“Türk milliyetçiliği çağdaştır”, “Türk milliyetçiliği ırkçı değildir, barışçıdır, beynelmileldir”, “Türk milliyetçiliği ilericidir, anti-sömürgecidir, anti-emperyalisttir”, “Atatürk milliyetçiliği çağdaştır, ilericidir, açık, demokratik bir milliyetçiliktir”, “Atatürk milliyetçiliği hümanisttir, evrenseldir”. Türk milliyetçiliği böyle anlatılmaktadır. Kendisine yüklenen bu niteliklerden dolayı Türk milliyetçiliği övülmektedir. Bu, aslında, Kürtlere karşı, Kürt sorununa karşı geliştirilen bir söylemdir.
Türk milliyetçiliğiyle ilgili olarak Türk resmi ideolojisini bu şekilde dile getirmek mümkündür. Resmi ideolojinin bu görüşü, genel olarak Türk düşüncesi tarafından da kabul görmektedir. Daha doğrusu Türk düşüncesi, bu görüşler doğrultusunda şekillenmiştir, gelişmiştir. Bu arada bazı emniyet müdürlerinin söylemi de dikkat çekicidir. Hrant Dink cinayetinde, Trabzon’da rahiplere saldırıda, Samsun’da Rahip Santoro’nun öldürülmesinde, Malatya’da misyonerlerin boğazları kesilerek öldürülmesinde, olayı gazetecilere anlatırlarken, “milliyetçi duygularla hareket etmişler…” demektedirler. Bu, milliyetçilik anlayışıyla suçlular hakkında sempati toplamaya çalışmak, cinayetlerin ağırlığını hafifletmek anlamına gelmektedir.
Türk milliyetçiliğinin övülmesine paralel olarak, Kürtlerde gelişen milliyetçi hareketler de, “ırkçıdır”, “ayrılıkçıdır”, ”gericidir”, “etnikçidir” vs. denerek kötülenmektedir. “Kürt milliyetçiliği etnik bir milliyetçiliktir.” “Kürt milliyetçiliği gerici, kapalı bir milliyetçiliktir.” “Kürt milliyetçiliği ilkel bir milliyetçiliktir.” “Kürt milliyetçiliği emperyalizm işbirlikçisi bir milliyetçiliktir.”… Türk düşüncesinin, Kürtlere ve Kürtlerdeki milliyetçi gelişmelere karşı düşüncesi genel olarak budur.
Daha çok kültür üzerinde, bu arada Kürt kültürü üzerinde çalışan Gürdal Aksoy, Nostradamus’un Kürdistan Kehaneti, Kürtler Üzerine Yazılar, (Komal Yayınevi, İstanbul 2007) kitabında, bu konudaki ikili kavramlara da yer vermektedir. Araştırmacı yazar Gürdal Aksoy, “Türk Milliyetçiliği Üzerine…” başlıklı yazısında, Türk araştırmacıların, Kemalist Türk milliyetçiliğini pozitif, Kürt milliyetçiliğini ise negatif olarak değerlendirdiğini vurgulamaktadır. (s.38-50)
Türk yazarları, basın mensupları, üniversite öğretim üyeleri, sivil toplum örgütleri çalışanları, siyasal partiler, hukukçular vs. genel olarak Türk milliyetçiliğiyle övünürler. “Türk milliyetçiliği ilericidir, çağdaştır, hümanisttir, Türk milliyetçiliğinde etnik milliyetçilik yoktur.” vs. denerek Türk milliyetçiliği övülmektedir. Kürtler ise milliyetçi olmadıklarını, enternasyonalist olduklarını söylemektedirler. Kürtler, milliyetçi tutumlar, duygular ve düşünceler gündeme geldiği zaman, “önemli olan insanlıktır, önemli olan kardeşliktir” diyerek milliyetçi duygulardan ve düşüncelerden ne kadar uzak durduklarını anlatmaya, ima etmeye çalışırlar.
