×
Ayrılıkçı Yazılar
İsmail Beşikçi
Ayrılıkçı Yazılar
Ana akım Kürd siyasal hareketi, ‘ayrılıkçı’ olmadığını, yemin- billah ederek döne döne ifade etmektedir. Bu yaranmacı tutumun, Kürdlere küçücük bir hayrı yoktur. Fuad Önen (1954, Derik) Ayrılıkçı Yazılar kitabında hep yol yürüd...

Seyidlik-Şeriflik
İsmail Beşikçi
Seyidlik-Şeriflik
‘Soyum Ehl i-Beyt’ tir demek,  ben Arab’ım demektir. Ehl-i Beyt ev halkı anlamına gelir. Hz. Muhammed’i, kızı, Hz. Fatıma’yı, damadı ve  amcasının oğlu Hz.  Ali’yi, Hz. Ali’nin oğulları Hz. Has...

Theodor Herzl Bize Ne Anlatıyor?
İsmail Beşikçi
Theodor Herzl Bize Ne Anlatıyor?
Dünyanın dört bir tarafına savrulan Yahudilerin, 2000 sene sonra, 14 Mayıs 1948’de bir Yahudi Devleti kurmalarının çok büyük bir yurtseverlik hareketi olduğunu belirtmiştim. Bu yurtseverlik Kürdlerde yok. Bunca savaşlara, bunca sürgünlere, aslı...

Doktor Said
İsmail Beşikçi
Doktor Said
Gerek Aysel Çürükkaya, gerek Selim Çürükkaya, tören sırasında çok önemli konuşmalar yaptılar. Ama konuşmalarını Türkçe yaptılar. Bu, kişi olarak bende biraz burukluk yarattı. Çünkü bu ulusal ruh kavramına aykırı bir tutumdur. Ulusal ruh, ulusun anadi...

30 Eylül’de Seçim
İsmail Beşikçi
30 Eylül’de Seçim
Kürdler, Kürdistan 16 Ekim 2017 sabahında, çok büyük, çok ağır bir darbeyle karşılaştı. Halbuki, 25 Eylül 2017 referandumu sonunda çok başarılı bir sonuç elde edilmişti. Bu çok olumlu sonucu bozmak için hasım güçlerle işbirliği yapmak, gizli anlaşmal...

Geleceğini Belirleme Hakkı ve Kürdler
İsmail Beşikçi
Referandum ilanından sonra, sık sık yapılan bu açıklamalar şu anlama geliyordu. Siz  Kürdler, kendi geleceğinizi belirleme hakkına sahip değilsiniz. Sizin geleceğinizi ancak biz belirleriz. Siz kendinizi yönetemezsiniz.  Siz şimdiye kadar h...

Afrin savaşı uzun sürecek
İsmail Beşikçi
Afrin savaşı uzun sürecek
Avrupa’yı Avrupa yapan bazı değerler vardır. Ama Avrupa, Kürd/Kürdistan sorunlarına bu değerlerle yanaşmamaktadır; Ortadoğu’nun otoriter, baskıcı, ırkçı, mezhepçi değerleriyle yaklaşmaktadır. Bu bakımdan 1920’lerde kurulan Kürdlere,...

Düşmanlarını Sevindiren Bir Halk…
İsmail Beşikçi
Düşmanlarını Sevindiren Bir Halk…
Tarihte, Kürdler için ‘Yiğit bir halk’, ‘Kahraman bir halk’ ‘Gözünü budaktan esirgemeyen bir halk’ gibi ifadeler, kavramlar kullanılır. Kürdlerin davranışları bu tür nitelemelerle dile getirilir. Kürdler, başka bir...

Kürdler Zoru Başardı
İsmail Beşikçi
Kürdler Zoru Başardı
Irak’a, Türkiye’ye, İran’a, Suriye’ye rağmen, PKK’ye rağmen, Goran’a,  Komel’e rağmen, YNK’nin,  Ala Talabani, Bafil Talabani  gibi bir kesimine rağmen,  ABD’ye, İngiltere&rsqu...

