×
Ayrılıkçı Yazılar
İsmail Beşikçi
Ayrılıkçı Yazılar
Ana akım Kürd siyasal hareketi, ‘ayrılıkçı’ olmadığını, yemin- billah ederek döne döne ifade etmektedir. Bu yaranmacı tutumun, Kürdlere küçücük bir hayrı yoktur. Fuad Önen (1954, Derik) Ayrılıkçı Yazılar kitabında hep yol yürüd...

Seyidlik-Şeriflik
İsmail Beşikçi
Seyidlik-Şeriflik
‘Soyum Ehl i-Beyt’ tir demek,  ben Arab’ım demektir. Ehl-i Beyt ev halkı anlamına gelir. Hz. Muhammed’i, kızı, Hz. Fatıma’yı, damadı ve  amcasının oğlu Hz.  Ali’yi, Hz. Ali’nin oğulları Hz. Has...

Theodor Herzl Bize Ne Anlatıyor?
İsmail Beşikçi
Theodor Herzl Bize Ne Anlatıyor?
Dünyanın dört bir tarafına savrulan Yahudilerin, 2000 sene sonra, 14 Mayıs 1948’de bir Yahudi Devleti kurmalarının çok büyük bir yurtseverlik hareketi olduğunu belirtmiştim. Bu yurtseverlik Kürdlerde yok. Bunca savaşlara, bunca sürgünlere, aslı...

Doktor Said
İsmail Beşikçi
Doktor Said
Gerek Aysel Çürükkaya, gerek Selim Çürükkaya, tören sırasında çok önemli konuşmalar yaptılar. Ama konuşmalarını Türkçe yaptılar. Bu, kişi olarak bende biraz burukluk yarattı. Çünkü bu ulusal ruh kavramına aykırı bir tutumdur. Ulusal ruh, ulusun anadi...

30 Eylül’de Seçim
İsmail Beşikçi
30 Eylül’de Seçim
Kürdler, Kürdistan 16 Ekim 2017 sabahında, çok büyük, çok ağır bir darbeyle karşılaştı. Halbuki, 25 Eylül 2017 referandumu sonunda çok başarılı bir sonuç elde edilmişti. Bu çok olumlu sonucu bozmak için hasım güçlerle işbirliği yapmak, gizli anlaşmal...

Geleceğini Belirleme Hakkı ve Kürdler
İsmail Beşikçi
Referandum ilanından sonra, sık sık yapılan bu açıklamalar şu anlama geliyordu. Siz  Kürdler, kendi geleceğinizi belirleme hakkına sahip değilsiniz. Sizin geleceğinizi ancak biz belirleriz. Siz kendinizi yönetemezsiniz.  Siz şimdiye kadar h...

Afrin savaşı uzun sürecek
İsmail Beşikçi
Afrin savaşı uzun sürecek
Avrupa’yı Avrupa yapan bazı değerler vardır. Ama Avrupa, Kürd/Kürdistan sorunlarına bu değerlerle yanaşmamaktadır; Ortadoğu’nun otoriter, baskıcı, ırkçı, mezhepçi değerleriyle yaklaşmaktadır. Bu bakımdan 1920’lerde kurulan Kürdlere,...

Düşmanlarını Sevindiren Bir Halk…
İsmail Beşikçi
Düşmanlarını Sevindiren Bir Halk…
Tarihte, Kürdler için ‘Yiğit bir halk’, ‘Kahraman bir halk’ ‘Gözünü budaktan esirgemeyen bir halk’ gibi ifadeler, kavramlar kullanılır. Kürdlerin davranışları bu tür nitelemelerle dile getirilir. Kürdler, başka bir...

Kürdler Zoru Başardı
İsmail Beşikçi
Kürdler Zoru Başardı
Irak’a, Türkiye’ye, İran’a, Suriye’ye rağmen, PKK’ye rağmen, Goran’a,  Komel’e rağmen, YNK’nin,  Ala Talabani, Bafil Talabani  gibi bir kesimine rağmen,  ABD’ye, İngiltere&rsqu...

Güvenlik...
İsmail Beşikçi
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, Kürdlerin ulusal istemleri, bu doğrultuda geliştirdikleri mücadeleler her zaman, Irak’ın güvenliği sorununu, bu sorun çevresinde gelişen endişeleri gündeme getirmektedir. Bu istemler, bu mücadeleler, sadec...

