Af, son aylarda basının üzerinde durduğu önemli bir konudur. Hewler’de toplanacak Kürt Konferansı’ndan, PKK’nin silah bırakmasından, Kürt sorununa getirilecek çözümlerden, PKK’nin dağdan inmesinden, indirilmesinden söz edilmektedir. Devletin itirazları, çekinceleri, PKK’nin koşulları da af konusunda, silah bırakma konunda önemli başlıklar olmaktadır. Bu tartışmalarla birlikte gelişen bir süreç daha vardır. Bu, “faili meçhul” cinayetler konusundaki perdenin biraz aralanmaya başlamasıdır.
1990’ların sonlarında, TBMM’de kurulan Susurluk Komisyonu üyesi olan Fikri Sağlar, “faili meçhul” denen cinayetlerin 17 binden fazla olduğunu açıklamıştır. Sabaha karşı, güvenlik güçlerince yapılan bir baskınla evinden alınan baba, bir daha evine dönmemiştir. Eşinin, çocuklarının, yakınlarının aramaları, soruşturmaları, polis merkezlerinde, jandarma merkezlerinde, Cumhuriyet savcılıklarında dile getirilen suç duyuruları bir sonuç vermemiştir. Veya, aile, bu merkezlerdeki bütün aramalarına, soruşturmalarına rağmen babanın akıbeti hakkında bir bilgi edinememiştir. Babanın, bir zaman sonra, işkence görmüş cesedi yol kenarında, bir köprü altında veya dağdaki bir mağaranın önünde bulunmuştur. Öğle vakti, ekmek almak için evinden bakkala giden delikanlı, yolda, güvenlik güçlerince zorla arabaya bindirilerek kaçırılmış, bütün aramalara rağmen sonuç alınamamış, birkaç gün sonra gencin işkence görmüş cesedi, bir tarlada, bir yol kenarında bulunmuştur. Böyle binlerce cinayet vardır. Bu cinayetlerin 17 binin üzerinde olduğu bilinmektedir. Bu cinayetlerin JİTEM tarafından gerçekleştirildiği de biliniyor. Son bir yıla kadar ısrarla inkar edilen, “böyle bir örgüt yoktur” denen JİTEM’in üzerindeki perde artık aralanmaktadır. JİTEM itirafçılarının verdikleri bilgiler dahilinde kuyular açılmakta, mezar yerleri kazılmaktadır. Buralardan, kemikler, saç parçaları, elbise paçaları çıkmaktadır. Aileler, ölüm kuyularında, asit kuyularında çıkan kemiklerle, oğullarının, kızlarının cesetlerine sahip olmaya çalışmaktadır.
“Faili meçhul” cinayetlerin, uyuşturucu kaçakçılığı, silah kaçakçılığı, haraç, ırza geçme, talan gasp gibi süreçlerle geliştiği de bilinmektedir. Koruculuk, itirafçılık, Hizbullah, “faili meçhul” cinayetlerin organik bir parçasıdır. Bunların Kürt toplumunda derin yaralar açtığı açıktır. Bütün bunlar Kürt toplumuyla birlikte Türk toplumunu da giderek devleti de çürüten unsurlar olmuştur. Devlet, ‘terörle mücadele’ ediyorum diye, Kürt sorunuyla mücadele ediyorum diye böylesine çürütücü süreçlere de yol vermiştir. Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz, Eldiven gibi darbe planları, darbe girişimleri de bu ortamda şekillenmiştir.
Devlet, PKK’nin, PKK savaşçılarının affı konusunda itirazlar, çekinceler ileri sürmektedir. Peki, 17 binden fazla olduğu vurgulanan “faili meçhul” cinayetler konusunda af mümkün müdür? Bu cinayetleri işleyenleri, bunların yöneticilerini kim affedecek? Bu cinayetleri işleyenler, bunların yöneticileri, Kürtlerin vicdanında, insanların vicdanında her zaman suçlu olarak, katil olarak kalacaklardır. PKK, düşüncesini, eylemini her yerde, her zaman savunabilir. Çünkü zulmü protesto etmektedir. Kimlik haklarını, Kürt toplumu olmaktan doğan haklarının savunmaktadır. Gasp edilen hakları, sonuçta, evrensel değerleri savunmaktadır. PKK zaten bu haksız süreçleri bir sonucudur. “Faili meçhul” cinayetler işleyenler ise, kendilerini hiçbir yerde, hiç bir zaman savunamazlar. Onun için “JİTEM diye bir örgüt yoktur” diye ısrar ediliyordu.