Güvenlik...
İsmail Beşikçi
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde, Kürdlerin ulusal istemleri, bu doğrultuda geliştirdikleri mücadeleler her zaman, Irak’ın güvenliği sorununu, bu sorun çevresinde gelişen endişeleri gündeme getirmektedir. Bu istemler, bu mücadeleler, sadec...

Page 1 of 17First   Previous   [1]  2  3  4  5  6  7  8  9  10  Next   Last   
13

Bu yazıda, 1960’lardan bu yana üniversiteyle ilgili bazı düşüncelerimi dile getirmeye  çalışacağım.

1. 27 Mayıs 1960 Dönemi
27 Mayıs 1960 günü Türkiye’de askeri darbe oldu. Ordu yönetime el koydu. Meşru hükümeti devirdi,  parlamentoyu dağıttı. Kapattı. Cumhurbaşkanı’nı,Meclis Bbaaşkanı’nı, Başbakan’ı, bakanları, milletvekillerini,  üst düzey bürokratları…  Marmara Denizi’nde Yassıada denen adada,  özel bir tutukevine kapattı. Demokrat Parti iktidarını yargılamak için  Yüksek Adalet Divanı adı altında özel bir mahkeme kurdu. Bu özel mahkemenin başkanlığına, Yargıtay Birinci Ceza Dairesi Başkanı Salim Başol  (1905-1990) getirildi.
 
37 generalden ve subaydan oluşan Milli Birlik Komitesi, darbe sabahı, İstanbul Üniversitesi  Hukuk Fakültesi’nden  bazı öğretim üyelerini Ankara’ya çağırdı. Onlardan yeni bir anayasa yapmalarını istedi. Nasıl bir anayasa istediklerini Cunta Lideri, Milli Birlik Komitesi Başkanı ve Devlet Başkanı Org. Cemal Gürsel açıkladı.
 
Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar  Başkanlığında  Anayasa Komisyonu oluşturuldu. Sıddık Sami Onar (1898-1972) İdare Hukuku profesörüydü. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Rektörü’ydü. Anayasa Komisyonu’na seçilen diğer profesörler şunlardı.  Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu (1904-1992)  (Medeni Hukuk), Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı (1903-1981), (Anayasa Hukuku), Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya (1916-1991) (Anayasa Hukuku),   Prof. Dr. Ragıp Sarıca  (İdare Hukuku), Prof. Dr. Naci Şensoy  (Ceza Hukuku), Doç. Dr. İsmet Giritli (1924-2007) (İdare Hukuku)
 
Bu Anayasa Komisyonu’na, daha sonra, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Prof. Bahri Savcı (1914-1998) (Anayasa Hukuku), Doç. Dr. Muammer Aksoy (1917-1990), (Anayasa Hukuku), Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. İlhan Arsel (1921-1910) Anayasa Hukuku) da  katıldı.
 
Anayasa Komisyonu’na, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde, İdari Bilimler Enstitüsü’nde, Prof. Dr.Tahsin Bekir Balta  (1902-1970) başkanlığında hazırlanan  Anayasa Ön Tasarısı da verildi.
 
Cunta, devirdiği Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı idamla yargılamak istemektedir. Bunun için 65 sınırını ortadan kaldıran, geriye dönük bir kanun yapılması gerekmektedir. Bunun için de, profesörlerden, askeri hakimlerden, Yargıtay Birinci Ceza Dairesi Başkanı’ndan oluşan  8 kişilik bir komisyon kurulur. Bu komisyonun 4 üyesi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin Ceza Hukuku profesörleridir. Prof . Dr. Tahir Taner (Başkan),  Prof. Dr. Naci Şensoy, Prof. Dr. Nurullah Kunter,  Prof. Dr. Sahir Erman.  Prof. Naci Şensoy o dönemde, Hukuk Fakültesi Dekanıdır.
 
Bu komisyon 65 yaşını geçkin olanların da  idamla yargılanabileceği ve idam edilebileceği yolunda  görüş bildirdi. Bu, yasayı geriye dönük olarak işleten bir görüştür. 
 