Resmi ideolojinin bilgilerini, yaşanan gerçeklere, fiili duruma uyguladığımız zaman, durumun hiç de böyle olmadığı görülmektedir. Kürtler ve Kürtçe, inkar ve imha edilen, asimilasyona tabi tutulan toplumsal ve dilsel kategorilerdir. Bu çerçevede Kürt dili yasaklanmış, Kürtçe insan isimleri, köy, belde, dağ isimleri Türkçe isimlerle değiştirilmiştir. Yasaklanmış olan bir dili savunmak, dile, kültüre uygulanan baskıları geriletmek için, dili kültürü gün ışığına çıkarmak için mücadele etmek, aslında insani bir süreçtir. Yani bu mücadele aslında, insan olmanın, insanlığı savunmanın bir gereğidir. Ama, bu süreci bir yönüyle de milliyetçi bir gelişme olarak değerlendirmek de mümkündür. Çünkü, insani bir gereklilik olan, adınızı, kimliğinizi, dilinizi, kültürünüzü savunuyorsunuz. Bu doğal girişiminiz devlet tarafından engelleniyor, baskı altında tutuluyor, idari ve cezai yaptırımlarla karşılanıyor. İşte sorun bu baskı mekanizmasının işlemesiyle birlikte, siyasal bir alana kaymış olmaktadır. O zaman bunu Kürtlerde gelişen milliyetçi bir hareket olarak değerlendirmek mümkündür. Türk milliyetçiliğinin ilerici, çağdaş olduğu vurgulanmaktadır. Kürtlere baskı uygulayan, Kürt halkını, Kürt dilini ve kültürünü ezmeye çalışan, dili, kültürü yok etmeye çalışan bir milliyetçilik, ezen bir milliyetçilik, nasıl ilerici olabilir? Türk milliyetçiliğiyle ilgili söylemler, şüphesiz, Kürtler/Kürdistan sorunu dikkate alınarak geliştirilmektedir. Fakat Türk siyasal hayatı, Türk siyasal kültürü, Kürtleri tanımamaktadır, inkar etmektedir. Hukuken ve siyasal olarak Kürt, Kürtçe, Kürdistan tanınmadığı için, “Türk milliyetçiliği ırkçı değildir, saldırgan değildir, asimilasyoncu değildir, dışlayıcı değildir…” gibi şeyler söylenebilmektedir. Kürtler analize katıldığı zaman ise, bu düşünceler şüphesiz çürümektedir. Zaten düşün yasakları, Kürtlere, Kürt sorununa karşı geliştirilmektedir. Düşün yasaklarının, resmi ideolojinin eleştirilerine engel olmak gibi bir işlevi vardır.
Türk milliyetçiliğinin ilerici, açık, çağdaş bir milliyetçilik, Kürt milliyetçiliğinin, kapalı, gerici bir milliyetçilik olduğu söylenmektedir. Türk anayasası, “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür” demektedir. Türk siyasal kültürü, kendini Türk hisseden herkes Türk’tür demektedir. Bu, açık milliyetçiliğin delili olarak gösterilmektedir. Bu, hoşgörü içeren bir anlayış olarak sunulmaktadır. Halbuki, gerek Türk anayasına göre, gerek Türk siyasal kültürüne göre, herkes Türk olmaya mecburdur. Örneğin, “Türk değilim, Kürdüm, Kürt toplumu olmaktan doğan haklarımı istiyorum” dediğiniz andan itibaren, birçok idari ve cezai yaptırımla karşılaşıyorsunuz. Açık milliyetçilik, aynı zamanda, Türk olmayanları asimile etme, Türk’e benzetme, Türkleştirme hedefi ortaya koyan bir milliyetçiliktir. Çağdaşlık, ilericilik bu sürecin neresindedir? Kürt milliyetçiliğinin kapalı bir milliyetçilik olduğu söylenebilir fakat bu pozitif bir yöndür. Çünkü Kürtlerin hiç kimseyi, örneğin, Türkleri, Arapları, Farsları, Ermenileri, Asurileri Kürde benzetmek, Kürtleştirmek gibi bir niyeti ve amacı yoktur. Halbuki asimilasyon politikalarından ve uygulamalarından dolayı, Türk milliyetçiliğinin etnik bir milliyetçilik olduğu söylenebilir. “Bulgaristan’daki soydaşlarımız, Kafkasya’daki soydaşlarımız, Orta Asya’daki soydaşlarımız, Kerkük’deki soydaşlarımız, Batı Trakya’daki soydaşlarımız, Kosova’daki, Makedonya’daki soydaşlarımız” ifadeleri, etnik milliyetçiliğin göstergeleridir. Devlet ve hükümet yetkilileri, Güney Kürdistan’da, Kürtlere karşı duygular ve düşünceler geliştirirken, örneğin, Kerkük referandumunu önlemeye çalışırken, Kerkük’deki soydaşlarımız Türkmenlerin haklarını her zaman koruyacağız, bu işin her zaman takipçisi olacağız” demektedir.
