×
Ayrılıkçı Yazılar
İsmail Beşikçi
Ayrılıkçı Yazılar
Ana akım Kürd siyasal hareketi, ‘ayrılıkçı’ olmadığını, yemin- billah ederek döne döne ifade etmektedir. Bu yaranmacı tutumun, Kürdlere küçücük bir hayrı yoktur. Fuad Önen (1954, Derik) Ayrılıkçı Yazılar kitabında hep yol yürüd...

Seyidlik-Şeriflik
İsmail Beşikçi
Seyidlik-Şeriflik
‘Soyum Ehl i-Beyt’ tir demek,  ben Arab’ım demektir. Ehl-i Beyt ev halkı anlamına gelir. Hz. Muhammed’i, kızı, Hz. Fatıma’yı, damadı ve  amcasının oğlu Hz.  Ali’yi, Hz. Ali’nin oğulları Hz. Has...

Theodor Herzl Bize Ne Anlatıyor?
İsmail Beşikçi
Theodor Herzl Bize Ne Anlatıyor?
Dünyanın dört bir tarafına savrulan Yahudilerin, 2000 sene sonra, 14 Mayıs 1948’de bir Yahudi Devleti kurmalarının çok büyük bir yurtseverlik hareketi olduğunu belirtmiştim. Bu yurtseverlik Kürdlerde yok. Bunca savaşlara, bunca sürgünlere, aslı...

Doktor Said
İsmail Beşikçi
Doktor Said
Gerek Aysel Çürükkaya, gerek Selim Çürükkaya, tören sırasında çok önemli konuşmalar yaptılar. Ama konuşmalarını Türkçe yaptılar. Bu, kişi olarak bende biraz burukluk yarattı. Çünkü bu ulusal ruh kavramına aykırı bir tutumdur. Ulusal ruh, ulusun anadi...

30 Eylül’de Seçim
İsmail Beşikçi
30 Eylül’de Seçim
Kürdler, Kürdistan 16 Ekim 2017 sabahında, çok büyük, çok ağır bir darbeyle karşılaştı. Halbuki, 25 Eylül 2017 referandumu sonunda çok başarılı bir sonuç elde edilmişti. Bu çok olumlu sonucu bozmak için hasım güçlerle işbirliği yapmak, gizli anlaşmal...

Geleceğini Belirleme Hakkı ve Kürdler
İsmail Beşikçi
Referandum ilanından sonra, sık sık yapılan bu açıklamalar şu anlama geliyordu. Siz  Kürdler, kendi geleceğinizi belirleme hakkına sahip değilsiniz. Sizin geleceğinizi ancak biz belirleriz. Siz kendinizi yönetemezsiniz.  Siz şimdiye kadar h...

Afrin savaşı uzun sürecek
İsmail Beşikçi
Afrin savaşı uzun sürecek
Avrupa’yı Avrupa yapan bazı değerler vardır. Ama Avrupa, Kürd/Kürdistan sorunlarına bu değerlerle yanaşmamaktadır; Ortadoğu’nun otoriter, baskıcı, ırkçı, mezhepçi değerleriyle yaklaşmaktadır. Bu bakımdan 1920’lerde kurulan Kürdlere,...

Düşmanlarını Sevindiren Bir Halk…
İsmail Beşikçi
Düşmanlarını Sevindiren Bir Halk…
Tarihte, Kürdler için ‘Yiğit bir halk’, ‘Kahraman bir halk’ ‘Gözünü budaktan esirgemeyen bir halk’ gibi ifadeler, kavramlar kullanılır. Kürdlerin davranışları bu tür nitelemelerle dile getirilir. Kürdler, başka bir...

Kürdler Zoru Başardı
İsmail Beşikçi
Kürdler Zoru Başardı
Irak’a, Türkiye’ye, İran’a, Suriye’ye rağmen, PKK’ye rağmen, Goran’a,  Komel’e rağmen, YNK’nin,  Ala Talabani, Bafil Talabani  gibi bir kesimine rağmen,  ABD’ye, İngiltere&rsqu...

Güvenlik...
İsmail Beşikçi
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, Kürdlerin ulusal istemleri, bu doğrultuda geliştirdikleri mücadeleler her zaman, Irak’ın güvenliği sorununu, bu sorun çevresinde gelişen endişeleri gündeme getirmektedir. Bu istemler, bu mücadeleler, sadec...

