Taraf Gazetesi’nde, 12-14 Mart 2012 tarihleri arasında, Neşe Düzel’in Taner Akçam’la yaptığı bir röportaj yayımlandı. Bu röportajı şaşırarak okudum. Hrant Dink’in katledilmesinde, Hrant Dink Davası’nda, Ergenekon’u eleştiren, İttihat ve Terakki’den bu yana, Ergenekon politikalarına şiddetle kaşı çıkan Taner Akçam, konu Kürdler olduğunda Ergenekon politikalarını ve uygulamalarını aynen benimseyerek Kürdleri korkutmaya çalışıyordu. “Bireysel haklarla yetinin, daha fazlasını istemeyin, yoksa ortalık kan gölüne döner” diyordu. Bu tam anlamıyla Ergenekon söylemidir.
“Özerklik, etnik temelde çözüm arayışıdır. Bu, ulus devletin çekirdeğidir. Light devlettir bu. Böyle bir çözümle bölgede kan gövdeyi götürür.”
“Otonomi çevresinde bir çözüm, hem Türklerle Kürtler, hem de Türk devletiyle Kürtler arasında kitlesel katliamlara zemin hazırlar. Kısaca, özerk bölge kurulması çatışma getirir.”
“Etnik temelde bölünme, ülkede katliamlara yol açar.”
“Dünya, ulus devletlerin kurulmasına artık izin vermiyor.”
Kürdlerin, Kürd toplumu olmaktan, Kürd ulusu olmaktan doğan haklarını talep etmeleri neden ortalığı kan gölüne çeviriyor. Aslında, Kürdlerin, doğal haklarını gasbeden devletin eleştirilmesini gerektirmez mi? Bu tutumun ırkçı sömürgeci bir tutum olduğu da çok açıktır. Taner Akçam’ın, bu konuda, devlete, resmi ideolojiye hiçbir eleştiri yönetmemesi, doğal haklarını talep eden Kürdleri korkutmaya çalışarak, bu taleplerinden vazgeçmelerini istemesi dikkate değer bir tutumdur.
Taner Akçam, röportajda “dünya ulus devletlerin kurulmasına artık izin vermiyor” diyor.
Bu da sağlıklı bir değerlendirme değildir. Bu, Kürdlerin aklını çelmek, Kürdlerin zihnini bulandırmak için imal edilmiş bir Türk aydın görüşüdür. Bu konuda, Türk aydınlarının çok önemli bir kısmi, ırkçı, sömürgeci devletin yanında yet tutmaktadır.
Henüz geçen yıl 2011 de, Güney Sudan, Sudan’dan ayrılıp kendi bağımsız devletini kurdu. Kosova ve Karadağ, birkaç yıl önce, Sırbistan’dan ayrılıp kendi ulus devletlerini kurdular. Filistinli Arapların İsrail egemenliğinden kurtarılıp kendi bağımsız devletlerini kurmaları için uluslar arası camia yoğun bir çaba içinde. Bunu, Arap devletleri de, Avrupa devletleri de destekliyor. Eritre’nin Etiyopya’dan ayrılıp kendi bağımsız devletin kurması 20 yılı bile bulmadı.
2004 Atina Olimpiyatları’na 204 devlet katılmıştı. 2008 Pekin Olimpiyatları’na 206 devlet karıldı. 2012 Londra Olimpiyatları’na daha çok devletin katılacağı biliniyor. Bu neyi gösteriyor? Ulus devletlerin zamanla çoğaldığını gösteriyor. Uluslar arası ilişkilerde, “kardeşlik” denen süreç de ancak ancak, böyle bir ortanda gerçekleşir. Uluslar, eşit egemenlik haklarına sahip olmadan, “birlik-bütünlük” gerçekleşmiyor.