Ölüm Kuyuları Konusunda Duyarsızlık
Son 25 yıllık Kürt savaşının çok önemli özellikleri vardır. Kadınların toplumsal ve siyasal mücadeleye katılmaları çok önemli bir gelişmedir. Ailelerin, çatışmalarda yaşamlarını yitiren evlatlarının cesedine sahip olabilmek için yaptıkları mücadele yine çok önemli bir gelişmedir. Aileler, bu konuda kararlı ve ısrarlı bir mücadele yürütmüşlerdir. Ama, Kürtler, “faili meçhul” cinayetler konusunda bu cinayetlerin takibi, ölüm kuyularının, asit kuyularının açılması, mezar yerlerinin kazılması konusunda, kemik parçalarını, saç parçalarının, elbise parçalarının bulunması konusunda evlatlarının cesetlerine sahip olabilmek için gösterdikleri duyarlılığı göstermemişlerdir. Bu şüphesiz olumsuz bir tutumdur. Halbuki, “faili meçhul” cinayetlere kurban gidenler, ya dağdaki savaşçının babasıdır, ya kardeşidir, ya amcasıdır, ya da yeğenidir… vs. 21 Mart’ta Newroz’da, Diyarbakır’da, yüzbinlerce Kürt’ün toplandığı görülmüştür. Bir milyona yakın kitleden söz edenler de vardır. Bu kitlenin siyahlar giyerek oraya geldiğini düşünün, Newroz’da kitlesel yası sergileyen bir program uygulandığını düşünün, ve bunu, ölüm kuyularıyla, asit kuyularıyla, kemiklerle, “faili meçhul” cinayetlerle açıklayın…En ciddi muhalefet, en kalıcı muhalefet böyle olur kanısındayım.
Yerel Seçimler
29 Mart 2009 yerel seçimlerinde Demokratik Toplum Partisi başarı göstermiştir. İl Genel Meclisi seçimlerinde % 5.6 civarında oy toplamıştır. (2 milyon 250 bin oy) Başta Diyarbakır olmak üzere, Batman, Van, Hakkari, Siirt, Iğdır, Şırnak, Dersim illerinin belediye başkanlıklarını kazanmıştır. Bunların yanında, Nusaybin, Kızıltepe (Mardin), Yüksekova (Hakkari), Malazgirt (Muş) Tatvan (Bitlis), Doğubeyazıt, Patnos (Ağrı), Silvan (Diyarbakır), Viranşehir (Urfa) Kurtalan (Siirt) gibi nüfusu yüz bin civarında olan ilçelerin belediye başkanlıklarını kazanmıştır. Sözü edilen bu on ilçenin dışında 41 ilçenin daha belediye başkanlıklarının DTP almıştır. DTP; Ağrı’da, Bitlis’te, Muş’ta, Bingöl’de, Mardin’de, belediye başkanlıklarını çok az bir oy farkıyla kaybetmiştir. Çok yerde de seçim yolsuzluklarından dolayı itirazlar vardır. DTP, İl Genel Meclisi verilerine göre, Diyarbakır, Hakkari, Batman, Şırnak gibi yörelerde, % 50’nin üzerinde, Van, Muş, Mardin, gibi yörelerde % 40’ın üzerinde, Ağrı, Siirt, Iğdır gibi yörelerde de % 30’un üzerinde oy toplamıştır. Bingöl ve Bitlis’te de %20’nin üzerinde oyu vardır. Bütün bu illerde, Adalet ve Kalkınma Partisi 22 Temmuz 2007 seçimlerine göre çok oy kaybetmiştir.
Yukarıda belirtilenlerin dışında 40 belde de daha belediye başkanlıklarını DTP almıştır. Belediye başkanlarının 14 kadındır. Bunun özellikle vurgulanması gerekir. Ayrıca, Batı illerindeki, Çukurova, Mersin, İstanbul gibi yörelerdeki Kürt oyları da toparlanmaya başlamıştır. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde AKP’nin aldığı oyların büyük bir kısmının geri döndüğü söylenebilir. Kömür ve yiyecek torbalarının, beyaz eşya dağıtımının fazla bir işlevi olmadığı, Kürtlerin kimliklerine daha fazla sahip çıktıkları söylenebilir. Demokrasi, halkın kendi kendini yönetme bilincinin gelişmesidir. Kürtlerin yerel yönetimlerde iktidar olmaları bu bilincin geliştiğini de göstermektedir. Bütün bunlar, devletin, “faili meçhul” cinayetlerle, Hizbullah’ın, itirafçıların, korucuların kullanılmasıyla planladığı hedeflere ulaşamadığını göstermektedir.