Page 1 of 17First   Previous   [1]  2  3  4  5  6  7  8  9  10  Next   Last   
07

ABD Kongresi’ne Ermeni soykırımı ile ilgili bir tasarı sunulduğunda ve tasarı kamuoyunda, basında tartışılmaya başlandığında, ABD hükümeti, “biz hükümet olarak bu tasarıya karşıyız. Türkiye bizim dostumuzdur” diyor. ABD’de, Başkan, Dışişleri Bakanı, Genelkurmay yetkilileri, iş adamları, bu yönde açıklamalar yapıyor.”Tarihçi” denen bazı kişiler, bazı üniversite profesörleri, basın mensupları, “Türkiye’de, ABD’ye dost bir hükümet vardır, Türkiye’yi rahatsız edecek girişimlerden kaçınmalıyız. Ermen sorunu tarihçiler tarafından araştırılması gereken bir sorundur, siyasetçiler, hükümetler tarafından, değil” şeklinde konuşmalar yapıyorlar.

 
Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de… parlamentolara, Ermeni soykırımıyla, Kürd/Kürdistan sorunuyla ilgili bir yasa teklifi verildiği zaman veya böyle bir girişim gündeme geldiği zaman ve bu girişimler oralarda ve Türkiye’de, tartışılmaya başlandığı zaman, hükümetler, “Türkiye bizim dostumuzdur, hükümetimiz bu tür yasalara ve yasa girişimlerine karşıdır…” açıklaması yapıyor. Ekonomik çıkarlar, Kürtlerin, öbür ezilenlerin çığlıklarının duyulmasına engel olmaktadır.
 
Peki, bu devletlerin, ezilen halklara karşı bir sorumlulukları yok mudur? Benzer bu tür açıklamalar, böyle bir sorumluluk üstlenilmediğini gösteriyor. Bu da uluslar arası siyaseti, hala, kak, hukuk, özgürlük, eşitlik gibi değerlerin değil, baskının, zorun, kaba gücün yönlendirdiğini gösteriyor.
 
Örneğin, son aylarda, Ocak 2012 de, Türkiye’de, Kürd bölgelerinde neler yaşanıyor? Diyarbakır’da, iç kalede, JİTEM Karargâhı olarak kullanılan bir binanın bahçesinde kazılar yapılıyor. Kemikler, kafatasları çıkıyor. Bugüne kadar (31 Ocak 2012) 26 kafatasının çıktığı belirtiliyor. Jitem Karargahı’nın bulunduğu yer, eski cezaevinin, adliyenin, Jandarma Alay Komutanlığı’nın bulunduğu bir alan. Saraykapı…
 
1990’larda, Jitem tarafından, illegal bir şekilde tutuklanan Kürdler buralara götürülmüş. İşkenceli sorgular sonucunda öldürülmüş. Cesetleri de bu bahçede açılan çukurlara atılmış Zaten Jitem hakkında halkta oluşan kanaat şudur. “Buraya girenler, buraya götürülenler bir daha sağ çıkamaz.” Tansu Çiller’in Başbakan, Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı, Doğan Güreş’in Genelkurmay Başkanı olduğu bir dönem… Bu kazılar başladıktan sonra, aileler, o günlerde evlerinden alınıp bir daha geri dönmeyen yakınlarının, hiç olmazsa, kemiklerine kavuşabilmek için DNA larını veriyorlar. Pek çok aile umutlarla kazı çevresinde bekliyor.
 
Gençleri, aile reislerini, amcaları, ağabeyleri vs. illegal bir şekilde evlerinden alıp işkenceli sorgulardan geçirmek, cesetleri de bahçede açılan çukurlara atmak, gömmek… Bu vahşet nasıl gerçekleşiyor. Bunu yapanlar, bu tür operasyonlar gerçekleştirenler nasıl bir ruhsal ve düşünsel yapıya sahipler… Şurası çok açık. Böyle bir vahşeti gerçekleştirenler, “kimse bizden hesap soramaz” “Hiç kimse bizden hesap soracak cesarete sahip değildir.” anlayışına sahipler. Devlet gücü bu yönde kullanılıyor. Devlet gücünü bu yönde kullanıldığı besbellidir. Bu kişilerde bu Jitem görevlilerinde böyle bir anlayış nasıl gelişebilmiştir? Bu görevlilerin de bağlı oldukları üst makamlardan bu şekilde emirler, direktifler aldıkları bir hiyerarşi içinde bu hizmetleri yaptıkları açıktır.
 