Page 1 of 17First   Previous   [1]  2  3  4  5  6  7  8  9  10  Next   Last   
30

Türkiye’de, 1925-1945 yılları arasında tek partiye dayanan bir siyasal hayat vardı. Doğal olarak anti-demokratik bir siyasal sistem, anti-demokratik bir siyasal rejim egemendi. Genel seçimler aslında atama şeklinde cereyan ediyordu. Milletvekilleri Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından atanıyordu. Seçimlerden yani bu atamalardan sonra TBMM’nin ilk oturumunda milletvekilleri Mustafa Kemal Atatürk’ü Cumhurbaşkanı seçiyorlardı. Otoriter, totaliter, anti-demokratik bir siyasal sistem, siyasal rejim vardı. Tunceli Kanunu bu siyasal sistemin, bu siyasal rejimin doruk noktalarından biridir. Yasanın gerekçesinde Dersim, bir çıban başı, yok edilmesi, temizlenmesi gereken bir mikrop olarak değerlendirilir.

Tunceli Kanunu 1935 yılında kabul edilmiştir. Ve hemen yürürlüğe konulmuştur. Bu yasanın en önemli özelliği, idarenin her türlü keyfi davranışına yol veriyor olmasıdır. Yasa bu bakımdan dönemdeki zihniyet yapısının önemli bir göstergesidir. Tunceli Kanunu’yla Dördüncü Genel Müfettişlik kurulmuştur. Dördüncü Genel Müfettişlik Dersim bölgesini içine almaktadır. Bugünkü Tunceli’den daha geniş bir bölgedir, Erzincan’ın, Bingöl’ün, Elazığ’ın bazı yörelerini de içine almaktadır. Dördüncü Genel Müfettiş bölgenin valisidir. Aynı zamanda, bölgedeki en yüksek askeri komutandır. Dördüncü Genel Müfettiş kişileri yakalama, suçlama, yargılama, verilen cezaları, örneğin idam cezalarını infaz etme yetkisine haizdir.
Tunceli Kanunu makable şamil bir kanundur. Tunceli Kanunu’nun makable şamil bir kanun olduğu, yasanın 35. maddesinde yazılıdır. Yani yasanın, yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiiller, “suçlar” için de uygulanacaktır. Bunun, ceza hukukunun ana prensiplerine aykırı olduğu açık bir gerçektir. Ceza yasalarının, yürürlüğe girdiği tarihten sonraki suçlar için uygulanacağı, ceza hukukunun temel prensiplerinden biridir.
Suçlanan kişilere iddianame verilmemesi, yasanın dikkate değer bir özelliğidir. Sanıklara savunma hakkı verilmemektedir. Sanıkların avukat tutamamaları, yargılama sürecinde avukatın olmaması, dikkatlerden uzak değildir. Bunlardan çok daha önemlisi, yargılama sürecinde, tercüman da yoktur. Sanıklardan çoğunun hiç Türkçe bilmediği, Türkçe konuşamadığı bir ortamda, tercüman olmaması, yasanın niteliğini açıkça ortaya koymaktadır.
Yasanın önemli bir özelliği de, idam hükümlerinin müfetteşin onayıyla infaz edilmesidir. Herhangi bir mahkeme tarafından verilen idam hükümlerini, TBMM tarafından onaylandıktan sonra infaz edileceği 1930’lardaki ceza mevzuatı için de söz konusudur. Fakat, Dördüncü Genel Müfettiş’e, TBMM’nin bu yetkisi de verilmiştir. Vali, Müfettiş ve Komutan’ın, köyleri yakıp yıkma, ahaliyi sürgün etme, köylerin, beldelerin, ilçelerin sınırlarını değiştirme, yetkisi de vardır.
Yasanın keyfi uygulamalara yol verdiğini belirtmiştim. Seyit Rıza’nın idam edilebilmesi için yaşının küçültülmesi, Seyit Rıza’nın küçük oğlu Resik Hüseyin’in, idam edilebilmesi için yaşının büyütülmesi bu keyfilikler arasındadır. Seyit Rıza’nın yaşının küçültülmesi mahkemesinde, duruşmaya getirilen tanığın, Seyit Rıza’nın küçük oğlundan iki yaş daha küçük olduğu da, bizzat Seyit Rıza tarafından belirtilmektedir.