Af-Barış-Yüzleşme
PKK’nin silah bırakmasından söz ediliyor. “Bir Kürt konferansı düzenlenecek. Konferans PKK’e silah bırak diyecek” deniyor. Çevreye bir kere bakmak gerekir. Ortadoğu’da benzer mücadelelerde neler oldu, neler yaşandı? İşgal altındaki Filistin topraklarında, Batı Şeria’da ve Gazze’de Filistin Devleti nasıl kuruldu? Filistin Kurtuluş Örgütü’yle İsrail arasında nasıl anlaşma oldu? Anlaşma sonunda FKÖ silah bıraktı ama, Filistinli savaşçılar, Batı Şeria’da ve Gazze’de, özerk birimin güvenlik gücü, askeri gücü oldular. Bu süreç Güney Kürdistan’da nasıl yaşandı? Saddam Hüseyin rejimiyle mücadele eden peşmergeler, Irak’a yapılan ABD müdahalesi sürecinde oluşan Kürt Federe Devleti’nin, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin güvenlik gücü, askeri gücü oldu. Diyelim ki af ilan edildi. PKKliler dağdan indiler, cezaevlerine konulmadılar, evlerine döndüler. Ne yapacak bu eski savaşçılar? İnşaat işçiliği, duvar işçiliği mi yapacak? İşportacılık, seyyar satıcılık mı yapacak? Kaçakçılık mı yapacak? Boyacılık, badanacılık mı yapacak? Bunlar elbette saygı değer meslekler. Ama yıllardır dağda olan, bu savaşçılar bu mesleklere nasıl uyum gösterecekler? Kürtler, PKK’nin silah bırakmasını neden bu kadar iştahla istiyorlar? Güneyli Kürtler, neden böyle bir istek peşindeler? Bu konular üzerinde düşünmek gerekir. PKK’nin de, savaşçılarını, güvenlik gücü olarak istihdam edebileceği bir yapıyı, otonomi gibi, federasyon gibi bir yapıyı düşünmesi gerekir.
ABD, PKK’nin kalaşnikoflarına İran’ın atom bombasına karşı çıktığından daha fazla karşı çıkıyor. Uluslararası toplum da bu tutumu benimsiyor. Ama, aynı uluslar arası toplumun, Güney Kürdistan’da Kürtlere karşı geliştirilen jenosit konusunda hiç seslerini çıkarmadıkları bilinmeyen bir konu değildir. Afganistan’da Taliban’la, Irak’ta el Kaide ile görüşme ortamı yaratmaya çalışan ABD’nin Kürt karşıtı bu tutumu çözüme hizmet eden bir tutum değildir. Bu çerçevede Cemal Özçelik’in, “Atom Bombası mı Daha Tehlikeli, Kalaşnikof mu?” yazısana bakmakta yarar var. (www.kurdinfo.com 28 Mart 2009) Cemal Özçelik bu yazısında, “Dünyadaki Gelişmeler, PKK’yi Silahsızlandırma ve Güney Kürdistan’ı Uluslararası Bir Yarı Sömürge Haline Getirme Projeleri”ni irdeliyor.
PKK’ye “Silah bırak” demek için Kürt konferansının düzenlenmesi anlamsızdır. Sen zaten kararını vermişsin, konferansa ne gerek var. Ama bir Kürt Konferansı elbette gereklidir. Uluslar arası toplum karşısında muhatap olabilecek bir Kürt örgütüne elbette ihtiyaç vardır. Bu tür konuların konuşulması, tartışılması için bir Kürt konferansına gerek vardır.