İnsan Hakları Derneği’nin, Türkiye genelinde çıkardığı toplu mezar haritası bu bakımdan dikkate değer bir tablo ortaya koymaktadır. Şimdiye kadar kazılarda 12 toplu mezardan 162 insan cesedi çıkarılmıştır. Kazılmayı bekleyen 255 toplu mezarda 3274 kişinin cesedinin bulunduğu belirtilmektedir. Toplu mezarlar, Diyarbakır, Şırnak, Bitlis, Batman Siirt, Van, Mardin, Bingöl, Dersim, Ağrı, Hakkari, Elazığ, Kars gibi yörelerdedir.
 
Böyle bir vahşet 1990’larda nasıl yaşanabilmiştir? Böyle bir vahşet 1990’larda nasıl kurumlaşabilmiştir? Demokrasi olduğu söylemen bir devlette, Avrupa Konseyi üyesi bir devlette, Avrupa Birliği’ne aday bir devlette, böyle bir vahşet, katliam nasıl yaşanabilmiştir?
 
İşte burada, “Türkiye bizim dostumuzdur” anlayışının çok büyük rolü vardır. “Dost devletler”in, Kürd/Kürdistan karşıtı politikaları Türkiye’ye çok büyük bir güç ve cesaret vermektedir.
 
Toplu mezarlara biraz daha yakından baktığımız zaman şunu görüyoruz.

 

İl
Toplu Mezar Sayısı
Çıkarılan Ceset Sayısı
Siirt
36
376
Bitlis
35
485
Hakkari
33
347
Bingöl
33
468
Diyarbakır
31
321
Van
18
257
Mardin
14
259
Şırnak
11
207
Batman
11
198
Dersim
5
259
Elazığ
3
55
Ağrı
2
53
Urfa
2
16
Ardahan
1
19
Adıyaman
1
17
Antep
1
16
Iğdır
1
14
Kars
1
7
Malatya
1
5
Hatay
1
8
Cizre
1
2
İstanbul
1
19
Ankara
1
3
Konya
1
3
Toplam : 245
Toplam: 3414

 

Günümüze kadar Diyarbakır”da bir toplu mezar açılmış 76 kişinin cesedi çıkarılmış. Dersim”de bir toplu mezar açılmış 7 ceset çıkarılmış. Batman”da bir toplu mezar açılmış 13 ceset çıkarılmış. Mardin”de bir toplu mezar açılmış 7 ceset çıkarılmış. (Taraf, 27 Ocak 2012)
 
Cengiz Aktar, 1 Şubat 2012 tarihli Taraf Gazetesi’nde, “Diyarbakır 1915: Kötülüğün Arkeolojisi” başlıklı bir yazı yayımladı. Bu yazıda, Saraykapı’da, Jitem karargahı’nın bahçesinde çıkan kemiklerin, 1915 Ermeni soykırımıyla ilgili olabileceğini yazıyor. Bu olasılık şunu gösteriyor. 1915 de Ermenilere karşı gerçekleştirilen soykırım, günümüzde Kürdlere karşı zamana ve mekâna yayılmış bir şekilde gerçekleştiriliyor.
 
Aralık 2011 sonlarında, Türk savaş uçakları, Qılaban’da, Roboske’de, “kaçağa gidip gelen”
Kürd köylülerini bombaladı. 34 kişi bu bombardımanda katledilmiş, onlarca Kürd yaralanmıştır. Katledilenlerin 19 u çocuktur. Bunlar ilköğretimde, lise öğretiminde olan çocuklardır. Üniversitede öğrenci olanlar da vardır. Aile ekonomisine yardım için, harçlık elde etmek için bu işi yapmaktadırlar. Bu bombardımanın bilinçli bir bombardıman olduğu, yani bombalananların köylü olduğu, gerilla olmadığı biline biline yapılmış bir bombardıman olduğu açıktır. PKK komutanı Bahoz Erdal’ın ve yazar Ali Fikri Işık’ın yazıları bu bombardımanın bilinçli bir şekilde yapıldığını göstermektedir. (bk, Bahoz Erdal, 4 Ocak 2012 www.gelawej.net , Ali Fikri Işık, Robeske, 26.1.2012 www.kurdinfo.com )
 