Anayasa İhlali Davası’nda davalıların gösterdiği tanık olarak dinlenen  Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil  (1893-1967) “Tahkikat Encümeni” kurulmasının anayasa ihlali olmadığını anlatıyordu. Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol ‘siz  bilirkişi değilsiniz” diyerek O’nun sözünü kesti.  Prof. Bahri Savcı’nın ve Prof Hüseyin Nail Kubalı’nın,  “anayasa ihlali vardır” şeklindeki  mütalaalarını saatlerce dinledi. Halbuki,  Ali Fuat Başgil de Anayasa Hukuku profesörüydü.
 
Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan, Bakanlar, milletvekilleri vs. sık sık  haklarının kısıtlandığını, bunun anayasaya, yasalara aykırı olduğunu belirtiyorlardı. Mahkeme Başkanı Salim Başol,  bu istekleri, “sizi buraya tıkan yüksek irade böyle istiyor” diyerek reddediyordu.
 
Bu olayları nasıl değerlendirmek gerekir?  Askerler, bir darbeyle meşru hükümeti deviriyor.  Profesörleri Ankara’ya çağırarak onlardan yeni bir anayasa yapmalarını istiyor. Nasıl bir anayasa istediklerini bildiriyor. Bir kere profesörler, yeni  iktidardan, cuntadan direktif almaktan hiç rahatsız olmuyorlar. Bu tutumun, bilimsel düşünceye, bilim anlayışına,  bilim yöntemine aykırı  bir tutum olduğu çok açıktır.  Çünkü bilim ancak bilim ortamında üretilir. Bilim ortamıysa, özgür eleştirinin, düşün özgürlüğünün kurumlaşmasıyla oluşur. Düşün özgürlüğü ve özgür eleştiri kurumlaşmadan bilim ortamı oluşamaz. Egemen iktidarın direktifleriyle karşılaştığınız ve  bu direktiflere göre hareket ettiğiniz zaman zaten kendinizi  sınırlandırıyorsunuz, egemen iktidarın direktiflerin gerçekleştirmek için çaba sarfediyorsunuz demektir. Buysa bilimsel bir çaba değildir, memurluktur. İktidara hizmettir. Profesörlerin buradaki konumlarıyle, tapu dairesindeki veya nüfus müdürlüğündeki memurların konumları arasında  ciddi bir fark yoktur. Herhangi bir konuda bilgi yüküne sahip olmakla, bilgi dağarcığının geniş olmasıyle, bilim yöntemine göre tutum sergilemek, düşünmek aynı  şeyler değildir. 
 
Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol’un ‘Sizi buraya  tıkan yüksek irade böyle istiyor” demesi üzerinde de durmak gerekir. Bu, darbenin hukuku katlettiğini,  darbenin iadesini dikkate alan yeni bir hukuk yaratılmaya çalışıldığını gösterir.
 
Cunta, askeri bir darbeyle devirdiği Cumhurbaşkanı’nı, TBMM Başkanı’nı,  Başbakan’ı, Bakanlar Kurulu üyelerini, milletvekillerini, üst düzey bürokratları yargılamak için Yüksek Adalet Divanı adı altında özel bir mahkeme kurmuştur. “Yüksek irade”, Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın,  Bakanlar Kurulu üyelerinin idam istemiyle yagılanmasını istemektedir. O zamanki ceza yasasına göre, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın  yaşı 65’i geçtiği için,  idam istemiyle yargılanamamaktdır. İşte cunta bu konuda,  İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku profesörlerinin de  içinde bulunduğu bir “bilirkişi heyeti”nin bilimsel bir rapor hazırlamasını, yaş sınırını ortadan kaldırmasını  istemektedir. “Bilirkişi heyeti” bu isteğe uygun bir rapor hazırlamış, yaş sınırını ortadan kaldırmıştır. Bu, tam anlamıyle bir  memurluktur. Bilimle  bunun hiçbir ilişkisi yoktur. 
 
