Kürdleri Türklüğe asimile etmek için, Kürdçe’yi yok etmek için, Kürdlerin Kürdçe’yi unutmaları için, Cumhuriyet hükümetleri her türlü önlemi almıştır. Cumhuriyet yönetiminin, Cumhuriyetin Kürdlere kattığı hiçbir değer yoktur. Cumhuriyet, Kürdlere, baskı, zulüm asimilasyondan başka hiçbir şey vermemiştir...
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, “Kürdçe eğitim olmaz. Çünkü Kürdçe medeniyet dili değildir. Ancak uygun bir zamanda, seçmeli ders olarak okutulması gündeme gelebilir” açıklamasını duyunca çok şaşırdım. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, bu açıklamayı, 4 Şubat 2012 de, CNN Türk’de, Şirin Payzın’ın, “Neler Oluyor” programında yaptı. Bülent Arınç Kürdlere şunu da söylüyor. “Türkçe medeniyet dilidir. Türkçe öğrenin, medeni dünyaya dahil olun. İlkel dil Kürdçe’yle medeni dünyada yer alamazsınız.
Halbuki Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 22 Aralık 2011 de, TBMM de, hükümet adına bütçe görüşmelerinin kapanış konuşmasını yaparken, “Kürdlerin, eğitim, dil, bilgi, kültür ve kimlik haklarını vereceğiz” demişti. Bülent Arınç Kürd kimliğinin 30 sene önce çıkmadığının altını çizerek “3 bin yıllık bir gerçektir. Bunu inkar ederseniz, 1980’lerin öncesine dönersiniz. Kimliğini tanıdığımız insanların tüm haklarını vereceğiz.” demişti. (Gazeteler, 23 Aralık 2011)
Bülent Arınç, 3 Mart 2011 tarihinde de, “Bir sanık savunma hakkımı Kürdçe yapmak istiyorum diyorsa, buna izin verilmeli” demişti.
Son iki açıklamayla birincisinin birbirleriyle çeliştiği açıkça görülmektedir. Kürdlere bütün hakları verilecektir diyen Bülent Arınç, son açıklamasıyla, Kürdlerin hiçbir hakka sahip olamayacağını söylemiş olmaktadır. Bu, hükümetin, AKP’nin yöneticilerinin kafalarının ne kadar karışık olduğunu gösteriyor. Kafası bu kadar karışık bir hükümetin Kürdleri, Kürd sorununu doğru dürüst yönetmesi mümkün değildir.
Bu arada, Genelkurmay Başkanı, Org. Necdet Özel’in, Milliyet’den Hikmet Bila’ya, 5 Ocak 2012 de, yaptığı “Kürdçe eğitim olmaz” açıklamasını da kaydetmek gerekir. (Gazeteler, 6 Ocak 2012)
İkinci açıklama pişkince yapılmış bir açıklamadır. Başbakan yardımcısı pişkin bir tutum sergilemektedir. Şöyle ki, Kürdler ve Kürdçe 80 yılı aşkın bir zamandır çok ağır zulüm altındadır. Kürdleri Türklüğe asimile etmek için, Kürdçe’yi yok etmek için, Kürdlerin Kürdçe’yi unutmaları için, Cumhuriyet hükümetleri her türlü önlemi almıştır. Cumhuriyet yönetiminin, Cumhuriyetin Kürdlere kattığı hiçbir değer yoktur. Cumhuriyet, Kürdlere, baskı, zulüm asimilasyondan başka hiçbir şey vermemiştir. Pazara inen yoksul Kürd köylülerinden, Kürdçe olarak konuştukları kelime sayısına göre para cezası alınması, bu cezanın anında tahsil edilmeye çalışılması Cumhuriyet’in bir buluşudur.
Devletin ideolojik baskı araçları, devletin zorlayıcı baskı araçları Kürdlerin Türklüğe asimile edilmeleri için, Kürdçe’nin yok edilmesi için etkin bir şekilde kullanılmıştır. Kürdlerin ve Kürdçe’nin inkarı, Kürdçe’nin gelişmesini engellemek için her türlü önlemin alınması Cumhuriyet’i kuranların en önemli düşüncesi ve eylemi olmuştur. İnkara dayalı operasyonlar da sergilenmiştir. Örneğin devlet kütüphanelerindeki Kürdçe dergiler, gazeteler, imha edilmiş, kataloglar değiştirilmiştir. Sık sık yapılan güvenlik aramaları sırasında, evlerdeki Kürdçe kitaplara, gazetelere, dergilere anında el konulmuş, bunlar, uygun ortamlarda imha edilmiştir. Kürdleri ve Kürdçeyi, küçümseme, horlama, aşağılama, Türk batılılaşmasının, Türk aydınlanmasının çok önemli bir düşüncesi ve eylemidir.
