15-17 Eylül 2013 tarihlerinde, Hewler’de toplanması beklenen Kürdistan Ulusal Kongresi Kürd/Kürdistan tarihinde çok öneml ibir aşamadır.
Kürdistan Ulusak Kongresi, hangi tarihsel geçmişdikkate alınarak düzenlenmektedir? Hangi tarihsel geçmiş böyle bir kongrenindüzenlenmesini gerekli kılmaktadır?
Bu şüphesiz Kürdlerin ve Kürdistan’ın 1920’lerde,Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdlerin ve Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanmasıve paylaşılmasıdır. Böyle bir sorunu gündemine almayan, Kürdlerin, Kürdistan’ınstatüsünü görüşmeyen, tartışmayan Kürdistan Ulusal Kongresi anlamlı değildir. Bu durumu sorun yapmayan bir kongre toplamak anlamsız bir çabadır.
Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması,paylaşılması, dönemin emperyal devletleri Büyük Britanya’nın ve Fransa’ın,1920’lerde, Yakındoğu’da gerçekleştirdikleri en derin, en kalıcı operasyondur.Sınırlar, emperyal devletlerin isteklerine, ihtiyaçlarına göreçizilmiştir. Emperyal devletler, bu politikalarını, şüphesiz, bölgedeki, Türk,Arap ve yönetimleriyle işbirliği yaparak gerçekleştirmişlerdir. Bu sorunuönemsiz görmek, “sınırlarla sorunumuz yoktur” demek, emperyal devletlerin buoperasyonlarına razı olmak demektir.
Bu çok önemli konuda, bir anlaşma, ortak görüş sağlanmayabilir, ama, Kürdlerin, Kürd siyasal hareketlerinin bu konuyugündeme getirmeleri, konuşmaları tartışmaları gelecek için önemli bir işaretolacaktır.
Kürdlerin ve Kürdistan’ın 1920’lerdeki, bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması bize şunu anlatmaktadır. Bir ülke, birulus, tarihin belirli bir aşamasında, bölünmenin, parçalanmanın ve paylaşılmanın hedefi olmuşsa, bu ülke, bu ulus bir daha derlenip toparlanamamaktadır. Bilakis zaman içinde bölünme ve parçalanna, ufalanma,derinleşmekte, yaygınlaşmaktadır.
Bu, Kürdlerin, Kürdistan’ın üçüncü bölünmesidir.İlk bölünmenin, 16. Yüzyılın ilk çeyreğinde, İran İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu arasında gerçekleştiği biliniyor. İkinci bölünme ise, İran kesiminin, 19. Yüzyılın ilk çeyreğinde, Rus-İran savaşları sonunda bölünmesidir.
Bir ulus, bir ülke, durmadan bölünmenin,parçalanmanın, paylaşılmanın hedefi oluyorsa, o ulusta büyük bir zaaf vardemektir. Hasım güçler bu zaaftan yararlanarak, kendi çıkarları doğrultusunda o ulusu bölüyor, parçalıyor, paylaşıyor demektir. Bunun bilincine varmak, o zaafla başetmenin yolunu yordamını aramak elbette önemlidir. Kongrede bu sorunun gündeme getirilmesi de önemli olacaktır.Bunun bilincine varmamak, ayrıca bu konunun önemli bir konu olmadığını söylemek ayrıca bir zaaftır.
1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, Kürdlere,Kürdistan’a bir statü vermeyen statükonun, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonrada sürdürüldüğü açık bir gerçektir. Halbuki, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Birleşmiş Milletler döneminde, dünyanın her tarafında,siyasal bakımlardan çok büyük değişiklikler oldu. Ama, Kürdistan’da hiçbir şey değişmedi. Bu anti-Kürd politikalardan, operasyonlardan dolayı, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere, Batı, yoğun bir şekilde eleştirilmelidir. Sadece devletler-hükümetler değil, üniversite, basın-yayın kurumları, uluslararas ıkurumlar da eleştirilmelidir.