Qılaban’da, bombardımanlarla öldürülenler, “kaçakçılık” yapanlar, aynı zamanda koruculuk yapmaktadır. Korucu oldukları için, devlet, onların “kaçakçılık” yapmalarına göz yummaktadır. Bu katliamda açıkça görüldüğü gibi, koruculuk yapmak Kürdlükten kopmak anlamına gelmiyor. Hâlbuki devlet, korucu olanların, Kürdlükten tamamen kopmalarını da istiyor. Kürdlükten kopmadıkları için bu katliama maruz kalıyorlar. Bunun bilinçli, planlı bir şekilde yapılan bir katliam olduğu besbellidir.” Türkleşmeyenlerin, Kürdlükte ısrar edenlerin akıbeti budur” denmektedir.
 
Bu olayın basına yansıtılmaması için yoğun önlemler alındığı da görülmüştür. Hükümet, bombardımandan, ancak, 12-13 saat sonra açıklama yapabilmiştir. Bu da, “olayı araştırıyoruz, eğer hata varsa…” şeklinde bir açıklamadır. Türk basını ancak, bu hükümet açıklamasından sonra ve bu açıklamaya meşruluk ve haklılık veren haberler yapabilmiştir. Genelkurmay Başkanlığı zere kadar insani özü bulunmayan bir açıklama yapmıştır. Bu operasyonlarından dolayı, Başbakan askerleri övmüştür.
 
Devletin Kürdlere fütursuz davrandığı çok açıktır. Kürdler önemsenmemektedir, umursanmamaktadır. Batılı devletlerden de bu konuda, herhangi bir soru ile karşılaşılmayacağı hesaplanmıştır. “Türkiye bizim dostumuzdur” diyenlerin, bugüne kadar, Türkiye’yi rahatsız edecek bir soruları olmamıştır.
İşte bu noktada, şöyle bir değerlendirme yapmak gerekli olmaktadır. Kürdler ve Kürdistan, 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Bu süreçte, başta Büyük Britanya ve Fransa olmak üzere Avrupa’nın çok büyük bir rolü vardır. Büyük Britanya ve Fransa Kürdler ve Kürdistan üzerindeki bu operasyonlarını Ortadoğu’daki, Türk, Arap ve Fars yönetimleriyle işbirliği yaparak gerçekleştirmişlerdir. Bu anti-Kürd tavırda, Sovyetler Birliği’nin politikaları da emperyal Büyük Britanya ve Fransa politikalarından farklı değildir. Sovyetler Birliği yöneticileri de, ulusların kendi geleceklerini belirleme hakkını en çok konuşanlardan olmasına rağmen, Kürdler ve Kürdistan konusunda mazlumlardan yana değil, emperyal devletlerden yana bir tutum ortaya koymuştur. Sovyetler Birliği yöneticileri, Kürdlerin, Ortadoğu’da bir statü sahibi olmalarına her zaman karşı olmuştur. Bunu önlemek için, Ortadoğu’da, Arap, Türk ve Fars yönetimleriyle her zaman işbirliği yapmıştır.
 
Avrupa anti-Kürd tavrını bugün de sürdürmektedir. Ortadoğu’nun ortasında, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış olan Kürdlerin ve Kürdistan’ın mücadelesi, Türkiye, İran ve Suriye tarafından, hala, güvenlik anlayışı çerçevesinde, “terör” kavramı çerçevesinde algılanıyor. Batı devletleri, Avrupa devletleri de “terör”ü Türkiye’nin anladığı şekilde anlıyor.
 
Ortadoğu’nun ortasında, 40 milyondan fazla nüfus, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış 40 milyondan fazla Kürdler’in ve Kürdistan’ın özgürlük mücadelesi, hala, “terör” kavramı çerçevesinde ele alınmaktadır. Kürdleri ve Kürdistan’ı denetleyenler, Kürdlerin özgürlük mücadelesine yoğun bir şekilde karşı çıkmaktadırlar. “Türkiye bizim dostumuzdur” diyen Avrupalılar da, yoğun bir Kürd karşıtlığı içindedirler. Bu tutum, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya gibi devletleri derin bir çelişki içinde bırakmaktadır.
 
