Moderinte döneminde (Kürdistan’da yaklaşık 150 yılı kapsayan bir süreçtir), Kürdistan’da iki tarzı-siyaset var:
Bunlardan biri, egemen devletin içinde çözüm arayan siyaset tarzıdır; bu otonomist, federalist ya da demokrasi isteği ile dile getirile-biliniyor. Bunun kökü moderinite öncesi tarihimize dayanıyor.
Kürdistan’da, yüzyıllarca merkezi bir iktidardan yoksun yaşadık. Genellikle dış egemenlikleri kabul ederek yani Bizansların, Sasanilerin, Safavilerin sonra Osmanlıların üst-egemenliklerini kabul ederek alt-iktidar formlarıyla bir yaşam sürdürdü Kürdistan toplumu. Bunlara alt-devlet formu da denile bilinir. Bunlar; mîrlikler, aşiret konfederasyonları, aşiretler şeklindedir. Esas karakteri şudur:
Bir dış-egemenliği kabul ediyorsun; onu, ülkenden kovmaya dönük bir programa, siyasete sahip değilsin; ama dış-egemenliği dışarda tutmaya çalışıyorsun ve içerde bir iç-özerklik sağlamaya çalışıyorsun. İşte, mîrlikler, aşiret konfederasyonları falan bunların vasıtalarıdır.
Moderinitenin ilk yetmiş beş yılında, yani o 1870’ten alırsak yüz elli yıl sürer. Bunun ilk yetmiş beş yılında, Kürdistan’da egemen siyaset tarzı ayrılıkçıdır. Bu egemen devletin sınırları içinde bir çözüm arayışı değil, egemen devletlerin işgalinden kurtulmayı hedefleyen bir siyaset tarzıdır ve egemendir.
İlk modern örgütlerimize baktığımız zaman; işte, Kürdistan Teali Cemiyeti her iki siyaset tarzını birlikte içerir. Ama ondan ayrılan Teşkilat-ı İçtimaiye Cemiyeti bağımsızlıkçıdır. Sonra İstiklal Komitesi Azadi Örgütü olarak da söyleniyor, bağımsızlıkçıdır. Xoybun bağımsızlıkçıdır. Doğu Kürdistan’da Komela Jekaf bağımsızlıkçıdır. Hêvî Örgütü bağımsızlıkçıdır.
İlk 75 yılında, 1945 yılına kadar, Kürdistan’daki tarz-ı siyaset hem ayrılıkçıdır hem de birlikçidir. Kürdistan’ın birliğini de hedefliyor. Yani Lozan sonrası oluşturulan devlet sınırlarını Kürdistan toplumu da Kürdistanî siyasette içselleştirmemiştir. Bu ilk 75 yılda, hem ayrılıkçı hem de Kürdistan’ın birliğini savunan siyasi partilerimiz ve siyasal programları var. Mesela, Komela JeKaf’ın, yani Doğu Kürdistan’daki örgütün programı çok açık şunu yazıyor: “Birleşik bir Kürdistan’da bağımsız bir devlet hedefliyoruz.” diyor.
1945’ten sonra (burda Sovyet müdahalesi çok önemlidir ve bana kalırsa Sovyetler Birliği’nin Kürdistan’a Kürt siyasetine verdiği en büyük zarar da budur), Kürdistan Demokrat Partileri kurulmaya başlanmıştır. Kürt Demokrat Partisi, sonra Kürdistan Demokrat Partisi. Bu dönüşüm iki noktada Kürdistanî siyaseti felç etmiştir:
Bir, artık Kürdistanî siyaset ayrılıkçı değil, egemen devletlerle birlikçi bir politika izlemeye başlamıştır. Bağımsızlık yerine otonomi hedefi öne geçmiştir. Ve o dönemden sonra çok uzun bir süre her dört parçada temel slogan : “İran’a Demokrasi, Kürdistan’a Otonomi!”, “Irak’a Demokrasi, Kürdistan’a Otonomi !” , “Türkiye’de Demokrasi, Kürdistan’da Otonomi !” esas programımız haline gelmiştir.
İkinci nokta, 1945’ten sonraki siyasi örgütlerde; artık, Kürdistan’ın birliği bir ulusal hedef olmaktan çıkarılmıştır. Egemen devletin sınırları veri kabul edilmiştir. Ve parçacı siyaset egemen hale gelmiştir.