Bu arada, Kürdistan Yurtseverler Birliği Başkanı ve Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin, “Kürt devleti hayaldir, o anlayışlar şiirlerde kalmıştır” şeklindeki beyanlarını da kabul etmemek, eleştirmek gerekir. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, dünyaya nizam veren güçler tarafından, Kürtlerin başına lanetli bir çorap geçirilmiştir. Kürtler bu haksız nizamı eleştirecekleri, bu eleştirilerini sürekli kılacakları yerde, “Kürt devleti hayaldir” demeleri yanlıştır. Düşünelim ki, Andorra, San Marino, Monako, Liechtenstein on bin, otuzbin nüfusu olan devletler…Birleşmiş Milletler’in ve Avrupa Konseyi’nin üyesi olan devletler…”Kürtlere bağımsızlık olmaz…” şeklindeki Avrupa Konseyi’nin kararları altında bu devletlerin de imzaları var. Bu devletler, Ortadoğu’daki toplam nüfusu 40 milyonun üzerinde olan Kürtlerin geleceğini nasıl belirliyor? Bu hakkı kendilerinde nasıl görüyorlar? Bu süreçte siyasal ahlak var mı, insanlık var mı, insanlaşma var mı? İnsanlaşmanın temel ölçütü, insanın kendi hemcinsine karşı yaptığı muameledir. 200 yıldır özgürlükleri uğrunda kararlı bir mücadele içinde olan Kürtlerin böylesine engellenmesi insanlaşmaya uygun bir süreç midir? Avrupa Konseyi’ne Avrupa’nın Vicdanı denir. Ama, Avrupa’nın Vicdanı, Kürtlerin başına 1920’lerde geçirilen lanetli çorap aynen kalsın anlayışı içindedir. Avrupa’nın vicdanı bu durum nasıl sindirebiliyor? Kürtler, bu ilişkileri, bu tarihsel geçmişi elbette eleştirmelidir. Eleştiriler sürekli olmalıdır.
PKK barıştan, yüzleşmeden, hakikatlerin araştırılmasından çok söz etmektedir. Ama, kendi içinde gelişen ölümlere, cinayetlere karşı görmezlikten gelme, bilmezlikten gelme gibi bir politika izlemektedir. Bu konuda PKK’nin politikası, devletin PKK’ye karşı yürüttüğü politikayı andırmaktadır. PKK günümüze kadar, tek taraflı olarak, birçok kere ateşkes ilan etti. Ama devlet bunları hiç dikkate almadı, Kürtlere karşı baskı ve şiddet politikasını aynen sürdürdü. PKK de barış diyor, Barış Meclisi’nden söz ediyor, yüzleşmeden, Hakikatları Araştırma Komisyonu’ndan söz ediyor fakat, kendi örgütsel yapısında gelişen ölümleri, cinayetleri görmezlikten, bilmezlikten geliyor, bunlar yokmuş gibi davranıyor. PKK kendi içinde, kendinden ayrılanlarla barışı gündeme getiremiyorsa, Kürtler arasında barışı sağlayamıyorsa, kendi içinde gelişen bu süreçlerle yüzleşemiyorsa, barış anlayışının, yüzleşme anlayışının ciddi bir ağırlığı olmaz. Bu girişimler, bu niyetler ciddi bir sonuca da ulaşmaz. PKK önce, kendi içindeki olaylarla ilgili olarak Hakikatları Araştırma Komisyonu kurmalıdır. Toplum karşısında, devlet karşısında, ancak böyle bir süreçten sonra daha güçlü olur. Kendi içinde barış arama, kendi içinde yüzleşmeyi gerçekleştirme Kürtleri, PKK’yi büyütür. Bu sorunu görmezlikten gelmek, kulak ardı etmek, savsaklamak ise Kürtleri de PKK’yi de küçültür. Türk soluyla ittifak yapmak, Kürtleri hiç dikkate almamak, yine, Kürtleri, PKK’yi büyüten bir süreç değildir
Yukarıda seçimlerin bazı olumlu yönlerinden söz ettik. Bir de şöyle bir konu var: 7 milyon seçmenin sandık başına gitmediği dile getirilmektedir. Bunun ne kadarının Kürt olduğu iller bazında incelenmesi gereken bir durumdur. Daha da önemlisi şudur: Kürt şehirleri bazında seçimleri irdelerken, “DTP şu kadar oy aldı, AKP şu kadar oy aldı” “DTP’in oyu şu kadar artı, AKP’nin oyu şu kadar azaldı” diyoruz. Batı Şeria’da, Gazze’de yapılan seçimleri düşünün, İsrail siyasal partileri oralardan oy alabiliyor mu? Güney Kürdistan’daki seçimleri düşünün, Merkezi Irak’ın siyasal partileri oralardan oy alabiliyor mu? Bu konuların düşünülmesinde de yarar vardır.
İsmail Beşikçi
*Kürdistan-post org-3 Nisan 2009