Sovyetler Birliği de Kürdlere benzer politikalar uygulamıştır. Rusya’nın durumunu da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
İngiltere, Fransa, Almanya, ABD gibi devletler, demokrasiyi savunmaktadırlar, kendi içlerinde demokratik toplumlar kurmuşlardır. Ama bu devletlerin, kendileri dışındaki devletlerle, toplumlarla,özellikle devleti olmayan milletlerle, örneğin Kürdlerle ilişkileri herzaman sorunlu olmuştur, anti-demokratik olmuştur. Kürdlerin Yakındoğu’da Ortadoğu’da, hak, hukuk, özgürlük istemleri, onurlu bir yaşam için ayağa kalkmaları, Türkiye, İran, Irak, Suriye gibi devletler tarafından her zaman çokbüyük tepkilerle karşılaşmıştır. Bu devletler, Kürdlerin hak, hukuk,özgürlük istemlerine karşı her zaman yalana inkara dayalı politikalar geliştirmişlerdir. Yalan-inkar ise her zaman şiddeti gerekli kılmıştır.Yalan-inkar ancak şiddet kullanılarak gizlenebilmiştir. Bu devletler, Kürdlerin taleplerini, baskılamak, geriletmek için devlet terörünü tırmandırmışlar, soykırıma varan operasyonlar gerçekleştirmişlerdir. Türkiye, İran, Irak, Suriyegibi devletlerin bu operasyonları, İngiltere, Fransa, Almanya, ABD gibi devletler tarafından yoğun olarak desteklenmiştir. Kendi içinde demokratik olan devletlerin, örneğin Kürdlere karşı anti-demokratik tutumları, bugünkü uluslararası nizamın, Birleşmiş Milletler nizamının çok önemli bir ilişki biçimidir. Adı Birleşmiş Milletlerdir, ama her zaman, devletlerin çıkarlarını savunmaktadır. Bu devlerin Kürdlere karşı anti-Kürd bir cephe oluşturduklar ise açıktır.
Örneğin, ABD, 19, yüzyılda, yirminci yüzyılın ortalarında, 1960’larda… Kızılderililere ve Afrika kökenlilere uyguladığı politikalardan dolayı, kendi içinde de demokrat değildi. Bu politikalardan, uygulamalardan nasıl kurtulduğu incelenmesi gereken ayrı bir süreçtir.
Bugün, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) DemokratikToplum Kongresi, (DTK) Kürd sorununu çözümüne ilişkin bir öneri gündeme getirdiği zaman, “bu önerinin devlete hiçbir zararı yoktur” açıklaması yapıyor. Böyle bir açıklama yapmadan bir öneri sunamıyor. Halbuki,Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması Kürd toplumuna, Kürdistan’a çok büyük zararlar vermiştir. Kürdler, dikenli tellerle, mayın tarlalarıyla, iz tarlalarıyla, casus uçaklarıyla bölünmüş, parçalanmış, Kürdlerin birbirlerinden tecridi için, tecridin derinleştirilmesi,kalıcılaştırılması için her önlem alınmıştır. Bu, bir insanın iskeletinin parçalanması gibi, beyninin dağılması gibi bir etki yaratmıştır. Ama, böylesine yıkıcı etki de, BDP tarafından, DTK tarafından gündeme getirilmemektedir.
Qendil’deki PKK yöneticiler de durmadan, “bizbölücü değiliz…” deyip durmaktadırlar. PKK yöneticileri, esas bölünenin, parçalananın, paylaşılanın, Kürdler ve Kürdistan olduğunun bilincine nezaman ulaşacaklardır, acaba? ‘KCK Başkanı Cemil Bayık’ın, Mithat Sancar’averdiği röportaj, Milliyet, 13 .8.2013)
Böylesine uzun süren, kararlı, fedakar, birmücadele, bunca yıl, neden, Kürdler, Kürdistan konusunda sağlıklıbir bilinç oluşturamamıştır? Neden hala yaranmacı politikalardan medet umulmaktadır? Bu çerçevede, Weşannen Ray Kolektivizmi adına, Vahdet Ateş, AzadFisli, Hacı İsmail Aslan ve M.Emin Aslan’ın ortaklaşa kaleme aldıkları yazı dikkati çekmektedir. “Kürd Ulusal Kongresi, Lozan Antlaşması’nı, Kürdlere onaylatma kongresidir” başlıklı yazı (www.gelewej.net 26.8.2013)
Kürdistan Ulusal Kongresi böyle bir bilinçle toplanmış olmalıdır. Ortak kararlar alınamasa bile, bu konunun gündeme getirilmesi, konuşulması, tartışılması önemlidir.
Önemli bir konu bütün Kürd gruplarının, kongrede temsil edilmesidir. PKK’nin, PKK’den Ayrılanların kongreye katılmasına engel olması, örneğin, Partiya Waletparazen DemokratenKUrdistan”ın kongreye katılmasına engel olması sağlıklı bir tutumdeğildir. Davada emeği olan bütün Kürdlerin, Kürd gruplarının bir araya gelmeleri, birbirlerini dinlemeleri, anlamaları önemli olmalıdır.