Bunları çok ciddi tartışmak lazım. Yani ilk 75 yılda, ayrılıkçı ve Kürdistan’ın birliğini savunan Kürdistanî siyaset ne oldu da egemen devlet sınırlarındaki siyaset tarzına yöneldi ve artık bölünmüşlüğü bir veri olarak kabul edip içselleştirdi? Artık tek bir Kürdistan yok, işte dört parça Kürdistan var, her parça kendi işgalcisi olan devletle uzlaşarak bir çözüm aramalıdır.
1970’li yılların başında bu gidişat Kuzey Kürdistan’da yıkıldı. 1970’ten sonra kurulan Kuzey Kürdistanlı örgütler Bağımsız Birleşik Kürdistan’ı savunmaya başladılar. Bu, bu 75 yıllık süreç içinde bir parantez oldu. Yani 75’i esas alırsak 1975’ten 2000 yılına kadar Kuzey Kürdistan’da Kürdistanî siyaset tarzı ayrılıkçı, bağımsızlıkçı idi. 2000 yılına kadar böyle geldik, diğer parçalarda hala otonomist, 1993’ten sonra da federalist siyaset tarzı gelişmeye başladı.
2000 yılından sonra bunun başlangıcı aslında 1990-93’tür; bir ara bir parantez açıp 93’ün niye önemli olduğunu anlatmaya çalışacağım. 2000’den sonra Kuzey Kürdistan’da bağımsızlıkçı olan, neredeyse bütün yapılar federasyoncu, otonomist ya da demokrasi isteklisi siyasetlere dönüştüler. Bu dönüştüleri söylerken tereddütle söylüyorum çünkü bunun içinde dönüştürülme de vardır. Yani kendi kendine dönüşmüş olmaktan çok belli merkezlerden Kürdistanî siyasetin dönüştürülmesi de var.
Soru-Hocam, bu belirttiğiniz çerçevede, bu Türkiye’deki iç dinamiklerle mi oldu? Dış dinamiklerin etkisi yok mu bunda? Parçadan kurtuluşa gitme politikasında. Buyrun.
1993’ten sonraki dönüşümde, dünyadaki gelişmelere ters bir reaksiyon verdi Kürt siyaseti.
-93’ün önemi nedir?
-Önemi şudur: Sovyetler Birliği’nin çözülmesidir. Şimdi, Sovyetler Birliği’nin çözülmesi sadece reel sosyalizmin çözülmesi değildir. Aynı zamanda dünya düzeninin çözülmesidir. Çünkü bu dünya düzeni 1945’te Yalta ve Potsdam Konferans’larında temeli atılan bir dünya düzeniydi. 45 yıl sürdü.
Bu dünya düzeninin temel direkleri Britanya, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği’ydi. Sovyetler Birliği çözülünce bu dünya düzeninin kendisi de dağıldı. Aslında 30 yıldır, dünya kendisine bir düzen arıyor.
Şimdi bu düzen arayışı, aslında bağımsızlığı teşvik eden bir süreçtir. Yani 1990’dan buyana onlarca yeni devlet çıktı tarih sahnesine.
1945 ile 1990 arasında değişen tek siyasi sınır İsrail Devleti’nin sınırlarıdır. Onun dışında dünyada bir siyasi sınır değişmemiştir. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri ya da batı ve Sovyetler Birliği, birlikte bu siyasi sınırların bekçisi idiler. 1948’de Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri anlaştığı için İsrail Devleti kurulabildi. Onun dışında siyasi sınırlarda bir değişiklik olmadı. Devletler içinde rejim değişikliği falan oldu. Şimdi böyle baktığımız zaman, dünyadaki değişiklikler, Kürdistanî siyasete ayrılıkçılık çağrısı yapıyor. Çünkü bir önceki dönemde, 45-90 döneminde aslında “Bağımsız Kürdistan” sloganı daha az gerçekçi bir slogandı. Çünkü dünyanın egemenleri, Sovyetler Birliği ve Batı Bloku mevcut siyasi sınırları değiştirmemekte kararlıydılar ve mevcut siyasi sınırları birlikte savunuyorlardı. Oysa 1990’dan sonra artık dünyadaki siyasi sınırların bekçisi kalmadı. Ne Rusya bu siyasi sınırların bekçisidir ne de Amerika Birleşik Devletleri.
Böyle olduğu için bir Yugoslavya’dan altı tane devlet çıktı. Bilmem kaç tane devlet Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra çıktı. Dünyanın birçok yerinde, toplasan 30’dan fazla devlet, 1990’dan sonra kurulmuştur.