Osmanlı yönetimi sırasında, 19. yüzyılın sonlarından itibaren, Kürdçe gazeteler, dergiler, kitaplar yayımlandığı biliniyor. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde, birçok dergi, gazete, kitap yayımlanmıştır. İnkar, imha, Cumhuriyetle başlayan bir süreçtir.
Bu kadar baskı ve zulümden sonra, bu kadar, küçümseme, aşağılama ve horlamadan sonra, ”Kürdçe geri kalmış bir dildir, medeniyet dili değildir” demek pişkin bir tutum oluyor. Bu pişkin tutum, sadece, fiili olarak yaşananları yok saymak anlamına gelmiyor, aynı zamanda, o zulme ortak olmak anlamına da geliyor.
Hem Kürdçe’nin geri kalması, asimilasyonu için baskı zulüm yapacaksın, hem de, “Kürdçe çok geridir, medeniyet dili değildir, eğitim dili olamaz…” diyeceksin; bu çok pişkince bir tutum, şaşırtıcı bir tutum.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Türkçe’nin medeniyet dili olduğunu söylüyor. Kürdçe’nin medeniyet dili olmadığını söylüyor. “Kürdçe ilkel bir dildir”demek istiyor. Kürdçe’yi yasaklıyorsun, Kürdleri asimile etmek için her türlü baskıyı zoru kullanıyorsun. Medeniyet bunun neresinde? Devletin ideolojik ve zorlayıcı baskı araçlarını bu yönde kullanıyorsun. Etkin ve sistematik bir şekilde kullanıyorsun; medeniyet bunun neresinde? Kütüphanelere girip Kürdçe kitapları, gazeteleri, dergileri ayırıp öbek öbek yakıyorsun, imha ediyorsun; Katalogları değiştiriyorsun. Medeniyet bunun neresinde?
Bugün, Siirt, Bitlis, Hakkari, Bingöl, Diyarbakır, Van, Mardin, Şırnak, Batman, Dersim gibi Kürd bölgelerinde toplu mezarlar var. 3 binden fazla Kürt işkenceli sorgularda katledilmiş toplu mezarlara gömülmüş… Bu mu medeniyet? 1915 de, Ermenilere yapılan soykırım, zamana ve mekana yayılmış bir şekilde bugün de Kürdlere karşı sürdürülüyor.
Kürd dili uzmanları, Kürd diliyle birlikte, Batı dillerini, Doğu dillerini de bilen uzmanlar, Kürdçe’nin niteliği hakkında, gelişkinliği hakkında birçok açıklama yaptılar. İbrahim Seyidani’nin, “Bülent Arınç, Kürdçe ve Dil Problemi” başlıklı yazısı bu bakımdan dikkate değer bir yazıdır. Bu yazı, 7-8 Şubat 2012 tarihinden itibaren, internette, pek çok sitede asılı duruyor. Bu yazı, bazı sitelerde, “Bülent Arınç’a Kürd Şaplağı” başlığıyla yer almış.
Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın, İddianameye cevap metninde Kürdçe’yi ve Türkçe’yi karşılaştıran, Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü’ne dayanarak Türkçe sözcüklerin kökenlerini analiz eden bir bölüm vardı. DDKO Davası’nın, 12 Mart rejimi’nde (1971), Diyarbakır, Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde görülen bir dava idi.
İbrahim Seyidani’nin yazısı, bana o savunmaları hatırlattı.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, ana okullarından üniversiteye kadar, üniversite dahil, Kürdçe eğitim yapıldığı biliniyor. Gülen Cemaati’nin bu bölgede açtığı okullarda Kürdçeyle eğitim yapıldığı da bilinmektedir. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde resmi dilin, Arapça yanında, Kürdçe olduğunu da söylemek gerekir.
Bu yazılar şüphesiz çok değerli. Ama şöyle düşünmek de önemli. 90 yılı aşkın bir zulme ve basıya rağmen, yasaklamalara, aşağılamalara, horlamalara rağmen, Kürd dili, hala yaşayabiliyorsa, gelişkin bir dildir. Kürd dili bu sistematik yok etme sürecine dayanabilmişse, varlığını hala sürdürüyorsa, günden güne gelişiyorsa, gelişkin bir dildir. Son birkaç yıldır, Kürd dilinin, hem yazılı olarak hem konuşma olarak epeyce yaygınlaştığı, geliştiği dikkatlerden uzak değildir.