Kürdistan Ulusal Kongresi’nin hazırlıkları sırasında, Partiya Welatparazen Demokraten Kurdistan yöneticilerine bir suikast hazırlığı da suçüstü yakalanmıştır. Partiya Welatparazen Demokraten Kurdistan yöneticileri, bu konuda, Qendil’deki PKK yöneticilerini suçlamaktadır. Bu noktada Dursun Ali Küçük’ün uyarısı kulakardı edilemez. Dursun Ali Küçük, Paris’de, Sakine Cansız, Rojbin ve Leyla’yı, içeriye sızdırılan bir MİT görevlisin katlettiğini hatırlatmaktadır. “Eğer bizi vurursanız, devlet sizi de vurur” demektedir. Bu suikastın, sonuçta, bir devlet operasyonu oluğuna işaret etmektedir. (www.gelawej.net26.8.2013
Kürdistan Ulusal Kongresi toplama hazırlıklarınındevam ettiği bugünlerde, “faili meçhul” cinayetlerle anılan devlet ile barışmanın sağlanması için yoğun bir çaba gösterildiği bugünlerde,Kürd gruplar arasında barışmanın gündeme getirilmemsi, bilakis suikastler tasarlanması şaşırtıcı bir durumdur. Bu suikastler kime hizmet eder? Halbuki, bu ortamda, Kürd gruplar arasında barışmanın gerçekleşmesi çok önemlidir. Kürdler arasında barış kuramayanların, bu sürecin bilincinde olmaayanların, Kürdler dışındaki sol gruplarla birlik oluşturma gayretinden olumlu bir sonuç çıkmaz. Kendin olmak önemlidir. Kendin olamıyorsan ‘Türkiyelileşme’ nin bir yararı da olmaz.
Rojava’da Durum
Temmuz 2013 ortalarında, Rojava’da, Demokratik Birlik Partisi (PYD) ye bağlı Halk Savunma Güçleri’nin, (YPG)) el Nusra ile çatışması sonunda, Serekani’yi ele geçirdi. Bundan sonra, “Rojava’da özerkyönetim” gibi konular tartışılmaya başladı. Bunun üzerine Türkiye’de, devlet ve hükümet yetkilileri, hemen, arka arkaya açıklamalar yaptılar. “Suriye sınırında oldu bittilere izin vermeyiz”, “huzurun bozulmasına izinvermeyiz”
Bu süreç Suriye’de yaşanıyor. Buna rağmen, neden, Türk devlet ve hükümet yetkilileri, sürece böyle sert tepkiler gösteriyor? İşte bu, Kürdlerin, Kürdistan’ın, bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması ile ilgili temel bir sorundur. Bölünme, parçalanma ve paylaşılma, sorunu iç sorun haline getirmiştir. Örneğin, Türkiye, Kürdistan’ın neresinde bir sorun çıkarsa, onunla baş etmenin gereğini duymaktadır. Hak-hukuk, özgürlük istemleri nerede nerede meydana gelirse gelsin, onu bastırmanın yolunu aramaktadır. İlgili devletlerle Kürdlere karşı hemen bir cephe oluşturmaktadır.
Bugün, Türkiye’de “barış süreci” diye adlandırılan bir süreç yaşanmaktadır. Ağustos 2013 ortalarında, BDP heyeti,Abdullah Öcalan’la bir görüşme yaptı. Bu görüşmede Abdullah Öcalan, devletle görüşmelerinin sürdüğünü söylemiştir. Görüşmelerin, Abdullah Öcalan’la, MİT MüsteşarıHakan Fidan veya MİT heyeti arasında geçtiği bilinmektedir. Bu açıklamadan hemen sonra, Başbakan, “anadilde eğitim olmayacaktır”,”Hükümetin gündeminde böyle bir sorun yoktur” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamalar, görüşmelerin çok sağlıksız bir şekilde geçtiğini göstermektedir. Devlet için, hükümet için önemli olan, gerillaların sınırdışına çıkmasıdır, bunun dışında da konuşulacak, görüşülecek bir sorun yoktur.