Avrupa’da, bugün, nüfusu 30 bin-40 bin civarına olan devletler var. Bunlar Avrupa Konseyi’nin ve Birleşmiş Milletler’in de üyesidir. Andorra, San Marino, Monaco, Liechtenstein böyle devletlerdir. Vatikan nüfusu bin civarında olan bir devlettir. Uluslar arası camiada bunlar devlet olarak yer alırken, 40 milyonu aşkın nüfuslu Kürdler’in bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmış bir şekilde tutulmaya çalışılması elbette, üzerinde durulması gereken bir durumdur. Avrupa Birliği’nde, sadece beş devletin, Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya ve İspanya’nın nüfusu, Kürdlerin Ortadaoğu’daki toplam nüfusundan fazladır. Belki Polonya’nın, Kürdlerin Ortadoğu’daki toplam nüfusu kadar bir nüfusu vardır. Geriye kalan 21 Avrupa Birliği üyesinin nüfusu, Kürdlerin nüfusundan azdır. Lüxemburg, Kıbrıs, Malta, yarım milyon civarında nüfüsa sahiptir. Kıbrıs’ta, Rumlar artı Türkler bir milyon etmemektedir. Slovenya, Slovakya, Letonya, Litvanya, Estonya gibi devletlrin nüfusu, 2-3 milyon civarındadır. 27 üyeli Avrupa Birliği’nde, geriye kalan, 13 devlet, Belçika, İrlanda, Yunanistan, Portekiz, Hollanda, Danimarka, İsveç, Finlandiya, Çek Cumhuriyeti, Avusturya, Bulgaristan, Romanya 7- 15 milyon civarında nüfusu vardır. 40 milyonu Aşkın Kürdlerin küçücük bir siyasal statüye sahip olmamaları, uluslar arası camianın neden anti-Kürd bir tutum içinde olduğu, elbette, irdelenmesi gereken bir durumdur.
 
Dünyada nüfusu onbin civarında olan birçok devlet vardır. Ve bu devletlerin çoğunun topraklarının genişliği, Kürdistan’ın bir beldesi kadar bile değildir. Uluslar arası camiada bu anti-Kürd tutumun nasıl oluştuğu ayrıntılarıyla incelenmelidir.
Devletler Hukuku diye bir alan var. Gerek Milletler Cemiyeti döneminde, gerek Birleşmiş Milletle döneminde, bu alana ilişki pozitif hukuk oluştu. Cemiyet-i Akvam’dan (Milletler Cemiyeti) bu tarafa, Kürdler gözetilerek dile getirilmiş olumlu bir devletler hukuku kaidesi yoktur. Ama, Kürdleri baskılamak, engellemek için, Kürd adı anılmadan dile getirilen pek çok kaide vardır. Kürdlerin özgürlük mücadelesi gündeme geldiği zaman, bu kaideler konuşturulmakta, Kürdler bu yolla engellenmektedir. Veya genel bir hüküm konulduğunda, bu hükmün yorumlanması Kürdler içinde olumlu bir yön ifade ediyorsa, bu da, fiili olarak engellenmiştir. Devletler Hukukunun Kürdler için, olumlu bir şey söylemediği, söylememek için yoğun bir çaba içinde bulunduğu açıktır.
 
Uluslar arası ilişkiler de önemli bir alandır. Ama bu alanda da Kürdler için olumlu bir söz, olumlu bir yorum bulunmamaktadır. “Cemiyet-i akvam” (Milletler Cemiyet) deniyor. “Birleşmiş Milletler” deniyor. Bu isimlerden milletlerin değil, devletlerin haklarının gözetildiği gibi bir anlam çıkıyor. Uluslar arası İlişkiler de Kürdler söz konusu olduğu zaman, hep, devletlerin, Kürdleri ve Kürdistan’ı baskı altında tutan, bunu müşterek bir şekilde yapan devletlerin haklarını ve çıkarlarını gözetmiştir. Kürdistan, devletlerarası bir sömürgedir. İlgili devletlerin ortak sömürgesidir. Büyük Britanya’nın (daha sonra Irak), Fransa’nın (daha sonra Suriye), Türkiye ve İran’ın ortak sömürgesi.. Aslında Kürdistan sömürge bile değildir. Buradaki “bile” edatının iyi analiz edilmesi gerekir. Kafkasya’daki Kürdistan’ı, örneğin Kızıl Kürdistan’ı da unutmamak gerekir.
 