Köylerin yakılması-yıkılması, mağaralara sığınan kadınların, çocukların zehirli gazlarla imha edilemesi, gebe kadınların karnına kılıç sokulması, bir –iki yaşlarındaki bebeklerin bir ayağının bileğinden kavranılarak, başlarının taşlara çarpıla çarpıla öldürülmesi, dere kenarlarında, dağ yamaçlarında toplanan sivil halkın, kadınların, çocukların üzerine uçaklarla bombalar atılması sık sık rastlanan olaylardır.
10 Kasım 2009 da, TBMM’de yapılan “demokratik açılım” görüşmelerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen. AKP Hükümeti’ni, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ı eleştirirken, “Atatürk 1937’de, 1938’de, Şeyh Said’de, Ağrı’da, “müzakere yaptı mı?” diyordu. Ama ne yaptığını söylemiyordu. Fakat aynı şeylerin yapılmasını istiyordu. Dersim’de 1937’de, 1938’de olup bitenlerden, Sabiha Gökçen’in sivil halkı nasıl bombaladığından Atatürk’ün habersiz olduğu düşünülebilir mi?
Tunceli Kanunu’nun yapıldığı sırada, TBMM’de 60’a yakın profesör vardır. Bunların önemli bir kısmı da hukuk profesörüdür. Tarih, sosyoloji, siyaset bilimleri, antropoloji, ekonomi gibi dallarda profesör olanlar da vardır. Onur Öymen’in amcası Hıfzırrahman Raşit Öymen de bu profesörlerden biridir. Onur Öymen’in amcası Hıfzırrahman Raşit Öymen ve babası Münir Raşit Öymen, Almanya’da özellikle eğitim, iletişim, sosyoloji gibi alanlarda eğitim görmüşlerdir. Ama bu profesörlerin, yasanın hiçbir maddesine, daha doğrusu keyfi davranışlara hiçbir itirazlarının olmadığı görülmektedir. Tunceli Kanunu tasarısı TBMM’ye geldiğinde şöyle bir yol izlendiği anlaşılmaktadır. TBMM Başkanı maddeleri birer birer okutmuş, kabul edenler-etmeyenler demiş, daha sonra da kabul edildiğini zapta geçirmiştir. Maddeler üzerinde, genel olarak görüş açıklaması olmamış veya tartışma yaşanmamıştır. Tunceli Kanunu 38 maddedir.
Bu milletvekillerinin TBMM’ye tayin yoluyle geldikleri bilinmektedir. Tayini yapan şüphesiz, Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Yukarıda sözü edilen 60’a yakın profesörden biri de, Ordinaryüs Profesör Mahmut Esat Bozkurt’tur. Mahmut Esat Bozkurt 1930’larda Adalet Bakanı’dır. Ord. Prof. Mahmut Esat Bozkurt, 1930 Ağrı ayaklanması sırasında şöyle bir konuşma yapmıştı. “Biz Türkiye denen dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. Mebusunuz inançlarından samimiyetle bahsetmek için bundan daha müsait bir ortam bulamazdı. Onun için hissiyatımı saklamayacağım. Türk bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır. Türklere hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman hatta dağlar, bu hakikatı böyle bilsinler. (Milliyet, 30 Eylül 1930, söz eden, Lucien Rambout, Çağdaş Kürdistan Tarihi, Komal Yayınları, Ankara 1978, s.132)
Eğitimli olmak, eğitimin kalitesini yükseltmek, otoriter ve totaliter bir yönetimin kurulmasına engel olmuyor. Kürtlerin, inkarı, imhası, asimilasyonu çabaları, Türkiye’de, her zaman faşist düşünce ve uygulama için elverişli bir ortam hazırlamaktadır. Bu sürecin Dersim 1937-1938 de olduğu gibi soykırıma varan uygulamaları da olmuştur.