Bütün bunlar Kürtlerin bilincine çarpıyor mu, nasıl çarpıyor? Dili yasaklanmış, adı değiştirilmiş, köyünün, beldesinin, dağlarının isimleri değiştirilmiş Kürt’ün, ülkesinin, coğrafyasının adını bile söyleyemeyen bir Kürt’ün, anadilini konuşamayan bir Kürdün, anadilini yazamayan, okuyamayan bir Kürdün, “ben milliyetçi değilim, enternasyonalistim, biz milliyetçi değiliz, enternasyonalistiz…” demesini nasıl değerlendirmek gerekir? Bu, kendi yakıcı gerçekliklerinden kaçış değil mi? Bunun için de bazı evrensel kavramlar perde yapılmıyor mu? Bu ruhsal ve zihinsel gelişmede bir sakatlık yok mu? Gürdal Aksoy, yukarıda sözü edilen kitabında, “kendine has bir Kürt düşüncesi, bir Kürt mantalitesi var mıdır?” sorusunu sormakta ve bu soruya makul cevaplar aramaktadır. (s. 6, 54-55, 157)
Gürdal Aksoy, Kürtlerde, somut şeyler hakkında düşünmeye dayanan, taklitçi olan bir düşüncenin varolduğunu dile getirmektedir. Bunun dikkate değer bir saptama olduğunu düşünüyorum. Bu genel olarak doğru bir saptamadır. İstisnalar olabilir. Kürt aydınlarının taklitçi olmalarının önemli bir nedeni kanımca Türkçe konuşuyor olmalarıdır, düşüncelerini, duygularını Türkçe olarak dile getirmeleridir. Dil sadece bir iletişim aracı olarak algılanamaz. Egemenlik sistemi de dil aracılığıyla kişilere, kurumlara, kitlelere empoze edilir. Hangi dille konuşuyorsanız o dilin siyasal kültürüne, o dilin siyasal sistemine, o dilin ürettiği kavramlarla, o dilin kurup geliştirdiği egemenlik anlayışına göre düşünürsünüz. Bu şuur altında gelişen bir durumdur. Türk dilinin siyasal terminolojisinin, Türk siyasal kültürünün ise Kürt karşıtı bir terminoloji, Kürt karşıtı bir kültür olduğu açıktır. Bundan önce, “Asimilasyon” başlıklı bir yazı yayınlanmıştı. (Esmer, Şubat 2008, Sayı: 37) Bu yazıda dile getirilen düşüncelerin, yukarıda belirtilen düşüncelerle birlikte ele alınmasında yarar vardır.
Devlet, Türkçe öğrettiği insanları, kendi anadilini değil de Türkçe konuşan insanları asimile ettiğini düşünüyor. Bu irdelenmesi gereken bir süreçtir…
Taklitçi düşünce şu şekilde dile getirilebilir: Sömürge kavramını ele alalım. Kürdistan’ın sömürge olduğu söyleniyor. Halbuki, sömürgenin sınırları olur. Örneğin Afrika, 1885 de, Büyük Britanya, Fransa, İtalya, Belçika, İspanya, Portekiz gibi devletler tarafından paylaşılmış ve sömürgeleştirilmiştir. Büyük Britanya’ya, Fransa’ya, İtalya’ya, İspanya’ya, Portekiz’e bağlı sömürge ülkeler vardır. Sınırları belirlenmiş ülkeler… Öte yandan sömürgeler, sonsuza kadar sömürge kalacak değildir. Sömürgeler, ekonomik bakımdan geliştikçe, idari bakımdan kendilerini yönetebilir bir hale geldikçe, emperyal ve sömürgeci devletler, onlara, bağımsızlıklarını verecektir. Birinci Dünya Savaşın’dan sonra, 1919 Paris Konferansı’nda ve Milletler Cemiyeti döneminde, sömürgeler böyle kurulmuştur. Bu bakımdan, sömürge bir statüdür. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1960’larda, Afrika’daki bütün sömürgeler, anayasal görüşmeler sonrasında bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Afrika’da, silahlı mücadeleler sonunda bağımsızlık kazanan dört devlet vardır. Fransız sömürgesi Cezayir, Portekiz sömürgeleri Gine Bisseau, Mozambik, Angola… Yukarıda dile getirilen bu nitelikler Kürdistan için hiç geçerli değildir. Kürtlerin, Kürdistan’ın bir statüsü yoktur. Sınır yoktur, çizilmemiştir. Kürt adı, Kürdistan adı da yoktur. Kürtlerin, Kürdistan’ın sonsuza kadar böyle kalması istenmektedir. Bu bakımdan Kürdistan sömürge bile değildir. Kürt araştırmacıların bu ilişkileri yeniden değerlendirmelerinde yarar vardır.