Dünyada bugün 2008 devlet var, Bunlardan 192 si Birleşmiş Milletler üyesi. Bu devletlerden, belki 40’ının nüfusu bir milyonun altındadır. Dünyada, nüfusu bin, onbin, 30 bin rakamlarıyla ifade edilen devletler bile vardır. 47 üyeli Avrupa Konseyi’nde, Andora, San Marino, Monaco, Liechtenstein nüfusları 30 bin, 40 bin civarında olan devletlerdir. Bu devletler Birleşmiş Milletler’in de üyesidir. 27 üyeli Avrupa Birliği’nde, Luxemburg, Malta, Kıbrıs gibi devletlerin nüfusu bir milyonun altındadır. Luxemburg’un ve Malta’nın yarım milyon civarında nüfusları vardır. Kıbrıs’ta, Rumlar artı Türkler bir milyon etmemektedir. AB’de, Slovenya, Sovakya, Estonya, Letonya, Litvanya, gibi devletler, 2-3 milyon nüfusa sahip olan devletlerdir. Kürdlerse, Ortadoğu’da 40 milyondan fazla nüfusuyla, uluslararası ilişkilerde geçerli olan bir statüye sahip değildir. Güney Kürdistan’da, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin durumunu ayrıca değerlendirmek gerekir.
AB’de, sadece, Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere ve İspanya’nın nüfusu, Kürdlerin Ortadoğu’daki toplam nüfuslarında fazladır. Belki, Polonya’nın Kürdlerin nüfusuna eşit bir nüfusu vardır. AB’de, geriye kalan 13 devletin, Belçika, Hollanda, Danimarka, Yunanistan, Portekiz, İrlanda, Bulgaristan, Romanya, Avusturya, Macaristan, İsveç, Finlandiya, Çekya gibi devlerin nüfusları Kürdlerin Ortadoğu’daki toplam nüfusunun yarısı, bazı yerlerde, üçte biri bile değildir.
Bütün bunlara rağmen, bu kadar büyük nüfusuna rağmen, Kürdlerin bir statüsünün olmaması, Kürdlerin, hala, hak, hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik talepleriyle değil, “terör” kavramlarıyla, değerlendirilmesi dikkatlerden uzak bir konu değildir. Öte yandan, bu ülkelerden bazılarının sahip olduğu toprak genişliği, Kürdistan’ın bir beldesi kadar bile değildir.
O zaman bu anti-Kürd politikaların nasıl oluştuğu, Kürdlerin başına neden lanetli bir çorap geçirildiği elbette önemli bir konu olmaktadır.
Kürdler ve Kürdistan, 1920’lerde, Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) döneminde bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Dönemin iki emperyal devleti, Büyük Britanya ve Fransa, bu projeyi oluşturan ve yaşama geçiren iki önemli güçtür. Bu projeyi oluşturan ve yaşama geçiren Büyük Britanya ve Fransa, Yakındoğu’daki ve Ortadoğu’daki Türk, Arap ve Fars yönetimleriyle işbirliği içinde olmuştur. Dünyada önde gelen iki emperyal devlet Büyük Britanya ve Fransa ve Ortadoğu’nun iki köklü devleti, Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti, İran İmparatorluğu’nun devamı olarak Yeni İran Şahlığı, birlikte ve organize bir şekilde Kürdlerin, Kürdistan’ın üzerine çullanmışlardır.
1920’lerde, Milletler Cemiyeti, uluslar arasında barışın kurulması, anlaşmazlıkların barışçıl yollara çözülmesi gibi amaçlarla kurulmuştur. Kürdistan ve Kürdler, böyle bir ortamda, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır. Kürdler ve Kürdistan, Sovyetler Birliği liderleri tarafından, ABD başkanı, Woodrow Wilson tarafından, ulusların kendi geleceklerini tayin hakkının en çok konuşulduğu bir dönemde, bölünmüş, parçalanmış ve paylaşılmıştır.
Milletler Cemiyeti, uluslar arası barışın kurulması konusunda kendisinden beklenenleri gerçekleştirememiş, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine engel olamamıştır. Uluslar arası camia, savaştan sonra, uluslar arası barışı kurmak için yine çaba harcamış,Birleşmiş Milletler böyle kurulmuştur.