Bu sözün dönemin Adalet Bakanı tarafından, Türkiye’nin Batı illerinden birinde, bir “seçim” döneminde söylendiğini unutmamak gerekir. Dikkat edilirse, Adalet Bakanı, profesör Mahmut Esat Bozkurt, “Türkiye, dünyanın en hür ülkesidir” diyor. Ama, “en hür ülke” de, Kürtlere, “hizmetçi olma hakkı”ndan, “köle olma hakkı”ndan başka bir hak tanımıyor. Bunu resmi ideolojinin bir tutarsızlığı, çelişkisi olarak değerlendirmek gerekir.
Son 25-30 yıllık mücadele sürecinde, Kürtlerin mücadelesini kırmak için, devletin, Zazacılık diye bir akım geliştirmeye çalıştığı gözlenmektedir. Zazaların Türk olduğu, bazı Türklerin Zazalaştığı anlatılmaktadır. Resmi ideolojinin ikiyüzlülüğü hemen dikkati çekmektedir. Kürt olduklarından ve Kızılbaş olduklarından dolayı soykırıma uğratılanlara, bugün de Türk olduklar söylenmeye çalışılıyor. Devlet, bu propaganda çerçevesinde, bazı Zaza Kürtlerini de hareket ettirebilmektedir. Bu konuda Zaza Kürtlerinin her zaman hatırlaması gereken süreç şudur. Dersim’de, Alevi inancında olan, Zaza Kürtleri yaşamaktadır. Alevi inancında olan Dersim’deki Zaza Kürtleri, 1937-1938 de neler yaşadı? Zaza Kürtlerine neden bu muamelenin layık görüldüğünü, Kürtlere neden soykırım yapıldığını da dönemin Adalet Bakanı, Ordinaryüs Profesör Mahmut Esat Bozkurt çok açık bir şekilde dile getirmektedir. Resmi ideolojini Kürtlerle ilgili bu tutarsızlıklarına, çelişkilerine de dikkat etmek gerekir. Zaza Kürtleri konusunda Roşan Lezgin’in, Kirmanckî, Kırdkî, Dimilkî, Zazakî başlıklı yazısına bakmakta yarar var. (www.zazaki.net, 26 Tebaxe 2009) Bu yazının Zaza Kürtleri başlığı altında Türkçe’sinin de yayımlanacağını umuyorum.
Burada, olguların algılanması ve analizi bakımından Türklerin büyük bir çoğunluğuyla Kürtler arasında çok önemli bir zihniyet farkı olduğu hemen göze çarpmaktadır. Türk aydınları Mahmut Esat Bozkurt’u “solcu” olarak değerlendiriyor. Baroların bir kısmı, hukuk fakültelerinin bir kısmı kendi kurumlarına heykellerini, büstlerini dikiyor. Mahmut Esat Bozkurt’un, Cumhuriyetle birlikte başladığı vurgulanan Türk aydınlanmasının önemli bir ismi olduğu vurgulanıyor. Kürtler, örneğin Kürt aydınları ise, Mahmut Esat Bozkurt’u, “ırkçı”, “faşist”, “çağdışı”, sömürgeci” gibi kavramlarla değerlendiriyor. Kürt aydınlarının ve Türk aydınlarının Mahmut Esat Bozkurt algılamasının birbirine zıt olduğu açık bir gerçektir. Bu noktada şu konu açık bir şekilde kendini belli etmektedir. İttihat ve Terakki, Türk milli mücadelesi, Lozan Antlaşması, 1925 Büyük Kürt Ayaklanması, Ağrı 1930, Dersim 1937-1938, Otuzüç Kurşun Olayı (1943), Halepçe, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin kurulması gibi olgular Türkler için ve Kürtler için çok farklı, birbirine zıt mesajlar vermektedir. Bunun dikkatlerden uzak tutulmaması gerekir.
Unutma-Unutturma
Kürtler konusunda söylenmesi gereken önemli sözlerden biri, yoğun bir unutmanın ve unutturmanın yaşanıyor olmasıdır. Dersimliler, daha düne kadar, 1937-1938 de neler yaşandığın konuşmazlardı. Bu konuya bir ilgi de yoktu. 1970’leri düşünelim. Dersim Türkiye’deki solun bir minyatürü gibiydi..Türk solunun bütün fraksiyonlarının Dersim’de büroları, taraftarları vardı. Kürt fraksiyonları ise, cılız bir şekilde vardı. PKK ile bu durum değişti. Ama köklü bir değişiklik olmadı.