Kürd sorunu, Kürdistan sorunu denildiğinde akla gelen temel soru budur. Nüfusu bu kadar büyük bir halk neden küçücük bir siyasal statüye sahip olamamıştır? Uluslar arası camia, nüfusları çok küçük olan halkları devlet olarak kabul ederken, 40 milyondan fazla nüfusuyla Kürdlere neden “terör” kavramı, güvenlik kavramı çerçevesinde yaklaşmaktadır? Kürdleri böylesine baskılayan uluslar arası camiada siyasal ahlak var mıdır? Bu küçük devletler, Kürdlerin geleceğini belirleme hakkını nereden bulmuşlardır?
 
İnternette bir haber yorum görmüştüm. Birleşmiş Milletler’e üye on devletin nüfusunu altalta koymuş. Yekunu yine de bir Diyarbakır etmiyordu. Bu küçük devletlerin, Kürdlerin ve Kürdistan’ın geleceğinin belirlenmesinde oy sahibi olmasında, bunu her zaman Kürdlerin aleyhinde kullanmasında siyasal ahlak var mıdır? Devletler Hukukunu, uluslar arası ilişkileri her zaman kaba güç, ekonomik çıkar mı belirlemelidir, burada etik bir değer hiç olmamalı mıdır?
 
Temel sorun budur. Bu, bilimin, siyasetin, diplomasinin kavramlarıyla incelenmesi gereken bir sorundur. Bu temel sorunu dikkatlerden uzak tutmamaya çalışmak da önemli olmalıdır. Sorunu gizleyen, öteleyen girişimlerden de uzak durmak gerekir.
 
Kürdlerde tartışma kültürü
Temel sorun budur. Fakat son aylarda, Kürdler arasında gelişen tartışmalar, tehditler Kürdleri temel sorundan uzaklaştırmaktadır. Kişilerin grupların birbirleriyle kavgaya, didişmeye başlamaları temel sorunu öteleştirir.
 
Bir defa şu saptamayı yapmakta yarar var. Günümüzde, Kürd, Kürdistan, Kürdçe konusunda epeyce konuşmalar, yazılar oluyor. Kürd basını şekillenmeye başladı, ilerledi. Gerek Kürd basınında, gerek Türk basınında, her gün, Kürd, Kürdçe, Kürdistan konularında haberler, yorumlar yayımlanıyor. Gerek Kürdlerin, gerek Türklerin yayımladığı dergilerde, dergilere incelemeler yayımlanıyor. Radyolarda, gazetelerde, bu konularla ilgili programlar, açık oturumlar yayımlanıyor. Sivil toplum örgütleri, sempozyumlar, konferanslar düzenliyor. Geçmişe ilişkin olarak en önemli değişiklik kanımca budur. Örneğin, 30-40 yıl öncesine ilişkin en önemli değişiklik budur. Bu, Kürdlerin kendi mücadeleleriyle yarattıkları bir durumdur. Fiili bir durumdur. Kalıcı olacağı ise açıktır. Bu fiili durum karşısında, devlet de, TRT-6 gibi, bazı üniversitelerde Kürdçe bölümler gibi, Tutukevlerinde ve cezaevlerinde, aile ziyaretlerinde Kürdçe konuşulmasının serbest bırakılması gibi bazı adımlar atmak durumunda kalmıştır. Bu sürecin yaratılmasında gerilla mücadelesinin çok büyük rolü vardır. Eğer bugün bu konularda rahatça konuşuluyorsa, mücadelenin bu şüreçdeki rolü dikkatlerden uzak tutulamaz. Bir defa bu durumun saptanması gerekir. Bu, kanımca kitlelerle de mal olmuş bir görüştür. Böyle bir mücadele yaşanmamış olsaydı, Kürd toplumunu, Kürd incelemeleri bu aşamaya gelemezdi.
 