Birleşmiş Milletler kurulduktan ve çalışmaya başladıktan sonra, dünyanın siyasal çehresinde çok büyük değişiklikler olmuştur. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce, Afrika’da, sadece iki bağımsız devler vardı. 1950’lerin sonlarında, 1960’larda bu sayı arttı. Bugün Afrika’da 57 bağımsız devlet var. Ama, Kürdistan’da hiçbir şey değişmedi. Kürdlerin, Kürdistan’ın statüsüzlüğü aynen devam etti. Halbuki Kürdler, 1920’lerde de, 1940’larda da ayaktaydı. 1920’lerde, Şeyh Mahmud Berzenci, Güney Kürdistan’da, 1940’larda Kadı Muhammed, Doğu Kürdistan’da, Kürd milli hareketi yaratmışlardı. Ama, ne 1920’lerde, ne 1940’larda, Kürdler seslerini uluslararası camiaya duyuramadılar. Kürdlerin, Kürdistan’ın devletlerarası sömürge durumu, statüsüzlüğü, sömürge bile olmayan yapısı aynen korundu. Uluslar arası camia bu durumu korumak için yoğun bir çaba içinde oldu.
Neşe Düzel, Prof. Dr. Taner Akçam’a soruyor: “Neden Kürdler, demokratik bir hareket yaratamadı?” “Aradan uzun yıllar geçti. Neden Kürdler hala demokratik bir hareket yaratamadı?” Bu sorular kanımca yanlıştır. Temel soru şu olmalıdır: “Neden Türkiye demokratik bir siyasal sistem oluşturamıyor? “Türkiye, aradan uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen neden demokratik bir siyasal rejim oluşturamadı”
Prof. Taner Akçam, Kürdlere zulmeden devlete, zulümkar devlet politikalarına, resmi ideolojiye küçücük bir eleştiri bile getirmemiş. Kürd toplumu olmaktan doğan, Kürd ulusu olmaktan doğan haklarını talep eden Kürdler eleştiriliyor. Kürdler, devlet adına korkutularak, bireysel hakların ötesinde hak talebinde bulunmamaları konusunda uyarılıyor.
Yukarıda temel sorunun, Kürdlerin/Kürdistan’ın, 1920’lerde bölünmesiyle, parçalanmasıyla, paylaşılmasıyla ilgili olduğu vurgulanmıştı. Uluslar arası nizamın, bu konulardaki anlayışıyla ilgili bir sorgulama yapmaması, Prof. Taner Akçam’ın dikkate değer bir tutumudur. Hak, hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik istemleri karşısında, “ortalık kan deryasına döner”, “kan gövdeyi götürür” vurgusu yapmak, devletin dilini, Ergenekon’un dilini kullanmak şaşırtıcı bir durumdur. Sorun tam da bu noktada düğümlenmektedir. Doğal istemlerin, hak-hukuk istemlerinin, adalet, özgürlük istemlerinin ortalığı “kan gölü”ne çevireceği vurgulanıyor. O zaman, devletdeki, resmi ideolojideki bu anti-demokratik tutumun eleştirisi gerekmez mi? Doğal hak istemleri neden, “kan gölü” “kan deryası” ortaya çıkarıyor? Bunlar aynı zamanda Neşe Düzel’e de sorulması gereken sorular olmalıdır.
Kürdlerin geleceklerini belirleme haklarını tanımayıp, “Kürdü ille de ben yöneteceğim” demek, Recep Maraşlı’nın dediği gibi, Kürd’ü, Türk’e zimmetli sayan bir anlayıştır. Önemli olan Kürdlerin geleceklerin özgürce belirleyecekleri toplumsal ve siyasal ortamın hazırlanmasıdır. Kürdlerin nasıl bir siyasal sistem oluşturacakları Kürdlerin bileceği bir iştir.
Bu konularda Kürdlere müdahale etmek, ağabeylik yapmaya çalışmak yanlıştır.