Dersimliler, Kürtlerle, Kürt inancıyla hiç ilgisi olmayan Dördüncü Halife Ali’yi, Ali’nin oğulları Hasan’ı, Hüseyin’i hiç unutmuyorlar. Sık sık onlardan medet bekliyorlar. 681 yılında gerçekleşen Kerbela, Araplar’daki bir iktidar kavgasıydı. Kerbela’da öldürülenler 72 kişidir. Hüseyin taraftarları Fırat Nehri’ne çok yakın bir yerde çadır kurmalarına rağmen, Yezid taraftarları nehre gidiş yollarını kestikleri için 72 kişinin çoğu susuzluktan ölmüştür. Yezit taraftarlarının, Kur’an sayfalarını kılıçlara sokarak Hüseyin taraftarlarına saldırdığı biliniyor. Bundan dolayı Dersimliler dövünüp duruyorlar.
1937-1938 deyse, 50 binin üzerinde Alevi Kürdün öldürüldüğü görülmektedir. Akşam Gazetesi’nden Özlem Çelik, CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen’le yaptığı röportajda, bu sayının 90 bin olduğunu söylemektedir. (Akşam, 16 Kasım 2009) Genelkurmay’sa, 11 bin civarında ölü, 13 bin civarında sürgün olduğunu söylemektedir. Buna rağmen Dersimliler, Onur Öymen’in 10 Kasım 2009 da, TBMM’de, yaptığı konuşmaya ve konuşmaya karşı kamuoyunda gelişen tepkiye kadar, bu olaylardan söz etmezlerdi. Seyit Rıza’nın, Alişer’in, Nuri Dersimi’nin adını anmazlardı. Bu konuda büyük bir unutma ve unutturma yaşanıyordu. Örneğin 8 kasım 2009 da, İstanbul’da, Kadıköy Meydanı’nda, Büyük Alevi Mitingi yapıldı. Bu mitinge Dersimlilerin de katılması muhtemeldir. Ama mitingde, Seyid Rıza’ya, Alişer’e, Nuri Dersimi’ye, Dersim soykırımına ilişkin hiçbir fotoğraf, pankart göze çarpmıyordu. Konuşmalarda, bu isimlerden, bu olaylardan söz edilmedi.
Onur Öymen’in konuşmasından sonra konuşmaların tartışmaların başlaması, yaşlı insanların anılarını dile getirmeleri bir uyanış olarak değerlendirilebilir. Bilinçteki bu uyanış, ırkçı ve sömürgeci ideolojinin çözülmesi, sömürgeciler tarafından sistematik olarak öldürülen ruhun canlanması anlamına gelmektedir. Bu bilincin, bu uyanışın güçlenerek süreceği kanısındayım.
Aleviliğin, insanı ön plan koyan anlayışından, mazlumun yanında yer almasından dolayı, Ali, Hasan, Hüseyin taraftarlarının desteklemesi doğaldır. Ama bu kesimi içselleştirmesi, bu kesimle aralarında organik bağlar tesis etmeye çalışması yanlıştır. Şiilik elbette İslamlıktır. Ama Alevilik İslamın dışında olan bir inançtır. Bugünkü Alevilerin atalarının İslam olmadığı açık bir gerçektir. Aleviliği Müslümanlığa asimile etme çabaları, devletin baskısını hafifletmek için, Alevilerin Müslüman gibi görünmeleri, dikkatlerden uzak bir süreç değildir.