Şimdi dünyadaki gelişme bu. Bunun doğrudan Kürdistan’a yansımasının bağımsızlıkçılığın daha da artması, olması gerekir. Normal şartlarda bu böyle gelişir. Çünkü bakınız, 1990’dan buyana, Katalanya’da, Bask Ülkesinde, İrlanda’da, İskoçya’da bağımsızlıkçı eğilimler arttı, Türki Cumhuriyetler kuruldu, Sovyetler Birliği’nden ayrılan bağımsız devletler kuruldu. Fakat özellikle Kuzey Kürdistan’da biz bu süreci tersine yaşadık. Yani, normalde giderek daha bağımsızlıkçı olmamız gerekirken, bağımsızlık hedefini, bu artık gerçekçi değil diye bir tarafa bıraktık.
-Bunu neye bağlıyorsunuz hocam?
-Bunun birçok nedeni var. En önemli nedeni devletin PKK üzerinden oluşturduğu siyasi asimilasyondur. Kürt siyaseti siyaseten asimile edildi. Artık Kürdistanî değil Türkiyeci bir dil egemen oldu.
Şimdi bunun da çeşitli evreleri var. Ben kitapta farklı periyotlarda anlatmıştım bunları, ama bir 1999-2004 evresi var, 2004-2009 evresi var, 2009- 2013 evresi var, sonra 2015’ten bu taraftaki evreleri var. Farklı evreleri var.
-Hocam diğer parçaları nasıl açıklıyorsunuz? 1988’de İran Kürdistan Demokrat Partisi’nin “İran’a demokrasi işte Kürdistan’a özgürlük” biçiminde, onlar da o yönlü bir şeyler savundular. Güney Kürdistan’da da bu türlü şeyler savundular.
-Oraya geleceğim. Ama Kuzey’de dâhili mekanizma olarak söyleyebileceğim; “-bu transformasyonun nedeni olarak söyleyebileceğimiz”; devletin, kendi politikasını, Kürt giysisi üzerinden piyasaya sunmasıdır.
1992-2000’den bu yana gelişen PKK pratiği ve 2012’den bu yana da HDP projesi ki çok önemli bir entegrasyon projesidir, HDP projesi. Bu, bir nedendir. Bunun dışında birçok neden var. İstiyorsanız tartışalım:
Mesela, sosyolojik değişimler var. Yani 1980’de Kürdistan’ın % 75’i köylü idi, şimdi % 75’i şehirli. Bu şehirliyi tartışabiliriz ama bu müthiş bir sosyolojik dönüşümdür. Ve maalesef sosyologlarımız bize bunları anlatacaklarına; işte, sosyoloji teorilerini tartıştırıyorlar bize. Oysa bize lazım olan, dünyanın hiçbir tarafında görülmeyecek kısa süredeki bu müthiş sosyolojik dönüşümdür. Bunun siyasete etkisi, Türkiyeci siyasete etkisi vardır.
Üçüncü olarak globalizasyon döneminin etkisi vardır. Bütün bunlar etkilemiştir Kürt siyasetini. Ama sonuç olarak, bizde olması gerekenin tersine bir seyir izlemiştir. Giderek daha ayrılıkçı olmamız gerekirken, giderek daha çok egemen devletle birlikçi politikalar ön plana çıkmıştır. Bizim bütün eski bağımsızlıkçı örgütlerimiz, şimdi ya otonomist ya federalist ya da demokrasi istekli örgütlere dönüşmüştür.
Diğer parçalarda böyle olmamıştır. Örneğin Güney Kürdistan’da; biz, “Bağımsız Birleşik Kürdistan”ı savunduğumuzda; onlar, “Irak’a Demokrasi, Kürdistan’a Otonomi” diyorlardı, sonra Federasyon oluşturdular ve 2017’de de “Bağımsızlık Referandumu” yapıldı ve Kürt toplumunun - Güney Kürdistan’da Kürt toplumunun- sandığa gidenlerin %93’ü biz bağımsızlık istiyoruz, dediler. O gelişme, dünyadaki gelişmelere uygundur.
Doğu Kürdistanlılar otonomiden vazgeçtiler 1990’dan sonra federasyon talebine yükseltiler çıtayı ve Doğu Kürdistan’da bağımsızlıkçı siyasal örgütler de var artık.