1925 Kürd direnişinden sonra,  Başbakan İsmet İnönü,  Diyarbakır ve çevresini dolaşıyor. Başbakan, komutanlarla, sohbet ediyor. Onlara, neler yaptıklarını  soruyor.  Komutanlar, idamlardan söz ediyorlar. “Türkçe bile bilmeyen bu kara cahillerden Türk milletine, Türk vatanına, Türk devletine bir yarar gelmez diyorlar. Kuşku duyduklarının, ele geçirdiklerinin bir kısmını kurşuna dizdiklerini anlatıyorlar. Başbakan,  onlara, “bütün bu işleri bir mahkeme kurarak yapsanız daha iyi olur” diyor. Yapılanlar için yasal  bir zemin oluşturmaya gayret ediyor. 
 
27 Mayıs döneminde,  Doğu’da şeyhlik ağalık, 55 Ağalar, Kürdlerin Türklüğü gibi konular çok konuşulan konulardı. Bakanlar Kurulu’nda, zaman zaman, yapılan tartışmalarda, bakanlar, Kürdlerin aslının Türk olduğunu, ‘Kürdçe denen dil’in eski bir Türk dili olduğunu iddia ediyorlardı. Cunta lideri,  Milli Birlik Komitesi Başkanı ve Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in düşüncesi buydu. Bakanlar Kurulu toplantılarında, bakanlar, bu düşünceyi doğrulamak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Bakanlar Kurulu’nda profesörler de vardı. Mehmet  Şerif Fırat’ın Doğu İlleri ve Varto Tarihi kitabı, üniversitelerde, profesörlerin masası üzerindeydi. Bu kitapta, Kürdlerin aslının Türk olduğu, Kürdçe diye bir dil olmadığı anlatılıyordu, savunuluyordu.   Bu kitap, darbeden hemen sonra,  Cemal Gürsel’in önsözüyle  Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yeniden yayımlanmış, öğretmenlere, öğrencilere,  üniversite mensuplarına ücretsiz olarak dağıtılmıştı. 
 
Kürdlerin, öbür etnik grupların varlığı  inkar edildiğine,  herkes Türk sayıldığına göre, anayasa, Türkler için, yani etnik bakımdan Türk olanlar için yapılıyordu. Türk milliyetçiliği, Atatürk milliyetçiliği ile ilgili maddeler anayasaya ruhunu veren maddelerdi. Kürdlerin aslının Türk, Kürdçe’nin Türkçe olduğu iddia ediliyordu.  Bu konularla ilgili yazılar konuşmalar, konferanslar, paneller  vardı.  55 ağalar, ağaların sürgünü konuşulan bir konuydu.  Gazetelerde, Kürdlerin, kolayca ve hızlı bir şekilde asimile edilmeleri için önlemler alınmasına gerektiğine dair yazılar yayımlanıyor, öneriler sıralanıyordu. Tatvan, Hizan,  Mutki, Ahlat, Erciş, Silvan, Hazro,Sason gibi  Kürd  şehirlerinde Bölge Yatılı İlkokulları’nın temelleri atılıyordu. 
 
İşte burada da bilimsel düşünce yöntemini ilgilendiren çok önemli bir yön var. Egemen iktidarın tepesinde olan kişi  Milli Birlik Komitesi Başkanı ve Devlet Başkanı Org. Cemal Ğürsel, Kürdlerin Türk olduğunu, bu konuları çok iyi bildiğini ifade ediyor.  Böyle bir ortamda, profesörler, otorite tarafından dile  getirilen önerilerden, neden kuşku duymuyorlar acaba?  Profesörler, bu düşüncelerin doğru olup olmadığından kuşku duymak bir tarafa,  bu görüşlerin yaşama geçmesi için,  Kürdlerin Türklüğe asimilasyonu için yoğun bir çaba sarfediyorlar.  Halbuki, otoriteler tarafından dile getirilen düşüncelerin doğru olup olmadığı konusunda kuşkuya kapılmak,  bilim yönteminin önemli bir boyutudur.  Bu konuda incelemeler yapmak, bu düşüncelerin doğru olmadığı  anlaşıldığı zaman, bunu kamuoyuna duyurmak, yine, bilimsel düşünüşün, bilim yönteminin önemli bir boyutu olmaktadır. 
 