Dersim 1937-1938’i hatırlama sürecinde irdelenmesi gereken esas kişi Onur Öymen değildir. Kemal Kılıçdaroğludur. Soykırım sırasında, Kemal Kılıçdaroğlu ailesinden de yaşamını yitiren pek çok kişi vardır. Kılıçdaroğlu ailesinden bazı kişiler hasbelkader hayatta kalabilmişlerdir. Soykırım, Dersim’in her yöresinde olduğu gibi Nazımiye’de de yoğun bir şekilde gerçekleşmiştir. Kızılbaş Kürtlerin nasıl katledildiğini, Cumhuriyet Senatosu Başkanlarından ve Dışişleri eski Bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil’in, Kemal Kılıçdaroğlu’na özel olarak anlattığını Kılıçdaroğlu’nun kendisi söylemektedir. Köylerin, evlerin, ağılların, ahırların yakılmasından yıkılmasından sonra mağaralara sığınmış kadınların çocukların üzerine zehirli gazlar sıkılarak Kızılbaş Kürtlerin fareler gibi zehirlendiğini İhsan Sabri Çağlayangil anlatmıştır. Bunlara rağmen Kemal Kılıçdaroğlu kendi köklerine karşı yoğun bir yabancılaşma içindedir. Bunları unutmuş. Bunların unutturulması için geliştirilen politikalara karşı hiçbir tepkisi yok. Bir insan, eğitimli bir insan, kendi köklerine, ailesine karşı yaşama geçirilen katliamlara nasıl bu kadar duyarsız bir hale gelebilir? Bu da elbette bir eğitim sürecinde edinilebilecek bir sonuçtur. Resmi ideoloji eğitiminin nasıl uygulandığını, zengin olgusal dayanaklarıyla incelemek önemli olmalıdır.
29 Mart 2009 yerel seçimlerinde Kemal Kılçdaroğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayıydı. Bu seçimler sırasında, propaganda döneminde, Kemal Kılıçdaroğlu’na basında, “Gandi” deniyordu. Bu çok yanlış bir benzetmedir. Tarih bilincinden yoksun bir benzetmedir.
Gandi, ülkesi ve halkı için mücadele eden çok saygın bir önderdir. Hind Milli Kurtuluş Hareket’inin önemli bir ismidir. Kemal Kılıçdaroğlu ise, kendi ülkesini, kendi halkını, anadilini-kültürünü tarihten ve yeryüzünden silmek isteyenlerle işbirliği yapmaktadır. Bu tür bir değerlendirmeyi ancak, devletin propagandasının yapan, Milli İstihbarat Teşkilatının bir şubesi gibi çalışan, Türk basını yapabilir.
“Emperyalist işgale karşı olmak”, ABD’nin Irak’a silahlı müdahalesi öncesinde, Mart 2003 öncesinde ve sonrasında çok tekrar edilen bir slogandı. Türkiye’de “sol”un önemli bir kısmı, Kürtlere, “Kürtler, Saddam Hüseyin’le birleşerek, ABD’ya karşı mücadele etmelidir, savaşmalıdır” diyorlardı. CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu da bu düşüncedeydi. Burada, “emperyalizme karşı mücadele”,”emperyalist işgale karşı olma” gibi, devrimci içerikli sloganları kullanıyorsa da aslında, çok büyük bir gericiliktir. Çünkü Kürtleri, kendilerin karşı soykırım yapan Saddam Hüseyin’le, kendi kasaplarıyla işbirliği yapmaya çağırmaktadır. Ama Saddam Hüseyin’in Kürtlere karşı sistematik olarak geliştirdiği soykırım sırasında sessiz kaldıkları, bu olaylar görmezlikten, bilmezlikten, duymazlıktan geldikleri bilinmektedir. Türk solu grupları içinde, Saddam Hüseyin’i, “neden sadece bir Halepçe yaptın neden onlarca Halepçe yapıp gerici Kürtlerin kökünü kazımadın” diye eleştirenler de vardır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun adı “yolsuzlukları deşifre eden adam” olarak geçiyordu. Kendisi olamayan, hasmının, düşmanının kişiliğiyle bütünleşen, ailesine, halkına karşı yapılan yolsuzlukları hiç sorun yapmayan bir kişinin Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal hayatındaki yolsuzlukları deşifre etmesinin, bu yolsuzlukları izlemesinin hiçbir değeri yoktur. Zira en büyük yolsuzluğun, haksızlığın, 1938-1938 de, Dersim halkına yapıldığı açıktır.
30.11.2009
İsmail Beşikçi
www.rizgari.com
Posted in: tirki