En büyük darbeyi Kuzey Kürdistanlılar yedi. Çünkü Kuzey Kürdistan’daki egemen siyaset manipüle edildi devlet tarafından ve yönlendirildi. Şimdi mesela, Batı Kürdistan’da kırka yakın- kırk iki, kırk üç tane- siyasi parti var. Bunların içinde federalist olanları var, kantoncu olanları var, otonomist olanları var, maalesef bağımsızlıkçı bir örgüt benim bildiğim yoktur.
Dolayısıyla bunu, yani bu Kürdistanî siyasetteki bu gelişmeleri ciddi okumamız lazım. Şimdi Kürt aydını, Kürt siyasetçisi ne yapmalıdır? Yapılması gereken şudur:
Birincisi, ulus-ülke hakikatini esas alarak siyaset yapmalıdır.
İkincisi, dünyayı doğru izlemelidir.
Şimdi 1990’a kadar dünyada mevcut bir denklem var idi ve biz o denklem içinde siyaset yapıyorduk. Bu denklem kökten değişti. Örneğin biz o zaman emperyalizme, emperyalist bloka karşıydık. Çünkü Kuzey Kürdistan Türkiye’nin işgali altındaydı, Türkiye NATO ülkesiydi, Türkiye’ye karşı bağımsızlık mücadelesini vermek, aynı zamanda NATO’ya karşı bağımsızlık mücadelesi vermek idi ve biz de anti- Amerikancı, anti-emperyalisttik. Bu, o dönemin ruhuna uygun bir tutumdur. Bu tesadüfen ortaya çıkmış değildir. Yani siz, Türkiye gibi bir devletten ayrılmaya çalışıyorsunuz ve bu devlet NATO üyesi. Bu durumda onun arkasındaki paktı da hedefe almanız normaldir. Ama şimdi böyle bir durum yok. Şimdi dünyada emperyalist olmayan devlet yok. Yani o dönem biz işte devletleri emperyalist devlet, sosyalist devlet diye tasnif ediyorduk. Şimdi ortada emperyalist olmayan devlet yok gibi yani büyük devletlerin tamamı emperyalisttir.
-Türkiye de emperyalist ya da alt-emperyalist ülke değil mi?
-Tam onu anlatıyordum. Emperyalist olamayanlar da emperyalist olma gayreti içindedirler. Bizim için önemli olan, bölgede İran ve Türkiye’dir. Bu iki ülke de alt-emperyal hedefleri olan iki ülkedir. Böyle bir tarihi geçmişleri de vardır. Yani İran’ın çok daha fazla ama Türkiye’nin de 600 yıllık bir Osmanlı İmparatorluğu dönemi var. Her ikisi de bölgenin alt-emperyal gücü olmaya çalışıyorlar. Aynı zamanda her ikisi de Kürdistan’ın işgalcisi ve jenositçisi devletlerdirler. Dolayısıyla, günümüzde artık, havada bir anti-emperyalizm boştur ve siyaseten hiçbir anlamı da yoktur.
Günümüzde Kürdistanî siyaset kendini neye göre konuşlandıracaktır?
Bir, bölgedeki esas iki alt-emperyal devlet var, İran ve Türkiye. İkincisi, dünyada sınırları değiştirmek isteyen devletler var. Bunlara dış politikada revizyonist olan devletler diyebiliriz. Bunun başını Amerika Birleşik Devletleri, Britanya, Fransa çekiyor.
Bir de, mevcut statükoyu, yani batının bu saldırısına karşı kendisini korumaya çalışan emperyalist devletler var. Bunlar işte Rusya’dır, Çin’dir. Bunlar da mevcut statükoyu korumaya çalışan devletlerdir.
Şimdi eğer siz bağımsızlık istiyorsanız, Avrasyacı devletlerle stratejik bir ilişki kuramazsınız. Çünkü siz, statükoyu yıkmaya çalışıyorsunuz, onlar ise statükoyu korumaya çalışıyorlar. Bundan Çin’i, Rusya’yı düşman bellememiz gerektiği sonucu çıkarılmamalıdır. Hayır onlarla da Kürdistanî siyaset, onlarla da ilişki kurabilir. Hiç olmazsa, bu savaşta onları tarafsız hale getirmeye çalışabilir. Zaman zaman onlarla taktik işbirlikleri de yapılabilir, nitekim Güney Kürdistan öyle yapıyor. Yani Güney Kürdistan’ın Rusya’yla da iyi ilişkileri var. Ama stratejik ilişki Avrasya kampıyla kurulamaz.
ABD’nin bir geniş Ortadoğu Projesi var idi ve o dönem ABD’li stratejisitler, bu proje kapsamında, bilmem onlarca devletin sınırlarının değiştirileceği söyleniyordu.