Kürtler ve ülkeleri, Birinci Dünya savaşı sürecinde ve Anadolu’da, Mustafa Kemal liderliğinde gelişen Kuvayı Milliye hareketi sürecinde bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Dönemin emperyal güçleri Büyük Britanya’nın ve Fransa’nın bu mücadele sürecindeki rolleri çok büyüktür. Bu çok açık bir olgudur. Fakat Türk siyasal düşüncesi, Türk siyasal tarihi, Türk siyasal kültürü bu olguya hiç dikkat çekmez. Bu sürecin üzerini kapatmaya çalışır. Kürtlerin başına getirilen bu felaketi karanlıkta bırakmaya gayret eder. Ama emperyal güçlerce, Anadolu’nun paylaşılma projelerine yoğun bir vurgu yapar, bunları öne çıkarır. Aslında emperyal güçler bu projeleri hiç gerçekleştirmemiştir. Bunu gerçekleştirmek için bir çaba da yoktur. Ama bu, durmadan öne çıkarılan, anlatılan bir durumdur. Bu projelere karşı durmadan analizler geliştirilmektedir. Kürtlerin ve Kürdistan’ın, emperyal güçlerce Ortadoğu’daki işbirlikçilerince, bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması ise bir gerçektir. Bu çok somut, çok açık bir bilgidir. Bu zaten Ortadoğu coğrafyasında açıkça görülmektedir. Bunu gerçekleştirmek için, 1920’lerde, emperyal devletler ve Ortadoğu’daki işbirlikçilerinin çok yoğun bir mücadele geliştirdikleri de bilinmektedir. Güney Kürdistan’da Şeyh Mahmut Berzenci’nin mücadelesini bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Günümüzde, Kürt milliyetçiliği gündeme geldiği zaman, Kürtler dilleriyle, kültürleriyle ilgilenmeye, gasbedilmiş değerlerine sahip çıkmaya başladıkları zaman, “her türlü milliyetçilik kötüdür” şeklinde bir anlayış de geliştirilmektedir. Bunun, Kürtlere karşı, Kürt sorununa karşı geliştirilen bir anlayış olduğu besbellidir. Örneğin Arap milliyetçiliğinin, Fars milliyetçiliğinin, Türk milliyetçiliğinin kötü olduğu söylenmemektedir, sadece Kürt milliyetçiliğinin kötü olduğu söylenmektedir. Bu görüşü daha kabul edilebilir kılmak için de, “her türlü milliyetçilik kötüdür ezen milliyetçilik de kötüdür, ezilen milliyetçilik de kötüdür…” denmektedir. Bunun devletçi bir görüş olduğu, devleti gözeten bir görüş olduğu açıktır. Bu, zalimle mazlumu, cellatla kurbanı, kasap ile koyunu aynı kefeye koymak anlamına gelmektedir. Bu gelişmenin de Kürt düşüncesiyle ilgili olduğu kanısındayım. Yukarıda, araştırmacı Gürdal Aksoy’un, sözü edilen kitabında, “kendine has bir Kürt düşüncesi var mıdır?” diye sorduğunu belirtmiştim. Somut şeylere ilişkin ve taklitçi bir düşünceden söz ettiğini de belirtmiştim. “Her türlü milliyetçilik kötüdür” görüşünün Kürt aydınları tarafından tepkilerle, sorularla karşılanmaması dikkate değer bir durumdur. Tarık Ziya Ekinci’nin, “Kürtleri Kürt ve Türk Milliyetçiliğinden Koruma Hayırhahlığı” (www.gelawej.org 31 Ocak 2008) yazısı elbette çok yerinde bir tepkidir. Fakat böylesine haksız bir görüşün, Kürtlerin gözünün içine baka baka söylenmesi, söylenebilmesi, Kürt muhalefetinin nasıl küçümsendiğini de göstermektedir. Bu tür görüşlerin sık sık dile getirilebilmesi, Kürt muhalefetinin cılızlığına da işaret etmektedir.