Medeniyet Deyince…
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, “Türkçe medeniyet dilidir” açıklaması bende şu düşünceleri ve duyguları da uyandırdı. Medeniyet deyince benim aklıma Ermeni medeniyeti geliyor. 1915 ve sonrasında, soykırımla birlikte yok edilmeye çalışılan, yağmalanan Ermeni medeniyeti… Osmanlılarda matbaa 1830’larda kuruldu. İlk gazete 1830’larda yayına başladı.
Ermenilerdeyse matbaa çok daha eski yıllarda belki bir asır önce kuruldu. Venedik’te, İstanbul’da, İzmir’de, gazete, kitap, dergi yayını başladı. 19, yüzyılda, İstanbul, İzmir, Van, Diyarbakır, Trabzon, Harput, Sivas, Çukurova gibi alanlarda, düzenli gazeteler, dergiler, kitaplar yayımlanıyordu. 1915 de, soykırım sırasında ve sonrasında, bu koleksiyonlar da imha edildi, yırtıldı, çamurlara atıldı, çiğnendi, yok edildi. Bu medeniyeti İttihat ve Terakki çeteleri, Türkçe konuşanlar yıktı. Bülent Arınç bu yıkım sürecinden hangi muhakemeyle bir medeniyet, Türk medeniyeti üretebiliyor?
Kürdlerin rolünü de unutmamak gerekir. Ama, Kürdler tetikçiydi. Tetikçiydi diyerek Kürdlerin rolünü küçültmek doğru değil. Ama operasyonu planlayanların, yaşama geçirenlerin yanında tetikçilik elbette, çok küçük kalır. Ayrıca, Ermenilere zulmedenlere, tetikçilere verilecek ödüller de çok büyüktü, cazipti.
Metin Aktaş’ın, Harput’daki Hayalet romanında okumuştum. 19. yüzyıl sonlarında, 20. yüzyıl başlarında Harput Ermenileri anlatılıyordu. Yazar, romanın bir yerinde şöyle söylüyordu. “Her Ermeni evinde kütüphane vardı. Her Ermeni evinde, keman, piyano, ud, bağlama gibi müzik aleti kullanan bir kişi vardı. Her evde, geçerli Batı dillerinden birini konuşan bir kişi vardı. İşte, medeniyetin, uygarlığın önemli bir göstergesi budur. Bu medeniyet, uygarlık nasıl yıkıldı?
xxx
Araştırmacı-Yazar Temel Demirer, Hrant Dink anmasında yaptığı bir konuşmada, “Hrant Dink’in katili devlettir” demişti. Temel Demirer bu sözünden dolayı yargılanıyor. Yargılama devam ediyor.
Bu yargılamanın başlaması için Adalet Bakanı’nın “olur” demesi gerekiyordu. Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, (2007-2009) bu izini verdi. Mehmet Ali Şahin bu izini verirken, “ben devletime katil dedirtmem” demişti.
Son yıllarda, “faili meçhul” denen cinayetler konusunda çok önemli gelişmeler oldu. Ergenekon soruşturmaları sürecinde, “faili meçhul” cinayetlerin failinin devlet olduğu, bu cinayetlerin, Ergenekon tarafından ve Ergenekon’un Kürd bölgelerindeki kolu JİTEM tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıktı. Abdulkadir Aygan gibi, Ayhan Çarkın gibi itirafçıların açıklamaları da, bu cinayetlere büyük bir açıklık getirdi. 19 Ocak 2012 de, Hrant Dink anmalarında, bu durum “katil devlet hesap verecek” sloganıyla ifade edildi. İstanbul’da, Taksim’den Agos’a kadar yürüyen onbinlerce insan bütün yürüyüş boyunca bu sloganı bağırdı. Aynı slogan, Ankara’da, TBMM önünde düzenlenen bir mitingde de kullanıldı. Kanımca bu daha anlamlıydı.
Yalnız, burada şu notu da koymak gerekir. Hrant Dink’i katleden Ergenekon örgütüydü. Gerek İstanbul’da, gerek Ankara’da düzenlenen gösterilerde, Ergenekon’u hatırlatan hiçbir slogan, konuşmalarda Ergenekon’u dile getiren hiçbir ifade yoktu. AKP devletleşti, denerek bütün sloganlar, konuşmalar AKP’ye karşı yapıldı. Bu, Ergenekon’u gizlemek anlamına da geliyor. Bu çelişkili tutumun da üzerinde durulması gerekiyor.
Türk yöneticiler, Kürdler karşısında neden fütursuz
Şunca mücadeleye rağmen, Türk yöneticiler Kürdleri önemsemez, umursamaz tutumlarını sürdürüyor. Bunun önemli bir nedeni, Kürdlerin, özellikle Kürd aydınlarının Kürdçe’ye sahip çıkmamaları, ilgisiz kalmalarıdır. Aydınların, yazarların, Kürdlerin ve Kürdçe’nin neden aşağılandığını, neden engellendiğinin bilincine varmamalarıdır.