Rojava’daki durumun irdelenmesi de önemlidir. Gerilla, sınır dışına çekilmekte ama, devletin PKK ile savaşı Rojava’da devam etmektedir. Bugün, devlet, el Nusra’yı çok yoğun bir şekilde desteklemektedir. Bu desteğin, Rojava’da Kürdlere karşı savaşması için verildiği açıktır. ElKaide’ye bağlı el Nusra, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) saflarında yeralmaktadır. ÖSO ise, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar tarafından silahlandırılan bir gruptur. Böyle bir ortamda, Türkiye’deki barış sürecinin sağlıklı yürümesi mümkün değildir.
Bugün Rojava’da, PYD ile, Türkiye’nin dedesteklediği el Nusra arsında büyük bir savaş sürmektedir. El Nusra, Kürdlerin kendi ülkelerinde siyasal bakımdan kurumlaşmalarına engel olma gayreti içindedir. PYD’den çok Kürd sivillere karşı bir savaş yürütmektedir. Kürd sivillerin, ailelerin büyük bir baskı altında olduğu besbellidir. Onbinlerce Kürd, Rojava’dan kaçarak, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne sığınmaya çalışmaktadır. Bütün bunlar, Kürdlerin sağlıklı bir dayanışma içinde olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır.
Kürdlerin, ülkelerini, kendi bölgelerini terketmemeleri, mümkün olduğu kadar, orada kalmaya çalışmaları da önemlidir.ülkenin en iyi korunması, her türlü zorluğa, mağduriyete rağmen, orada kalmakla gerçekleşir. Bunu söylemek kolaydır. Baskı, zor, zulum mağduriyet karşısında gerçekleştirmek ise, zordur.
Bir süre önce, PYD, Rojava’nın, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne açılan sınır kapısı Simelka hakkında çok yoğun bir propaganda yürütüyordu. Kürdistan başkanı Mesut Barzani’nin, Rojava’daki mağduriyete rağmen, Simelke kapısının, Kürdlere kapatıldığı dile getiriliyordu. Bu propagandanın gerçeği yansıtmadığı anlaşıldı. Bedel Boseli’nin, “Rojava Gerçeği be Barzani” yazısı bu bakımdan aydınlatıcıdır. ( www.kurdistan-post.eu 22.8.2013)
Mutlu Çiviroğlu’nun, “Rojava’daki Kitlesel göç ve Nedenleri” (www.kurdistan.post.eu, 26.8.2013 yazısı da önemlidir. Yazıda, göçün önemli bir nedeninin de Simelka kapısının gerektiği gibi açık tutulmaması olduğu vurgulanmaktadır.
Aslında, sınır kapısının her iki tarafa da açık olması gerekir. PYD, Rojava için yardıma gelen, mücadeleye katılmak isteyen Kürd yurtseverlerine de karşı olmamalıdır. Bu konuda, Aktuel Gelişmeler,başlıklı yazıya da bakılabilir. Bu yazıda, Kürdistan’da, Türkiye’de, cereyaneden bazı olaylar, örneğin Ergenekon davası karaları irdelenmeyeça lışılmıştır. (www.kurdistan-post.euve diğerleri… 11.8.2013, Aynı sitede yayımlanan Hüseyin Turhallı’nınyazılarına bakmak da önemlidir.)
Serekani’de YPG ile el Nusra arasında çatışmalar gündeme geldiği zaman, PYD’nin katliamlar konusunda çok yoğun bir yayının propagandası olmuştu. Bunun üzerine, Kürdistan Ulusal Kongresi Hazırlık Komitesi’ Mesut Barzani’nin önerisi üzerine, olaylar hakkında rapor hazırlaması için Rojava’ya bir heyet gönderdi. PYD’nin hayetin Rojava’ya geçişine izin vermediği, sonunda heyetin Rojava’ya geçip incelemesini yaptığı, raporunun hazırladığı, Kürdistan Ulasal Kongresi Hazırlık Komitesi’nin raporu onayladığı da duyurulmuştu. Raportörlerin çalışmaları ve raporun içeriği ile ilgili olarak bk. (www.rizgarionline,rojava raporu onaylandı, 2.9. 2013) Raporun içeriği PYD’nin katliamlarla ilgili olarak geliştirdiği propagandayı doğrulamıyor.