Bilim gözlemsel olgularla ilgili betimlemeler ve açıklamalar yapar. Gözlemsel olgularla ilgili betimlemeler ve açıklamalar yolunda, genellemelere ulaşmaya çalışır.  Daha sonra olgulara dönerek,  bu genellemeleri doğrulamaya, yanlışlamaya gayret eder. 
 
Doğu’da şeyhlik –ağalıkla,   55 Ağalarla, ,  ağaların sürgünüyle,  Milli Birlik Komitesi Başkanı tarafından  ısrarla savunulan “Kürdlerin aslı Türktür” görüşüyle… Kürd olgusu açık bir şekilde ortadayken, profesörler neden bilimsel düşünemiyor, devlet başkanının görüşlerine itibar ediyor acaba? 
 
Bu profesörler bilim deyince ne anlıyorlar acaba? “Üniversite hakikatleri araştırır, üniversite hakikatlerin araştırıldığı bir kurumdur” gibi sözlerden ne anlıyorlar acaba? İfade özgürlüğü, özgür eleştiri, resmi ideoloji gibi kavramlar bu profesörler için ne ifade ediyor? 
Profesörlerin yaptığı hakikatleri araştırmak mıdır yoksa, hakikatleri karartmak, saptırmak, çarpıtmak mıdır? 
 
Anayasa Komisyonu’nda, özellikle Türk milliyetçiliği, Atatürk milliyetçiliği  konuşulurken, önemli konuşmalar, tartışmalar oluyor. Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olduğunu  isbat edebilmek için, profesörler, generaller birbirleriyle yarışa giriyor. İşte bu tartışmalar, konuşmalar sırasında Milli birlik Komitesi, Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya’nın ve Doç. Dr. İsmet Giritli’nin, Anayasa Komisyonu’ndaki görevlerine son verilmesini, komisyondan uzaklaştırılmalarını istiyor. Anayasa Komisyonu Başkanı,  Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’la anlaşmazlıklarından dolayı bu iki üyenin komisyondaki görevine son veriliyor. 
 
2. 12 Mart Rejimi 
12 Mart rejiminde,  Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mümtaz Soysal Anayasa’ya Giriş  ( SBF Yayını, Ankara 1970 ) kitabından yargılandı. Haziran 1971 de tutuklanan Prof. Soysal, bu dava sürecinde birkaç defa cezaevinde tutuldu.  Prof. Soysal tutuklu olarak yargılandı. Yargılama, Ankara Sıkıyönetim komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde yapıldı. 
 
Yargılama sırasında, mahkeme heyeti  beş profesörden oluşan bir ‘bilirkişi heyeti’ belirledi. Bu profesörlerden kitap hakkında  bir rapor istedi. Bunlar İstanbul Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi ve İktisat Fakültesi öğretim üyeleriydi. Prof. Dr Selçuk Özçelik ( Anayasa Hukuku), Prof. Dr. Önder Ayhan, (Ceza Hukuku),  Prof. Dr. Amiran Kurtkan  (1926-2005, Sosyoloji ),  Prof. Dr. Sabahattin Zaim  (1926-2007,  Sosyal Politika ) Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş  (İktisat) 
 
Bu profesörler, Anayasaya Giriş kitabını içinde suç var mı, yok mu diye okudular. Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’ne, kitapta suç unsurlarının bulunduğunu vurgulayan bir rapor sundular. 
 