Kürd yazarlarının, aydınlarının birçoğu, şu şekilde anlatımlarda bulunuyor: 7-8 yaşlarında ilkokula başladığımda hiç Türkçe bilmiyordum. Tek kelime Türkçe bilmiyordum. Türkçe’yi bize, okulda döverek, çeşitli cezalar vererek öğrettiler. Ailemiz, Kürdler, Kürdçe öğretmenler tarafından her gün aşağılanıyordu. Öğretmenler, güvendikleri bir öğrenciyi, Kürdçe konuşanları tesbitle görevlendirirdi. Bu arkadaş, teneffüste, evden okula gelirken, okuldan eve giderken, yolda, Kürdçe konuşanların adını bir kağıda yazar öğretmene verirdi. Öğretmen hemen veya ertesi gün Kürdçe konuşanlara sınıfta, çok ağır cezalar verirdi. Ellerimize cetvelle vurur, kulaklarımızı çeker, kafamızı duvara vururdu…
Kürd yazarların aydınların çoğu, bir muhabirin sorusu üzerine, benzer anılarını ayrıntılarıyla anlatıyorlar. Cezalardan örnekler veriyorlar.
Söyleşinin bir yerinde, muhabir yazara, Kürdçe yazın ve yayın ile ilgili sorular soruyor. Örneğin, yazılarını, eserlerini neden Kürdçe yazmadığını soruyor. Kürd yazar, aydın, ona şöyle cevap veriyor. “Ben Türkçe’nin Türk dilinin hayranıyım.” Böyle cevap veren birçok yazar, aydın var.
Bu kadar dayaktan, aşağılamadan, horlamadan, küçümsemeden, inkardan sonra nasıl böyle bir hayranlık doğabiliyor?
Özel harekat timleri, JİTEM, sabaha karşı köye baskın yapıyor. Kadın-erkek, çoluk-çocuk yaşlı-genç herkesi evlerinden çıkarıyor. Köy meydanında topluyor. “3 saate kadar/üç güne kadar köyü boşaltacaksınız. Aksi halde, evlerinizi içindekilerle birlikte yakarız. Çocuklarınıza, kadınlarınıza, kızlarınıza, şunu yaparız, bunu yaparız…” diye tehdit ediyor. Emirler, direktifler veriyor. Herkesin gözü önünde bazı aile reislerini sopalıyor….
Pek çok Kürd kadınının, çocukların duyduğu ilk Kürdçe sözcükler, cümleler, belki de bunlardır. Bu ortamdan nasıl bir hayranlık üretilebiliyor?
Kendi Kendini Yönetme Hakkı
Türk yöneticiler, Türk üniversitesi, Türk basını, Türk aydınlarının, yazarlarının önemli bir kısmı, Kürdlerin, Kürdçe’nin olmadığını söylüyorlardı.
1980’lerin sonlarında, “ Kürdçe diye bir dil var ama, bu ilkel bir dildir. Bu ilkel dille bilim felsefe yapılamaz bu ilkel dille roman yazılamaz. Bu ilkel dille Kürdler medeni dünya ile bütünleşemez. Kürdler en iyisi Türkçe öğrenip medeni dünyaya doğru açılım yapsınlar…” demeye başladılar
2000’lerde, Kürd diliyle, bilim felsefe yapılabildiği, romanlar yazılabildiği de görüldü. Bunlar zaten vardı ve Kürdler bunları biliyordu. Türk inkarcılar da öğrenmiş oldular. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ndeki gelişmeler dikkate değer.
Ama Türk yöneticiler, bu gelişmelere hala gözlerin kapalı tutuyorlar, “Kürdçe medeniyet dili değildir” diyerek, Kürdçe eğitimi engelliyorlar.
O zaman,
Kendi kendini yönetme, kendi geleceğini belirleme savunulması gereken temel ilkeler olmalıdır. “Kürdçe tahsil görüp de ne olacak, İleride memur olmak için, gireceği Türkçe sınavını kazanamadıktan sonra…” yollu itirazları önlemek için Kürdlerin kendi kendilerini yönetme, kendi geleceğini belirlemeleri öne sürülmesi gereken temel ilkeler olmalıdır. Sık sık toplu mezarları gündeme getiren bir yönetimi Kürdler her zaman sorgulamak durumundadır. Bu kötü yönetime karşı kendi kendini yönetme isteği elbette doğal bir istektir.
www.rizgari.com