Türk ırkçılığı, Türk milliyetçiliği elbette kötüdür. Çünkü, örneğin, Kürtleri diliyle tarihiyle yok etmek istiyor. Bu anlayışa karşı yaşam mücadelesi veren, sistematik baskı altındaki milli değerlerini gün yüzüne çıkarmaya çalışan Kürtlerdeki milli gelişme neden kötü olsun? Ezen ve ezilen, mazlum ile zalim, koyun ile kasap nasıl aynı kategori altında değerlendirilebilir? Kürt aydınlarının, siyaset adamlarının bu anlayışa karşı ciddi bir tepki göstermemesi, bu anlayışa şu veya bu şekilde inanır olmaları, hatta, yer yer bunun propagandasını yapmaları ilgiyle, ibretle izlenmesi gereken bir durumdur.
Neşe Düzel’in, Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün’le yaptığı bir röportaj var. Bu röportajda Prof. Öğün, “Milliyetçilik Kürtlerin afyonudur” diyor. (Radikal, 15 Mayıs 2006) Prof. Süleyman Seyfi Öğün, baskı altındaki diline ve kültürüne sahip çıkan, bu konudaki baskıları geriletmek için mücadele eden Kürtleri bu kavramla anlatıyor. Ama, Kürt dilini yasaklayan, dili, kültürü baskı altında tutan devlete karşı, Türk milliyetçiliğine, ırkçılığına karşı böyle bir tanımlama yapması söz konusu değildir. Kürtler, örneğin, “Bir Kürt Dünyaya Bedeldir” mi demiş, “Kürt Öğün, Çalış, Güven” mi demiş? “Ne Mutlu Kürdüm Diyene” diyen bir Kürt var mı? “Yüksel Kürt, Yüksekliğin Senin İçin Hududu Yoktur” diyen Kürtler var mı? Bu sloganları yaşama geçirmek için, örneğin Kürtleri bu sloganlar çerçevesi içinde yönetmek isteyen, bunun için mücadele edenler var mı? Bütün bunlar, devletin, Kürtlere karşı, Kürt/Kürdistan sorununa karşı geliştirdiği politikaların hiç kavranılmadığını, bunları anlamak kavramak için çaba da harcanmadığını, sadece, devlet yanlısı duygularla ve düşüncelerle, ezbere bir şekilde Kürtlerin eleştirildiğini, suçlandığını gösterir…
Prof. Süleymen Seyfi Öğün, “eğer Kürtler ‘ben Kürdüm’ derlerse, birileri de kalkıp ‘ben de Türküm’ diyecektir” demektedir. Cumhuriyet’ten bu tarafa böyle denmiyor mu? “Kürt diye bir kavim yoktur, herkes Türk’tür, Kürtçe diye bir dil yoktur, Kürtçe denen dil Türkçe’nin bir şivesidir…” sözleri her zaman söylenmiyor muydu? Pazarda Kürtçe konuşunlardan kelime başı para cezaları alınmıyor muydu? “Bu memlekette sadece öztürklerin milli hakları vardır, kendilerine Kürt diyenlerin ise tek bir hakları vardır, Türklere hizmetçi olma hakkı…” sözlerini nasıl değerlendirmek gerekir? “Milliyetçilik Kürtlerin afyonudur” diyen Prof. Öğün’ün, Kürtlere hizmetçi olmayı dayatan bu devlet yetkililerini nasıl değerlendiriyor acaba? Prof. Öğün, bu zulme karşı mücadele edenleri “afyonlanmış” kabul ediyor. Bu ortam hakkında, bu ortamı yaratanlar hakkında bir eleştirisi, bir analizi var mı?
www.peyamaazadi.com