bu süreçte, kurumlardan birinin görüşü, isteği daha ağır basabilir ama yine de bir kopma olmaz. Kopma olmaması öbür kurumunda yaşamını sürdürmesine yol açmaktadır. Sürecin bu içeriğine yön veren temel dinamik Kürt sorunudur.
Kürt sorununda, sorunu saptamada, sorunu sorun olmaktan çıkarmada kendini görevli sayan en önemli kurum ordudur. Ordu, bu konuda, hükümetin, diğer kurumların bu işe karışmasına olumlu bakmamaktadır, bunu engellemektedir. Ordu sadece, hükümete, neler yapılması gerektiğine dair planlar vermekte, bunların yerine getirilip getirilmediğini denetlemektedir. Hükümet de bu konuda kendisinin inisiyatif almamasından rahatsız değildir.
“AKP Hükümetini ve Gülen Cemaatını Bitirme Planı”nın içeriği de doğru değildir. Zira, dinsel akınlara, bu arada Gülen Cemaatına yol veren ordunun kendisidir. Kürt sorunuyla baş edebilmenin önemli bir yolu olarak, Kürtlerin yaşadığı bütün alanlarda, dinsel akımların örneğin dinsel yayın yapan radyoların, televizyonların dinsel vakıfların vs. teşvik edilmesi, devletin, ordunun önemli bir politikasıdır. Kürtleri dinsel akımlarla oyalamak, sorunu dinsel akımlar içinde eritmeye çalışmak önemli bir anlayış ve uygulamadır. Kürtlerin yaşadığı her alanda bu sürece teşvik etmek vazgeçilmez bir devlet politikası olmuştur. Örneğin, Kur’an Kursları Kürdistan’da teşvik edilmektedir, dinsel akımlar, dinsel cemaatlar de teşvik edilmektedir. Hizbullah’ın özel olarak PKK’yle, genel olarak Kürt sorunuyla mücadele etmesi için devlet tarafından, derin devlet tarafından örgütlendirildiği, askeri kışlalarda eğitildiği bilinmektedir. Devletin, Batı yörelerinde, dinsel akımların gelişmesine karşı hassa olduğu, bunu engellemeye çalıştığı söylenebilir. Ama, Kürt bölgelerinde dinsel akımları geliştirmek önemli bir devlet politikası olmuştur. Öte yandan Gülen Cemaatı de Kürtlerin yaşadığı her alanda, resmi ideolojinin gereklerine göre bir eğitim yaptığı, Türk dilini ve kültürünü geliştirdiği açıktır. Örneğin Kur’an Kursları için toplanan öğrencilere eğitimleri sırasında Kürtçe’nin yasaklandığı biliniyor. Kürt medreseleriyle Gülen Cemaatına ait Kur’an Kursları arasında çok büyük bir fark olduğu hemen göze çarpmaktadır. Kürt medreselerinde eğitimin Kürtçe yapılması, Kur’an eğitiminin, Arabça eğitiminin vs. Kürtçe yapılması medreselerin yasaklanmasını getiren önemli bir nedendir. Gülen Cemaatı’nın Said-i Nursi’nin Kürtlerle ilgili sözlerini ve yazıların tahrif ederek, yazılardaki Kürt, Kürdistan gibi sözcükleri çıkararak, değiştirerek yayımladıkları da biliniyor. Bu eserler Kürt taraftarlar tarafından Said-Kürdi’nin eserleri olarak yeniden yayımlanmıştır.
Ordu bu ilişkiler sürecinde, sadece Gülen Cemaatına ihtiyaç duymamaktadır, bütün dinsel akımlara, dinsel cemaatlara ihtiyaç duymaktadır. Adalet ve Kalkınma Partisi gibi bir partiye, bu partinin kurduğu hükümete ihtiyaç büyüktür. Çünkü AKP denildiği zaman, Avrupa Birliği’yle ilişkiler, ne düzeyde olursa olsun, ABD’yle, insan hakları ve özgürlüklerle, liberal anlayışla ilişkileri nasıl olursa olsun, dinsel bir akım görünümünü çağrıştırmaktadır. AKP denildiği zaman ilk önce bunlar akla gelmektedir. Genel seçimlerde ve yerel seçimlerde asker, polis gibi kamu görevlilerinin, Kürt bölgelerinde daha çok, AKP’ye oy vermeleri, AKP’ye oy verilmesini teşvik etmeleri, Demokratik Toplum Partisi’ne oy verenleri tehdit etmeleri, bu nedenlerle izlenir ve gözlenir olmaktadır.
Kürt sorunu, kurumların birbirlerine olan ihtiyacını ortaya koymakta, uyuşmazlıklar tırmansa bile, bir kopuşun yaşanmasının engellemektedir. Fakat, şurası açık bir gerçektir. Kürt sorununda inisiyatifi ele alamayan, bu konunun askere devredilmesine ses çıkarmayan, hükümet, asker karşısında inisiyatif sahibi olmayacaktır. Yukarıda kısaca belirtilen yetki ve sorumluluk paylaşımı, böyle bir kopuşu yine mümkün kılmamaktadır.
Taraf Gazetesi’nin 12 Haziran’da açıkladığı ‘belge’ veya ‘bir kağıt parçası’ üzerinde epey tartışma olmuştu. Bu tartışma sürecinde TBMM, askerlere sivil yargı yolunu açan bir yasayı kabul etti. Yasa tasarısı, hükümetin tasarısı olarak TBMM’ye gönderilmişti. Yasa, askerler tarafından işlenen ağır cezalık suçların, sivil mahkemelerde yargılanacağını öngörüyor. Hükümete karşı darbe planları yapmak da ağır cezalık bir suç oluyor. Asker böyle bir yasaya karşıydı. Muhalefet, özellikle CHP askerden yana tavır sergilemişti. Buradaki sivil sözcüğü de askeri olmayan anlamındadır. Bazı yargıçların, bazı Ağır Ceza Mahkemelerinin, özellikle Yargıtay’ın, askerlerin istekleri ve direktifleri doğrultusunda kararlar verdikleri iyi biliniyor. Türkiye’de asker, idari ve mali bakımlardan özerktir. Daha önemli olarak, hukuki bakımdan da özerktir. Asker kendisini denetlettirmemektedir. Askeri mallar, askeri kadrolar, askeri harcamalar Sayıştay’ın denetimine tabi değildir. Polisin de buna yakın bir dokunulmazlığı vardır. Bütün bunlara rağmen, sözü edilen yasa tasarısının kabul edilmesi, demokratik anlayışın gelişmesine önemli bir katkı sağlayacaktır.
İsmail Beşikçi
www.kurdistanpost.org