Kürdlerin/Kürdistan’ın 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması bize şunu gösteriyor. Bir toplum, bir ulus, tarihin belirli bir döneminde bölünmeye, paylaşılmaya uğradığı zaman, bu, artık kendini sürekli olarak üreten, çoğaltan bir süreç. yaratmaktadır. Şüreç, ülke topraklarının bölünmesi yanında, giderek, aşiretlerin, ailelerin bölünmesini, hatta, aynı aile içinde kardeşlerin bölünmesini de getirmektedir. Temmuz 1943 de, Van’ın Özalp İlçesi’nde meydana gelen, “33 Kurşun, Org. Mustafa Muğlalı Olayı”, Aralık 2011 sonlarında, Qılaban’da Robeske’de gerşekleşen 34 Kürdün uçaklarla bombalanarak katledilmesi olayı bu durumun çarpıcı örnekleridir.
Kürdler/Kürdistan ilk olarak 16, yüzyılın ilk çeyreğinde, Osmanlı İmparatorluğu ve İran İmparatorluğu arasında fiilen bölünmüş ve paylaşılmıştır. Bu durum 17. yüzyılın ilk yarısında, 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması’yla resmileşmiştir. İran kesimindeki Kürdistan ise 1812-1813 ve 1826-1828 Rus-İran savaşları sürecinde bölünmüştür. Doğu Kürdistan’ın kuzey kesimleri Rus İmparatorluğu’nun denetimi altına bırakılmıştır.
1920’lerde Milletler Cemiyeti döneminde bölünme, parçalanma ve paylaşılma Kürdlerin, Kürdistan’ın üçüncü bölünmesidir, paylaşılmasıdır. Bu durum, Kürdlerde, bir insanın iskeletinin parçalanması gibi, beyninin dağılması gibi bir etki yaratmıştır. Bölünme, parçalanma ve paylaşılma sadece Kürdlerin değil, örneğin Ermenilerin de sorunudur. Ermenilerin, Ermenistan’ın, Osmanlı İmparatorluğu, Rus İmparatorluğu, İran İmparatorluğu arasında bölünmesi ve paylaşılması dikkatlerden uzak tutulmaması gereken bir süreçtir.
1923-1928 yılları arasında, yaşayan, Karabağ ile Ermenistan arasında yer alan Kızıl Kürdistan yine dikkate değer bir örnektir. Laçin, Qelbecer, Kubatlı, Cebrail, Zengilan toprakları üzerinde kurulan Kızıl Kürdistan’ın nasıl yıkıldığı, neden yıkıldığı, Kürdlerin neden, Orta Asya’daki Türki Cumhuriyetlerin alanlarına sürgün edildikleri, elbette üzerinde durulması gereken, önemli konulardır. Bu da, bölünmenin, parçalanmanın ve paylaşılmanı, farklı bir boyutudur.
Kürd/Kürdistan sorunu ile Ermeni/Ermenistan, Süryani, Rum-Pontus sorunu arasında çok yoğun ilişkiler de vardır. Bu, ayrı bir yazının konusu olmalıdır.
Burada, önemli bir konuya daha dikkat çekmekte yayar vardır. O da şu. Türk aydını Taner Akçam, Prof. Dr. Taner Akçam Kürdler karşısında, Kürd/Kürdistan sorunları karşısında neden bu kadar futursuzdur? Neden, Hrant Dink’in katledilmesinde, Hrant Dink Davası’nda, Ermeni, Ermenistan sorunlarında, Ergenekon eleştirilirken, Kürdler gündeme geldiği zaman, Ergenekon söylemi benimsenmekte, içselleştirilmektedir.
Bunun temel nedeni, Kürdlerin, özellikle Kürd aydınlarının kendi özleri konusunda, Kürdlerin, Kürd toplumu olmaktan, Kürd ulusu olmaktan doğan hakları karşısında duyarlı davranmamaları, “kardeşlik” söylemine kanmalarıdır. Ama, gelecek Kürd nesilleri böyle olmayacaktır. Onlar, Kürdlerin hak-hukuk, adalet, özgürlük, eşitlik istemleri karşısında daha duyarlı, daha ısrarlı olacaklardır. Bu çok açıktır.
www.rizgari.com