1978-1979 yıllarına dikkat çekilerek, Diyarbakır’da Mehdi Zana’ın, Ağrı’da, Urfan Alpaslan’ın bağımsız belediye başkanı seçildiği söyleniyor. Bu durumun güçlenerek devam edeceği de vurgulanıyor. PKK’nin bu süreci durdurduğu, maddi ve manevi yıkımlara neden olduğu değerlendirmesi yapılıyor. Bu değerlendirme kanımca doğru değildir. 1978-1979 dikkate alındığında, o koşullarda, Mehdi Zana’nın Diyarbakır’da, Urfan Alpaslan’ın Ağrı’da bağımsız belediye başkanı seçilmesi şüphesiz önemlidir. Ama bunun, toplumu değiştirecek önemli bir dinamik olduğu söylenemez. Çünkü hiçbir efendi, kölelerine, köle muamelesi yaptıklarına haklarını vermez. O hakları mücadele ile almak gerekir. Bundan daha önemli olan, köle muamelesi görenlerin bu durumu iyice içselleştirmiş olmalarıdır. Böyle muamele görmelerinin doğal bir durum olduğunu sanmalarıdır. İlk kurşun bu bakımdan önemlidir. Düşmana vurulan darbe yanında köle kişiliğinde öldürülmüş olması önemlidir.
 
Kürdlerin ve Kürdistan’ın toplumsal ve siyasal hayatında, Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde, 12 Mart Rejimi sırasında yapılan savunmalar, İddianameye Cevap metinleri de ilk kurşun olarak değerlendirilebilir. Fakat bunlardan hiçbiri 1984 de, 15 Ağustos atılımın yarattığı süreci yaratamaz.
 
“Kemal Burkay’ın dönüşü bir AKP projesidir”, “PKK bir devlet projesidir” gibi değerlendirmeler yanlıştır. Kürd aydınlarına, Kürd sanatçılarına yapılan tehditler yanlıştır. Hiçbir toplum aydınsız yapamaz. Kürd sanatçılar Kürd toplumunun çok önemli unsurlarıdır. Bu çerçevede yapılan tartışmalar Kürdleri temel sorundan uzaklaştırır, toplumsal gücü farklı alanlarda eritir. Hiçbir projenin niyet edenin istediği gibi, yaşama geçmediği, hedeflenen durumu yaratmadığı besbellidir. “Yüzleşme ve Hakikat Komisyonu’nu en önce, PKK kendi içinde kurmalıdır.
 
Kemal Burkay Türkiye’ye döndüğünde, ROJ TV ekranları Kemal Burkay’a da açılabilmeliydi. Kemal Burkay’ın benzer arkadaşların ülkeye dönüş yapmaları çok doğaldır. Öbür arkadaşların dönebilmeleri için de elverişli bir ortam hazırlanmalıdır. ROJ TV ekranları, İbrahim Güçlü, Muhsin Kızılkaya, Ümit Fırat, Orhan Miroğlu, Şıvan, Nizamettin Arıç gibi yazarlara ve sanatçılara da açılabilmelidir.
 
Kürdler her halükarda eleştirici olmalıdır. Batı, uluslar arası camia eleştirilebilmelidir. Sadece devletler değil, basın, üniversite, yargı kurumları da eleştirilebilmelidir. Sivil toplum kurumları, yazarlar da eleştirilebilmelidir. Batılı devletler, başta Büyük Britanya ve Fransa, Kürdlerin başına büyük belalar sarmışlardır. Bu çerçevede kendi devletini, Batı’nın bu Kürd aleyhtarı tutumunu eleştirmeyen yazarlar da eleştirilmelidir. Kürdistan’da, geçmişin bilincine varmadan geleceği kurmak olası değildir. Geçmişi yok sayarak Kürdlerin özgürlük mücadelesini 1984 den itibaren başlatan PKK’nin de eleştirilmesi gerekir. Temel sorunun bilincine varmadığı için, devletleşmeye karşı durduğu için PKK yine eleştirilmelidir.
 
Posted in: tirki

Comments

There are currently no comments, be the first to post one!

Post Comment

Name (required)

Email (required)

Website

Konferansa Pirsgirêka Kurd li Tirkiyê
İsmail Beşikçi
Tirkiyê derbarê Pirsgirêka Kurd de zêdetirîn mijara ku tê qisetkirin ‘çareserî’ ye. Bêguman her tim kurd li ser ‘çareserî’yê diaxifin, kurd ‘çareserî’yê munaqeşe dikin. Lêbelê beriya ‘çareserî’yê pêwîst...