ANF’nin, Mustafa Seyfullah Kılıç’la yaptığı röportaja da işaret etmek gerekir. “Çeteler Türkiye adına vekaleten savaş yürütüyor” www.rizgarionline 28.8.2013Bu röportajda Mustafa Seyfullah Kılıç, Irak-Şam İslam Devleti mensuplarının daha çok Çeçenlerden oluştuğunu, örgütün Türkiye tarafından kurulduğunu, finanse edildiğini vurgulamaktadır. Örgütün liderlerinin evlerinin İstanbul’da olduğunu, İstanbul’da, Beylikdüzü’nde, Türk subaylar veSuriyeli subaylar tarafından eğitim verildiğini belirtmektedir. SADAT isimliordunu AKP tarafından kurulduğunu söylemektedir. Bütün bu süreç AKP’nin“değerlere dayalı dış politika” söylemini kökden çürütmektedir.
Ruslar, Suriye ile ilgili olarak, Ekim 2013 de toplanması beklenen Cenevre Konferansı’na Kürdlerin de katılması için çaba harcamaktadır. Bunun Rojava için olumlu bir gelişme olacağı şüphesizdir.
Kürd/Kürdistan sorunu herşeyden önce duruş sorunudur.
Temmuz 2013 de, Diyarbakır’da, “Komeleya Tevgera CiwanenKurdistane” (Kürdistan Gençlik Hareketi Derneği)kuruldu. Derneğe,“Komeleya Tevgera Ciwanen Kurdistane” tabelası asıldı.
Fakat valilik, dernek yöneticilerinden, bu tabelanın indirilmesini “Kürdistan” sözcüğünün kullanılamayacağını, bu şekilde derneğe izin verilemeyeceğini bildirdi. “Kürdistan” sözcüğünü kullanmazsanız izin verilebilir dedi.
Kürdistan kolektif bir özel isimdir. Kürdlerle, üzerinde yaşadıkları toprak parçası arasında oluşan duyguları, bağlılıkları ortak yaşam alanını dile getirir. Etnik terimi, bir anlamda da, aynı asli anavatandan olmak gibi bir anlam taşır. 2000 yılı aşkın bir zamandır, Kürdler, Kürdistan adını taşıyan tarihsel kayıtlar vardır. Bu, Kürdleri diğe rhalklardan ayıran kolektif bir addır.
Kürdler tarihin bilinen çağlarından beri, binlereyıldır, bu topraklarda, yani Kuzey Mezopotamya’da, Zağroslar’da, Van Gölü çevresinde yaşamışlardır. Bu topraklara bağlılıkları çok daha fazladır. Bu bağlılık Kürd etnisitesini, Kürd milli duyguların oluşturan önemli bir yöndür. Halbuki, örneğin, Türklerin bu topraklara göçleri onbirinci yüzyıla, sadece bin yıl öncesine rastlamaktadır. Öte yandan, Kürdlerin, Kürdistan’ın bölünmesi, parçalanması, paylaşılması, Kürdleri birbirlerindenk oparamamıştır. Kürd/Kürdistan, bütün Kürdleri çağrıştıran kolektif biraddır.
Valiliğin bu açıklamalarına karşın, dernek yöneticileri Kürdistan ismini kullanmakta ısrarlı oldukları bu ismi kullanmanın meşru olduğunun vurgulamaları dikkat çekmektedir. Dernek BaşkanıSerhed Merdini, “Bizler Kürdüz, Kürdistanlıyız” (www.kurdistan-post.eu 22.8.2013)“Neden kendi ismimizle dernek açmayalım?” (www.kurdistan-post.eu 25.8.2013)şeklinde açıklamalar yapmaktadır. Tabelada, Kürdistan isminin kaldırılmasını isteyen bütün baskılara rağmen, “Biz Kürdistan adını değiştirmeyeceğiz, siz yasalarınızı değiştirin” (www.rizgari online,, diğerleri 30 8. 2013)demektedir.
Bu, Kürd/Kürdistan sorununun algılanmasını, bilince ulaştırılmasını sağlayacak, ilerletecek çok önemli bir tutumdur. Kürd/Kürdistansorunu her şeyden önce duruş sorunudur. Toplumsal, siyasal bir harekette, büyük kitlelerin hareket halinde olması elbette önemlidir, ama, sağlıklı birduruş yoksa, büyük kitlelerin hareket halinde olması da bir şey ifadeetmeyebilir.
*Bu yazı 7 Eylül 2013 de,İsmail Beşikci Vakfı’nda yapılan konuşmadır. Yazının bir bölümü le Monde DiplomatiqueKurdi’de de (hejmar 45, Tebax 2013) yayımlanmıştır.
www.gelawej.net