“Bilirkişi heyeti”ni, bu heyeti oluşturan profesörlerin tutumlarını nasıl değerlendirmek gerekir? Kanımca  bu süreçte küçücük bir bilim nosyonu yoktur. Bu profesörler arasında, belki, “Sosyal Bilimlerde Araştırma Metotları”, gibi dersler okutan,  olgu nedir, bilim nedir bilim felsefesi gibi konularda ders verenler de olmuştur.  Belki aydınlanmadan söz edenler de olmuştur. Ama şu tutumda bilim anlayışının zerresi yoktur.  Profesörler, herhangi bir kitabı,   yazıyı istedikleri gibi eleştirebilirler. Kendi doğru bildiklerini dile getirebilirler. Ama, bir profesörün, herhangi bir kitabı, yazıyı,  içinde suç var mı yok mu diye okuması,  bu saikle okuması,  bilim yöntemi anlayışına kökten zıt bir tutumdur. Düşüncede suç aramak, bilim yöntemine çok zıt bir  tutumdur. “Kitapta suç unsurlarına rastlanmamıştır” şeklinde bir rapor düzenlemek de profesörleri sorumluluktan kurtarmaz. 
“Düşün suçları”na, bu tür rapor istemlerine kökten karşı durmak gerekir. 
Burada şu da önemlidir. “Bu profesörler sağcıdır, tarafsız değildir. Tarafsız profesörlerden oluşun  yeni bir “bilirkişi heyeti istiyorum” demek de yanlıştır.  Düşün özgürlüğünü, özgür eleştiriyi, savunmak,  düşüncede suç arayan girişimlere kökten karşı çıkmak gerekir. 
 
Akademik özgürlüğü savunmak,  ifade özgürlüğünü, bilim özgürlüğünü savunmak değildir. İfade özgürlüğü yoksa akademik özgürlük olmaz. 
 
3. 12 Eylül Rejimi 
1960’lardan, 1970’lerden geçerek YÖK’ün nasıl oluştuğu, kurumlaştığı belli oluyor. YÖK nasıl oluştu? Gerçek bir üniversite olsaydı YÖK olur muydu? Düşün özgürlüğünü savunan, özgür eleştiriyi savunan, bu değerler için mücadele eden bir üniversite olsaydı, profesörler bu değerleri savunsaydı, YÖK olur muydu? 
 
Yüksek Öğretim Kanunu’nun 6 Kasım 1981 tarihli olduğunu biliyoruz. Bu dönemi anlatan, genel olarak Türk üniversitesini  anlatan, çok önemli bir olay var. Kısaca bunu belirtmekte yarar var. 
  1. a)2 Aralık 1982 günü, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kurulu, Cunta Lideri Orgeneral Kenan Evren’e, Fahri Hukuk Doktorası payesi
  2. b)İstanbul Üniversitesi Senatosu, Hukuk Fakültesi’nden gelen bu öneriyi onaylarken, Hukuk Doktorası unvanına, Üniversite Profesörlüğü unvanının da
  3. c)Üniversiteler arası Kurul ise,  bu payelerin, tüm üniversiteler ve Gülhane Askeri Tıp Akademisi anına verildiğine dair bir karar alı
 
YÖK Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı ve İstanbul Üniversitesi Rektörü, Prof. Dr. Cemi Demiroğlu, İstanbul Üniversitesi Senatosu’nun bir toplantısında Cunta lideri Orgeneral Kenan Evren’e Üniversite Profesörlüğü Cüppesini giydirir. 
 
Bütün bunları nasıl değerlendirmek gerekir? 
12 Eylül 1980 de askeri darbe yapılmış. Parlamento dağıtılmış, kapatılmış. Siyasal partiler kapatılmış. Başbakan, siyasal partilerin liderleri gözetim altında tutuluyor. Onbinlerce kişi cezaevlerinde. Yüzbinlerce kişi hakkında soruşturmalar var. İdamlar var.  Düşün özgürlüğünü, basın özgürlüğünü kısıtlayan yasalar var.  Bu yasalara yenileri ekleniyor. Yenilerini eklemek için yoğun bir çaba var. Bunlar kararlı ve etkili bir şekilde uygulanıyor. İşte böyle bir ortamda,  İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kurulu, Cunta Lideri Orgeneral Kenan Evren’e, Hukuk Doktorası payesi veriyor. İstanbul Üniversitesi Senatosu bu unvana “üniversite profesörlüğü” payesini de ekliyor. Üniversitelerarası Kurul da,  bu payenin bütün üniversiteler adına verildiğine dair bir karar alıyor. 
 