Êdî Kurd Dîroka Kurdan Dinivîsin
İsmail Beşikçi
Yek ji encamên girîng ên şerê çekdarîyê ev e ku, di nêv kurdan de hîşyarbûneke manewî daye destpêkirin. Rastîya wê, ew proseya ku ji salên 1960î de zîl dabû li dema şerî û piştî wî hê bêhtir geş bû, belav bû û kok berda erdê. Di roja îroyîn de li nêv...

Bûyera Dr. Friçê Duyem
İsmail Beşikçi
Di manşeta rojnameya Hürriyetê ya roja 21 pûşper 2007 de nûçeyek hebû. Sernavê nûçeya nûçegihan Özgür Ekşiyî “Lobîcîyê Veşartî Hat Eşkerekirin” e. Taner Akçamê ku li Zanîngeha Minnessota profesorê dîrokê ye, eşkera kirîye ku, ew kesê ku e...

Têgihîştinên Neteweperweriyê
İsmail Beşikçi
Dema ku pesnên neteweperweriya tirkî didin, pê re jî bona wê bizava neteweperweriyê ku di nav kurdan de aj dide, dibêjin “cudaxwaz e”, “paşverû ye”, “nîjadî ye” û hwd. e, bi vî awayî ev bizav tê xirabkirin. [Dibêji]...

Komeleya Piştgirîya Jiyana Nûjen Çi Dide Kurdan?
İsmail Beşikçi
Li Tirkiyeyê demokratîkbûn pirseka girîng e. Beşdarîya bo Yekîtîya Ewropayê û pêkanîna demokratîkbûnê, amanceka bingehîn a hukûmetan e. Wekî mînak, hukûmeta Partîya Edalet û Pêşveçûnê (AKP) carînan behsa vê amancê dike. Demokratîkbûn jî, ji rûyê polî...

Li Ser Têgeha “Ez kurd im, lê ne kurdçî me”
İsmail Beşikçi
Beşek ji kurdên ku vê sloganê tînin zimên, li hemberî vê şîroveyê jî derdikevin; dixebitin bidin zanîn ku em ji bo kurdan gelek tiştî dixwazin. Dibêjin, “Ez ne kurdçî me lê ji bo kurdan gelek tiştî dixwazim…” Dîsan dibêjin, “...

Pirsa Sereke Di Pirsgereka Kurd de
İsmail Beşikçi
Di vê axiftinê de ez dê hewl bidim xwe da ku li ser vê mijara bingehîn rawestim. Qonaxa bingehîn a dîrokî ku Pirsgirêka Kurd jê hasil bûye, qonaxa Şerê Cîhanê yê yekemîn e, yanî qonaxa pevçûna parvekirinê û piştî wê ye ku meriv dikare bi kurtahî bibê...

Têgihiştina di Derbarê Kurdan de, Têkilîyên Leşker û Hikûmetê
İsmail Beşikçi
Tirkîye, dewleteke xwedî îdeolojîya fermî ye. Di dewletên ku xwedî îdeolojîya fermî de tu cûdahîya dewlet û hukûmetê tune ye. Di îdarekirina dewletên wiha de, di dereca yekemîn de, yê ku biryar dide û birê ve dibe, sazîyên paraztin û meşandina îdeolo...

Sîstema Dewşîrme
İsmail Beşikçi
Di vê helwestê de, bi raya min sedema sereke, pirsgirêka mulk e. Gelê herêmê, mirovên ku herêmê xuya ne, xwedî mulk in. Weke mînak erdê gelekan heye. Jiber vê  yekê jî li ser gel bandoreke wan eşkere heye. Yekî ku li herêma xwe xwedî erdekî pir ...

Têgihiştin û Nîqaşên di Derbarê Pirsgirêka Kurdan de
İsmail Beşikçi
Taybetmendîya vê pêvajoyê ya herî girîng, ew e ku dewlet û hikûmet qet xwe rexne nake û bi paşeroja xwe re hevrû nabe. Ez bawerim dewlet û hikûmet di vê mijarê de bi himet in. Dewlet û hikûmet plan dikin bêyî ku xwe rexne bikin, bêyî bi paşeroja xwe ...

Page 1 of 4First   Previous   [1]  2  3  4  Next   Last   
123movies