Şimdi biz ABD’nin Geniş Ortadoğu Projesi’ni savunmuyoruz. Biz zaten bu sınırları gayr-i meşru sınırlar olarak kabul ediyoruz. Amerika Birleşik Devletleri bu sınırların bekçisiyken de biz Yakındoğu’da, Ortadoğu’daki siyasi sınırların toplumsal gerçeklerle uyumlu olmadığını, bu yüzden değiştirilmeleri gerektiğini söylüyorduk. Yani biz, ABD’nin politikasına gelmiş değiliz. Ama eğer, ABD de bu bölgedeki sınırların değişmesini söylüyorsa ki biz zaten söylüyorduk, batı kampıyla stratejik ilişki kurması mümkündür, Kürdistanî siyasetin.
Yani, söylemeye çalıştığım şu: Şimdi siyaset iki şeydir. Bir, prensiplerdir. Eğer ki bu bir de özgürlük davasının siyaseti ise, burda bir prensipler önemlidir; ikincisi, gerçekler önemlidir, realite önemlidir.
Siz ısrarla sadece ilkelerinizi söyler, realiteye gözlerinizi kapatırsanız, ilerleyemezsiniz. Siz sadece realiteyi görür, prensiplerinizden vazgeçerseniz, davayı satarsınız. Sonuçta, Türkiyelilik dediğimiz, Türkiyecilik dediğimiz, Kürt siyasetindeki Türkiyecilik dediğimiz nedir? Tam olarak da budur. Prensiplerden vazgeçilmiştir, işte bu gerçekçi değildir, kan akar, şudur budur gibi bir takım argümanlar üzerinden Türkiye’nin birliğini savunma noktasına gelinmiştir. Bu davayı satmaktır. Çünkü dava prensiplerle savunulur. Burada prensip nedir? Biz bir milletiz, kendi toprağımızın kadim, otokton halkıyız. Bu topraklarda devletleşmek ve bölünmüş olan ülkemizi birleştirmek, bizim meşru siyasal hakkımızdır. Temel prensip budur. Siz bu prensibi bir tarafa bırakırsanız, bunun gerçekçi olmadığı iddiasıyla bunu bir tarafa bırakırsanız, davayı satarsınız.
Dolayısıyla devrimci siyaset, benim devrimci siyaset dediğim belki Yusuf Ziya’nın dava siyaseti diyeceği siyaset, ahlaklı bir siyasettir, prensiplere dayanır ve ama gerçeklikleri de görür. Gözlerini dünyadaki, toplumdaki değişikliklere kapatmaz.
Yani kısaca şunu söyleyeyim, halk savaşı işte kırlardan kentlere gerilla mücadelesi, güneydeki peşmerge savaşı da budur. Şimdi bu bir köy toplumu gerektirir. Eğer sizin köylü nüfusunuz, %75’ten %25’e düşmüşse, siz hangi toplumsal realiteye dayanarak, kırlardan kentlere bir siyasal strateji izleyebilirsiniz? İzleyemezsiniz. Bu belki 50 yıl önce doğruydu, ama bugün bu doğru değil. Bugün sizin şehirleri esas almanız lazım.
Siz bunu ister silahlı yapın, ister silahsız yapın, ister illegal örgütle yapın, nasıl yaparsanız yapın. Gözünüzü değişime kapatamazsınız. Sizin toplumunuz değişmişse, toplumsal gerçekliğiniz değişmişse, siyasetinizin de değişmesi lazım. Aynı şey dünya için de geçerlidir, onu da söyleyip kapatıyorum. Siz 1970’lerin “Kahrolsun ABD Emperyalizmi” sloganıyla günümüzde Kürdistan’da siyaset faaliyet yürütemezsiniz. Çünkü günümüzde dünyanın hepsi emperyalisttir ve geri kalan da emperyalist olmaya çalışan devletlerdir. Neticeten bir kapitalist dünyada yaşıyoruz. Şimdi hal böyleyken ve sizin karşınızda böyle ceberut, işgalci, jenositçi İran ve Türkiye gibi devlet varken, siz bunlara karşı mücadele ederken, “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi” derseniz, bu olmaz.
Yani, bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Yani biz dava adamları gerçeğe gözü kapalı insanlar değiliz. Dava adamlığımızı sürdürürüz ama toplumdaki, dünyadaki gelişmelere, değişmelere göre de kendimizi yenileriz. Burda bırakayım, sonra yine devam ederiz.