Bütün bu süreçte, bilimsel düşünceye dönük, bilimsel duruşa dönük küçük bir kırıntının bile bulunmadığı çok açıktır.  Profesörlerin, yöneticilerin bilim yönteminden haberleri yok. Düşün özgürlüğünden, özgür eleştiri kurumundan haberleri yok.  Hukukun temel evrensel ilkelerinden haberleri yok… 
 
4. Ekim 2011 
6 Ekim 2011 tarihli Radikal Gazetesi’nde, Serkan Ocak’ın, “O cüppeyi geri alın” başlıklı bir haberi yayımlandı. Haber manşetten verildi. 
 
İzmir Barosu’ndan üç avukat, İstanbul Üniversitesi Senatosu’na başvurarak Cunta Lideri Kenan Evren’e Fahri Hukuk Doktorası ve Üniversite Profesörlüğü  unvanlarının geri alınması için başvuruyorlar. İstanbul Üniversitesi Senatosu bu başvuruya 60 gün içinde cevap vermiyor.  Bunun üzerine üç avukat İstanbul İdare Mahkemesi’nde dava açıyorlar.
 
7 Ekim 2011 tarihli Radikal Gazetesi’nde de Abdullah Kılıç’ın bir analizi yayımlandı.  Bu analizde Kenan Evren’in unvan almak için, YÖK Başkanı İhsan Doğramacı’ya emir verdiği  dile getiriliyordu. Hukuk Fakültesi’nin Kenan Evren’e Fahri Hukuk doktorası verirken, “.. haiz olduğu  ahlaki faziletler ve meziyetler yanında, vatana hizmet ve yurtta ilmin yayılmasında büyük hizmetler ifasıyla temayüz etmiş bir Cumhurbaşkanı Sayın Kenan Evren’e… denildiği de belirtiliyor. 
 
Kenan Evren’in, YÖK Başkanı  Prof.Dr. İhsan Doğramacı’ya  direktif verirken, “… Ama sakın bu teklif benden geldi gibi olmasın. Sizin İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin girişimi olsun…” demeyi ihmal etmediği de  vurgulanıyor. 
 
Kanımca İzmir Barosu’ndan üç avukatın  başvurusu anlamlı değildir.  Böyle bir önerinin olumlu sonuçlanması, Kenan Evren’den bu tür unvanların alınması, Türk Üniversitesini içinde bulunduğu bataktan kurtaramaz. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenen Evren ve arkadaşları, silahlarına ve rütbelerine güvenerek darbe yapıyorlar. Cunta Lideri Kenan Evren’in bir de Fahri Hukuk Doktorası gibi, Üniversite Profesörlüğü gibi  unvanlarla donanmak istemesi, buna gereksinim duyması ayıptır. Bu, kendine, yaptıklarına güvenmemeyle ilgili bir sorundur. Ama üniversitenin bu direktife tepki göstermeyip  bu isteği yenire getirmesi  bağışlanamaz. Bu unvanların geri alınması üniversiteyi üniversite yapmaz. 
 
Üniversite ifade özgürlüğü savunularak savunulur. Akademik özgürlük değil, ifade özgürlüğü savunulmalıdır. 
 
Türk üniversitesinin neden bilim yönteminden koptuğu, iktidara hizmet eder bir kurum haline geldiği,  profesörlerin neden bilim adamı gibi değil,  memur gibi  davrandığı elbette önemli bir sorudur. Bu soruya da bundan sonraki yazıda cevap aramaya çalışacağız.
 

 

www.gelawej.net
Posted in: tirki

Comments

There are currently no comments, be the first to post one!

Post Comment

Name (required)

Email (required)

Website

Konferansa Pirsgirêka Kurd li Tirkiyê
İsmail Beşikçi
Tirkiyê derbarê Pirsgirêka Kurd de zêdetirîn mijara ku tê qisetkirin ‘çareserî’ ye. Bêguman her tim kurd li ser ‘çareserî’yê diaxifin, kurd ‘çareserî’yê munaqeşe dikin. Lêbelê beriya ‘çareserî’yê pêwîst...