Comments

There are currently no comments, be the first to post one!

Post Comment

Name (required)

Email (required)

Website

Konferansa Pirsgirêka Kurd li Tirkiyê
İsmail Beşikçi
Tirkiyê derbarê Pirsgirêka Kurd de zêdetirîn mijara ku tê qisetkirin ‘çareserî’ ye. Bêguman her tim kurd li ser ‘çareserî’yê diaxifin, kurd ‘çareserî’yê munaqeşe dikin. Lêbelê beriya ‘çareserî’yê pêwîst...

Êdî Kurd Dîroka Kurdan Dinivîsin
İsmail Beşikçi
Yek ji encamên girîng ên şerê çekdarîyê ev e ku, di nêv kurdan de hîşyarbûneke manewî daye destpêkirin. Rastîya wê, ew proseya ku ji salên 1960î de zîl dabû li dema şerî û piştî wî hê bêhtir geş bû, belav bû û kok berda erdê. Di roja îroyîn de li nêv...

Bûyera Dr. Friçê Duyem
İsmail Beşikçi
Di manşeta rojnameya Hürriyetê ya roja 21 pûşper 2007 de nûçeyek hebû. Sernavê nûçeya nûçegihan Özgür Ekşiyî “Lobîcîyê Veşartî Hat Eşkerekirin” e. Taner Akçamê ku li Zanîngeha Minnessota profesorê dîrokê ye, eşkera kirîye ku, ew kesê ku e...

Têgihîştinên Neteweperweriyê
İsmail Beşikçi
Dema ku pesnên neteweperweriya tirkî didin, pê re jî bona wê bizava neteweperweriyê ku di nav kurdan de aj dide, dibêjin “cudaxwaz e”, “paşverû ye”, “nîjadî ye” û hwd. e, bi vî awayî ev bizav tê xirabkirin. [Dibêji]...

Komeleya Piştgirîya Jiyana Nûjen Çi Dide Kurdan?
İsmail Beşikçi
Li Tirkiyeyê demokratîkbûn pirseka girîng e. Beşdarîya bo Yekîtîya Ewropayê û pêkanîna demokratîkbûnê, amanceka bingehîn a hukûmetan e. Wekî mînak, hukûmeta Partîya Edalet û Pêşveçûnê (AKP) carînan behsa vê amancê dike. Demokratîkbûn jî, ji rûyê polî...

Li Ser Têgeha “Ez kurd im, lê ne kurdçî me”
İsmail Beşikçi
Beşek ji kurdên ku vê sloganê tînin zimên, li hemberî vê şîroveyê jî derdikevin; dixebitin bidin zanîn ku em ji bo kurdan gelek tiştî dixwazin. Dibêjin, “Ez ne kurdçî me lê ji bo kurdan gelek tiştî dixwazim…” Dîsan dibêjin, “...

Pirsa Sereke Di Pirsgereka Kurd de
İsmail Beşikçi
Di vê axiftinê de ez dê hewl bidim xwe da ku li ser vê mijara bingehîn rawestim. Qonaxa bingehîn a dîrokî ku Pirsgirêka Kurd jê hasil bûye, qonaxa Şerê Cîhanê yê yekemîn e, yanî qonaxa pevçûna parvekirinê û piştî wê ye ku meriv dikare bi kurtahî bibê...

Têgihiştina di Derbarê Kurdan de, Têkilîyên Leşker û Hikûmetê
İsmail Beşikçi
Tirkîye, dewleteke xwedî îdeolojîya fermî ye. Di dewletên ku xwedî îdeolojîya fermî de tu cûdahîya dewlet û hukûmetê tune ye. Di îdarekirina dewletên wiha de, di dereca yekemîn de, yê ku biryar dide û birê ve dibe, sazîyên paraztin û meşandina îdeolo...

Sîstema Dewşîrme
İsmail Beşikçi
Di vê helwestê de, bi raya min sedema sereke, pirsgirêka mulk e. Gelê herêmê, mirovên ku herêmê xuya ne, xwedî mulk in. Weke mînak erdê gelekan heye. Jiber vê  yekê jî li ser gel bandoreke wan eşkere heye. Yekî ku li herêma xwe xwedî erdekî pir ...

Têgihiştin û Nîqaşên di Derbarê Pirsgirêka Kurdan de
İsmail Beşikçi
Taybetmendîya vê pêvajoyê ya herî girîng, ew e ku dewlet û hikûmet qet xwe rexne nake û bi paşeroja xwe re hevrû nabe. Ez bawerim dewlet û hikûmet di vê mijarê de bi himet in. Dewlet û hikûmet plan dikin bêyî ku xwe rexne bikin, bêyî bi paşeroja xwe ...

Page 1 of 4First   Previous   [1]  2  3  4  Next   Last   
123movies