Êdî Kurd Dîroka Kurdan Dinivîsin
İsmail Beşikçi
Yek ji encamên girîng ên şerê çekdarîyê ev e ku, di nêv kurdan de hîşyarbûneke manewî daye destpêkirin. Rastîya wê, ew proseya ku ji salên 1960î de zîl dabû li dema şerî û piştî wî hê bêhtir geş bû, belav bû û kok berda erdê. Di roja îroyîn de li nêv...

Bûyera Dr. Friçê Duyem
İsmail Beşikçi
Di manşeta rojnameya Hürriyetê ya roja 21 pûşper 2007 de nûçeyek hebû. Sernavê nûçeya nûçegihan Özgür Ekşiyî “Lobîcîyê Veşartî Hat Eşkerekirin” e. Taner Akçamê ku li Zanîngeha Minnessota profesorê dîrokê ye, eşkera kirîye ku, ew kesê ku e...

Têgihîştinên Neteweperweriyê
İsmail Beşikçi
Dema ku pesnên neteweperweriya tirkî didin, pê re jî bona wê bizava neteweperweriyê ku di nav kurdan de aj dide, dibêjin “cudaxwaz e”, “paşverû ye”, “nîjadî ye” û hwd. e, bi vî awayî ev bizav tê xirabkirin. [Dibêji]...

Komeleya Piştgirîya Jiyana Nûjen Çi Dide Kurdan?
İsmail Beşikçi
Li Tirkiyeyê demokratîkbûn pirseka girîng e. Beşdarîya bo Yekîtîya Ewropayê û pêkanîna demokratîkbûnê, amanceka bingehîn a hukûmetan e. Wekî mînak, hukûmeta Partîya Edalet û Pêşveçûnê (AKP) carînan behsa vê amancê dike. Demokratîkbûn jî, ji rûyê polî...

Li Ser Têgeha “Ez kurd im, lê ne kurdçî me”
İsmail Beşikçi
Beşek ji kurdên ku vê sloganê tînin zimên, li hemberî vê şîroveyê jî derdikevin; dixebitin bidin zanîn ku em ji bo kurdan gelek tiştî dixwazin. Dibêjin, “Ez ne kurdçî me lê ji bo kurdan gelek tiştî dixwazim…” Dîsan dibêjin, “...

Pirsa Sereke Di Pirsgereka Kurd de
İsmail Beşikçi
Di vê axiftinê de ez dê hewl bidim xwe da ku li ser vê mijara bingehîn rawestim. Qonaxa bingehîn a dîrokî ku Pirsgirêka Kurd jê hasil bûye, qonaxa Şerê Cîhanê yê yekemîn e, yanî qonaxa pevçûna parvekirinê û piştî wê ye ku meriv dikare bi kurtahî bibê...

Têgihiştina di Derbarê Kurdan de, Têkilîyên Leşker û Hikûmetê
İsmail Beşikçi
Tirkîye, dewleteke xwedî îdeolojîya fermî ye. Di dewletên ku xwedî îdeolojîya fermî de tu cûdahîya dewlet û hukûmetê tune ye. Di îdarekirina dewletên wiha de, di dereca yekemîn de, yê ku biryar dide û birê ve dibe, sazîyên paraztin û meşandina îdeolo...

Sîstema Dewşîrme
İsmail Beşikçi
Di vê helwestê de, bi raya min sedema sereke, pirsgirêka mulk e. Gelê herêmê, mirovên ku herêmê xuya ne, xwedî mulk in. Weke mînak erdê gelekan heye. Jiber vê  yekê jî li ser gel bandoreke wan eşkere heye. Yekî ku li herêma xwe xwedî erdekî pir ...

Têgihiştin û Nîqaşên di Derbarê Pirsgirêka Kurdan de
İsmail Beşikçi
Taybetmendîya vê pêvajoyê ya herî girîng, ew e ku dewlet û hikûmet qet xwe rexne nake û bi paşeroja xwe re hevrû nabe. Ez bawerim dewlet û hikûmet di vê mijarê de bi himet in. Dewlet û hikûmet plan dikin bêyî ku xwe rexne bikin, bêyî bi paşeroja xwe ...

Page 1 of 4First   Previous   [1]  2  3  4  Next   Last   
123movies